yıl 1983'dü ve züleyhâ yusuf'u göğsünde taşıyordu.

511 44 26
                                    

neresinde yanıldık biz bu yaşamın,züleyhâ?

güvercinlerin insanların yanından geçtiği, martıların denize sarıldığı ve güneşin yüzünü onu sarıp sarmalayan dünyaya döndüğü hoş bir sabahtı yirmi üç ağustos sabahı.

bindokuzyüzlerin ferâh havası esiyordu bir sevdâyı anımsatırcasına.

1983 yılının, 23 ağustosuydu ve yaradan, tüm eksik şiirleri tamamlamak için sevdâları eksiltiyordu yeryüzünden.

aynanın karşısına geçtiğinde saçlarına değdirdi parmaklarını züleyhâ. yüzünde yer edinen hâyli hâyli tebessüm, göğsünün içinde gezdirdiği tuhaf heyecanı gizliyordu.

eteğini tutup kendi etrafında döndü üç kez. ve göğsü, şiddetini artırarak vurarken kaburgasına, o ellerinin terini eteğine silerek yüzündeki tebessümün yerine heyecanını daha da artıracak kahkahayı bıraktı dudaklarının arasından. elleri dizlerine tutundu ve yüzündeki gülüş, utangaçlığını örttü hemen. içi içine sığmıyordu o akşam, züleyhâ'nın.

daha on yedi yaşında olmasına karşın, üç yıldır pervasızca sevdiği yusuf'la görüşecekti.

yusuf, üç yıl önce züleyhâ'nın yaşadığı mahalleye taşınmış, tez bir vâkitte sevilip sayılmıştı. on dokuz yaşındaydı, lâkin hâyli ciddi yüzü vardı. cüsseli bedeni, yüzünden eksilmeyen ciddi ifadesine karşın, pamuk gibi bir çocuktu. gülümsediği ân, züleyhâ için dünya duruyordu sanki. içi içine sığışmıyor, oturup bir köşeye ağlamak istiyordu. amansız bir sevinç beliriyordu içinde, ardından hemen utanıp koşup gitmek istiyordu.

bir müddet sonra, kendine zor da olsa yusuf'u deli gibi sevdiğini itiraf etmişti. başka türlü açıklayamıyordu göğsünün yerinden çıkıyormuş gibi atmasını ve yusuf'un yüzünü görünce ânsız bir sevinci kovalayıp ağlamak istemesini. yusuf'u sevdiği kadar yusuf'u sevmeyi de seviyordu züleyhâ. bu büyük bir erdemdi, sanki ömrünün sonuna kadar onu sevse; içinden sevinç hiç eksik olmazdı.

bazen yaradan'ın ona bu düşünceleri için kızdığını düşünür, ardından sevmenin günâh sayılmayacağını söyleyip dururdu kendine, ferâhlardı. her akşamüstü tanrı'ya yusuf'un sağlığı için duâ ederdi züleyhâ, bununla da kalmaz “allah'ım,” derdi, “sen yusuf'umun sevdâsını benim göğsümden eksik eyleme.”

sonra huzurla uyurdu, bazen yusuf'un adını sayıklayacağını düşünüp korkardı. annesi duyarsa, çok utanırdı. her ne kadar annesi yusuf'u oğlu gibi görse de, züleyhâ bunu söyleyemez, bundan çekinir, duyulmasından, yusuf'un kulağına gitmesinden çok ama çok korkardı.

züleyhâ her akşam, oğlan kardeşini gezdirmek için parka iner, böylece her akşam gizlice yusuf'u izlerdi.

yusuf arkadaşı âli ile gezer, bazen oturur, bir şeyler atıştırırdı. ara sıra güldüğünde, züleyhâ göğsünün ortasında bir ağrı hisseder, fakat bunu büyük bir sevincin üstelemesi ile dolan gözlerini silip kardeşi ile ilgilenirdi.

yusuf'u böylesine izlemenin ayıp olduğunu biliyordu fakat tutamıyordu kendini; bu bir alışkanlık hâline gelmiş, onu görmediği günler kendini fazlaca kötü hissetmeye başlamıştı.

dün akşam yusuf yalnız başına geldiği parkta, züleyhâ'nın yanına gelmiş, oğlan kardeşi ege'ni kucağına alıp sevmiş ve züleyhâ'nın nefesi bu görüntü karşısında kesilirken hiç beklenmedik bir sohbete girişmiş, ardından yarın onunla yürümek istediğini söylemişti.

züleyhâ bu teklif karşısında utanmış, gözlerini kaçırmış ve mahcup bir ifade ile “elbette.” demişti. ardından kardeşini de alarak hızla oradan uzaklaşmıştı. göğsü ciğerlerinde atıyormuş gibi nefes alamıyordu sanki, rüzgârın hafif hafif estiği sokaklarda.

sabah erkenden uyanmış, elbiselerini denemeye ve yüzünde hoş bir gülümseme ile günü devirmeye koyulmuştu.

mutfağa girdiğinde dayanamayıp, yusuf'a küçük kalıplı bir kek yaptı, güzelce sardı. yüzünde kendinden geçmiş bir gülümseme ile, odasına geçip son kez kendine göz gezdirdi. üstünü başını temizledi ve yüzünü hafif nemlendirdi. tebessümünü eksik etmezdi yüzünden züleyhâ, fakat kendi kendine utanmaktan da kaçamazdı.

dayanamayıp yaptığı keki ailesine ayırdı, bunun mânâsız görüleceğini düşünüp kendi içinde kendine kırıldı züleyhâ. yusuf'un hoş karşılamayacağına karar verdi. tam böyle bir vâkit, durdu düşündü biraz. ne kadar uygundu yaptığı, hiç bilmiyordu.

tek bildiği, yusuf'un kaburgalarının ardına sinip göğsünü ısıtan gülümsemesini bir kez -sadece bir kez- yüzyüze görmek için; bir çok şeyi fedâ edeceğiydi.

yıl 1983'dü, aylardan ağustos, günlerden 23'dü ve züleyhâ o akşam ansızın yusuf'un göğsüne düşüvermişti.

13 yanvar, 2021-22:21

neresinde yanıldık biz bu yaşamın züleyhâ?*Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin