yedi küçük, parlak yıldız ve büyük bir tanesi daha

140 46 7
                                    


Beynimin içinde Felix'in dedikleri yankılanıyordu, benim boylarımda, sarışın uzun saçlı ve kayıp bir Hyunjin... Dünyada bu tanıma uyan kaç kişi olabilirdi ki? Böylesine boktan bir tesadüf ancak ablamın fallarında çıkabilirdi. Artık Hyunjin'i bulmak istediğimden de emin değildim. Tanımadığım biriyken işler çok daha kolaydı, onun düşüncesinin ne bir yaşı ne bir cinsiyeti ne de bedeni vardı. O hiç bilmediğim, düşüncelerimde varlık kazanmış, soyut bir tanımdı benim için. Ona istediğim her anlamı yükleyebilirdim, şimdiyse birkaç kez olsun gözüme takılmış, bana beklediğimden çok daha yakın bir beden olmuştu. Onunla ne yapacağımı bilmiyordum, basitçe Felix'e haber verip işin içinden sıyrılabilirdim ama bunu yapmayı istemiyordum. Benim için yalnızca üzerine anlamlar yüklenmiş bir gazete kupürü olan Hyunjin'in aniden canlı bir suret olarak ortaya çıkıp beni bu denli sarsabilecek güce sahip olması korkutucuydu. Gerginlikle burun kemerimi sıkıyordum, ne yapmam gerektiğini kararlaştırıp devam etmem gerekiyordu.

Bisikletimi yanımda sürüyerek bir parka oturduğumda peşini bırakmama gerektiğine dair düşüncelerim ve hislerim bir kavgaya tutuşmuştu. Bisikletimi bankın arkasına yaslayıp yorgun bedenimi tahtaların üzerine bırakmıştım. Kafamı geriye yaslayıp gökyüzüne baktığımda, takım yıldızlarının belirginliği dikkatimi çekmişti. Mayısın başındaydık, kısa bir süre sonra Jüpiter'i seçebilecektim. Sabahki serin rüzgâr yerini tatlı melteme bırakmıştı. Gözlerimi yumdum ve bir süre böylece rahatlamayı bekledim. Ne kadar derin nefes alırsam içimdeki huzursuzluktan o kadar kolay uzaklaşırmışım gibi hissediyordum fakat hiçbir faydası olmuyordu. Boynum geride, gözlerim kapalı halde tahta bir bakın üzerinde ne kadar süre oturmuştum bilmiyorum ama araladığım gözlerimi yıldızların ışıltısı kamaştırmıştı. Ablamın bahsettiği kartlar ve yıldızlar meselesini hatırlamıştım, onun dediklerini anlamamıştım ama bu yıldızların beni mutlu ettiği kesindi. Ellerimi gök yüzüne doğru kaldırdım, yaydıkları tatlı parıltılar parmaklarımın arasındaydı. Bu gece Jüpiter çıplak gözle rahatça seçiliyordu, etrafında da yedi parlak yıldız vardı. Gözlerim bütün takım yıldızlarını çözebilmek için fazla bozuktu ama görebildiğim kadarı bile beni büyülemişti.

Seçebildiğim yıldızlar ve Jüpiter bana Hyunjin'in ilanını hatırlatmıştı. Aynı parlak minik yedi yıldız, ortada parlayan kocaman bir tanesi daha... Neden dönüp dolaşıp aynı yere geliyordum? Bu yolda yürümeyi kesersem o ilanla hissettiğim her şeyi çöpe atacaktım. Mantıklısı buydu ama ilk kez bu kadar yoğun duygular hissederken onlardan kaçıp sığındığım duvarların altında kalmayı kaldırabileceğimi hiç sanmıyordum.

Saat daha geç olmadan kalkmaya karar verdim, ablam beni merak ederdi. Tekrar bisikletime atlayıp bildiğim sokakların arasında kıvrılarak evin yolunu tutmuştum. Evin açık kapısından içeri süzüldüğümde annemin televizyonun önünde yatmış telefonuna baktığını gördüm, küçük bir selam verdikten sonra odama kavuşmuştum. Çantamdan gazeteleri çıkarıp dolabımdaki yerlerine koyduktan sonra üzerimdeki süveteri ve gömleği kenara attım ve masama yaklaştım, sabah ablamın bıraktığı kart hala oradaydı. Ona hiç dikkatlice bakmamıştım, hatta sabah o kadar sinirliydim ki dikkatlice bakmak bir yana dursun kartı elime bile almamıştım.

İlk başta kartın ortasındaki çıplak kadın figürü dikkatimi çekmişti, dizinin üzerinden önündeki su birikintisine eğilmişti. İki elinde de çömlek vardı, biriyle o birikintiye diğeriyle de toprağa su döküyordu. Sonrasındaysa beni dehşete düşüren ayrıntıyı fark etmiştim; kartın üzerindeki parlak yedi küçük yıldızı ve büyük bir tanesini daha. Ancak her şey bununla sınırlı değildi; aynı gazetedeki gibi en tepede roma rakamlarıyla yazılmış on yedi, ışıltılı baskısıyla parlıyordu. En alttaysa "The Star" yazıyordu.

Kafamı gergince kaldırdığımda beni izleyen bir çift gözün varlığını hissetmiştim. Ablam buradaydı ve pervaza yaslanmış alaycı tebessümüyle bana bakıyordu. Sonra bilmişçe konuştu.

"Yolculuğun elindeki kartta duruyor."

Duyduklarıma gözlerimi devirmiştim. Ona odamdan defolup gitmesi gerektiğini ve giyineceğimi söyledikten sonraysa yatağımın üzerine oturmuştum. Elimdeki telefonu çevirip duruyordum, ihtiyacım olan kişi rehberimdeki toplam on numaradan biriydi. Artık yapmam gerektiğine karar vermiştim, Felix'i arayacak ve ne kadar saçma olursa olsun Hyunjin'i bulmaya gidecektim. Olabildiğince sakin kalmaya çalışarak o yeşil tuşa bastım ancak başarısızlığım telefonun çaldığını belli eden sese eşlik eden kalp atışlarımla kolayca anlaşılıyordu. Birkaç kez çaldıktan sonra Felix'in sesi kulaklarıma dolmuştu. Zorunda kalmadığım sürece kimseyle telefonda konuşmazdım, şu an da mecbur sayılırdım zaten. O yüzden olabildiğince kısa bir giriş kısmından sonra konuya dalmıştım.

"Hyunjin'den bir haber aldım."

Sonrasında her şey çok hızlıydı, Felix'in şaşkın sesi, olayı anlamaya uğraşması ve ne yapacağımızı kararlaştırmaya çalışmamız... İlk kez biriyle bu kadar uzun telefonda konuşuyordum. Kendimi açıklamak zorunda hissediyordum ama nasıl yapıldığı hakkında bir fikrim yoktu. Sadece onu bulmam gerektiğini, bunun gazete koleksiyonum için olduğu hakkında birkaç yalanla durumu idare etmeye çalışıyordum. Felix ise yeterli samimiyeti bile olmadığı iki kaçığın verdiği kararların arasında kalmaktan gergindi. Bana boş vermemizi söylemişti, ama güvenmek için elimden geleni yapıyordum. Onun da benim için aynısını yapması için bekliyordum yalnızca.  

yellow pages|| hyuninWhere stories live. Discover now