geceyi gündüz etmek

170 22 6
                                    

"lee felix şarkı söylemeyi severdi.

cidden, onu ilk gördüğünüz anda anlardınız bunu. şarkılar söylemediği bir an bile yoktu çünkü. bakma öyle, bazı şarkılar sessiz de söylenir. lee felix'inkiler de öyleydi işte. ellerimi tutan elleri söylerdi şarkıları, her zaman ışıl ışıl ışıl bakan gözleri söylerdi, dizime yattığında ipek bir örtü gibi yayılan saçları söylerdi. lee felix'in kendisi bir şarkıydı. sessiz bir şarkı. sokakta yürürken duyduğunuz ve dilinize dolanan bir melodi gibi, aniden ve teklifsizce dalardı hayatınıza, giderken de ardında nağmelerini bırakırdı. öyle kazınırdı aklınıza.

unutması zor biriydi lee felix.

minicik parmaklarıyla nereye dokunsa izi kalırdı. çıkaramazdınız o izi, çıkarmaya kıyamazdınız. kurtulmaya kıyamayacağınız anılar yaratırdı saniyeler içinde. onun büyüsüne kapılmanız için birkaç dakikayı birlikte geçirmeniz yeterliydi ya, ben onunla bir ömür sürdürmeye razıydım... görüyorsun minho, hâlâ bu bir ayağı kırık meyhane taburesinde oturmuş, varlığını yâd ediyorum.

felix öyle biriydi ki, benim her allahın günü lanetler okuduğum bu aksak tabureyi bile severdi. bu kirden ışığı görünmeyen ampulleri, kaplaması sıyrılmış tezgahı, huysuz meyhaneci minho'yu, bırak elindeki tası minho, severdi işte. yüreğinde sevgisi hiç bitmezdi. gülüşünden dahi taşardı, içine sığdıramazdı sevgisini. onu kayalıkların dibinde bulduğum o anda anlamıştım ne denli kocaman bir kalbe sahip olduğunu zaten.

sıcacıktı hep elleri. bir gece yarısı denizden çıkagelen birinin biraz olsun üşümüş olmasını beklersiniz ama hayır, sıcacıktı. beni bilirsiniz, balıkçıyım ben, sudan çıkmaz ellerim. buz gibi olmuş parmaklarımı ısıtmaya çabalardı minik elleriyle. başaramazdı da çoğu zaman, olsun varsın, elimi tutuyordu ya yetiyordu ona. küçük şeylerle de mutlu olurdu lee felix. özenirdim onun bu huyuna. hoş, hâlâ özeniyorum. benim yerimde felix oturuyor olsa şu anda, gidişime üzülmek yerine kısa süre de olsa hayatına dokunmuş olduğum için sevinirdi.

belki ben de öyle yapmalıyım. ne dersin minho? sen seviniyor musun mesela, en azından ara sıra bu yıkık dökük balıkçı meyhanenin aksak taburesine tüneyip, kocaman gülümsemesiyle bizi izledi diye? ya hiç dinleyemeseydik ondan bu dili olmayan şarkıları, diyor musun içinden zaman zaman? ben memnuniyetsiz bir adamım minho. felix olsa, o da bana öyle olduğumu söylerdi. bana verdiği bir avuç anıyla yetinemiyorum çünkü. bir zamanlar bu taburede o oturuyordu diye sevinemiyorum da, neden hâlâ burada oturmuyor diye hayıflanıyorum.

hiç pes etmezdi lee felix. benim bu huyumu değiştirmek için çok çabaladı. beni tanıdığı andan, gittiği ana kadar çok çabaladı. biraz olsun başarabildiğini söylemek isterdim ona ama giderken dahi 'en azından seni tanıdım' diyerek bana dünyanın en güzel gülümsemesini veren bu adama benim tek verebildiğim şey gözyaşı oldu. çok ağladım, minho. benden beklemeyeceğin kadar çok ağladım, inanamaz gözlerle bakmanı anlıyorum ama ağladım işte. bunu böyle itiraf edivermek biraz içimi hafifletti, biliyor musun? ben felix'e hiç içimi açmadım. açamadım. o bana her şeyini verirken benim ona verebildiğim yalnızca bir maskeydi, lee felix benim içten içe ne hissettiğimi hiç bilmedi.

bir gün gideceğini bile bile her gün güzel yüzünü görmenin beni içten içe öldürdüğünü bilmedi.

nasıl diyebilirdim ona, 'madem beni bırakacaktın, ne diye girdin öyleyse hayatıma' diye? fırtınalı bir gecede, kayığımı her akşam üzeri bağladığım yamuk kazığın yanında niye beliriverdin felix? neden hiç konuşmadan, sessizce sızıverdin yüreğime, neden izini bıraktın göğsümün sol yanında?

diyemedim minho.

şimdi de diyemediklerim, belki de ondan hiç dinleyemediklerim ve bir de ben, bu aksak taburede oturmuş geceyi gündüz ediyoruz. ampullerinin ışığı bu gece daha cılız minho, tezgahının soyulmuş kaplaması bu gece daha çirkin. tabure bile bu gece daha bir aksıyor. hepsi de lee felix'i özlüyor. hepsi de bu gece özlemle benden lee felix'i dinliyor.

bu gece burada kalabilir miyim? kapısından, perdesine, her santimine felix sinmiş kulübeme dönmeye gücüm yok benim.

bu tezgaha kafamı yaslayıp, göğsümün solunda durmaksızın çalan, sessiz şarkıları dinleyeceğim."

şarkıların dili yokWhere stories live. Discover now