32: halledebilirdik

11.8K 1.5K 3.4K
                                    

BİRİLERİ - Halledebilirdik

Tik tak. Tik tak. Tik tak.

Duyduğumuz tek şey akıp giden zamanın sesiydi; zaman tekrar akmaya devam etmişti ama kimse tek bir söz söyleme cesaretine erişememişti. Ekin'in kapıyı öylece çarpıp gitmesinin üzerinden neredeyse bir saat geçmişti ama biz yerimizden kıpırdayamamıştık bile.

Birbirimize bakmaya ya da gözlerimizi birbirimizden kaçırmaya devam ettiğimiz bir saatin sonunda Berk yavaşça oturmaya devam ettiği yerden kalktı, bizlere teker teker baktıktan sonra gözlerini İdil'de sabitledi, bu bir mesajmış gibi hareketlendi İdil ve odadan çıkmak üzere olan Berk'i takip etti.

İdil ve Berk'in salondan birlikte ayrılışından hemen sonra Mert'e döndüm, öylece uzanmaya devam ediyordu ve dağılmış suratındaki kan kurumak üzereydi. Ne hissettiğini ve ne düşündüğünü öylesine merak ediyordum ki ama soramıyordum. Kendimi onun yerine koyduğumda -ki bu oldukça zordu- fazlasıyla kötü hissediyordum. Ekin'in kabul ettiği ya da reddettiği bir şey de yoktu aslında ama susup gitmesi Mert'in mağdur durumuna düşmesine neden olmuştu.

Mert'in gözleri hiç kırpılmadan tavana bakmaya devam ederken benimkiler Arden'e döndü.

Beni hiç şaşırtmayıp hissetmiş gibi gözlerini bana çevirdi. Ona neden baktığımı anlayarak hafifçe omuz silkti. Ne yapacağımızı sormuştum ve o da şimdilik yapacak bir şeyimizin olmadığını söylemişti. Dudaklarımız değildi konuşan, gözlerimizdi. Bu aslında hep böyle olmuştu, dokuz yıl önce de beş yıl önce de biz birbirimizle konuşmadan da bakışmadan da anlaşabiliyorduk. Aramızdaki bağ, bize bu şekilde bile iletişim kurdurtabilecek kadar güçlüyken geldiğimiz nokta ise gerçekten can yakıcıydı.

Yağız'ın hareketlendiğini hissedince gözlerimi Arden'den alarak ne yapacağını merak ettiğim Yağız'a çevirdim ve onun Mert'e doğru ilerlemekte olduğunu gördüm. Mert'in hemen yanında durduğunda bir süre bekledi, gözlerinin kendisine çevrilmediğini fark ettiğinde bir ayağı Mert'in bacağını dürtmeye başladı. "Kalk da yerinde yat, haydi."

Mert ona hemen dönmek yerine ne gördüğünü bilmediğimiz beyaz tavana bakmaya devam etti. Yağız, ısrarcı bir şekilde onu dürtmeyi sürdürünce ise "Ne istiyorsun?" diye sordu.

"Ne isteyeceğim?" dedikten sonra kollarını göğsünde çaprazladı Yağız. "Kalkıp yerine yat diyorum çünkü farkında mısın bilmiyorum ama bir saattir salonun orta yerinde camış gibi yayıldın kaldın... "

Mert ona cevap vermek yerine gözlerini yukarıya yani bize doğru dikerek "Bu hep böyle midir?" diye sordu yorgun bir sesle.

"Hep," dedi Esin duraksamadan. Aslında hep değil ama genellikle gerçekten de böyleydi; durumun ciddiyetinin farkında olur ama değilmiş gibi davranırdı. Yağız'ın acıyla baş etme yöntemi de buydu.

"Ne olacak şimdi?" diye sordu Mert. "Ne yapacağım ben şimdi?"

Bakışlar teker teker birbirlerini buldu ve böylelikle hepimiz, Mert'in çaresizliğini hissettiğimizi itiraf etmiş olduk çünkü Mert'ten hoşlanmıyor olmamız, onun üzüntüsünden keyif alacağımız anlamına gelmezdi. O bize bir kötülük yapmamıştı ama Ekin ona büyük bir kötülük yapmıştı, hem de hiç hak etmediği halde. Belki de hak etmişti, belki de bütün bunları yaşamak Berk'e de Mert'e de müstahaktı. Bilmiyorduk çünkü sorabileceğimiz tek kişi vardı ama şimdi aramızda yoktu.

"Neden peşinden gitmedin?" diye sordum en sonunda. Bizim olayın bizim dışımızda gelişmiş olmasına bağlı olarak anlayışlı davranıp onu bir süreliğine kendisiyle yalnız bırakmamız olağan geliyordu bana ama Mert'in yaşanılanların merkezinde olan biri olarak, hiç peşinden gitmemesi, bırakın peşinden gitmek, yerinden bile kalkmaması artık mantıksız gelmeye başlamıştı.

YAZ UYKUSUWhere stories live. Discover now