ばら ㅡ graveyard.

118 19 22
                                    

Güneşin soluk renkteki ışıklarının vurduğu renksiz caddede adımladım. Arabaların gürültülü motorları ve kornaları kulaklarımı doldururken başımda oluşan feci ağrı aylardır geçmek bilmiyordu. Dinmek bilmemesi karşısında beynimi parçalarına ayırmak istiyordum.

Derince içime çektiğim havayı bıkkınlık ve tiksinti ile geri atmosfere katarken halime gülmeden edemedim. Yine gidiyordum, tutunabileceğim tek umudu da yanıma alıp onun yanına gidiyordum. Acınacak haldeydim.

Mezarlık yoluna girdiğimde azalan araba kornaları ve motor sesleri ile kafam biraz olsun rahatlamıştı. İçerisi zaten ayrı bir dünyaydı. Kırk tane tilki vardı, kırkının kuyruğu da birbirine değmiyordu. Ne denilebilirdi? Hwang Yeji, hayatıma girip her şeyi değiştirmişti. Sonra da yanında uyanmayı umduğum bir sabah, beni bomboş bir yatakla bırakarak defolup gitmişti.

Öfkeliydim.

İçimde bitmek bilmeyen bir öfke vardı. Ama bu öfke sadece beni öylece bırakıp gittiğini bildiğim içindi. Aslında içimde paramparça olmuş bir kalp vardı ve her şeye rağmen, çökmüş vücuduma kan pompalamak için çırpınıyordu.

Gürültüler tamamen kesildiğinde yeşillikler arasında bulunan mezarlar görüş alanıma çoktan girmişti. Nabzımın hızlandığını, aldığım nefeslerin ciğerlerime gitmiyor gibi soluk borumu yaktığını hissedebiliyordum.

Çalıların arasından ilerlerken burnumun akması, iç çekme sebebim olmuştu. Üzerimdeki, kolları uzunca olan paspal hırkaya burnumu silmemin birkaç saniye sonrasında, akan burnumu hapşırıklarım takip etmişti. Sağlıksız bir orospu çocuğu olup çıkmıştım, doğruydu.

"Yeonjun! Buradayım!"

"Git başımdan."

"Ne demek 'git başımdan'? Kovuyor musun?"

"Kovuyorum. Çünkü sen sadece delirmiş olduğumu kanıtlıyor ve beni daha da büyük bir yıkımın içerisine itiyorsun."

Sesini işittiğim şey, Yeji'nin giderken bana armağan ettiği tek şeydi.

Gidişinin ardından görmeye başladığım bu hayaller, zihnimin bütün bu acıyla baş edebilmek için bana oynadığı bir oyundu. Duyuyor olduğum sesin kesilme sebebi, yüksek bir ihtimalle, vardığım mezardı.

Titrek bir şekilde alıp verdiğim nefeslerimle mezarın başına, dizlerimin üzerine çöktüm. Soğuktan kurumuş, çatlamış ellerim nemli toprağı buldu. İki gün önce geldiğimde getirdiğim gündüz sefaları tahmin ettiğim gibi, yerinde değildi.

En ihtiyacım olduğu zaman beni burada, tek başıma bırakan bedenin toprağın altında öylece yatıyor olması bana o kadar büyük bir acı veriyordu ki.

Kalbimin oralarda bir sızı oluştuğunu hissettim. Elim göğsümün üstünü bulup üzerimdeki kumaş parçasını kavradığında burnumda, ciğerlerimde, boğazımda, her bir uzvuma yayılan bir acı hissediyordum. Öyle büyük karmaşalar vardı ki içimde. Yorulmuştum. Dayanamaz hale gelmiştim ama elini uzatıp bana yardım edecek kimse yoktu. Hoş, elini uzatanın kolunu kapıyordu içimdeki yalnızlık.

Kocaman bir oda çizin. Penceresi olmasın. Lambası, ışık verecek herhangi bir cismi olmasın. Kapısı olmasın. Sadece karanlık ve az biraz oksijeni olsun. İçerisine kalbi kırık, umutları tükenmek üzere olan, açık yaralarıyla gezen bir çocuk koyun. Nefesleri sıklaştıkça boğulan, yaşamak istedikçe öldürülen, sevdikçe yüz üstü bırakılan. Bütün bu acının arasında beni bırakıp gitmenin, ölmenin sırası mıydı?

Göz yaşlarım gözlerimden firar etmeye başladığında sesli hıçkırışlarım havaya karışıyordu. Çaresizdim. Yapabildiğim tek şey böyle oturup tek dayanağımın mezarının başında ağlamaktı. Benim yapabileceğim tek şey, son şey buydu.

Hwang Yeji'nin yapması gereken son şey çekip gitmekti.

Hwang Hyunjin'in yapması gereken son şey de, ölmekti.

Hwang Hyunjin'in yapması gereken son şey de, ölmekti

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.
You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Dec 17, 2021 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

hopeless; yeonji.Where stories live. Discover now