22.BÖLÜM

41 2 2
                                    

Bahçe mahşer yerine dönmüştü aniden. Yıllar da geçse o silah seslerini asla unutamayacağım kaçınılmazdı. Kulaklarım uğulduyordu; çünkü beni dehşete düşüren, bir anda havada patlayan silah sesleri değildi. Sevdiğim adamın üzerindeki gömlek kana bulanmıştı.

Hakan, vücudu saymaya katlanamayacağım kadar mermiyle delinmişken acıyla kasılan kapkara gözleriyle bana bakakalmıştı. Ellerim gördüklerimi kabullenemediğimi, yaşananlara inanamadığımı belli edercesine yüzüme kapanmıştı. Yüreğim kaldırmıyordu onu bu vaziyette görmeye.

"Hakan!" Ciğerlerimden kopan feryatla siper ettim kendimi önüne. Daha fazla mermilere hedef olmasını engellemeye çalıştım fakat farkındaydım, olan olmuştu artık...

"Hakan, yalvarırım bırakma beni! Hakan, beni bir başıma bırakma yalvarırım!"Bir yandan feryat figan ağlıyor, diğer yandan yara izlerini yokluyor, durumunu idrak etmeye, ne derece kötü halde olduğunu anlamaya çalışıyordum biçare.

Öksürdü. O bitik öksürüğünü duyduğumda bakışlarım kana bulanan ellerimde donup kalmıştı. Zorlukla yüzüne baktığımda ikinci şoku yaşadım. Dudaklarından süzülen kan, gecenin karanlığında bahçe ışıklandırmasıyla parladı. Hıçkırdım.

"Ambulans! Ambulans çağırın!" Vargücümle haykırdım. Elimden bir şey gelmiyordu, ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Aniden ayaklanıp üzerimdeki hırkayı çıkardım ve yaralarına alelacele kompres yapmaya çalıştım ama gözlerimde durmak bilmeyen yaşlar yüzünden görüşüm bulanıktı.

"Hüzün! Ambulans çağır!" Bitmek bilmeyen silah sesleri arasında arkadaşımın cevap verip vermediğini anlayamayarak panikle etrafıma bakındım. Yan tarafımda yerde uzanmış bir vücut görünce afalladım. Vücudumda pompalanan tüm kan beynime sıçramıştı o vakit.

Hüzün boylu boyunca yerde yatıyor, sol boşluğundan akan kan yerde birikiyordu.

Kan...
Bu görüntüyle kardeşimi bağdaştıramıyordu zihnim. Uyuşukluk tüm vücudumu esir alırken yanağıma bir tokat indi. Derin bir soluk kaçtı ciğerlerime boğazımı alev alev yakarak.

"Hüzün..." dedim kendimin bile duyamayacağı şekilde.

"Lavinya, kendine gel. Sana ihtiyacım var!" Batu beni telkin ederken ellerimi Hakan'ın üzerinden, gözlerimi ise Hüzün'den ayıramıyordum.

"Lavinya! Kendine gel dedim!" Bana uzattığı anahtarı aldım elinden. Boş bakışlarımı Batu'ya çevirdim. "Acele et! Onları hastaneye yetiştirmelisin! Arka kapıdan çık! Onları arabaya taşıyacağız." Aceleyle başımı sallayıp ayağa kalkacağım sırada ellerimdeki kana takıldı gözlerim. Ama oyalanacak vaktim yoktu.

Hızla ellerimi üzerime sildim ve arabaya yönelip kapıları açtım. Koray, Batu ve birkaç adam Hakan'la Hüzün'ü arabaya yerleştirirken nefesimi tuttum.

"Lavinya, lütfen kendine hakim ol. Onlar sana emanet..." diyerek beni şoför koltuğuna oturttu Batu ve güç toplarcasına derin bir nefes alıp marşa bastım.

Yol boyunca gözüm hep onlardaydı. Dörtlüleri yakarak, kornaya basarak hızla ilerlediğim otobanda yola konsantre olamıyordum.

"Kendine gel Lavinya!" Sık sık kendimi telkin etmeye çalışıyordum. Dönüp tekrar onlara baktım, Hakan'ın gözleri kayıp duruyordu. Hüzün ise kesik kesik inliyordu. Onları bu halde görmeye dayanamıyordum ama sertçe yutkunarak kendimi toparlamaya çalıştım. En azından hastaneye kadar kendimi tutmalıydım.

Birkaç dakika içinde hastanenin acil servis bölümüne girip aceleyle indim arabadan.

"Yardım edin! Arabada ağır yaralı iki kişi var! Yardım edin!" Diyerek bağırmamla birkaç sağlık görevlisi sedyelerle koşarak geldiler ve büyük bir özenle ilk kontrolleri yaparak sedyelere yatırdılar. Hızla içeri girerlerken peşlerinden koştum. Birbirlerine bağırarak bir şeyler anlatan hemşireleri dinleyecek halde değildim. Aklım, kalbim, kulaklarım... Her şeyimle o iki kişiye odaklıydım sadece.

ÖLÜM ÇİÇEĞİWhere stories live. Discover now