dört

551 106 66
                                    





Ciğerlerine dolan yumuşak kokuyla gözlerini araladı. Başındaki ağrı giderek çoğalırken gözlerini yeniden kapatarak tısladı. Derin bir nefes alarak yattığı yerden doğrulmaya çalıştı.

"Kendini zorlama," Kulaklarını dolduran bilindik ses ile kapalı gözlerini araladı ve sıktığı çarşafı gevşetti.

Chan yatağın yanında endişeyle ona bakıyordu. Jeongin onun kokusunun her şeyden baskın olduğunu hissetti ve yutkunarak içine doldurdu. Gözleri onadan kayıp geçerken başını yana çevirdi. "Annem nerede?"

Chan dudaklarının içini dişleyerek başını eğdi ve tedbir için uzattığı elini indirdi. Eski Jeongin olursa tanırdı, ama o değişmişti. "Doktorla konuşuyor," Sesi alçak ve çatlak çıktı.

"Eve bir doktor çağırdığına inanamıyorum..." Chan bir şey söylemedi ve ona baktı sessizce. Rengi solmuştu, ama hâlâ kusursuz görünüyordu. "Nasıl hissediyorsun?"

Jeongin dudaklarını dişleyerek ona döndü. Gözleri çaresizlikle kapanıp açıldı. "Bilmem, sence nasıl hissedebilirim?" Sesindeki öfkeyi anladı büyük olan ve başını eğerek ona bakmayı kesti.

"Gereksiz biriymişim gibi, yarım, kendini bilmeyen, dünyadan haberi olmayan biriymişim gibi. Daha saymamı ister misin?"

"Jeongin," Chan sessizce söyledi ama küçük olan biraz daha doğrularak ona döndü. "Ne var hyung, ne var? Ben yarımım anladın mı? Ben hayatımın," Sözleri yutkunmasıyla kesildi. Boğazında bir yumru olduğunu hissetti.

"Hayatımın en güzel kısımlarını hatırlamıyorum, ben mutlu olduğum günleri hatırlamıyorum, nasıl hayaller kurduğumu, ne için yaşadığımı, amacımın olup olmadığını–" Sözünü Chan'ın cılız sesi kesti.

"Sen sanat tarihi okumak isterdin. Bir uzman olup, Avrupa'daki en ünlü müzelerden birinde çalışmak isterdin. Van Gogh Müzesi ya da Louvre Müzesinde. O da olmazsa Avustralya'da opera binasında," Chan boğazına dizilen kelimelere durdurdu kendini.

Bakışları Jeongin'i bulunca küçük olanın sessiz bir şekilde ağladığını gördü. Gözler birbirine değince içi titredi ve dudaklarının içini sert bir şekilde dişledi. "Hiçbiri olmazsa Avustralya'da benimle yaşamak isterdin..." Jeongin bakışlarını düşürdü ve eliyle gözlerini kapatarak titreyen çenesine engel olamadı.

"Yazdığım her bir satır bizim anılarımızdı Jeongin. Her biri. Beraber nehirde yüzmemiz, ben bir şeyler yazarken başımda dikilip beni izlemen, oyun salonunda saklanıp tüm gece her oyunla oynamamız, her biri," Chan kendine hakim olmak için sakince bir nefes aldı.

"Bu benim için de zor, zordu. Ama şimdi buradasın işte. Hiçbir şey unutmadın, o kitabı senin için yazdım Jeongin, seni unutmamak için, seni yaşatmak için. Ama buna gerek kalmadı."

Jeongin dizlerini kendine çekerek titrek bir nefes aldı ve başını dizlerine gömdü. "Üzgünüm," Chan'ın sesi titredi. "Daha önce yanında olmalıydım, üzgünüm." Jeongin hıçkırdı. "Seni daha önce bulmalıydım." Dudaklarını dişledi küçük olan.

"Üzgünüm güneşim." Jeongin başını yana salladı, üzerindeki pikeyi kaldırarak yataktan kalktı ve başının dönmesini umursamadan büyük olana sardı bedenini. Chan onu sıkıca kavradı ve özlemiyle dolduğu kokusunu içine çekti. Jeongin sakin titrek bir nefes aldı. Bu koku sanki zihnin bir köşesine saklanmıştı, bazen bazı kokular bir anı hatırlatırdı. Şimdi o anı yaşıyordu küçük olan. Çocukluğunu, gençliğini hatırlatıyordu bu koku. Özlemiyle dolduğu anılarını, hiçbir şey hatırlamadığı anlarını hatırlatıyordu ona. Sıkıca sarıldı ve boynuna saklandı büyük olanın. Chan'ın kolları tüm bedenini kavradı sanki. Tamamlanmış hisseti, geçmişi kucakladı onu sımsıkı. "Gitme," Dedi. Sesi titredi. Chan gözlerini kapattı ve başını ipeksi saçlara gömdü. Dudakları teğet geçti üzerinden.

helios | jeongchanWhere stories live. Discover now