Kırk Dokuzuncu Bölüm

299 205 119
                                    

"Canım yanıyordu ama ağlamak acımı dindirmeyecekti. Zaten hiçbir zaman da dindirmemişti."

Gözlerim elimdeki dosyadan yerdeki evlere takıldı, uçaktan küçük birer karınca gibi gözüküyordular. Yukarıdan bakılınca her yer küçücüktü. kuş bakışı dedikleri, tam da buydu: Her şeyin küçücük olması, her yeri görebilmen ve neredeyse gözle seçilemeyecek kadar uzağında olması.

Başımı arkaya yasladım. Tuğkan, elindeki dosyalara bakıp duruyor, sayfaları sinirimi alt üst edecek raddede çevirip duruyordu. Gözlerimi devirdim. Beni sinir edecek hareketler yapıyordu ve artık bunun yanında oturmamdan ötürü olduğunu düşünmeye başlıyordum.

Yurt dışına çıkabilmek için uçakta bulunuyorduk ve o her ne kadar istemese de koltuklarımız yan yanaydı çünkü başka yer kalmamıştı. Gidebilmek için sadece iki uçak bileti bulabilmiştik. Bunun için Aylin Hanım'a içimden teşekkürler yağdırdım zira şu an yan yana bu uçakta oturuyorsak bu onun sayesindeydi. Almayı unuttuğu uçak biletleri yüzünden geç kalmamak için son kalan iki koltuğa tamam demiştik ama yan yana olduklarını uçağa geçince öğrenmiştik.

"Daha ne kadar çevireceksin? Kağıtlar aşındı," diye homurdandım. Normalde bu sesten nefret etmezdim ama artık Tuğkan sayesinde nefret ediyordum.

"Bu seni ilgilendirmez," dedikten sonra önünde başka bir dosya açtı. Hayır, anlamıyorum bilgisayarından yapmak varken neden bunları beni sinir etmek istercesine yapıyordu?

"Beni sinir ediyor bu yüzden de ilgilendirir." trip atarcasına konuşurken o beni görmezlikten geldi. Ya beni sinir etmeye çalışıyordu ya da ben, onun benimle ilgilendiğini düşünüp bu konudan kendime pay biçiyordum, bilmiyordum.

Önümdeki şişeden bir yudum aldım, "Çok sürtüşmeli bir çift olduğunuz belli." diyen munzur ses ile birlikte ağzımdaki suyu dışarı püskürtecektim neredeyse. Son anda kendime gelip suyu yutunca Tuğkan'ın üzerinden bize dönen ve bu sözleri sarf eden kadına baktım.

Tuğkan'da elindeki işi bırakmıştı sonunda. Boğazını temizleyip, biraz sert bir tonda, "Hanımefendi, biz bir çift değiliz," diyerek cevap verdi. Kadının gülen yüzü asılmadı ama değişim gösterdi. Yüzünde oluşan şaşkınlık sesine de yansıdı. "Kusuruma bakmayın lütfen, özür dilerim. O kadar güzel atışıyordunuz ki sizi bir çift sandım." üzgün çıkan sesi, özür dilercedineydi.

"Sorun değil," diyerek konunun uzamamasını istedim. Kadın da bunu gözlerimden anlamış gibi uçak inene kadar tek kelime etmedi.

Tuğkan, yine işlerine dönerken ben ise kadının bizim bir çift olduğumuzu söylediğini düşünüp duruyordum. Sahiden, dışarıdan bakınca bir çift gibi mi gözüküyorduk? Kadın bunu bu kadar cesurca dile getiriyorsa, böyle düşünüyor olmalıydı.

İçim kıpır kıpır olurken gözlerimi kapattım. Dışarıdan bir çift gibi gözüküyorsak bizim için hâlâ daha bir umut var demekti, Tuğkan istese de istemese de ve ben bu içimde yeşeren umuda sıkı sıkı sarılarak bunu gerçeğe çevirecektim.

...

Elimdeki bavulu çekiştire çekiştire, Tuğkan'ın peşinden gidiyordum. Beyefendinin elinde hiçbir eşyası yoktu ve sallana sallana yürüyordu ama benim vardı çünkü bavulumu alacak olan görevliye, "Hanımefendi kendisi taşıyabilir. Almanıza hiç gerek yok," diyerek benden önce konuşmuştu.

Şimdi ise onun yüzünden bavulumu havalimanından otele kadar götürmek zorundaydım. Bu tavırları artık sabrımı taşırıyordu. Bana sanki düşmanıymışım gibi davranması sinirime dokunuyordu. "Biraz yavaş olamaz mısın? Hem biz neden yürüyoruz?" büyük bir merak ve şaşkınlık ile son sorumu birden ekledim.

Sahiden, neden yürüyorduk? Bir araba ile kalacağımız otele gitmemiz gerekmez miydi?

Tuğkan birden arkasını dönünce, sinirimden hızla yürüdüğüm için yavaşlayamadım ve ona çarptım. "İnsan bir dönmeden önce haber verir. Duvara kafa atsaydım bu kadar acımazdı," diyerek homurdandım.

Tuğkan, sabır dilercesine başını yukarı kaldırıp gözlerini kapattı. Tekrar bana dönüp, "Peki Çağla Hanım. Kusuruma bakmayın. Bir daha öyle yaparım, ayrıca paşa keyfim yürüyüp bu güzellikleri görmek istedi. Bir sorun mu vardı sizin için?" diye iğnelercesine konuşup benden bir cevap almadan arkasını dönüp yürümeye devam etti.

"Gıcık ya!" dedim arkasından ama fark etmeden gereğinden fazla gürültülü söylemiştim. Bir iki çift göz bana kaydı ama Türkçe söylediğim için muhtemelen çevremdeki kimse dediğimi anlamamıştı. Bu beni biraz olsun rahatlattı ama Tuğkan'ın sert bakışları yüzünden yerin dibine girmek istedim.

"Patronuna bunları söylemek mi?" diye biraz alaylı bir tonda konuştu. Bakışlarımı ondan kaçırdım. Benden bir cevap alamayınca yürümeye devam etti.

İçimden sabırlar çekip onun peşinden yürüdüm ama sinirle doğru düzgün önüme bakmadığım için ayağım taşa takıldı. Tugkan yanımda oldukça bütün aksilikler beni buluyordu! Bu yaptığım sakarlığı onu suçlayarak ortadan yok edebilirdim.

"Tuğkan!" diye bağırıp düştüğüm yerden doğruldum. Bavulum yanıma savrulmuştu. Dizim ve ellerim az kanamıştı. Canım yanıyordu ama ağlamak acımı dindirmeyecekti. Zaten hiçbir zaman da dindirmemişti.

"İyi misin?" diye telaşla yanıma eğilen Tuğkan ellerimi avuçlarının arasına aldı. Başımı kaldırıp onun yüzüne bakabilecek şansı ve gücü buldum bedenimde. Mavi gözleri bedenimde dolanıp yaralarıma bakıyordu, ben ise ona...

Bana ilgiyle bakması, içimde ılık ılık akan duygulara sebep oluyordu. Düşünülmek güzeldi ama bunu hissetmek bambaşkaydı. Çok özeldi.

Birden, gözleri bir noktada takılı kaldı. Gözlerinden acının geçtiğini düşündüm. Sanki, kolunu masaya vurmuştu ya da etine iğne batmıştı.

Merak edip, bakışlarım gözlerini takip edince dona kaldım. Ondan vazgeçip intihar etmeye kalkışınca bileğinde oluşan yara izlerinde takılı kalmıştı gözleri. Ellerimi ondan çekip almak ve bileklerimi kat kat örtmek istedim ama çok geçtim. Artık görmüştü ama neyse ki, sebebini bilmiyordu ama yine de tahmin etmesi çokta zor olmazdı.

"Canım yanıyor," diye fısıldadım yüzüne doğru. Konuyu değiştirmem ve bu anın ikimize kattığı duyguları oralardan def etmem gerekiyordu.

Beni birden kollarının arasına alıp kaldırdı. Ellerim acıyordu ama düşmemek için kollarımı boynuna doladım. Halimden memnundum ama yine de, "Ne yapıyorsun?" diye sordum. Sonra benimle bu konu hakkında dalga geçebilir, bunu kendi lehine çevirebilirdi.

"Anlaşılan senin yürümeye niyetin yok, seni otele götürüyorum," sesi düzdü. En azından bu sakarlığım yüzünden benimle dalga geçmiyordu.

Başımı göğsüne yasladım. Bu anı bir daha bulamazdım. Bu yüzden anın tadını çıkarmaya baktım ve hatta, bu an bozulur diye arkamızda bavulumu bıraktığımızı söylemedim.

Bölüm ithafı: DuduPerininKuresi

Merhaba :))

Aradan ötürü üzgünüm ve az biraz bu bölümün sizi tatmin etmediğinin farkındayım. Rahatsızlığımdan ötürü verdiğim ara etki etti maalesef ama sonraki bölümler aynı ilerleyecek.

Son olarak, okumasına rağmen oy vermeyenler var. Yorumu anlarım, zamanın yoktur ya da ne bileyim çekinirsin, utanırsın ama oy öyle değil. 1 saniye ve çok değil yani. Okumanıza rağmen okuma listelerine okuduklarınızın arasına koyunca üzülüyorum.

Sonraki bölümde görüşmek dileğiyle 💙

Aydaki Çiçek - Yarı Texting (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin