1. "Mahkum"

16 3 1
                                    


"Bittin oğlum sen! Bittin. Bu iş buraya kadar. Az sonra piçlerden biri kapıyı açacak, her tarafını elleyerek bebek bezi giydirip, sonsuza kadar hiç kimseye problem olamayacağın o odaya sokup ensene bir iğne yapacaklar. Haha. Nice bıçakların alamadığı canını minicik bir iğnenin içindeki ilaç almış olacak. Rezalet. Namına yakışır bir son olmalıydı halbuki. Tabi sonra cesedin kalıyor geriye. Ne yapıyorlar acaba? Gömüyorlar mı? Gömüyorlarsa bir mezar gibi mi yoksa toprağa gömülüp kaybolan, kimsenin farkına varmadığı bir taş gibi mi gömerler? Yakılmak daha iyi olurdu. Belki de olmazdı. Birilerinin sadece hafızasında kalmak istemezsin. Dünyada bir izin olmalı. Üzerinde adının yazdığı bir taş. Bir ağaç. Bir tablo. Değişen bir şey yok lan. Ölü ölüdür. Sikmişim geride kalanları. Hatırlasalar nolacak? Çoktan unutulmadığın ne malum? Bittin işte. Rahatça son kez osurmana bile izin vermeyecek puştlar. Zevk alıyor mudur acaba hasta namussuzlar? Kaç kişiyi götürmüşlerdir böyle şimdiye kadar? Yok lan. Belki de hakikaten gece uykuları kaçıyordur. Belki de hayalet olup bu şerefsizlere musallat oluyorsundur? Gelen piçin birinden sigara istesen verir mi? Son bir sigara yahu. Ne komik. Altını bezleyecekler. Osuramayacaksın ve götünden çıkan gaza benzer bir dumanı solumak istiyorsun. Ölmeden önce yapmak istediğin son şey bu ha? Vizyonsuz aptal. Kafanı çalıştır oğlum! Kapıyı açtıklarında konuşursun. Dersin ki; bir sigara verin ve götümdeki şu bezi gevşetin. Hahaha. Sonrasında..."

Kafasının içindeki bu ses, kendi sesiydi. Bileklerindeki kelepçeleri çok uzun süredir takıyor ve aynı karanlık odada çok uzun süredir kendisiyle konuşuyordu. Ölümünü çoktan kabullenip, onunla dalga geçmeye başlamıştı. Kaldığı bu küçücük, rutubet kokulu deliği bile kabullenmişti.

"Muhtemelen şerefsizlerden biri bir yumruk atar. Vurmayı bilseler bari. İleri doğru savrulduğu anda kafayı gömersin. Sana yakın duran diğer puşttan sırtına bir cop yersin. Dizlerinin üzerine yığılırsın. Sırtına vuran puşt seni kaldırmak için arkana geçer ve kollarından tutar. İşte o zaman kafanın arkasıyla puştun suratına bir tane geçirirsin. Kolay lokma değilsin oğlum! Senden bir hatıra kalmalı demiştim. O götlerden birinin suratında hayatı boyunca taşıyacağı bir yara izi de olabilir bu hatıra. Sonuçta hatıra hatıradır. Sana geçmişte yaşanan bir şeyi hatırlatan zamazingolara hatıra denmiyor muydu? O işe yaramazlar seni ölüme kuzu kuzu götürdükleri biri olarak değil, son anında bile burunlarını kıran demir bir çekiç olarak hatırlamalı. Neyse ne. Kibar olmak için fazla gençsin. Ölmek için de. İdam kelimesiydi değil mi? Evet. İdam dediydi orospu çocuğu yargıç. Hayatında kaç kişiyi öldürmüştür ki? Ağızdan çıkması kolay. Öldürün demek kolay. İyi cevap verdin ama. -Sıkıyorsa sen öldürsene!- "

Kendi kendine olan uzun ve anlamsız konuşması, hücrenin demir kapısının gıcırtısıyla son buldu. Yayları kaktüs dikenini andıran yatağında doğrulup hücrenin duvarlarına baktı. Açılan kapıdan içeri süzülen ışık gözlerini kamaştırıyordu. Gözlerini bir anlığına yumup kafasını kapıdan öteye çevirdi.

-Kapatın şu siktiğimin kapısını! Yürüyeceğim ışık bile ne boktanmış!

Kapı gıcırdayarak kapandığında, gözlerini açıp başını salladı. Uzun süre karanlıkta kalmak, ışığa karşı gözlerini epey hassaslaştırmıştı. Sessizlik tuhaf geldi birden. Hayır, sessiz olmamalıydı. Birileri ayağa kalkmasını söylemeli, küfür etmeli ya da kımıldamalıydı. Oysa bu sefer, hücresi eskisi gibi sessizdi. Kapıya doğru baktığında karşılaştığı manzara hiç tanıdık değildi. Bir yabancı öylece durmuş, kendisine bakıyordu. Uzun süredir normal kıyafetler giymiş birini görmemişti. Yanına sadece gardiyanlar gelirdi. O çirkin üniformaları görmediğine bir anlık sevindi. Yabancının üzerindeki kahverengi ceket ve beyaz gömlek hoşuna gitti. Bir zamanlar kendisi de takım elbise giyer, siyah parlak rugan ayakkabılarını cilalar, şehrin en işlek kaldırımında yürür ve onu gören bütün hatunların tansiyonunu yükseltirdi. Özlemişti o günleri. Kapının önünde duran adam ağır adımlarla yaklaşmaya başladı. Yüzünde içten bir gülümseme vardı.

-Merhaba, Red. Oturabilir miyim?

Selamını verirken, Red'in yatağının tam karşısında bulunan duvara sabitlenmiş tahta iskemleye oturdu yabancı. Bir eliyle sivri burnuna inmiş ince çerçeveli yuvarlak gözlüğünü geri itti. Yanağını hafifçe kaşıdı. Ellerini kavuşturarak hücreyi göz ucuyla inceledi.

-Hiç hoş olmayan bir durum. Bana çocukluğumu hatırlattı bu hücre. Dışarıdaki gardiyan da okul müdürümüzü. Aynı onun gibi suratsız bir adamdı.

Yabancının söylediklerini duymuyordu bile. Kaderine eğdiği boynunu kaldırarak söylendi.

-Sen ne saçmalıyorsun be adam? Bebek bezini giydirmek için seni mi yolladılar? Gördüğüm en janti gardiyansın ha. Bu kıyafetleri almak için maaşın nasıl yetiyor? Yoksa "kanun benim, kendime işleyemem" mi diyorsun? Haaa. Anladım. Kesinlikle böyle birisin. Rüşvetçi domuzlardansın.

Yabancı istifini bozmadan Red'i dinliyor, bir yandan da gülümseyerek tepki veriyordu. Red ise kendini kaptırmış, yorumlarına devam ediyordu.

-Suratını böyle esmerleştirmek için cennet gibi bir tatile çıkmışsındır sen şimdi. Bir gardiyan. Havalı, pahalı elbiseler giyiyor ve muhteşem bir tene sahip. Hobi olarak gardiyanlık yapmıyorsan, sağlam bir gelir kapın olmalı. Bence ya hatun satıyorsundur ya da uyuşturucu.

Yabancı, dirseklerini dizlerine koyup öne doğru eğildi. Red'in, içinde en ufak bir umut ışıltısı kalmamış gözlerine bakıyordu. Suratındaki tebessüm birden yerini keskin bir ciddiyete bıraktı.

-Ben özgürlüğünü verecek adamım Red.

***

Sürgün ve SavaşWhere stories live. Discover now