Saçlarımdaki bakışlarım yavaş yavaş yüzüme tırmandı. Keskin ve hafif sivri bir çene hattına sahiptim. Kaşımın kenarından süzülen bir damla su, renksiz dudaklarımda durduğunda elimin tersiyle silerek gözlerimi kırptım ve aynanın karşısından çekildim.

Duvarın içinde gömülü olan gardrobumun, siyah kapağını açarak balıkçı yaka beyaz bir kazak ve siyah pantolunumu alarak giyindim. Saçlarımı kurutup tepeden sıkı bir at kuyruğu yaparak hafifçe bir makyaj yaptım. Donuk bakışlarım, aynadaki yansımamda gezindi.

Yeşil gözlerim...

Her gün bakıp, annemin o avcı yeşili gözlerini aradığım ama asla bulamadığım o farklı ve yabancı gelen yeşillikler. Bakmaktan asla haz alamadığım gözlerime değen kısacık bakışlarımı geri çektim. Dışardan bir araba sesi duyulduğunda beyaz spor ayakkabılarımı ve bej renkli kabanımı giyerek aşağıya indim.

Serkan salondaki tekli büyük koltuğa oturmuş, elleri önünde bir şekilde yeri izliyordu. Son basamağıda inerek yanına doğru yürüdüm.

Yere eğmiş olduğu başını kaldırarak, kalkık kaşlarının altından o koyu kahverengi gözleriyle baktı gözlerime. Sonrada hızla yerinde doğrularak bana doğru büyük bir adım attı ve kollarını vücuduma doladı.

Ellerim kaslı sırtındaki yerini alırken başımı göğsünün bana göre sol tarafına gömdüm. Bir kaç saniye bu şekilde kaldıktan sonra kendimi geri çektim. Hep gülen yüzünde bir gerginlik vardı. Kaşlarımı belli belirsiz çatarak, üzerimde gezinen o titrek bakışlara baktım.

"Neyin var?" Diye sordum garipseyerek.

"Eylül," diyerek sıkıntılı bir nefes aldı. Sağ elini kaldırarak bebek saçlarımı düzeltti.

"Emin misin?" Diye sordu fısıltı gibi çıkan sesiyle.

Bu soru üzerine kısa bir an düşündüm. Ben, gerçekten emin miydim? Bundan hiç şüphem bile yoktu. Emindim. Başka bir çarem de kalmamıştı artık, boş boş oturduğum sürece aldığım nefesten tiksinir olmuştum. Bu dünya ikimize fazlaydı, artık birimiz gitmeliydi.

Kendimden emin bir şekilde başımı salladım. "Hayatımda belki de ilk kez bir şeyden bu kadar eminim." Tok sesim, kendime ve hislerime olan güvenimi yansıtıyordu.

Hislerim birbiri arasında savaşıyor olsada bu savaşın kazananı belliydi, manası olmayan o savaş ise sadece bana acı veriyordu. Ben ne kadar acı çekersem çekeyim sonuç hiçbir zaman değişmeyecekti. İntikam ve nefret, o savaştaki torpilli taraftı.

Serkan nefesini serbest bırakarak bir abi edasıyla yüzüme baktı. "Bak canımın içi biliyorum yıllardır tek istediğin o adamı bulmak. Ama eğer bunu kaldıramayacak olursan, sana bir şey olursa ben daya-"

Konuşmasını bitirmesine izin vermeden sağ elimi koluna götürerek, güven vermek istermişcesine dokundum.

"Sen merak etme, bana bir şey olmayacak. Eğer birisine bir şey olacaksa, o'da Erdem Yıldıraydır."

Serkan hala bir tereddütte olduğunu belli eden o yüz ifadesiyle bana bakarken çok hafif gülümsedim. Eğer o gergin olursa bende gerilirdim, bu yüzden gitmeden önce onun neşesini yerine getirmem lazımdı.

"Kahvaltı yapmadım açım, birlikte bir şeyler yiyelim mi?"

İçtenlikle gülümseyerek kahverengi gözlerini kocaman açtı. Asla uzamalarına izin vermediği sakalları, yine her zamanki gibi yeni kesilmiş, losyon kokusu sarmıştı her bir tarafı. Benden yaklaşık yirmi santimetre daha uzundu, bunu onun omzuna geliyor olmamdan anlayabiliyordum.

"Aman Allah'ım! Hayal mi görüyorum, yoksa Eylül kahvaltı mı yapmak istiyor?" Dedi ciddi bir şaşkınlıkla. Fazla yemek yemeyen bir insandım. Bundan etrafımda bulunan herkes şikayetçiydi, ki etrafımda sayıyla insan vardı. Fakat bu benim de düzeltemeyeceğim bir şeydi, benden bağımsızdı. Yemek yemeyi istiyor olsam da yiyemiyordum.

ESARET Место, где живут истории. Откройте их для себя