BÖLÜM 14,5

4.6K 203 18
                                    

Merhabalar, bir hafta aranın ardından yeniden burada olmak mutluluk verici. Keyifli okumalar dileriz.

Görsel Erhan'a aittir.

Erhan

Kötü haber şuydu ki, Demet'in kedi tüyüne alerjisi varmış. Fakat iyi haberse... Bir dakika iyi haber yoktu ki... Kötü haber ve daha kötü haber vardı. Daha kötü haber ise yeni bir evcil hayvanım olmuştu.

Bizim merhametli ev sahibemiz yani Demet Hanım evinde kaçak yaşayan yaramaz kedinin sokağa salınmasına şiddetle karşı çıkmış ve bana, yalnız hayatıma şirin bir renk katmak isteyip istemediğimi sormuştu. Ardından da cevabımı dahi beklemeden, ki cevap verme fırsatım olsaydı hayır diyecektim, ufaklığı elime tutuşturmuştu. Böylece de evimin davetsiz ve daimi bir misafiri olmuştu.

Tüm bu olayların üzerinden iki koca gün geçmişti ve Pasaklı ile ben bir aile olma yolunda ilerliyorduk. Evet, miniğin adı Pasaklı konulmuştu. En azından ben öyle uygun görmüştüm. Demet'in ise konu ile ilgili hala tereddütleri vardı. İşin aslı her şey birdenbire gelişmiş, veteriner onun için aşı karnesi oluştururken bir isim lazım demişti ve ben de ufaklığın tozlu burnuna bakıp Pasaklı deyivermiştim. Böylece adı belirlenmişti. Geçen zamanla adının hakkını verdiğini de öğrenmiş oldum, zira her yemek yiyişinde vücudunun her kısmını yaş mamaya bulaması büyük bir başarıydı bence. Kızımızın temizlikle hiç arası yoktu anlaşılan. Gerçi onu eve ilk getirdiğimde ona hazırladığım kedi yatağını, dıy (do it yourself) becerilerimi kullanıp kazak ve eski bir yastık içinden yaptığım, paramparça edip etrafın elyafla kaplanmasına sebep olmuştu. Manzarayı görünce neredeyse sinir krizi geçirecektim. Neyse ki Göktuğ'un yardımı ile kısa zamanda ortalığı tekrar eski haline getirmiştik. Laf aramızda Göktuğ da bayılmıştı bu yaramaza. Onunla oynarken öyle keyifliydi ki, ben bile arkadaşımın bu hallerini şaşkınlıkla izliyordum. Neyse sonuç itibariyle hızlı yaşantım yüzünden hep kaçındığım şey birden bire başıma musallat olmuştu işte. Yaramaz bir evcil hayvan... Alınması gereken sorumluluklar ve nispeten daha düzenli bir yaşam. Ne harika bir kombinasyon, değil mi ama!

Şuana dönecek olursak da elimde yaş mama paketi ile cebelleşirken gayet hanım hanımcık bir oturuşla beni bekliyordu Pasaklı. Paketi elime aldığım an yanımda bitivermişti zoraki ev arkadaşım. Yemeğin minik bir kısmını tabağa dökmemle de direk burnunu kaba daldırmıştı. Sanki günlerdir aç tutuyorduk küçük hanımı. Hâlbuki daha üç saat evvel koca bir tabak mamayı mideye indirmişti. Midesi ucu bucağı görünmeyen dipsiz bir kuyuydu sanki. Ne versen yiyordu. Göz açıp kapayıncaya kadar bu mamayı da bitirmişti. Adeta sihirli bir numara izliyor gibiydim. Mama bir var, mama yok. Ta da!

İşin aslı bayağı da şirin bir şeydi. Üstüne üstlük mama yiyip kilo aldıkça daha da güzelleşmişti. Yıkanıp paklanınca bayağı pofunduk bir şey çıkmıştı ortaya. Ama o haylazlıkları... O eksileri tüm şirinliğini tüm güzelliğini alıp götürüyordu. Zira her gece bütün apartmanı inleten bir miyav konseri veriyordu. Gece başlayıp sabaha karşı biten... Onun yüzünden apartmandan atılacağız diye de korkmuyor değildim. Ama her şeye rağmen onu bırakamazdım. Demet' e söz vermiştim. Üstelik bir anne gibi her gün onu arayıp sormayı ihmal etmemişti Demet. Pasaklı hanımı görmek için görüntülü telefon konuşmalarına başlayıp ilişkimize yeni bir boyut kazandırmıştık hatta. Şu saatlerde araması lazımdı. Genelde Pasaklı'yı yemek yerken izlerdi ve onun minik burnunu mama ile kirletmesine bayılırdı. Lakin şimdi ne arayan ne de soran vardı. Pasaklı mamasını silip süpürmüştü ama Demet'ten hala ses seda çıkmamıştı. İki gündür görüşmüyorduk, en azından canlı olarak. Ve... Sanırım... Bunun eksiliğini hissediyordum. Özlemek gibi değil de yokluğunu hissedip bundan keyif almamak gibi diyebilirim. Salak kafam, özlemenin kelime anlamı bu değil miydi zaten!? Neyse ne, kendimle savaş vermeden bile bir şeyleri kabullenemiyordum işte. Demet'in alevi andıran kızıl saçları geldi gözümün önüne. Nasıl da ışıl ışıl parlıyorlardı, sanki efsunluymuş gibi. Ya deniz berraklığındaki mavi gözleri... Bir bakışıyla ne kadar istemesem de kalbimi titretmişti hani. Of! Yine hiç mi hiç istemediğim o yola çekiliyordum. Duygular diyarına... Hislerin tüm bedenin kontrolünü ele geçirdiği herkes için rüya benim içinse kabuslar alemi olan o yere... Milyonuncu kez hatırlattım kendime. Duygusal işlerin adamı değildim ben. Nokta. Bu kadar... Demet'e karşı duyduğum şey sadece cinsel bir dürtüydü ve bu ihtiyacım karşılanmadığı sürece de bu dürtü kafa karışıklığı yaratmaya devam edecekmiş gibi görünüyordu. Belki de bu gün o gündü. Aslında iş sona erince profesyonellikten uzaklaştığımızda bu ihtiyaçla ilgilenmeyi planlıyordum ama kısa bir fragmandan da zarar gelmezdi hani. Ondan küçük bir öpücük çalabilirdim belki de. Çalabilir miydin? Biraz düşündüm, merakımı gidermeliydim. Tek istediğim onun tenine olan gizli merak duygumu gidermekti. Böylece pek çok sorum çözüme kavuşabilirdi. Bunu yapabilirdim. Hem bahanem de hazırdı. Uzaktan kediyi göstermeye getirdim diyebilirdim, pekâlâ. Pasaklı hanımla kısa bir kovalamacanın ardından onu taşıma kutusuna koydum ve araba anahtarı, cüzdan gibi temel gerekliliklerimi alıp evden ayrıldım. Önce arka koltuğa zoraki ev arkadaşımı yerleştirdim ardından da sürücü koltuğuna geçtim. Ne yazık ki İstanbul trafiğini hiç hesaba katmamıştım. Saat 20.00 olmasına rağmen yolda anlamlandıramadığım deli gibi bir trafik vardı.

İş çıkış saati de değildi ki ne trafiğiydi bu şimdi? Kesin yine yolun bir yerinde bir kaza olmuştu. O sebeple de arabalar dur kalk ilerliyordu. Tıkanık alanı aşınca da yol normal seyrine dönüyor olmalıydı. Nitekim haklı çıkmıştım. Yaklaşık bir buçuk saatlik dur kalkın ardından yolun kenarında arabalarını park edip kavga eden sürücüleri gördüm. Maç filan mı vardı, bu öfkenin sebebi neydi acaba? Her neyse zaten birkaç dakika sonra polis gelip kalabalığı dağıtmış, yol da eski akışına dönmüştü. Rötarlı da olsa nihayet Demet Hanım'ın evine ulaştım. İlk işim Pasaklı'nın uzun yolculukta işeme faaliyetlerine girip girmediğini kontrol etmek oldu. Neyse ki küçük yaramaz sessizce uyuyordu. Yani başıma iş açmamıştı, sağ olsun. Onu uyandırmamaya dikkat ederek kutuyu arabadan çıkardım ve aracın kapılarını kilitledim. Demet'in giriş kapısına doğru yol aldım. Kapıyı hayali bir ayna yerine koyup saçımı başımı düzelttikten sonra da zili çaldım. Heyecanla beklemeye başladım. Yine kedime öfke duydum. Bu gereksiz heyecan da neyin nesi diye ama... Üzerimde bir kontrol sağlayamadım. Ben de kendi dışımdaki olaylara odaklanıp bekledim, bekledim ve bekledim. Ancak kapıyı açan olmadı. Bu defa kapı tokmağından yana kullandım şansımı. Sertçe çaldımsa da bir değişiklik olmadı. Neredeydi bu kız!? Nasıl olurdu da kapıyı duymuyordu ki. Yan komşusu bile ne oluyor diye cama fırlamıştı. O denli yüksek çalıyordum kapıyı. Ama o duymuyordu. Bu sefer de cebimden telefonumu çıkarıp onu aradım. Telefonu çalıyordu fakat kapı gibi o da açılmıyordu. Hatta... Dikkatimi verince çok cılız bir ses duydum. Sonrasında yükseliyordu gerçi. Bir dakika telefon içeride çalıyordu sanki. Duyduğum ses ona ait olmalıydı. Kısacası çaldırdığım telefonun sesini işitebiliyordum. Öyleyse evdeydi. E o halde neden kapıyı açmıyordu. Acaba... Acaba başına bir şey mi gelmişti? Kapıyı açamayacak bir halde miydi? Bu düşünce kalbimin sıkışmasına neden oldu. İşe yaramayacağını bilsem de kapı kolunu sıkıca kavrayıp kapıyı itmeye çalıştım. Tabi ki işe yaramadı. Bir çilingir çağırsam iyi olacaktı sanırım. Belki de hayati öneme sahip bir zamanı burada bocalayarak kaybediyordum. Ona yardım edilebilecek dakikaları boşuna harcıyordum. Hemen harekete geçmeliydim.

Kedinin taşıma kutusunu yere bırakıp tekrar telefonuma davrandım. Ancak tam o sırada kapının sağ yanındaki seramik saksı gözüme takıldı. İçindeki çiçekler solmuştu ama saksı inatla kapının yanında yer edinmişti. Bu tezat dikkatimi çekmişti. Sanki... Sanki bir şeyi gizler gibi... Ya da çok fazla yabancı film izliyordum. Neyse ne diye düşünüp şansımı denedim ve hafifçe eğilip elimi saksının içine soktum. Elime gelen anahtarlıkla irkildim. Başarılı bir tahmindi. Yedek anahtarı çiçekliğe saklama... İlkel, güzel ve kullanışlıydı ama yeterince güvenli bir yöntem değildi. Bunu Demet'e söylemeyi aklımın bir köşesine not ettikten sonra anahtarlarla kapının kilitlerini açmaya başladım. Anahtar da çiçeklerden farklı değildi, paslanmış olduğundan olacak kapıyı açmam zor olmuştu. Nihayet eve girebilmiştim. İçeri girdiğim gibi de Demet diye ona seslenmeye başladım. Bir an önce ortaya çıkıp beni rahatlatmasını temenni ediyordum. Evin hiçbir yerinden bir ses gelmiyordu. Bunun ne kadar imkânsız olduğunu bilsem de sanki... Sanki ev boş gibiydi. Belki de baygındı. Bu düşünce beni harekete geçirdi ve üst kata koştum. Bir yandan adını söylüyor diğer yandan da odaları arıyordum. Ama yoktu. Evde olsa elbet bir yerden çıkardı değil mi? E o zaman neredeydi bu kız? Tüm odaları fellik fellik aradımsa da onu bulamadım. Şimdi aynı inatçılıkla alt kattaki odaları arşınlamaya başlamıştım. İlk turu bitirip ikinci tura başlamıştım ki mutfaktan bir ses geldi:

"Kim var orada?"

Şaşkınlığımı gizleme gereği duymadan "Benim Demet. Erhan" dedim usulca. O kadar alçak sesle yanıtlamıştım ki beni duyabileceğini düşünmemiştim. Fakat ilginç bir şekilde duymuştu. Koşarak yanıma geldi. Nefes nefeseydi. O kadar uzun bir mesafeden gelmemişti üstelik. Ama sanki maraton koşmuş gibi sık nefes alıp veriyordu. Ellerini dizlerine dayayıp derin bir nefes aldı. Çatallı bir sesle:

"Beni korkuttun." dedi. Nefesi düzelene dek elleri dizlerinde durmaya devam etti. Gerçekten korkmuş görünüyordu, üstelik. Onu rahatlatma ihtiyacı ile bedenim karıncalandı ama bu kez merakım dizginleri eline aldı. Çünkü kafama oturmayan, mantıksız olan şeyler vardı. Zira Demet koşarak mutfaktan gelmişti. Fakat bu imkânsızdı. Çünkü mutfağa daha yeni bakmıştım. Sadece birkaç saniye önce ve o orada değildi. Buna adım kadar emindim. Ama... Ama mutfaktan çıkmıştı işte. Bu... Bu nasıl mümkün olabilirdi ki?!

TUTSAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin