Ömür Dediğin

10 1 0
                                    



  Camdan içeri cıvıl cıvıl kuş sesleri, arkasına rüzgarı almış bütün evi dolaşıyordu. Rüzgar soğuk esiyordu, hava değişikliği olsun diye kapatmadım bir süre. Klasik bir cumartesi sabahıydı. Hani şu peynirli böreklerin sofralardan eksik olmadığı, tereyağ bal kaymak üçlüsünün doya doya saatlerce yenildiği sabahlardan. Kızarmış ekmekler de pek tabii elden ele dolaşır ya hep, bu sabah da öyle huzurlu bir sabahtı. Pencereme konan kuşlara dayanamadım da mutfakta sağ altta kalan dolapta önceden lazım olursa diye ayırdığım ekmek kırıntılarını çıkarıp verdim, serdim önlerine. Nasıl yediler de izlemekten kamera kaydına bile alamadım, anı kalırdı diye, sonradan pişman oldum. Hafızamda anısı var neyse ki, unutmam diye düşündüm, gerek yok. Bir süre uzunca izledim, kanat çırpıp gökte süzülmeye başlayıncaya kadar. Ne de güzel, özgürlüklerinde savruluyorlar. Bulutlar arasında bir sağa bir sola, güneşle şakalaşır gibi ardı sıra birbirlerinin izinden gidiyorlar. Elimi pencere koluna götürdüm, kapatmaya yeltendi isem de rüzgarın soğukluğu biraz daha yüzüme vursun istedim içten içe. Aslında hava o kadar da soğuk değildi. Güneş vardı, kuşlar uçuyordu, ağaçların yaprakları da yeşildi. Bir insan daha ne isterdi, üç günlük yaşamdan?  Hafif üşüme geldi, titrer gibi oldum. Üstümde el örgüsü gri kazağım vardı. Tiftik tiftik olmuş, bazı yerlerinden iplikler çıkıyordu. Aylar önce bir oturuşta örüvermiştim. Geçen gün fark ettim, giymekten yıpranmış. Oysa dikkat bile etmemiştim ne kadardır giydiğime. Hep evdeyim diye belkide günlerdir üstümden çıkarmıyorumdur. Kimse görmüyor, aynadaki yansımamı bile tanıyamıyorum. Her gün kendimle yüzleştikçe bir koşu gidip bağırasım geliyor kuşlara. Saçlarım. Tel tel olmuş, bakım gerekiyor belli. Kuşların ne giyim ne kuşam derdi var. Hayat dediğin üç gün. Onlar anca kanat çırpsın zaten. Biz burada yok kek fırında kırk beş dakika kalsın da yedi olursa yanar hesabı yapalım. Ay sonu gelmiş, faturalar kapıda. Bir de onları dert et başına, heh işte. Suyu elektriği... Kanat çırparak yorulsam kafi. Arada o pencere bu pencere uğrardım tabii millete illa biri aradan benim gibi saf çıkar da beslerdi. Kendi kendime yetsem neyime zati. Dayanamadım valla, izle izle nereye kadar.
Kapattım pencereyi. Döndüm yine bir oda bir salonuma. Duvara yaptığım tabloları asmıştım. Yağlı boyadan tuvallerle kapladım. Krem rengi duvar bomboş canımı sıktı bunca yıl. Aldım elime paleti, başladım boyamaya. Kime ne? Kimse görmüyor diye her renkten karıştırdım durdum. Bazen ara verip iki gün sonra devam ettiğim de oldu elbette ama yine kurulu düzenim duruyor. Şapkamı takıp elime alsam bir kadeh, şu filmlerdeki sanatkar kılığına bürünmeyi düşlüyorum. Öyle de olunmaz ki üretken. Ne saçma. Kırmızı şarabın eline kuvvet verdiği ne zaman görülmüş, nedir bu klişe yani? Dergilerde hep görüyorum. En sevdiğim Edvard Munch'un Çığlık tablosu yeminlen. Hatta geçen okuduydum, işin uzmanları arasında Boğuntu deniyormuş vallahi. Pek akıllıca. Çok da eski, ta bugünlere kadar geldiğine göre var bir bildikleri getirenlerin de. Öyle renkleri karıştırmış da belli hatları olmayan karalama çıkmış gibi görünüyor amma velakin tam tersine resmen benim her günüm. Ağzını açık çizdiği besbelli ortada zaten. Var bir şaşkınlık. Hayat dediğin üç gün. Her an her şey mümkün evelallah.
     Onu diyeceğim yani, geçen hafta alt komşu Fadime geldi. Dedi kız Hayriye bunlar ne böyle? Burası atölyeye dönmüş. He valla dedim tek yaşıyorum zaten karışan yok eden yok. Kime ne? Hoşuma gidiyor, iki fırça üç beş renk. Cansız hayatıma aksiyon katıyor öyle deme diye altını da çizdim, altta kalmam. Eline sağlık dedi duvar kaplama olayı da başta abartı gibi geldi de göz alışıyor elbet. Alışmaz mı? Tabii alışıyor, üç günlük dünya. İlk günün akşamına eski halini bile unutuyorsun dediydim de telefonu çaldı. Meğer alarm mış, hemen ardından soruverdi. İlaçlarını aldın mı sen Hayriye? Dedim ne ilacı, iyiyim ben. Almadım diye sinirlendi, umrum değil. Zorla gitti getirdi içerden, ben boşuna alarm kurup gelmedim buraya dedi. Ama iyiydim gerçekten, ilacım kuşlardı. Onların kanat çırpışları dedim. Dinlemedi. Daha yeni geldin dedi. Yine mi gitmek istiyorsun? Saçmalama, çok uzattın Fadime, kızıcam diye çıkıştım. Sandalyeye oturdum. Diz kapaklarım titredi kısa bir süre. Saçlarım. Tel tel olmuş. Tablolarıma baktı yine Fadime. Aynı anda üç dört tane çizebiliyorum diye hep bana laf ediyor, kanımca kıskanıyor. Hayriye dedi. Bu tablo neden mor ve mavi böyle karman çorman?
Sensin karışık, dinle hele. Mor küçük kızımın en sevdiği renk dedim, lila özellikle. Mavi de kuşlarımın en sevdiği, baksana oradan hiç ayrılmıyorlar. Bir de geçen geldi biri, kulağıma fısıldadı. Mavi onların eviymiş. O yüzden bu tablo en sevdiklerime ithafen. Ne var, ne olmuş? Yeter, sıkıldım. Tablolarımla yalnız bırak beni Fadime. Geldin, ilaç içirdin, git artık. Başka sebepten gelmezsin zaten cumartesi cumartesi. Bal kaymak tereyağ üçlüsüydük biz ailecek. Hala soruyorsun bir de kızımı. Anne yavrusu o. Bak sol üstten sesleniyor. Dokun. Dokunsana! Neden, ne oldu? İnanmıyorsun çünkü döneceğine. Hayriye bak... Hayır Fadime, en sevdiği renk mor dedim ne diretip duruyorsun daha. Kızımı benden iyi mi tanıyacaksın? Fadime birkaç adım uzaklaştı benden. Gözlerini halıya dikti. Elamsı renkliydi, parlaklaşmışlardı. Derin bir iç çekti. Benim hareketlerimi izler gibi bakındı. Hırkasını düzeltti eliyle. Kapattığım pencereyi açmaya yeltendi, bağırdım. Açma! Neden? Yeni kapadım, kuşlarım uğradı. Gitsene sen artık. Ben boyama yapacağım. Çığlık tablosunu neden bu kadar sevdiğime de bir türlü anlam verememişti zaten. Hep derdi resmin sesi mi olur hiç? Olur tabii ya, sessiz çığlıkları duymaz mısın sen? Hayriye... dedi.
 
Her zamankinden farklıydı, mühim değil. Öyledir o. Bana biraz tuhaf davranır. Yüzünü ekşitti. Besmelesini de çekti, çekmez olur mu? Gitti sonunda. En son tehdit etti de yol aldı. Onun iki lafıyla beni yeniden götüreceklerdi çünkü beyaz mumyaların arasına, öyle mi? Yok canım, o kadar kolay değil. Hem artık ben iyiyim. Mor. Menekşe alırdı bana kocalık. Pek sevdiydim. Hayat dediğin üç günlüktür diye boşuna demiyorum ya ben.

Pencereyi kapatınca ev rutubet oldu gibi hissettim. Çok umursamadım, ne olacakmış? Kime ne?

Ömür Dediğin Where stories live. Discover now