23- RÜYA

27.5K 2.3K 970
                                    

Finalden önce ki son bölüm;

"Yusuf'um benim montumu da giyin üzerine." dedi Yılmaz sabah ayazında titreyen sevdiğine. Yusuf çenesinin titremesine engel olamıyordu. Ama yine de kafasını olumsuz anlamda salladı.

"Hayır, istemiyorum." dedi üzerine kenarda ki ince kilimlerden çeken çocuk. Titreyen elleri ile kilimi biraz daha çekti karşında ki adamın üzerine. Yılmaz onun bu hareketi ile burnunun direğinin sızladığını hissetti.

Onu akıkoymuştu ve belki de hayatını berbat etmişti. Bir öğretmen olup sıcak yatağında yatacakken kendisi gibi onu dağlara mahkum etmişti. O böyle bir şeyi hak etmiyordu. İçinde ki masumluk yüzüne de yansımıştı.

Titreyen oğlanı biraz daha kendine çekip sarıldı. İçinde büyük bir boşluk vardı ve içi yanıyordu. Soğuk olmasına rağmen tüm vücudu alev alıyordu. Hissediyordu, ona itiraf edemese bile ellerinden kayıp gidecekti yıllar sonra bulduğu bu güzel şey.

"Seni çok seviyorum Yusuf." dediğinde Yusuf kafasını kaldırıp titreyen çenesi ile kendisine baktı. Yusuf onun gözlerinin doluluğunu görünce kendi canının yandığını hissetti. Nefesi kesilirken, uzanıp ela gözlü gencin güzel dudaklarına bir öpücük kondurdu.

Yılmaz anında ona karşılık verirken sanki sadece ikisi vardı bu dünyada. Yusuf'un titremesi hissettiği sıcak dudaklar ile geçerken. Kızarmış ellerini Yılmaz'ın yanağına çıkardı. Sakallarını okşarken, içi huzur ile dolmuştu. Nefes nefese birbirlerinden ayrıldılar. Yılmaz yanağında ki eli tutup avuç içini öptü ve parmaklarını birleştirerek montunun arasına koydu. Biraz ısınması için.

"İyi ki karşıma çıktın..." dedi Yılmaz gözlerinin içine bakarken. "Keşke başka şartlar altında tanışsaydık ve Yusuf'um." Yusuf dolu gözleri ile yüzüne baktı.

"Daha önümüzde çok günler olacak Yılmaz." dedi Yusuf titreyen sesi ile.

"Olacak sevdiğim." dedi Yılmaz gülümseyerek.

Birbirlerine sarılıp dururken, bir süre sonra dışardan bir ses gelince Yılmaz endişe ile yerinden kıpırdandı ve saniyeler içinde bedenini havaya kaldırıp Yusuf'u geride tuttu. Elinde ki silahı kavradı ve ateş etmek için hazırda bekledi.

"Ağam..." dışarıdan endişeli bir ses tanıdık ses gelince, uzanıp Yusuf'un elini tuttu ve tehlike hâlâ geçmediği için ayağa kalktı. Yusuf hızlı atan kalbi ile onunla beraber ayağa kalkarken saniyeler sonra kapı açıldı. Karşısında yanakları kızarmış ve soluk soluğa kalmış köyün gençlerinden Dewa'yı görünce kaşlarını çattı. Çocuk endişeli görünüyordu.

"Ağam, buradan çıkmanız gerek. Tamamen köyü basacaklar." dedi büyük bir acı ve korkuyla.

Yılmaz dişlerini sıktı ve istemeden de olsa tuttuğu eli sıkmaya başladı. Yusuf bir çocuğa bir de Yılmaz'a bakıyordu. Dewa'nın gözü ikilinin eline kayınca, iki gençte umursamadı. Şuan en son sıkıntı buydu.

"Tamam çıkıyoruz, Kalender ağa nerede?" diye sordu Yusuf'un elini bırakıp kanlı montunu çıkarırken.

"Köyün arkasında sizi bekliyor. Bir binek ayarladı. Sizi götürmek için." dediğinde Yılmaz başını salladı.

Montunu sadece bir kazakla duran öğretmenin sırtına koyup ona giydirirken itiraz istemediği belliydi. Montu giydirip fermuarı çektikten sonra üzerinde ki siyah örgü, kol kısmı kurşunun girdiği kısımdan yamuk bir şekilde kesilmiş olan örgü kazağı ile kalmıştı.

Yusuf'un yeşil gözlerine bir kez daha bakıp elini yeniden tuttu ve kendine yasladığı tüfeğini eline aldı. Dewa önden çıkarken, onlar da onu takip etti.

Dizlerine kadar gelen kar ile dün akşam geldikleri yolu yürürken, silahını sıkıyordu Yılmaz. Yanında ki beden korkudan titriyordu. Beraber köyün meydanına el ele gittiklerinde birkaç bakış ellerine kaysa da umursamıyorlardı. Kalender ağa'nın yanına giderken köyün gençlerinin ellerinde tüfek olduğunu gördü. Kalender ağa kendisine bakıyordu ve önünde bir at arabası vardı. Muhtemelen bu köyde en fazla bunu bulabilmişlerdi.

"Ağam, burada durursanız daha kötü olacaktır. Bir an önce izinizi kaybettirmeniz gerekir." dediğinde Yılmaz kafasını salladı ve elini sımsıkı tutan oğlana döndü.

"Hadi Yusuf." dedi yumuşak bir şekilde. Yeşil gözler kendine dönmüşken, köyün gençlerinden bir bağırış koptu.

"Geliyorlar!" Yusuf gözlerini korkuyla açarken, Yılmaz'ın bedeni gerilmişti.

Kalender ağa silahına davranmışken, Yılmaz elinden tuttuğu bedeni kenara çekti ve yıkık harabe olan evin içine yürüttü. Yusuf soluk soluğa kalmıştı.

"Yılmaz..." dedi korku dolu sesiyle. Yılmaz o sırada beyaz katların arasında köye doğru gelen kalabalığa baktı.

"Korkma sevgilim, yanındayım." gözleri hâlâ kalabalıktayken. Sakin durmaya çalışıyordu ama bu biraz imkansızdı.

"Köyün arkasından da geliyorlar. Askerler de var!" diye bağırdı bir genç. Yılmaz dişlerini sıktı, bu komutanın askerleri getireceğini tahmin ediyordu. Askerlere ateş etmeyeceğini biliyordu.

Gençler etrafa dağılmışken, bağırış sesleri yükselmişti. Kalabalık yaklaştıkça yanlarında ki bağlı köpekleri de fark etmişti Yılmaz. Ve en önde tüfeği ile yürüyen Komutan'ı.

Tüm bedeni gerilirken, Yusuf onun suratından gözlerini alıp onun baktığı yere çevirdi ve babasını gördü. Bedeninde bir ağırlık hissettiğinde, ayların getirdiği yük şimdi omuzlarına binmişti. Sanki bir rüyadan uyanmıştı o an.

Birkaç genç onlara doğru yürürken silahları yerdeydi ve sadece konuşuyorlardı. Köye geçit vermeyeceklerini anlatıyorlardı büyük ihtimalle. Ama daha sonra üç el ateş duydu Yılmaz. Komutanın silahından çıkan üç el ateş. İki gencin bedeni yere yığılınca Yusuf korkuyla yerinden kıpırdandı.

"Orospu çocuğu!" diye bağırdı Yılmaz. Eline tüfeğini aldığında Yusuf ona döndü. Soluk soluğa öfke ile kalmıştı. Yılmaz ona döndü ve birkaç saniye bekledi. Ardından bir anlık her şeyden uzaklaşarak dudağına yaklaşıp  saniye kadar bastırarak bir öpücük kondurdu dudağına.

"Burda bekle beni." dedi Yılmaz, öğretmen kafasını olumsuz anlamda sallasa da Yılmaz güzel gözlere birkaç saniye daha bakıp ardından silahını da alıp aradan çıktı.

Yusuf nefes nefese kalmış bir şekilde arkasından bakarken, her şey bitmiş gibi hissediyordu. Bu kadardı. Gözlerinden yaşlar akarken, bağırış ve silah sesleri yükseliyordu.

Birkaç annenin ölen çocuklara feryadını duyunca başından aşağı kaynar sular döküldü. Bunların hepsi onun yüzünden oluyordu. Eğer Yılmaz onu sevmeseydi, acizleşmeyecekti. Belki onu öldürecekti, intikamını alacaktı ama bu kadar kan almayacaktı. Kendi kanı akmasın diye onlarca kişinin kanı akmıştı.

Derin bir nefes alıp korkak gibi burda tıkılı kalıp, Yılmaz'ın ölümünü beklemeyecekti. Soluk soluğa o aradan çıkıp kalabalığa doğru yürüdü. Ortaklık o kadar karışıktı ki elleri titremeye başlamıştı.

"Komutan, kendi ayağınla geldin eceline." dedi Yılmaz hemen önünde dururken. Komutan'da onun önündeydi. Askerler vurulan gençlere bakıyordu, muhtemelen vurun izini hiçbirinde yoktu. Aralarında sadece bir duvar ve biraz mesafe vardı.

"Kurt, bittin artık. Oğlumu bana ver!" dedi Komutan iki silahı da tutmuş bir şekilde, sesinden alay akıyordu. O an babası öğretmene yabancı gelmişti, hem de çok yabancı.

"Seninle işim bitmeden, asla." dediğinde, Komutan askerlerle döndü.  Yusuf bir şeyler olacağını düşünüp korkuyla olduğu yerde kaldı. Hiç kimse onu fark etmiyordu, rüyasında ki gibi.

"Ağam!" bir genç bağırırken, her şey saniyeler içinde gelişmişti.

Bir kurşun sesi, diğer tüm sesleri kesmişti. Yusuf korkuyla kasılan bedeniyle öylece durdu ve kaskatı bedeni ile gözlerini kapattı.

EŞKIYA Where stories live. Discover now