Bölüm 14: Asker Üniformalı Prens

5.2K 308 3
                                    

Askeri uçak karargaha indikten sonra Başkan ile görüşmek için karargahtaki telefonlardan birini kullanmaya karar verdik. Yarbay bizi rahatça konuşabileceğimiz bir yere yönlendirirken gözlerimi arkamızdan geldiğini bildiğim time çevirmemek için zor durmuştum. Binaya girmeden önce cesaretimi toplayıp onlara döndüm ve Selim ile Tolga'nın tüm yorgunluklarına rağmen gayretle el sallamalarına karşılık verdim. Savaş ise arkasını dönüp uzaklaşmadan önce bana göz kırpmıştı. 

Yiğit, timinin arkasında kalarak yavaş adımlarla ilerlemiş ve gözlerini dikip öylece bana bakmıştı ama bunun ne anlama geldiğini kestiremiyorum. Timinin peşinden gitmeden önce ise başını hafifçe eğip vedasını etmişti. İsteğimi yerine getirip getirmeyeceği konusunda hiçbir şey söylememişti ve açıkçası tavırlarından bir şeyler kestirmek de zordu. Bu davranışlarını sessiz bir ret olarak görmek daha mantıklıydı.

Başkan'la telefon görüşmesine başladığımızda gerilmiştim çünkü üstüm olan birisinin emrine itiraz etmeyi planlıyordum ve bunu yapmak için yürek yemiş olmam gerekirdi. Ama konuşma tahmin ettiğim gibi ilerlemedi ve telefon görüşmesi kısa bir sürede sonlandı. Başkan, hiçbirimizin konuşmasına fırsat tanımadan birkaç talimat verdi ve görev raporunu Ankara'ya ulaştığımızda yüz yüze vereceğimizi söyledi.

Kapanan telefonun ardından hüsran hissetmiş olsam da yapacak bir şeyim yoktu. Başkan, anlaşıldığı üzere kararını değiştiremeyecek ve bizi görevden hızlıca alacaktı.

Binadan çıkıp yürümeye başladığımızda gözlerimi etrafta dolaştırarak yakınlarda tanıdık bir yüz görebilir miydim, bilmek istedim. Ama anlaşılan görevden döndüğü gibi herkes ya işinin başına ya da dinlenmeye çekilmişti. 

En azından Savaş'ı son kez görebilmeyi istiyordum çünkü görünüşe göre buradaki son saatlerimdi. Geçen seferden farklı olarak bu kez Savaş'tan vedalaşarak ayrılmayı istiyordum. Birkaç adım önümde ilerleyen Çelebi'ye yönelik konuştum. "Gitmeden önce Savaş'ı görebilir miyim?" Çelebi'nin adımları önce yavaşladı sonra geri eski temposuna döndü. "Bunun mümkün olduğunu sanmıyorum."

"Sadece birkaç saniyeliğine. Kimsenin görmediğinden emin olurum." Çelebi durdu ve bana doğru döndü. "Yeşim, lütfen bunu kendin için daha da zor bir hale getirme." Yanıma geldi ve elini omzuma koydu. "Emirleri sen de duydun. Kimse ile irtibata geçmeden hemen Ankara'ya dönmemiz gerekiyor." Omzumu hafifçe sıkıp bıraktı ve yeniden yürümeye başladı. Derin bir nefes alarak kabaran duygularıma hakim olmaya çalıştım ve çaresizce Çelebi'nin peşinden ilerlemeye devam ettim.

Sinan ruh halimin iyi olmadığını fark etmiş olmalı ki zorla attığım adımlara ayak uydurarak yanıma geldi ve kolunu omzuma sardı. Beraber yürürken yatıştırıcı sesi ile konuştu. "Biraz daha sabret. Yakında yeniden hiçbir endişeniz olmadan birlikte olacaksınız." Kafamı sallayarak onu onayladım ama hiçbir şey söylemedim.

Birkaç saat önce eşyalarımızı bıraktığımız yere ulaştığımızda Sinan yanımdan ayrıldı ve çantayı sakladığımız yerden çıkardı. İkisi de eşyalarını alıp ayrı köşelere çekildiğinde, içinde sadece benim eşyalarımın kaldığı çantaya doğru ilerledim ve yerden aldım. Karanlık bir köşeye çekilip üzerimi değiştirirken normalde olduğumdan daha yavaş hareket ediyordum. Garip bir şekilde  duygudan yoksundum. Sanki tüm duygularım bir anda göğsümden çekilip alınmış ve geride kocaman bir boşluk bırakmıştı. 

Yıllarca çabalayıp uğraştığım, uğruna hayatıma ara verdiğim görev, bir aptalın tehdidi yüzünden elimden alınmıştı. Belki de kızgın veya üzgün hissetmeliydim. Ya da belki de hayal kırıklığını ve yaşanan haksızlığın yakıcı hissini göğsümde taşımalıydım ama sadece anlamlandıramadığım boşluk vardı.

SESSİZ SİPERWhere stories live. Discover now