-Ön Okuma-

135 11 6
                                    

Cılız kollarıyla insanları iterek kalabalıkta kendine yer açmaya çalıştı. Başarısızdı, kısa boyu ile yüzlerce insan kendisine set kurmaya çalışıyormuş gibi hissetmişti. Belki de Tanrı onları izlememi istemiyor, diye iç geçirdi. Hayır, onları son bir kez görmem lazım. Sırf korkaklığım yüzünden onlara son kez bakma şansını kaçıramam.

Bir an ne kadar tiksindirici bir ülkede yaşadığını düşündü. Tüm bu insanlar bir vahşeti izlemeye gelmiş olamazdı, değil mi? Birileri ailesini o korkunç görünümlü ölüm makinelerinden kurtaracaktı. Kurtarmalıydı.

Sonunda göremeyeceğini anlayıp pes ettiğinde meydanın etrafındaki ağaçlardan birine gözünü kestirdi. Eğer tepesine çıkabilirse rahatlıkla görebilirdi. Böylece onlara son anlarında destek olabilirdi.

Kalabağın içinden sıyrıldığında tırmanmaya çalıştı, fakat ağacın gövdesi uzun olduğundan ayağını koyacak bir dal bulamıyordu. Tekrar denediğinde ise adrenalinin verdiği güçle belki de bir mucizeyi gerçekleştirerek kendini kollarıyla yukarı çekti.

Yeterince yukarı çıktığında kalabalığın hızla ikiye ayrıldığını fark etti. Gardiyanlar önden geliyordu. Sonra onları gördü. En başta babası, annesi, ağabeyi. Peki Theo neredeydi? Bebek olduğu için onu öldürdükleri düşüncesi omurgasına keskin bir titreme salmıştı.

Babası arkadan bağlanmış ellerini çözmek için büyük bir çaba sarfediyor, Annesi ise buz gibi bir yüzle karşıya bakıyordu. Ağabeyi ise bağırıyordu. Tüm Londra'ya meydan okuyordu tek başına. Bütün bu anlamsız düzene karşı tek başına isyan ediyordu, yeni veliaht prensin pisliklerini tüm dünyaya yaymak istercesine.

Üzerinde o tanıdık arma olan bir adam giyotinin yanına kadar ilerledi ve durdu. O armayı biliyordu, onları almaya geldiklerinde at arabasının üstünde de aynı işaretten vardı. Ve tabii onları sürükleyerek götürenlerde.

"Baylar, bayanlar..."

Adam herkesin dikkatini toplamaya çalıştı. Sonunda kalabalıktan çıkan ses biraz azalınca devam etti. "Bu isyankârlar, yeni kralımıza ihanet etmiştir. Tanrı dışında kimse krala karşı çıkma cüretinde bulunamaz. Her kim bu kadar aptal olursa, bedelini kendinin ve ailesinin canıyla ödeyecektir."

Babam isyankâr değildi, diye bağırmak istedi kız. Ama yapmadı. Yapamadı. Onu da öldürürlerdi.

"Bu adamın suçu o kadar büyük ki, karısının ve evlatlarının ölümünü görmesi yetmeyecek, son nefesini verene kadar günahı onunla olacak. Ve ebediyette. En küçük oğlu uygun bir biçimde infaz edilmiştir."

Gözleri korkuyla açıldı. Minik Theo ölmüş müydü? Daha dün çimenlerin üzerinde onu gıdıklamış, birlikte gülüşmüşlerdi.

Adamlardan biri ağabeyi ile annesini sürükleyerek boyunlarını giyotinlerin yuvalarına yerleştirdi. Elleri bağlıydı, kaçamıyorlardı. Annesinin bembeyaz teninde solgunluk ve sarılık vardı. Her zaman asaletle parlayan pembe dudakları derisi kadar beyazlamıştı.

Cellatlar giyotinlerin iplerini tuttular ve emri beklemeye başladılar. Küçük kızın kalbi öylesine hızlı atıyordu ki göğsünü delmesine az kalmıştı. Nefesini tuttu. Bu bir rüyaydı, ve şimdi uyanacaktı.

İpleri bıraktığı an giyotinin demiri büyük bir şangırtıyla düştü. Kız bağırmamak için ellerini ağzıyla kapattı. Gözlerini kapatmadan önce gördüğü son şey aşağı yuvarlanan iki baş ve kafası ayrılmasına rağmen hala çırpınan bedenlerdi.

Babası sadece bağırdı. Aslanım dediği, tüm beyefendilere gururlanarak tanıttığı, en az kendisi kadar yakışıklı, geniş omuzlarıyla asalet saçan oğlunun kafası ayaklarının dibindeydi, ne yapsın... Hem de hayatını adadığı melek yüzlü karısının başının yanında.

Abelia (Finalsiz bırakıldı)Donde viven las historias. Descúbrelo ahora