8 • "Kupa Kızı Ve Sinek Valesi"

Start from the beginning
                                    

Yoksa araf mıdır?

Tıpkı onun gülüşü gibi.

Kapalı havanın ormana saldığı güzelliği izliyordum elimde tuttuğum kitapla. Notre Dame'ın Kamburu. Uykumu bölen saçma bir rüya sonrasında uyuyamamıştım ve kalkıp salona gelmiştim. Dış kapı açıldığında arka tarafında kalan küçük bir kitaplık vardı ve ben de ne zamandır oradan bir şeyler alıp okumak istiyordum.

Bakışlarım raflarda duran tozlanmamış hatta adeta parlayan dünya klasikleri ile kesişince daha fazla ertelemenin bir lüzumu olmadığına kanaat getirip kitaplığın yanına gitmiştim. Kitaplığın olması beni yeterince şaşırtırken içinde dünya klasiklerini de barındırması neredeyse küçük dilimi yutmama neden oluyordu. Kıvanç, beni her seferinde şaşırtmayı başarıyordu. Bu kitapları okuyup okumadığını bilmiyordum ama buraya süs diye alıp koymuş olamazdı.

Kitaplar kalın ve ince olarak karışık bir biçimde konulduğundan gözüme batmıştı ve ben de bütün kitapları sessizce indirip yeniden düzenlemeye koyulmuştum. Kitaplık dediğim sadece iki raftan oluşuyordu duvara monte edilmiş havada bir şekilde duruyordu ama yine de güzeldi. Renkleri, ev ile çok uyumlu bir şekilde seçilmişi ve adeta tamamlıyordu.

Bütün kitapları yere bırakıp üst rafa kalın ve yabancı yazarları, alt rafa da türk yazarları koymuştum. Gözlerimle hangi kitabı alıp okusam diye tararken ilk ilişeni almıştım. Notre Dame'ın Kamburu'nu sekizinci sınıfta okuduğumu hatırlıyordum. O zaman da çok beğenmiştim ama gençlik aklıyla kitaptaki çoğu şeyi derinlemesine sorgulamamıştım. Kitabı elime alıp biraz inceledikten sonra koltuklardan birine oturmuş ve okumaya başlamıştım.

Ne kadar zaman geçmişti bilmiyordum ama hızlı okuma yetimi kaybetmediğimden sayfalar parmaklarımın arasında akıp gitmiş ve ben kitabı neredeyse yarılamıştım. Ama o konuşmada takılı kalmış, gözlerimi ilerletemiyordum. Zihnim devamlı bu dört satırı sorguluyor, başka cümleye geçmeye çalışmamı şiddetle reddetiyordu. Kafamı kaldırıp camdan dışarıya baktım. Rüzgar yine ağaç dallarını bir o yana bir yana savurup duruyordu.

Göl, tertemiz duruyor ve insanda havanın sıcaklığı ne olursa olsun girme isteği uyandırıyordu. Derin bir nefes alırken gözlerimi yumdum ve başımı koltukta geriye doğru attım. Ensemde sıkışan saçlarım beni gıdıklarken gözlerimi tekrar açtım ve boş tavanla bakıştım bir kaç dakika. Kafam, bir bıçak darbesi indirdikten sonra ardı ardına dökülen nar taneleri gibi dağılmıştı birden. Asla cümleyi ilerletemiyordum. Sıkıntıyla bir nefes verirken en iyisinin kitaba biraz ara vermek olduğunu düşünüp ayracı kaldığım sayfaya sıkıştırarak ortadaki geniş sehpaya bıraktım ve doğruldum.

Omurgamı esnetirken ister istemez kendim de esnedim oturmaktan büzüşmüş hale gelen kemiklerimi açtıktan sonra mutfağa doğru ilerledim ve kendime bir tane sallama çay yaptım. Demlik çayını arıyordu gözlerim adeta. Her sabah sallama çay bir yere kadardı artık. Saçlarımı kulağımın arkasına koyduktan sonra dolabı açtım ve içine baktım. Artık bomboştu.

Dün akşam yemek yememişti ve direk odasına çıkmıştı. Ben de acıkmıştım ve dolapta ne varsa karman çorman edip kendime bir şeyler hazırlamıştım. Güzel olmuştu bir bakıma ama insan özlüyordu... annesinin yemeklerini. Derin bir nefesi burnumdan vererek dolabı kapattım. Pekala bir an önce alışveriş yapmalı ve bir de çaydanlık almalıydık. Bir evde nasıl çaydanlık olmazdı!

Bu sefer pek de tavşan kanı rengini tutturamadığım bir kupa çayla salona geri döndüğümde ayaklarım gene çıplak olduğundan üşümeye başlamışlardı. Kupayı tezgaha koyar koymaz ayak tabanlarımın zeminde ses bırakmamasını umarak koşar adımlarla odama yöneldim ve dolabı açıp çorapları yerleştirdiğim çekmeceyi açtım. Bir çift kahverengi çorabı alıp giydikten sonra kapıları kapattım ama tam kapanmadı ve tekrar açıldı. Kaşlarımı çatıp bakınırken en altta duran çekmecenin rayından biraz çıktığını fark ettim. İttirilmiyordu bu yüzden de dolap kapakları tam olarak kapanmıyordu.

KIZIL VE KARAWhere stories live. Discover now