Çorak bir arazinin tam ortasına konumlandırılmış modern bir yerdi. Kurumuş çimenlerin arasında bir tezat oluşturuyordu. Otoparkında birkaç tane araba ve iki tane servis aracı duruyordu. Alex arabayı düzgün bir şekilde park ettikten sonra kontağı kapattı ve bana baktı. Ellerime baktıktan sonra gözleriyle sakin olmamı belirtip Alya'yı işaret etti. Ciddi anlamda zangır zangır titriyordum.

"Burası kocaman!" dedi Alya camdan bakarken.

"Evet, öyle tatlım. Hadi inelim." dedim ve emniyet kemerimi çıkartıp arabadan indim.

Alya'yı çocuk koltuğundan kucağıma aldıktan sonra yere bırakacakken, "Yürümek istemiyorum anneciğim." dedi.

"Neden güzelim?" dedim elimle alnına dokunarak. Ateşinin olup olmadığına baktım.

"Yorgun hissediyorum." dediğinde daha fazla bir şey diyemezdim.

"Benim kucağımda dinlenmek ister misin prenses?" dedi Alex. Alya'nın yanında genel olarak Türkçe konuşmaya çalıştığı için aksanı oldukça düzelmişti.

Alya başını onaylar şekilde salladıktan sonra kollarını Alex'e uzattı. Gözlerimle Alex'e teşekkür ettim çünkü dizlerim tir tir titrerken Alya'yı taşıyabileceğimi sanmıyordum. Önemli değil dercesine başını salladıktan sonra bir koluyla Alya'yı güvenle tutarak diğer eliyle de bana destek oldu.

Enstitüye girdiğimizde bizi karşılayan güler yüzlü bir görevliyle karşılaştık. Ne için geldiğimizi söylediğimde birkaç dakika bizi bekletmek için bekleme salonuna geçmemizi söyledi. Birkaç dakika daha bekleyebilirdim. Mühim olan bu tedavinin yüzde yüz etkiyle sonuçlanmasıydı. Bu uğurda birkaç dakika tahammül edebileceğim bir süreydi.

Oldukça temiz ve aydınlık bir yerdi. Temizlik görevlilerinden sekreterlere kadar tüm çalışanlar güven verici bir gülümsemeyle dolanıyorlardı. Dört katlı olan binanın giriş katı kafeterya, bekleme salonu, çalışanlar için yemekhane ve soyunma odalarından ibaretti. İkinci ve üçüncü katta bilim adamlarının kendilerine ait odaları ve muayenehaneleri bulunuyordu. En üst katta ne olduğunu bilmiyordum çünkü bize etrafı gösteren karşılama görevlisi oranın tadilatta olduğundan söz etmişti.

Bizimle beraber iki aile daha vardı. Bir ailenin çocuğu solunum cihazına bağlı olarak yaşayan SMA tip bir hastasıydı. Kendi acımı bildiğim için diğer anne babaların da hislerini en derinden hissedebiliyordum. Artık onları da dualarıma ekleyecektim.

"Profesör Rickman sizleri bekliyor Devin Hanım." dedi Asyalı olan sekreter.

Derin bir nefes aldım ve terleyen ellerimi dizlerime sildikten sonra ayağa kalktım. Alya'nın beyin tomogrofilerinin ve bazı test sonuçlarının bulunduğu dosyayı göğsüme bastırdım. Alya hala Alex'in kucağından inmemişti. Minik kollarıyla ona sarılıyor ve başını omzuna yaslıyordu. İki yandan sarkan ayaklarını sallarken canının sıkılmış olduğunu anladım.

Profesör Rickman'ın ofisine girmeden önce Alex'in arkasına geçtim ve Alya'yı öptüm. "Akşam ne yemek istersin?" dedim.

"Pizza yemek istiyorum." dedi gülümseyerek.

"O zaman akşamı iple çekeceğiz desene." dedim göz kırparak.

Kapının önüne tekrardan gittiğimde üstümü başımı düzelttim ve son bir nefes alıp içeri girdim. Gözlükleri burnunun ucuna inmiş, önünde açık olan bilgisayarının ışığı kırışık yüzünü aydınlatan beyaz giyimli bir adam duruyordu. Kırklı yaşlarının sonlarında olduğu varsayımında bulunduğum sırada, "Merhabalar!" dedi neşeli bir ses tonuyla.

Sesi yüz hatlarına uymayacak kadar tiz çıkmıştı. Dıştan sert görünen bir adamdı fakat konuşmaya başladığında oldukça tatlı bir çocukla karşı karşıyaymışsınız gibi hissettiriyordu.

Devin | RAFLARDA |Where stories live. Discover now