Nida içeriye girdi.
Merhabalaştıktan sonra ikisi de masanın önündeki rengi beyaz olan tekli iki koltuğa kuruldular.

"Nasılsın?"

"İyiyim. Sen nasılsın?

Yorgun ve bitkin bir sesle konuşmuştu.

"İyiyim sağol."

"Nasıl geçti tatilin. Dinlenebildin mi?"

"Biraz sessizlik iyi oldu benim için. Kendimi dinledim bol bol."

Bunu hafifçe tebessüm ederek söylemişti.

"Bedenin dinlenmemiş gibi ama."

"Bilmem." demiş başını öne eğmiş bakışlarını kaçırtmıştı.

"İnsan bazen sessizliğe ihtiyaç duyar. İçinde birikmiş olan kalabalıkların, gürültülerin sesinden kaçıp bir köşeye saklanmak ister. Öylece ruhta ki fırtınaların dinmesini kalbinin durulmasını bekler bir köşede. Eminim iyi gelmiştir sana da sessizlik."

"........."

Nida gözlerini pencere kenarında duran dar ve geniş sehpanın üzerinde ki saksılardan birine dikti. Birinin içinde reyhan çiçeği, birinin içinde küçük bir kavçuk çiçeği, bir diğerinin içinde de süs bitkisi vardı. Güneşin ışığıyla tamda bu saatlerde buluşuyordu saksılarda ki bu bitkiler. Belki de en çok bu saatlerin gelmesini bekliyorlardı kim bilir. Milyonlarca kilometre uzaklıktaki sevgilileri şefkatli ellerini onlara uzatmış, şu an onları okşuyor ve kulaklarına
güzel nağmeler fısıldıyor olmalıydı ki aralık duran pencereden kurtulup yapraklara değen rüzgarında yardımıyla, büyük bir dans gösterisi yapıyorlardı. Bakanlara bu sevinçlerini keyifle sergiliyorlardı. Bakıp geçenler oluyordu çoğunlukla. Farketmiyorlardı bile bu ışıl ışıl rengarenk tebessümleri. Çünkü yoğunlardı, işleri vardı. Ya da durmadan kafalarını meşgul eden dertleri.

Tıpkı Nida gibi. Çünkü o da bu coşkulu dansı göremeyecek kadar dalgın ve düşünceliydi şu an. O yüzden onlara bakarken pek bunu farketmedi. Sadece baktı umarsızca.

Oda da yeşil ve beyaz renklerin daha çok hakim olmasına aslında saksıda ki bu bitkilerde ortaktı. Pek büyük değildi oda ancak yeşil ve beyazın her tonunun hakimiyet kurması ve dahi bu ikilinin sıcak dostluğu odayı oldukça geniş ve ferah gösteriyordu. Girene huzur enjekte ediyordu adeta. En azından Meriç o huzuru sonuna kadar hissedebiliyordu. Gününün çoğu burda geçiyordu. Belki de bu huzurun kokusundandı bu kadar sakin ve güleryüzlü olması. Ya da bu coşkulu dansın , bu ışıl ışıl rengarenk tebessümlerin farkında olmasındandı. Sabırla hastalarını dinler ve onların muayeneleriyle ilgilenirdi. Bazen sohbet ettiği de olurdu. Bu hastane de oldukça sevilen bir doktordu. Aslında sadece burda değil girdiği her ortamda ister istemez sevdirirdi kendisini. Gerçi dün akşam aksi yaşanmıştı. Çünkü Arem ona oldukça sert davranmış, arkadaşı için o kadar uğraşmasına rağmen küçük bir teşekkürü bile esirgemişti. Gerçi Meriç bunu teşekkür için değil vazifesi olduğu için yapmıştı. Adam teşekkür etmediği gibi üstüne birde tehdit etmişti onu.

Dün gece oradan ayrılacakken Arem arkasından seslenmişti.
Meriç arabanın kapısını açmış binecekken durmuş ve  başını çevirip ona bakmıştı. Teşekkür edeceğini sanmıştı. Lakin öyle olmamıştı. Ona yaklaşan adam cebinden bir kürdan çıkararak dişlerinin arasına koymuş ve tam önünde durmuştu. Ardından belinde ki silahı çıkararak ellerinde tutmuştu.
Şunları söylemişti dişlerinin arasında ki kürdanı oynatarak:

"Şimdi şöyle bir şey var doktor."

Elinde ki silahın namlusuyla alnını kaşıdı. Sözlerine devam etti.

"Bu gece gördüğün her şeyi ve dahi burayı unutacaksın! Aksi takdirde kendini ölmüş bil."

Son söylediğini silahın namlusunu Meriç'in kafasına koyarak söylemişti. Meriç ona cevap vermeyip ela gözlerinin içine dik bir şekilde bakarak arabaya binmişti.
Arem, Meriç kapıyı kapatacakken kapıyı tutup kapatmasını engellemiş ve yine sözlerini tekrarlamıştı. Ama bu defa daha sert bir sesle. Gerginleştiği dişlerinin arasında ki kürdanı sıkmasından belli oluyordu. Silahın olduğu elini sallayarak:

"Duymadın beni herhalde. Bu gece yaşanılanların hepsini unutacaksın, dedim doktor. Anlaşıldı mı? Yaşamak istiyorsan çeneni sıkı tutacaksın,diyorum."

"Bitti mi söyleyeceklerin?"

"Bitti."

"İyi o zaman. Selametle şehir eşkıyası. Bir daha yoluma çıkmazsan sevinirim."

Meriç kapıyı kapatmış ve kontağı çevirip arabayı çalıştırmıştı. Meriç'in sakinliği ve korkusuzluğu onu sinirlendirmişti. Ama bir o kadar da şaşırmıştı. Çünkü genelde kim olursa olsun onun karşısında hemen panikleşir ve nasıl davranacağını bilmezdi. Üstelik ondan korkarlardı. Ama Meriç'te böyle olmamıştı. O gün ona silah doğrulttunda bile oldukça soğukkanlı davranmıştı. Başkası olsaydı muhtemelen onu bırakması için yalvaracaktı. Ama o öyle davranmamıştı. Yaşadıkları o kısa çekişme de Meriç'in güçlü ve dövüşmekte iyi olduğunu da farketmişti.

"Lan asıl sen bir daha karşıma çıkma. Görende ben onun peşindeyim sanacak." diyerek ağzında ki kürdanı sinirle yere fırlatıp giden arabanın camına sertçe vurmuştu. Meriç hiç oralı olmayıp dönüşünü alıp yola çıktı.

Araba ilerlerken Meriç onu arabanın kenarındaki aynalardan izledi. Arabanın arka farlarının vurmasıyla arkasında ki adamın köpürdüğünü görmüştü.

"Ne geceydi be. Bir şehir eşkıyamız eksikti."

Kendi kendine bunu söyleyip eve doğru yol almıştı.

AGİSNA (Askıda)Waar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu