Bölüm 6

526 77 834
                                    

SONA BEŞ KALA


"Artık bir şeyler yemek zorundasınız. Orada sonsuza kadar kalıp ağlayamazsınız."

Alaz ilk defa bizim iyiliğimizi ister gibi bir konuşma yapmıştı. Normalde tek yaptığı şey bir köşede sessizliğe gömülür hiçbir şeye karışmazdı. Kızlara baktığımda ikisi de perişan haldeydi. Onlar bu haldeyse ben kendimi düşünmek dahi istemiyordum. İlker bulunduğu yerden kalktığında bana olan bakışları sertti. Dün gece kendime geldiğimde sürünerek kızların yanına gelip onlara destek vermiştim. Onlardan daha iyi bir halde olmasam da birlikten kuvvet doğardı.

"Bu adama katılacağım hiç aklıma gelmezdi. Hadi kızlar kalkın onlara istediklerini bu kadar kolay vermeyelim."

"Ölecek biri neden yemek yesin ki?" 

Güneş yeniden ağlama moduna girdiğinde elini sıkmıştım. Biz de sonumuzu bilmiyorduk ama kendimizi bu şekilde cezalandırmamız doğru mu? "Orada durup ağıt yakmanızın kime ne faydası var.Giden gitti. Onları geri getiremeyiz. Artık biz kendimizi bakmalıyız. Hadi Ezgi, hiç değilse sen kalk diğerleri de kalkacaktır." İlker ona elini uzattığında bende Güneş'i kaldırmıştım.

"Bir gün olup da dünden kalan yemekleri yiyeceğimi düşünmezdim. Biz insanoğulları ne kadar nankörüz. Hiçbir şekilde açın halinden anlamıyoruz. Ancak kendi başımıza gelince kafamıza dank ediyor." Bu Ezgi'nin ikinci mantıklı konuşmasıydı. Belki de göründüğü kadar saf ya da aptal değildi. Yalnızca öyle görünüyordu. Moralleri yükseltmek için gülümseyerek "Çay için nelerimi vermezdim," demiştim. Sıcak olan her şeyi isteyebilirdim.

"Oturun şimdilik bunlarla idare etmek zorundayız."

"Nereye kadar? Sabah kahvaltılarında bayat yemekleri yiyoruz. Suyumuz bile çok az kaldı. Bu şekilde ne kadar idare edebileceğiz. Üstelik kokuyoruz. Hepimizi bir leş gibi kokuyoruz. Banyo yapabileceğimiz bir yer yok. Üstümüzdeki kıyafetler bedenimize yapıştı. Bu şekilde ne kadar dayanabileceğimi bilmiyorum."

"Ezgi hepiniz çok iyi yerlerden geldiniz. Her yemeği beğenmeyen bir giydiğinizi giymeyen insanlarsınız. Az önce bir şey söyledin. Düşmeden düşenin halinden anlamayız diye."

"Sakın Liva, sakın bana halimize şükret deme. Burada açlıktan ya da kokmaktan dem vurmuyorum. Ben ölümden ölüm korkusundan dem vuruyorum. Belki bayat ekmeleri yiyerek karnımızı doyurabiliriz belki yıkanmadan günlerce idare edebiliriz ama ya sonra? Sen de kadınsın? Birkaç gün sonra özel ihtiyaçlarımız olacaktır..."

"Tabi birkaç gün daha yaşarsak." Bu kızların ruh hali hiç iyi değildi.Evet, benimde değil ama ben azla yetinmeyi biliyordum. Yaşadığımız, burada nefes aldığımız sürece önemli olan da bu değil miydi?

Alaz masadan kalktığında doğruca kapıya doğru yürüdü. Arkamı dönüp ona baktığımda aslında konuşmaları kulak ardı etmediğini anladım. Susuyordu. Susup yalnızca dinliyordu ama asla alakasız değildi. Bizi gerçekten dinliyordu.

"Kimse var mı? Beni duyan biri var mı? Orada biri var mı?" Alaz bir kaç defa daha kapıya vurduktan sonra susmuştu. Kapının ardından ses gelse de buradan net şekilde duyulmuyordu. "Yemek istiyoruz. Su istiyoruz. Madem öldüreceksiniz işkence etmeyi kesin. Yoksa eğlenceniz yarım kalacaktır. Beni duyuyor musunuz? Buraya sıcak şeyler istiyor. Çay ve yemek ve de su..."

Alaz sustuğunda yutkunmuştum. Yine kapının ardından ses gelmesine rağmen karşılık vermemişti. Bize dönüp gülümsediğinde mavi gözleri parlıyordu. "İsteklerimizi getirecekler..." İşte bu güzel haberdi. Ölmeden de olsa boğazımızdan sıcak şeylerin geçmesi güzel haberdi.

YARALI RUHLAR Where stories live. Discover now