21- AĞAÇ

29.1K 2.5K 463
                                    

Gözlerini açtığında, yan tarafının boş olduğunu görünce gözlerini kapatıp açtı. Sanırım yine geç uyanmıştı ve Yılmaz erkenden Kalender Ağa ile köyü gezmeye gitmişti.

Yataktan bedenini kaldırdı ve yatağı düzeltip sıcaklığın bol olduğu odaya ilerledi. İçeride ki yaşlı kadın fasulye ayıklıyordu. Kızları ise ellerinde ki ipler ile bir şeyler örüyordu.

"Hayırlı sabahlar.." dedi Yusuf, kadınların yüzü kendisine döndü. Yaşlı kadın gülümsedi.

"Hayırlı sabahlar öğretmen oğlum.." dedi elinde ki işe devam ederken. Ardından kızına döndü. "Helin, kahvaltı sofrasını hazırlayın hele." kız tam kalkmıştı ki Yusuf eliyle durdurdu.

"Zahmet etmeyin, ben şimdi ekmek arasında bir şeyler yerim."

Kadının itiraz etmesine fırsat vermeden mutfağa gitti. Bir tezgah vardı, örtü takılmıştı ve tabakları oraya koyuyorlardı. Mutfağın tam ortasında bir eski buzdolabı vardı. Yukarıdan iple asılmış poşette ise ekmek vardı. Beton zemin ayağını üşütse de umursamadan gidip poşeti açtı ve yufka ekmekten bir parça aldı. İştahı fazla yoktu, sadece akşamları Yılmaz'ın ısrarı ile fazlaca yiyordu.

Yılmaz'ın sesi geldiğinde elinde ki ekmeği hızla ağzına atıp odaya doğru geçti. Yılmaz içeri girdiğinde ellerinin soğuktan dolayı kızarmış olduğunu gördü. Gözleri özlem ve sevgi ile birleşmişti. Yusuf onu görünce kalbi atmayı bırakıyordu, bir saniye bile yanından ayrılsa özlüyordu. Sanki doğduğundan beri onunla birlikteymiş gibi.

"İneklerin suyuna kim baktı sabah? Neden doldurmamış?" Kalender sobaya doğru yaklaşıp sordu. Mavi gözlü kız bakışlarını babasına çevirdi.

"Ben baktım baba, yeterli gelmiştir diye düşündüm." dedi korkak bir tavırla. Gözleri arada Yılmaz'a kayıyordu.

Yılmaz yanına geldiğinde, oda sanki önceden soğuktu da o an ısınmaya başlamış gibi geldi. "Biraz dolaşmak ister misin?" Yılmaz'ın sorduğu soru ile hevesle kafasını salladı. Yılmaz gülümsedi. "Hadi çıkalım." dediğinde içeride ki çekirdek aileye bir bakış atıp ardından dışarı doğru adımladı. Arkasından Yılmaz'da gelirken salonun kapısını kapatıp soğuk alana çıktılar. Botunu ve montunu giyerken, Yılmaz'da postalını giyinip, kenardan puşi alıp öğretmenin boynuna sardı.

İkisi beraber dışarı çıktıklarında, karların içinde yürüyüp sisten gözükmeyen köyde, yürümeye başladılar. Köyden biraz uzaklaşınca Yılmaz hemen elinden tuttu. Ona gülümseyerek bir bakış atıp parmaklarını kenetledi.

"Ne kadar burada duracağız?" diye sordu öğretmen önüne bakıp yürürken. Yılmaz baş parmağı ile elini okşadı.

"Bir süre kalacağız, yollar biraz açılınca bir yoluna bakacağım."

Yaprakları olmayan bir ağacın önüne geldiklerinde ikisi de durdu. Bundan sonrası boş bir tarlaydı ve kardan ucu bucağı gözükmüyordu neredeyse. Sırtını ağaca dayandığında, Yılmaz onun önünde durdu.

"Babam bizi bulur mu?" diye sordu Yusuf. Yılmaz'ın babam lafı ile yüz hatları sertleşti.

"Bilmiyorum, zaten o beni bulmasada ben kalbini sökmek için karşısına çıkacağım. Sadece şuan elimi kolumu bağladı." dediğinde Yusuf bakışlarını yere indirdi.

"Peki ondan sonra ne olacak?" diye sordu, babasının kötü olduğunu biliyordu ama yine de onun ölümü ile dağılacağını biliyordu. Tabi ki bunu tüm ailesini kaybetmiş Yılmaz'ın karşısında söyleyemezdi.

"Ondan sonra seni de alıp gideceğim. Kimsenin bizi bulamayacağı bir yere." dedi Yılmaz keskin bir tonda. Yusuf bakışlarını ona çevirdi yeniden.

"Beni bırakmazsın değil mi? Gitmezsin?" Yusuf bunu aslında bir yerden bir yere gitmek anlamında söylememişti. Yılmaz'ın gözleri yumuşadı, öğretmene doğru yaklaştı ve soğuktan buz tutmuş dudakları ile dudaklarını buluşturdu.

Yusuf anında ona karşılık verirken, bu soğukta içinin ısındığını hissetti. Öpüşme derinleşirken, büyük bir duygu yoğunluğu vardı ve bu öğretmenin boğazını tıkıyordu. Yılmaz dudaklarını ayırıp alnını öğretmenin alnına yasladı.

"Seni çok seviyorum." diye fısıldadı. Kirpikleri öğretmenin yüzüne değiyordu. Yusuf yutkundu.

"Bende seni çok seviyorum." dedi öğretmen, yeniden uzanıp dudaklarını bastırdı ela gözlü oğlanın dudaklarına.

Bir süre daha birbirlerinin dudaklarını okşarken, diğer yandan da ne kadar yakın olabiliyorlarsa o kadar yakın oluyorlardı. Yılmaz dudaklarını çekip, yanağından öptü bir kez de.

"Hasta olacaksın, gidelim." diye fısıldadı. Öğretmen kafasını salladı.

Yılmaz kendi dediğine uysal bir şekilde kafasını sallayan gence gülümsedi ve tuttuğu elini kaldırıp öptü.

İkisi yeniden karlar içinde eve doğru yürümeye başladılar. Kenetledikleri ellerini öyle sıkı tutuyorlardı ki, sanki bir saniye bıraksalar sonsuza kadar ayrılacak gibi.

Bu bölümü sana ithaf ediyorum ahdhdh bosaskiii ❤️

EŞKIYA Where stories live. Discover now