Bölüm -2-

15 1 0
                                    

11 Kasım 2018

ÇAĞAN

Ağrıdan çatlayan başıma iyi gelir umuduyla ağzıma attığım ağrı kesiciyi zar zor da olsa yuttum. Kafeden çıkmadan önce kasadan almıştım. Tek isteğim bir an önce eve gidip uyumaktı. Hakan abi rica etmese hayatta beni bu saate kadar bu ortamda kimse tutamazdı fakat çalıştığınız yerin sahibi manevi abiniz olunca işler değişiyordu.

Ankara'ya kış artık tamamıyla gelmişti. Koca koca karlar atıştırıyor, fakat yerde durmadan eriyip gidiyordu. Üzerimdeki ince ceketten içeri soğuk hava girse de üniversitenin ilk yıllarında sürü psikolojisine bağlı olarak aldığım METU amblemli sweatshirt sıcak tutmaya yetiyordu.

Sen zaten fazla sıcağı sevmezsin Çağan, diye geçirdim içimden.

Metroya en yakın girişe doğru adımlarımı sürdürürken müzik sesine doğru kafamı çevirdim. Söylediği şarkıya kendini çok fazla kaptıran, tahmini 16 17sinde olduğunu düşündüğüm çocuk bir yandan da gitar çalıyordu. Ama nasıl çalmak. Rastgele bastığı notalar bende buradayım dercesine bağırıyordu.

Sabaha kadar gitar çalıp şarkı söylediğim, sonrasında özel bir kutlama için evimde mışıl mışıl uyumam gereken saatte yine kafede olduğum için üzerimdeki huysuzluğa yeni bir gitar sesi duymak daha da hırçınlık getirmişti.

Bende böyleydim işte. Ne yaparsan yap beni uykumdan mahrum etme. Huysuz, hırçın, çirkin bir şeye dönüşüyorsun derdi ablam hep.

Ablam aklıma gelince istemsiz gülümsedim.

Benim hem annem hem ablam, biriciğim, her şeyimdi. Onu fazla ihmal ettiğimin farkındaydım ama bu sıralar hayatım çok yoğundu.

Metro altında girince yüzüme çarpan sıcak hava daha doğrusu havasızlığa karşı yüzümü buruşturdum. Ankara'da en nefret ettiğin yer neresi diye sorsalar sorgusuz sualsiz metro altı derdim.

Hızlı adımlarla indiğim merdivende metronun geldiği ve hatta gitmek üzere olduğunu anladım. Üçlü mü iniyordum dörtlü mü bilmiyorum ama bir de beklemek asla istemediğim için binmek zorundaydım.

Zor bela geçtiğim kapının hemen yanındaki koltuğun boş olmasıyla kendimi oraya attım. Gerçekten attım. Kafamdan düşmek üzere olan beremi ellerime alırken görüş açıma O girdi.

Kırmızı kabanın yakalarına dökülen simsiyah saçları, minicik burnu ve çenesi, kırmızı ruju, metal çerçeveli gözlükleri, kabanına ayak uydururcasına soğuktan al al olmuş yanakları... Sanırım şuan tutulmuştum.

Öküz gibi baktığımı idrak etmemle kafamı aşağı eğmem bir oldu. 'Ayıp oğlum, kız baktıysa ne düşünür hakkında, sapık mı der hırlı mı der hırsız mı der' diyen iç sesime karşı her ne kadar göz devirmek istesem de burası yeri değildi. Ve aklımda O vardı. Kırmızı.

Tekrar kafamı kaldırdım. Bir kez daha bakmak istiyordum. Ne uykusuzluk, ne baş ağrısı, ne de herhangi bir dünyevi sıkıntı kalmıştı şuan bedenimde, beynimde. Vurulmuş gibiydim. 'Ne güzel şeymiş bu' düşüncesi gözlerimin önünden neon lambayla geçiyor sanki yanıp sönüyordu.

Telaşlı bir hali var gibiydi. Kendiyle aşağı yukarı aynı ağırlıkta olduğunu tahmin ettiğim dikdörtgen bir çantayı bacaklarının arasına sıkıştırmış, ince fakat sık sık nefesler alıyor gibiydi. Sanırım yorulmuştu.

Kaşları çatık bir şekilde çantasını karıştırıyor, bir şey arıyordu. Keşke kafasını kaldırsa da güzel yüzünü tekrar görebilseydim.

Hiç huyum olmayan bir şeyi yapıyordum şuan. Kafamı cama çevirdim. Camdaki yansımasına bakarken krem sürdüğünü fark ettim. Ellerine o kadar odaklanmıştı ki, tebessüm etmeme neden oldu bu hali.

Sanki onu yıllardır tanıyor gibiydim. Hatta unutmuşum da, tesadüfen tekrar karşıma çıkmış gibi hissediyordum. Yabancı gelmemişti, sıradan ise hiç değildi. Her neyse bilmiyorum ama uzun zamandır var olduğunu bilmediğim şeyler içimde dönüyordu sanki.

O, Kırmızı.

Karanlık camdan yansımasını fark etmemiş gibiydi. Kafasını kaldırdı ve bana baktı. Halüsinasyon görüyor ya da beynim bana oyun oynuyor da olabilirdi. Ama gözlerimin şuan her şeyi net gördüğüne dair yemin edebilirdim.

Kırmızı bana bakıyordu. Kafamı onun olduğu tarafa çevirdim. Her ne kadar ona bakmak istesem de içimdeki anlam veremediğim dürtü buna izin vermemişti. Birkaç saniyeliğine gözlerimi üzerinde oyalandırdım. Hala bana bakıyordu. Sanki şuan bu metroda yalnızca ikimiz vardık. Zaman ağır çekimde ilerliyordu.

Kafamı ellerime eğdim. Sıkıntıya girdiğim zaman başparmaklarımla oynardım ve istemsiz şuan da aynı şeyi yapıyordum.

Boncuk boncuk bakan ve beni etkisi altına aldığı aşikâr olan gözlere tekrar bakmak istiyordum. Kulaklığımdan gelen şarkı sanki uğultuya dönüşmüştü.

Ne oluyor ya diye geçirdim içimden. Neydim ben, lise çıkışı otobüste karşılaştığı kıza âşık olup, indikten sonra unutan bir ergene falan mı dönüşmüştüm.

Dakikalar nasıl geçti anlamadım. Kaç durakta durduk, önünden kaç insan geçti bilmiyorum. Camdaki yansımasından ayırmadım gözlerimi. Boşluğa bakıyor gibiydim fakat neredeyse vurgun yedim diyebileceğim kıza bakıyordum. Elindeki deftere göremediğim bir kalemle bir şeyler karaladı. Kaşlarını çattı, kafasını eğdi, sol kolundaki altın sarısı rengindeki saatine 2 kez baktı, karaladı durdu. En son kapattı defterini attı siyah çantasına.

Kalkacakmışçasına hazırlanmaya başladı. İçimi anlamsız bir hüzün kapladı. Uzun zamandır gün yüzüne çıkmayan bir şeyleri hayatımda ilk kez ve tahminimce son kez gördüğümü düşündüğüm, dakikalar içinde Kırmızı adını verdiğim ufak tefek bir kız bana hissettirmiş, şimdi ise gidiyordu.

Abartıyor muydum şuan acaba?

Sıkıntıyla iç çektim. Son 20 dakikadır kendimi tanıyamıyor, üstüne üstlük hiç 'ben' olmayan hareketler yapıyordum.

Çantasını omzuna aktı, beresini düzeltti ve bacaklarına sıkıştırdığı diğer çantasını eline aldı. Üzerinde Düş Kapanı S.A. yazıyor, bir de tam göremediğim bir amblem taşıyordu elindeki resim çantası.

Bana doğru gelmeye başladı, dümdüz önüne bakıyordu. Tam kapının önünde durdu ve kabanının eteklerini çekiştirdi. Şimdi yüzünü daha net görüyordum, adeta ay parçası gibiydi. Kim bilir güldüğünde nasıl olur diye geçirdim içimden istemsizce.

Ve metro durdu. İşte gidiyordu, kolundan tutup çevirsem tokadı yapıştırır mıydı acaba? Zaten ne diye çevirecektim ki, kız benden rahatsız olmuş, sapık olduğumu falan düşünmüş bile olabilirdi.

Ben O'nun yansımasını izliyordum ve sanırım hala camda bir yansıması olduğunun farkında değildi.

Kafasını kaldırdı. Bana baktı. Yansımalarımız da olsa şuan göz gözeydik ve göğüs kafesimden sicim sicim bir şeyler akmaya başladı. Çekmedim bu defa gözlerimi üzerinden, aynı şekilde o da. Bana upuzun gelen bu bakışmanın yalnızca birkaç saniyelik biliyordum.

Kırmızı ise tiz sesiyle beraber kapanan metro kapısının dışındaydı artık.

KIRMIZIWhere stories live. Discover now