Bölüm 2

6 2 0
                                    

Ömer okula başladığından beri tam bir ay geçmişti. Bu süre zarfında okuluna peyderpey alışmış ve biraz benimsemişti. Ömer'in yeni olan şeyleri tesahup etmesi biraz uzun sürerdi hep. Fakat, bu okulda hayatı boyunca yaşamadığı şeyleri ilk defa yaşamaya başlamıştı. Hayatında ilk defa bir şeyi bu kadar çabuk benimsemiş ve aklından çıkaramaz vaziyete gelmişti. 

Kapalı olan gözlerini aştı ve tavana baktı. Ne yaparsa yapsın o şeyi aklından çıkaramıyordu. O şey; Süreyya'ydı. Neden sürekli onu düşünüyordu hiçbir fikri yoktu. Ne onu düşünmekten sıkılmıştı, ne de kalbine ve dimağsına kızacak vaziyetteydi. Sadece onu bu kadar düşündüğünü eğer Süreyya bilseydi, rahatsızlık duyar mıydı diye düşünüyor ve yine kendine kızıyordu. Sonra kızgınlığı geçince tekrar kendine kızıyor ve 'Düşüncelerimi kendine esir etmeyi bırak Süreyya. Şayet benim düşüncelerim senin mahkum değil, benim düşüncelerimin saklı cennetine girme, çünkü orası sana layık değil.' diyor ve bu sefer de Süreyya'ya kızıyordu. Üç haftadır her saniye ve her salise düşüncelerine giren bu genç kızı görmek için zamanla yarışıyor fakat zaman onu mağlup edip beklemesini söylüyordu. O da en yakın dostunu artık uyku kabul ediyordu çünkü ancak o zaman saatler ve dakikalarla iyi anlaşıyor, göz açıp kapayana kadar zamanın o bölümünü elemiş oluyordu.

Telefonuna gelen bildirim sesiyle, masada olan telefonunu almak için ayağa kalktı. Ali mesaj atmış, onu aşağıda beklediklerini söylemişti. Ömer hızlıca çantasını aldı. Tam odadan çıkacakken Süreyya'nın ona ödünç verdiği kitabı almak için geri masanın yanına gitti. Kitap Dostoyevski'nin "İnsancıklar" adlı romanıydı. Kitapta Süreyya'nın çizdiği tek bir cümle vardı. "Çok tuhaftı, ağlayamadım. Ama ruhum paramparça olmuştu." cümlesiydi. Bu eşsiz cümle Ömer'i çok etkilemişti. Ruhu paramparça olmak, ne ilginç bir ifadeydi aslında. Ömer'in ruhu hiç paramparça olmuş muydu acaba. Ya Süreyya'nın o naif ruhu? Ömer içinden 'Velakin paramparça olduysa Süreyya, ruhunun tuzla buz olan kırıntılarını bile istisnasız bir özenle ve eksiksiz bir biçimde toplayacağıma yemin ediyorum. Ve ne kadar olursa olsun canım acırsa eğer kahverengi gözlerine bana bakman yeterli olacak, zerre miktarı bile yeter.' Çok oyalanmadı ve çantasına kitabı koyup her zaman ki görüşmek üzere merasiminden sonra evden çıktı.

Kapının önünde bekleyen arkadaşlarına doğru gitti ve selamlaşıp yola koyuldular.

"Ömer dün eve giderken senin yanında oturan kızı gördüm. Neydi adı, Süreyya'ydı sanırım. Yanında kapalı bir kadın vardı annesi herhalde, kadın ağlıyordu. Süreyya ağlamıyordu ama ikisi de baya kötüydü." 

Ömer, Gökhan'ın sarf etti bu sözlerle yerinde kala kaldı. Arkadaşları Ömer'in ne yaptığına anlam veremediği için önce birbirlerine sonra da Ömer'e baktılar. 

"Ömer, iyi misin kardeşim?" demişti Ali. Ömer yerden gözlerini çekti ve arkadaşlarına baktı.

"İyiyim bir an evde telefonumu unuttuğumu sandım." demişti, duraksamasının gerçek sebebini söylememek için.

"Oğlum elinde ya telefon." dedikten sonra Gökhan ve Ali kahkaha attı. Ömer de onların anlamaması için sureta gülümsemeye çalıştı. Onların okula varana kadar her gün ki gibi gülerken ve eğlenirken Ömer, daha evden çıkmadan Süreyya için elinden ne gelirse yapmaya hazırken şimdi onun üzüldüğünü duyunca kendini fevkalade fena hissetmişti. Annesi neden ağlamıştı acaba? Ömer'in annesi yolda ağlasa nasıl hissederdi kendini Ömer. Düşüncesi bile kötü olan bu fikri Süreyya için muhakeme etti. Kimseye belli etmemeye çalışsa da Süreyya'nın o kırılgan kalbi annesini ağlaması ile paramparça olmuştur diye düşündü. Herkese karşı güçlü durmaya çalışan genç kızın kimseye belli etmediği kırılganlığı, onu fikrinden çıkaramayan Ömer için hemen anlaşılmıştı. Dimdik dururdu Süreyya her zaman, bir aydan beri böyle tanımıştı onu Ömer. 

Bir Kelebeğin DüşüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin