9.ADALET ÇEMBERİ

Start from the beginning
                                    

Neden burada olduğunun farkındaydı, henüz tamamen serbest kalmadığının, onu bir şart uğruna serbest bırakacaklarının bilincindeydi.

Acaba şartları ne olacaktı?

İçten içe buna güldü.

Bir önemi yoktu, şartları her ne olursa olsun kabul etmeyecekti. Bu oyunun kurucusu onlar değildi. Azerya bir adım atmadan önce ileri de atacağı adımların hesabını tek tek yapardı. Sonuçta onu düşürüp ruhunu yaraladılar diye pes edecek değildi. Aksine bu onu daha da hırslandırmıştı.

Onları lanetlemeden önce bir sürü hesap yapmıştı. Bu hesapların içinde Azpakar kutusunun içine girmek de vardı. Düşündüğü gibi olmuş ve kendisini o kutuya hapsetmişlerdi. Hun'a her detayı anlatmasa da herhangi bir tutsaklık olayında ona ne yapması gerektiğini söylemişti. Şartlar ne olursa olsun kabul etmesini ve kendisini o kutudan çıkarmalarını sağlayarak kral ve kraliçe ile yüzleşmesi gerektiğini anlatmıştı şövalyesine. Lanetten bir gün önce ona kan yemini bile yaptırmıştı. Çünkü artık kimseye güvenmemesi gerektiğini çok iyi anlamıştı.

Tam şu anda bir satranç masasının üstündeydi her biri. Bakışlarını tek tek hepsinin üstünde gezdirirken görüntüleri artık tamamen netti. Hepsi masayı çevreler şekilde oturarak onu izliyordu. Kimi öfkeli bakıyor, kimi durgun, kimi midesi bulanmış gibi, kimi ise umursamaz. Hepsinin ortak bir noktası varsa o da şuydu; acı.

Hepsinin canını yakmıştı; tıpkı onların kendi canını yaktığı gibi.

Biraz bile üzülmüyordu, sebep olduğu şeyler yüzünden az da olsa bile pişmanlık duymuyordu.

O masada oturan herkes satranç masasının üzerindeki taşlar gibi dizilmişti. Kral ve kraliçe; iki büyük şah, mat etmek için an kolluyorlardı. Gözleri yavaşça Hazar'a doğru kaydı. Elf kulaklarının kıpırtısını görebiliyordu. O kutuya girmesine neden olan bir başka hain: Kale. Sağ, sola, yukarı ve aşağı... sinsice hareketlerini tahmin etmek zordu, eğlenceli karakteri ve sevimli tipi aksine yılan gibi bir zekaya sahipti. Gözler ağır ağır kapanıp açıldıktan sonra Tanrun'un babası Santu'ya doğru kaydı. Demek Tanrun bu eğlenceyi kaçıracaktı. Mumya krallığı tam bir Vezirdi. Kaleyle aynı özelliklere sahip olsa da fil gibi de çapraz hareket edebilirdi. Tehlikenin seni nereden kuşatacağını bilemezdin.

Saniyeler sonra gözleri iki kadının üzerinde gezindi. Wenda ve Marlen. At ve Fil. Gidebilecekleri yerler sınırlıydı ama yeri gelince onlar da yıkıcı olabilirdi. Tıpkı piyonlar gibi. Askerler... Büyük başların piyonları askerlerdi.

Azerya ruhundaki ve bedenindeki tüm yorgunluğa rağmen gülümsedi.

Kendisi ne miydi?

Asla bir taş değildi, kendisi o taşları hareket ettiren asıl kişiydi ve henüz kendisine rakip olabilecek kimseyle tanışmamıştı.

Oyunun başlama zamanı gelmişti, bir rakibi olmasa da onları birbirine tokuşturmaktan büyük bir zevk alacaktı.

Genç cadı, derin bir nefes alıp başını aşağıya doğru eğdiğinde ayak bileklerinden kol bileklerine doğru uzanan bir zincirle kelepçeli olduğunun başından beri farkındaydı. Bunu neden yaptıkları apaçık ortadaydı. Bu efsunlu zincirler onun herhangi bir büyü yapmasına engel oluyordu. Zaten hiçbirinin kendisinin karşısında o serbestken durabilecek cesaretlerinin olmadığını biliyordu genç cadı. Yani en azından o öyle düşünüyordu.

Kendisinden korktuklarına adı kadar emindi.

"Bu çok saçma." ortamı dolduran hırıltılı ses sonunda bu kuru gürültüyü bozduğu için memnundu. Sonuçta bir yerden başlamaları gerekti. "Bu kadının değil yüzünü görmek nefes aldığını bile duymak istemiyorum."

LAHZA | Kader YazıcıWhere stories live. Discover now