Bölüm 10

673 21 0
                                    


   Uçağa adımımı attığım anda içimde korkuya dair hiç bir şey olmuyor.  Kalbimi hızlandıran bir heyecan ve ayaklarımı yerden kesercesine yoğun bir mutluluk kaplıyor içimi, neredeyse bir senedir göremediği Bulut'u göreceğim için. Beni görünce vereceği tepkiyi çok merak ediyorum. Uçak havalanmadan önce doktoruma danışarak aldığım hapları içiyorum ve artık ona kavuşmak için tamamen hazırım. Aldığım haplar zaten dün akşam heyecandan uyuyamayan beni hızlıca derin bir uykuya daldırıyor.Neredeyse uçağın kalktığını bile hissetmeden , yanıma gelen hostes tarafından uyandırılıyorum. Hafif bir baş ağrısı dışında hiç bir problemim olmuyor.

   Taksiye atlayıp Bulut’un kaldığı eve gidiyorum. Sabah onunla mesajlaşırken bu gece evde olacağını, kendisini halsiz hissetiğini öğrenmiştin. Oturduğu sokağa girerken köşede Bulut’un çorbalarını çok sevdiği bir restorana girip onu için biraz çorba alıyorum. Aslında bugün yanında sevgilisi olarak değil, annesi olarak durmak istiyorum onun o hayatı boyunca kaçırdığı şevkati vermek , hep duyduğu özlemi gidermek. Küçük bir çocukken hasta olmaktan hiç korkmazdım. Özellikle annemle babam ayrıldıktan sonra özel olarak hasta olmaya çalıştığım bile olmuştu. Hasta olmam demek babamın, annemin eve gelip benimle ilgilenmesine izin vermesi, annemin bana kendi elleriyle hazırladığı çorbaları içirmesi demekti. Bir çocuk olarak annemin çorbanın içine attığı binbir çeşit sebzeden hoşlanmasam da  bana ilgi göstermesi babam tarafından kısıtlanmış olan annemden gördüğüm bu sınırsız ilgi çocukluğumda bana en çok zevk veren şeydi. O yüzdendir hastalık denilince aklıma gelen ilk şey bir kase özenle hazırlanmış çorbadır. Sevginin nesnelleştirilmiş hali de diyebiliriz hasta yatağınızda en çok sevdikleriniz tarafından zorla içirilen o çorbaya. Havayı akşam serinliği sarmış bile haziran ayına girmiş olmamıza rağmen Londra bizim gibi yazı doya doya yaşıyan insanlar için soğuk bir şehir. Elimde taşıdığım sıcacık çorba soğumasın diye hızlı adımlarla yürüyorum. Üzerime geçirdiğim kot ceket Londra'nın içim titreten havasından korumaya yetmiyor beni. Kapısına geldiğimde kendime bir kaç derin nefes almak için zaman tanıyorum. Süprizleri hep sevmişimdir. Ona yapmak üzere olduğum bu süpriz beni ondan daha fazla heyecanlandıracak. Heyecanın ve gittikçe soğuyan havanın etkisiyle titreyen ellerimle basıyorum zile. Kapının açılması bir kaç saniyeyi alıyor. Merdivenlerden yukarı çıkarken dizlerim titriyor. Dairesinin bulunduğu kata gelince onu kapıda beklerken buluyorum. Suratının aldığı şekil tarif edilemeyecek kadar güzel. O kadar özlemişim ki onu koşarak çıkıyorum kalan son birkaç basamağı da. Kendimi, kollarım boynunda ona sarılmış buluyorum, ayaklarımı yerden kesiyor belime doladığı elleriyle, bu hareketinin karşılığın da yerden kestiği ayaklarımı beline dolayarak veriyorum. Masmavi gözlerine bakarken ona doğru çekiliyorum büyülü bakışlarının etkisiyle. Dudaklarım bu bakışlara daha fazla karşı koyamıyor,dudaklarına doğru uzanıyor. Bir yıldır bu anı beklemiş gibiyiz ikimizde ayrılamıyoruz birbirimizden bir türlü.

    Ne burada ne işim olduğunu sorguluyor ne de nasıl geldiğimi sanki aynı şehirde aynı ülkede yaşıyormuşuz ve burada olmam çok normalmiş gibi. Birbirimize duyduğumuz bu özlemi biraz olsun giderince aklına geliyor ancak burada ne işim olduğunu, buraya nasıl geldiğimi sormak. Yüzündeki şaşkınlığın bir endişeye dönüştüğünü görebiliyorum sorularını arka arkaya sıralarken. Bense sadece ona çorba getirdiğimi söylüyorum. Bu endişeli sorusuna verdiğim ciddi olmayan cevap güldürmüyor onu.

''Senin yalnız başına mezun olmana izin verecek değildim herhalde.''

''Ama uçağa binmemen gerekiyordu.''

''Eğer zorunda kalmazsam binmem gerekiyordu. Böyle bir zamanda yanında olmak zorundaydım.''

  Yanıma yaklaşıyor. Kollarını yeniden bedenime doluyor.

  ''Teşekkür ederim'' diye fısıldıyor kulağıma. ''Benimle evlensene sen.'' diye ekliyor. Alacağı cevaptan emin bir şekilde, çok sıradan bir şey söyler gibi.Ben de şaşırtmıyorum onu o gün Londra'da bir öğrenci evinin kapısında birlikte geçirdiğimiz o muhteşem 3 ayı saymazsak 1 yılda toplasan 48 saatimi bile yanyana geçiremediğim, hep bilgisayar ekranın arkasından sevmek zorunda kaldığım bu adamın bir soru işareti bile içermeyen teklifine  ''Olurr'' diye cevap veriyorum. Süslü sözlere, abartılı organizsyonlara, etrafımda toplanmış bir kalabalığa, parmağımda kocaman bir pırlantaya hiç ihtiyaç duymadan.

''O zaman bunu çorbayla kutlayalım. Kusura bakma evlenme teklifi edeceğini bilseydim şampanya getirirdim.Ama kendimi savunacak olursam tavuksuyu çorba bu atmosfere çok daha uygun oldu.'' diyorum gülerek mutfağa doğru yürürken.

  Elimden çorbayı alıp tezgaha bırakıyor beni yeniden kucağına alıp ''Benim aklımda daha iyi  bir kutlama yöntemi var.'' diyor derinleşen sesiyle.

''Hasta olduğunu sanıyordum.'' diye karşılık veriyorum.

''Ben de senin uçağa binmemen gerektiğini sanıyordum.''

  Kafasını ellerimin içeresine alıp kendime doğru çekiyorum onu. Dudakları dudaklarımdan boynuma doğru kayarken beni yatak odasına götürüp yavaşça yatağa bırakıyor. Bedenini bedenimden uzaklaştırırken bakışlarıyla izinimi istiyor. Tişörtünden tutup kendime çekiyorum onu. Üzerimizdeki kıyafetleri teker teker çıkarken, bedenlerimizde ki ateş yükseliyor. Birbirimize o kadar yakınız ki  ayrı geçirmek zorunda kaldığımız bir yılın hiç bir önemi kalmıyor artık. Bedenimin gittikçe hafiflediğini hissediyorum. Onu kendime bu kadar yakın bulmak bir rüyanın içinde olmak gibi ancak bu güzelliğin bir bedeli var uyandırılmaktan korkuyorum.

  Gözlerimi açtığımda etrafıma bakınıyor, dün akşam yaşananların bir rüya olmadığından emin olmaya çalışıyorum . Kafamı sağ tarafa çevirdiğimde yanımda huzur içinde uyuyan Bulut'u görünce yüzümde bir gülümseme yayılıyor. Bir öpücükle uyandırıyorum onu ilk defa aynı yatakta uyanıyoruz. Gözleri yavaşça açılıyor, gözlerimiz buluşunca onun da yüzünde bir gülüş beliriyor.

Yarın Diye Bir Şey Yok (Tamamlandı) Where stories live. Discover now