17| Bir damla kan, binbir endişe.

En başından başla
                                    

O an tüm dünyası güçsüzlükle yıkanan Baron için, onu görmek başka bir dünyaya bakmak gibi gelmişti. Uzun süre suda boğulurken nihayet alınan derin bir nefes gibiydi ve böylelikle, çocuk sesinin ayak izlerini takip ederek geldiği yerde nihayet az da olsa ayılabilmişti. Ses aslında hala kulaklarındaydı ama gerçekliğin ayrımını yaparken tercihini Zhan'dan yana kullanmıştı. 

"Neden gittin Yibo?" Zhan kollarını gevşettiği ilk anda onu yeniden yitirecek olmasının yaşattığı korkuyla onu daha sıkı tuttu. Yüzü ter içinde, mimik çizgilerinde keyifsiz birer karanlık gölge vardı. Gözleri ise tam anlamıyla yangın yeriydi. Londra'ya ayak bastığı ilk andan beri aradığı kişiyi, yolda bekleyen arabayı gördüğünde bulduğunu düşünmesi ile onun biraz evvel kayıplara karıştığını öğrenmesi arasında saniyeler oynamıştı sadece. 

Ve dakikalar boyunca da adım adım Yibo'yu aramıştı kalabalık sayılabilecek o sokakta. Tanrı şahit, eğer biraz daha bulamadan dolaşıp dursaydı göğe doğru büyük bir haykırış kopacaktı dudakları arasından. 

"Yibo, bana bak bir kerecik. Çok merak ettim seni. "Sevgilisinin omzunda duran başını kaldırmasını bekledi, panikleyip onu kucaklayacağı sırada ise Yibo yavaşça başını kaldırıp kolları arasındaki adamın gözlerine baktı. Aynı saniye onun kırık sesi duyabildiği kulağından içeriye ulaştı. "Seni aradım her yerde."

Yibo nihayet kabusundan kurtulabilmenin rahatlığı ile yorgun da olsa gülümsedi ve en az dudaklarındaki gülüş kadar yorgun olan göz kapaklarının kapanmak üzere olmasını sorun etmeden Zhan'a baktı.

"Beni..."

Derin bir iç çekişle bölünen konuşması artık ayakta durmaya zorlamadığı bedeninin ağırlığı ile tamamen son ermişti.

Zhan kolları arasına yığılıp kalan bedenin yüzünde, sadece ölülere yakıştırılan soluk beyazlığı gördüğünde duyduğu korkuyu hiçbir şeye karşı duymamıştı. Onun adını defalarca kez seslenmeye devam ederken zihni onu çok kısa bir süreliğine Yibo'yu ilk gördüğü geceye götürmüş ve tarihin niçin en acı veren yerinden tekerrür ettiğini sormuştu. 

O gece korku nasıl bedenini bütünüyle tesir altına almışsa ve olacak olanların değişmez sonunu aldığı tedbirler ile nasıl önleyememişse, bugün yine aynısını yaşıyordu. Kucaklayarak yürümeye başladığı sevgilisini kaybetmeye olan korkusu aynı, onca tedbire rağmen felaketleri önleyememesi ise geçmişle çok benzerdi. 

Kaosun hakim olduğu sokakta kucağındaki bedenle neredeyse koşar gibi yürürken gözler üzerine çevrilse de bir an olsun bunu düşünmedi. Zaten yaralanan, evinden ve işinden olan onca insan vardı ve bu kötü zamanlar geçtiğinde kimsenin hafızası ne onu ne de kucağındaki bilinçsiz adamı hatırlardı. 

"Tanrım lütfen." Diye yalvardığı  sırada sıralı arabalar arasından zorlukla kenara çekilen tanıdık arabaya doğru olan yürüyüşü oldukça hızlı ama çarpıktı. Yibo'yu aramaya giden korumalar arasından bir tek Jiyang orada kalmış ve arabaya göz kulak olması için görevlendirilmişti. 

"Kont!"

Jiyang koşturarak yanına gittiği Kont'un yüzündeki sert ifadenin bir benzerini daha önce hiç görmediğini düşünürken korkuyla baygın duran Baron'a baktı. Ona bakmak bile patlama anının dehşetinin var olduğu gibi yeniden yaşamasına neden olmuştu ama duraksamasına müsaade yoktu.

"O iyi mi?" Diye neredeyse kendi kendine konuşur gibi sorduğunda sesi, Kont'a ulaşamamıştı. Açtığı araba kapısından içeriye dikkatlice uzanan kollar baron'un baygın bedenini oturma yerine bıraktığında Jiyang ona bakmayı bırakıp önünde duran Kont'a baktı. Toza bulanan bedenine ve yüklendiği acılara rağmen nasıl da görkemli bir dağ gibi durabildiğini sorgulasa da cevabını bulamayacağını çok iyi biliyordu. Çünkü babası bazı şeylerin her insana bahşedilmediğini söyleyerek büyütmüştü onu. Babasının söylediğine göre tanrı ona güç bahşetmemişti ve şimdi güçlü olduğu epey aşikar olan bir adamın nasıl öyle durabildiğini elbette anlayamazdı. 

Lord, don't move that, [Yizhan]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin