17 : ❝ real raisa ❞

605 99 68
                                    

"Demek aynı okuldansınız ha? Böyle bir ihtimal kaç yüzyılda bir gerçekleşebilir?"

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.


"Demek aynı okuldansınız ha? Böyle bir ihtimal
kaç yüzyılda bir gerçekleşebilir?"

Doyoung'a bardakları kaldırmakta yardım ederken elimdeki bardakları tezgaha bırakıp, "Bilmem. Okulun yakınlarındayız yani... Bilmiyorum hiç." Diye mırıldanırken esnedim.

Makineyi diziyordu. "Sana odanı hazırlayayım... Ama odan için hiçbir şeyimiz yok... Odamı kullanabilirsin."

"Salonda yatarım." Dedim gözlerimi irice açarak. "Hep böyle atıştırmalıklarım elimde, televizyon izlerken uyuyakalmak isterdim. Sonra para biriktirince bir yatak alabilirim ya da daire kiralayabilirim ama şimdilik koltuk iyidir. Yani rahatsız olmam."

Doyoung doğrulup gözlerini kısarak güldü. "Sen gerçekten... Tuhaf bir kızsın."

Omuz silkerek gülümsedim. "Lavabo ne tarafta?"

"Koridorun sonunda. Sağdaki kapı."

Mutfaktan çıkarken salona göz attım. Lily kafasını koltuğun koluna yaslamış uyuyor, Donghyuck da onun koluna yaslanmış uyukluyordu. Jeno ise üçlü koltukta yorgunca oturmuş, elindeki kumandayla televizyonda zaplıyordu.

Lavaboya girdiğimde basit ama temiz bir görüntüyle karşılaşınca iyi hissettim. Ellerimi yıkarken yamuk yumuk kestiğim saçlarımı aynadaki aksimde görünce kontrolüm dışında ufak bir kahkaha attım. Siyah saçlarım omuzlarıma değiyordu ama bir hışımla kestiğimden korkunç bir haldelerdi.

Yine de... Bana kendi kimliğimi veriyordu sanki.

Bir şeyi kendin yapmadığın sürece sana ait gibi gelmezdi nasılsa. Odam gibi. Giysi dolabım gibi. Hayatım gibi. Annem sağolsun.

Yine de her şeye rağmen şu an ufak da olsa pişmanlık hissediyordum. Önemli olan onun hissetmesiydi, benim annem pişman olabilecek birisi miydi?

Elimi yüzümü yıkadıktan sonra salona geri döndüm. Doyoung Donghyuck'u uyandırmış hatta yakasından tutmuş evden dışarı atıyordu. Lily her şeyden bir haber, uyumaya devam ediyordu üzerinde ince bir battaniyeyle.

Jeno'nun yanına otururken ona bir bakış attım. Gözlerini zar zor açık tutabiliyordu. Bana kısık gözleriyle bakıp ardından cebindeki telefonu çıkararak saate göz attı. "Ben... Gidiyorum. Iyi geceler size."

"Burada kalsaydın. Hyuck pezevegini uzaklaştırmıştım." Doyoung salona girdiğinde ellerini bir iş halletmiş gibi ovuşturuyordu.

"Sonra yine gelirim. Gitmem gerek." Diye mırıldanırken peşinden kalkıp arkasından kapıya kadar gittim.

Eşiği geçerken arkasını dönüp bakacak gibo durmadığı için, "Okulda görüşürüz, yarın." Diye seslenince omzunun üzerinden kısaca dönüp göz kırptı ve önüne döndü.

Dudaklarımı birbirine bastırıp kapıyı arkasından kapattım. Bana göz kırptı! Alarmları beynimde sirenler eşliğinde yankılanıyordu. Bir de bir tarafımda normal bir şey normal bir şey diyen de vardı.

Beni ele geçiren, sürekli gülümsemeye iten o hissi geri itmeye çalışırken salona geçtim. Doyoung benim için bir battaniye ve yastık getirip kendi odasına gideceğini söyleyerek iyi geceler dilemişti. Işığı da kapatmıştı. Ben de Lily ile karşılıklı ileride televizyonda hâlâ devam eden çizgi film eşliğinde rahatça yattım.

Sanırım hayatımda aldığım en mutlu uykuydu. Uykunun mutluluk verdiğini herkes söylerdi önceden ama ancak tadabiliyordum. Eskiden uyuduğum uykular beni daha çok depresyona sokuyordu. Çünkü annem uyuduğum için bile beni suçlu hissettiriyordu.

Sabah uyandığımda, saatin bir hayli erken olduğunun farkına varıp rahatça banyoyu kullanmıştım. Saçlarım ıslakken uçlarını dolaptan bulduğum makasla biraz daha düzeltmiştim. Kuruttuğumda üzerinden bir kısmını bağlayınca yaşım artık daha küçük görünüyordu. Toka takmaya alıştırılmamıştım ya da başka modeller yapmaya. Saçlarım her daim düz ve uzun bırakılmıştı.

Formalarımı giyip banyodan çıkarak salona girdiğimde Doyoung mutfakta kahve hazırlıyordu. Kokusu her yanı sarmıştı. "Günaydın." Diye seslendiğimde gülümseyerek tek gözü kapalı şekilde, "Günaydın... Kahve hazırlıyordum." diyerek karşılık verdi.

Tezgaha yaklaşıp Lily'ye uzaktan göz attım. "Okula gelebilecek bir halde mi sence?"

"Evde kalsa iyi olur. Ona ceza falan vermeliyim. Seni bırakmamı ister misin?"

"A, yok. Sağ ol yine de."

Kupadaki sıcak kahveden birkaç yudum art arda içtim. Dilim yandı. Ama sabahları portakal suyu içmekten iyiydi. Ekşi... Damak yakan... Düşüncesi bile beni geriyordu.

Sanırım gerçek Raisa, kısa saç ve kahveden hoşlanıyordu.

Doyoung'la vedalaşıp evden çıkarken okul çıkışı kafede buluşacağımız için anahtar vermemişti, kopyasını kiracısından gitmeden önce alacağını söylemişti. Ben de seke seke okula gitmiştim, kelimenin gerçek anlamıyla.

Ama okul bahçesinde beni bekleyen süprizin bu kadar çabuk geleceğini tahmin edememiştim.

"Raisa..." annem arabanın yanında dururken beni fark edince mırıltısını işittim. Geri gitmek istedim. Yüzleşmek, korkutucuydu.

Yutkunup ona doğru ilerledim. Kaşlarımı kaldırıp ona net bir ifadeyle baktım. Dik yürüdüm.

"Nerde kaldın gece? Polisleri aradık..."

"Sen ciddi misin?" Yüzümü buruşturdum. "Ne polisi? Yetişkin birisinin evi terk edip başka bir hayat kurması ne zamandan beri yasa dışı bir şey oldu?"

Annemin yüzündeki ifade sarsılmazdı. "Okul çıkışında şoför gelecek seni almaya-"

"Bunu yapmaya devam edersen eğer," Dedim dişlerimi sıkarak. "Ben gideceğim polise. Anlamıyor musun? İstemiyorum artık sizi." Bahçedekilerin ilgisini çekmiştim elbette, hepsi izliyordu.

"Kızım-"

"Değilim."

"Raisa." Dedi dişlerini sıkarak annem bu defa. Gözlerini irice açmıştı.

"Beni seviyorsan beni desteklersin, yoluma taş olmazsın anne." Sözlerimi tamamlarken kolumda bir kuvvet hissettim, tanıdık bir koku burnuma doluştu. Koluma giren kişi Jeno'ydu. Onunla birlikte yürümeye başlamamı sağladı. Diğer elinde spor çantası, üzerinde forması ve dün gecekinden daha ayık görünen yüz ifadesi.

Onun bu hareketi yüzüme sahici bir gülümseme yerleştirmemi sağladı. Ancak merdivenleri çıkarken gözüme ilerde bizi izleyen Renjun takıldı.

Bleu Where stories live. Discover now