Jisung uykusundan uyandığı akşam vakti gözyaşlarına boğuldu geri. Çok sinirliydi, gerçekten çok sinirliydi.

Belki de yıllar sonra eşine ilk defa böyle çok sinirliydi.

Dün geceyi unutamıyordu, yalnız kalmalarını unutamıyor en ihtiyacı olduğu anda Minho'nun kaçıp gitmesini ve hiçbir şey olmamış gibi gelmesini atlatamıyordu. Ancak onun ağlayan sesini duyduğu anda kalbinde oluşturduğu buzdan duvar aniden çat diye ikiye yarılmıştı.

Beklenmedik değildi.

Jisung, Minho'ya kıyamazdı.

Ama bundan daha önemli olan şey ise, Minho hep mantıklı biriydi. Düşünerek hareket eder, bir şey söylemediyse bildiği var olurdu, bunca yıl bu tip şeyler hiç sorun olmamıştı. Çünkü Minho eninde sonunda gelip Jisung'a neden sustuğunu, ne sakladığını hep anlatırdı.

Fakat bir yıl fazlaca uzun bir süre değil miydi?

Yatağında oturup hem arkadaşlarına hem de kocasına yaptığı şeyler yüzünden pişman olmuştu. Evet, Minho'ya hala sinirliydi, hatasını fark etmesi ise sinirini azaltmıştı. Özellikle dışarıda ağladığı halde evin içinde duyulan hıçkırıklardan sonra.

Onu kovmak istememişti, sadece birkaç saat görmezse aralarındaki tüm iletişimi tamamen koparmamak için göndermişti. O an o kadar sinirliydi ki, Minho orada kalsa Jisung sinirden eşi olduğunu bile unutup daha büyük şeyler yapabilirdi.

"Umarım gelirsin," dedi korkakça duvardaki geçe üçü geçen saate bakarak. Ardından eline kırgın bir bakış attı. "Sana zarar verdiğim için kendimden nefret ediyorum, ben bunu nasıl yapabildim?"

Jisung, Minho'ya hiç ciddi bir şekilde vurmamıştı. Gülerek atıştıklarında yapardı acıtmadan, film izlediklerinde eğer korkarsa kolunu biraz fazla sıkardı sadece ve sadece seks sırasında anın hazzı ile canını yakardı.

Onda bile diklatliydi.

Ama bu...

Zaten akmaya hazır göz yaşı yüzünden eline düştü. "Tanrım, nasıl yapabildim? Kendimi kaybettim, canını yaktım. Tanrım, nefret ediyorum kendimden."

Jisung bu duyguyu ilk defa yaşıyordu.

Kocasının bir yıldır bu duygu ile kendini bitirdiğini bilmeden.

Bilse laf etmezdi ona, affederdi.

İnsan sevdiğinin canını yakacağını bile bile ona yakın durur muydu ki?

İnsan sevdiğine kıyamazdı ki.

Ama haberi yoktu.

O saate bakıp hala kocasının gelmesi ümidi ile gözyaşları ile dua ederken bir şey oldu ve Minho o günden sonra eve gelmedi. Jisung sabah erkenden kapı sesi ile kalkmadı. Gece geç saatlere kadar oturup eşini bekledi.

Masaya hala üç kaşık koymaktan vazgeçmedi.

Hala gelme umudu vardı. Her eşyası, telefonu dahil evdeydi. Bunlar geleceğine işaret değil miydi? Jisung üstünde eşinin tişörtüne bakarak yatağında uzanıyordu hep olduğu gibi. Innie, babasının gelmemesine bir şey dememişti. Aksine sadece, "Gelecek," deyip Jisung'a moral vermişti.

Baba oğul aralarındaki bazı konuları halletmişlerdi. Aslında Jisung, oğlunun büyüdüğünü biliyordu ve bu yüzden içinden geçenleri ona dökmüştü. Innie'ye o gün Minho onları yalnız bıraktığı için kızgın olup olmadığını sormuştu, ve oğlundan aldığı 'hayır' cevabı ile dudaklarından çıkan tek bir şey vardı.

"Özledim."

Özlemişti. Minho konuşmasa bile hep evde varlığını hissettiriyordu. O bir şekilde hissediliyordu. Polislerin eve geldiği gece ikisi ile de güzelce ilgilenip onları korumuştu. Innie derslerinde sıkıntı çektiğinde her gün yorgun olmasına rağmen gelip ona ders çalıştırmıştı.

wish you back, minsung ✓Donde viven las historias. Descúbrelo ahora