"Efendim hocam?" diye konuştum aramızdaki saçma bakışmayı keserek.

Ellerini göğsünde toparlayıp, "Sana bir soru sordum," dedi. "Cevaplayacak mısın?"

"Soruyu yeniden sorarsanız memnuniyetle..."

"Sorduğum soruyu duymayacak kadar aklın nerede acaba?"

"Sorunuz bu muydu?" diye direkt karşılık verdim. Sınıftaki aç bakışlı erkeklerin gözlerinin üzerimde olduğunu hissedebiliyordum. Hepsi bir 'kız' olarak bu bölümde başarısız olmamı dört gözle bekliyordu. Ama yanılıyorlardı, beklediklerini onlara vermeyecektim. Oturduğum yerde derin bir nefes alıp bıraktım. "Ona göre cevap vereceğim."

Birkaç kişinin güldüğünü, hocanınsa kızdığını gördüm. Hemen ardından hoca akıllı tahtaya çizdiği modellerden birini işaret etti. "TCP protokolünün ne işe yaradığını bize sen söylemek ister misin Saye diye sormuştum. Ve hala cevabını ala..."

Cümlesini -daha çok laf sokuşunu- bölerek konuyu açıkladım. "Transport Katman Protokolü, bilgisayarlar arasındaki ağ bağlantısını kuran taşıma katmanlarından biri. Verileri mantıksal olarak karşı tarafa aktarmaya, aktarırken verinin bozuk olup olmadığını tespit etmeye yarar. Yani günlük hayatta bilgisayar üzerinde girdiğimiz her veri TCP/IP'ler sayesinde karşı tarafa, alıcı bilgisayara ulaşır. Başka bir şey?"

"Yok," deyip kinayeyle ekledi. "Soru bildiğin yerden geldiği için şanslısın. Bir daha seni dersimden kopmuş halde görmek istemiyorum. İyi öğrencilerimden birisin, son senende notlarını düşürmeni istemem."

"Merak etmeyin, notlarım düşmeyecek."

"Öyle olsun." Konuyu orada kapatıp dersine geri dönmesiyle, başka bir deyişle bakışları üzerimden çekmesiyle sakince geri yaslandım.

Tam da o an karşılaşmak isteyeceğim son kişinin bakışlarıyla karşılaştım. Yanımda oturan Bora tüm dikkatini bana vererek, "Soru sormayacağım," dedi. Şükrettim. "Çünkü biliyorum, cevaplamayacaksın. Ne zaman istersen o zaman anlat ama seni bir sonraki derste böyle görmek istemediğimi de bil."

Göz ucuyla ona baktım, mavileri ikna olmak ister gibi bekliyordu. Sonunda pes ederek omuzlarımı düşürdüm. "Pekala, sonraki derste yine o sürekli şikayetçi olduğun derskolik kız olurum."

Hem şikayetçi oluyordu hem de öyle olmadığımda öyle olmamı istiyordu... Galiba bu da şundan kaynaklıydı; tanıştığınız birini başta neye alıştırırsanız, o kişi atlasanız da patlasanız da alıştırdığınız şey üzerinden size davranmaya devam ederdi.

Pürüzsüz yüzünde geniş bir gülümseme belirdi cümlem üzerine. "Ha şöyle Sayecik ya."

Hoca duymasın diye kısık sesle konuşuyorduk, ona eğilip kıstığım gözlerimle söylendim. "Şansını fazla zorlama istersen Bora'cık'."

"Tamam, tamam sustum." Dediğini yapıp susarak önüne döndü.

Çok sürmeden kolundaki saate bakan hoca dersin bittiği müjdesini bize vermişti zaten.

Bora'yla aynı saniyelerde toparlanıp herkes sınıftan çıktıktan sonra biz de çıktık. O küçük bir işi olduğunu söyleyerek yanımdan ayrılırken ben her zamanki gibi kantinin yolunu tuttum. İkinci ders yarım saat sonraydı. Bu sürede bir şeyler atıştırabilirdim. Henüz öğlen olmamasına rağmen acıktığımı hissediyordum. Bir anda çok yemezdim, bunu zamanlara yayardım, çoğu kez atıştırırdım bu yüzden. Annemden kalma bir alışkanlık olduğunu düşünüyordum. Küçüklüğümün her dakikası annemin ağzımıza bir şeyler tıkmasıyla geçmişti. Hiçbir zaman bolluk içinde yaşamamıştık belki ama annem yokluğun içinde bile bizi boğazımıza kadar tok tutmayı başarmıştı. Hem fedakar hem cesur bir kadındı annem. Cesurluğunu almıştım belki ama fedakarlığını aldığımı düşünmüyordum... Biri için kendimden ödün verecek boyutta fedakarlıklar yapmamıştım bu zamana kadar, yapmayacağıma da emindim.

KALBİ KAPALIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin