8. Bölüm-"İLMEK İLMEK"

Start from the beginning
                                    

"Gardrop kıyafet dolu, ne istersen giy. Bir şeye ihtiyacın olursa haber verirsin, kapının önünde bekliyorum." diyerek kapıya doğru ilerledi. Düğmeleri halledemeyince sinirlenmiş gibiydi. Bu hali keyfimi yerine getirirken başımı sallayarak kanepeye doğru gittim ve oturdum. Kahvemi içtikten sonra gardrobun önünde dikilmeye başlamıştım. Evet içi kıyafet doluydu ama o kıyafetler dolu dolu bir kıyafet değillerdi. Çoğu mini elbise yer bezinden küçüktü. Günlük hayatta asla giymeyecek olduğum elbiselere bakarak ofladıktan sonra Yiğit'e şikayet etmek için kapıya gidecekken durdum.

Mızmızlanma Eylül!

Bana diyeceği şey daha şimdiden kafamın içinde yankılanmıştı. Başkasını avlamak için geldiğimiz bu şehirde ikimiz arasında kan çıkmaması için sessizliğimi koruma kararı alarak yer bezlerinden birisini aldım. Siyah, esnek bir yer beziydi. Elimle havaya kaldırıp ölçtüm. Boyu iki eni bir buçuk karıştı. Bu bana olur muydu acaba? Dudak büzerek denemek için işe koyuldum.

Aynanın karşısına geçtiğimde bir  "Oha!" nidası döküldü dudaklarımdan. Bedenimi kendi derim gibi saran elbise o iğrenç görüntüyü üzerindeki ince tül kumaşıyla kapatıyordu. Zaten zayıf olduğum için orataya çıkacak pek bir şey yoktu ama böyle kendimi tamamen çıplak gibi hissetmiştim. Tam olmuştu. O küçük şeyin bu derece esneyebileceğini tahmin edemezdim. İçinde ince ve kısa bir şortu vardı. Etek boyu kalçamdan yaklaşık beş santimetre sonra bitiriyordu. "Harika teknoloji." diye mırıldandım kayıp kaymadığını kontrol ederek. Kaymıyordu bile. Benim hayata tutunduğumdan daha sıkı tutunmuştu bedenime.

Gardrobun en altında dikkatimi çeken siyah çizmeleri de alıp giydikten sonra yine siyah uzun bir kabanı omuzlarıma aldım. Tamamdı. Böyle gidebilirdim. Zaten şu leoparlı ve simli elbiselerin olduğu dolaptan başka bir seçenek de üretemezdim kendime.

Hızlıca saçlarımı kurutup tarayarak at kuyruğu yaptım. Makyaja ihtiyaç duymuyordum ama yüzüm ölü bir insana ait gibi cansızdı. Daha canlı bir görüntü adına biraz maskara allık ve ruj uygulayarak dışarıya çıktım. Uzunca bir koridor loş ışıklarla aydınlatılmıştı. Çıktığım kapının üzerinde 749 yazıyordu. Harbiden de otel odasındaydık.

İleride bir adamla konuşan Yiğit dudaklarını ıslatarak adama bir şeyler söylemeye devam ederken gözü bana çarptı. Cümlesini yarım bırakıp bana öyle bakmaya başladığında konuştuğu adam da döndü bana doğru. Yiğit gözlerini benden çekmeden adama bir şey diyerek yanından gönderirken ona doğru yürümeye başladım.

Yanına gidene kadar baştan aşağıya inceledi beni. "Kıyafetler senin mi?" diye sordu yan yana geldiğimiz an. Birlikte yürümeye devam ettik.

"Hayır, senin ayarladıklarından."

"Benim mi?" dedi Yiğit. "Kerem aldı hepsini. Gerizekalıya gece elbisesi al dememiştim!"

"Onun da zevkini öğrenmiş olduk. Bir de bana uzun yıllar sonra mini elbise giydirdi, garip." dedim ince bacaklarımda göz gezdirerek.

"Rahat edemeyeceksen başka bir şey alalım yoldan."

Başımı iki yana salladım. "Gerek yok. Zaten benlik bir şey olacağını sanmıyorum." Koşturmam gerekmezdi sanırım.

"Senlik çok şey var, Doktor Eylül."

"Öyle mi dersin, Yiğit?" dedim alayla yüzüne bakarak. Bana o meşhur garip bakışlarla baktıktan sonra çarpık bir gülüşle önüne döndü. Yiğit'in arabasına bindiğimizde arkamızda veya yanımızda başka hiçbir adam yoktu. Kerem denilen kişi çoktan onları mekana yerleştirmiş olmalıydı.

ESARET Where stories live. Discover now