Bölüm 7: Derin Yankılar

6K 396 18
                                    

Oğlan ellerini musluktan akan soğuk suyun altına tuttu. Su avucunun içindeki yırtıklara değdiğinde canı yandı ama ellerini çekmedi. O, acıyı kucaklamayı uzun bir zaman önce öğrenmişti. Avucunun içini su ile doldurdu ve suyu yüzüne çarptı. Yüzünden akan su, yüzündeki yaralardan süzen kan ile kirlenmiş, pembe bir renk edinmişti. Suyun rengi berrak hale gelene kadar yüzüne su çarptıktan sonra başını kaldırıp aynadaki yansımasına baktı. Yarılmış olan kaşı ve dudaklarında dolaştı gözleri. Alışmıştı artık buna; bu yurttaki en az kendi annesi babası kadar acımasız olan çocukların onu hırpalamasına, canını yakmasına alışmıştı. 

Annesi ve babası aklına geldiğinde yumruklarını sıktı. Boşanmaya ve kendilerine yeni birer hayat kurmaya karar verdiklerinde ne yazık ki bu oğlana o yeni hayatlarında yer vermek istememişlerdi. Onu buraya bırakıp gitmişlerdi. Yine de oğlan onları beklemişti. Bir gün hayatlarını düzene koyduklarında onu geri isteyeceklerini düşünmüştü. Ama artık unutulmuş bir bedenden fazlası olduğuna inanmıyordu.

***

Kapıyı ardımdan kapatıp Gürbüz Yüzbaşı'nın peşinden salona geçtim. Sanki çok iyi tanıdığı bir arkadaşının evindeymiş gibi rahat davranıyordu. Bu işin ucunun nereye varacağını merak ettiğimden hiçbir şey söylemedim. İzin almadan eve girmişti, sonra ise beni bekleme zahmetine bile girmeden kendi kafasına göre yolu bulup salona geçmişti. Salonun içerisinde birkaç adım dolaştı ama etrafta görülecek pek bir şey yoktu. Buraya daha yeni taşınmıştık ve bu yüzden ne benden ne de Mehmet Bey'den bir iz taşıyordu. Koltuklardan birine geçip rahat bir şekilde oturdu ve alaylı gözlerini bana dikti. Dudaklarının kenarı hafifçe kıvrılmıştı ancak bu minik gülümseme gözlerine ulaşmıyordu.

Anlamsız bakışmamızın uzamasından rahatsızlık duyarak saçma olduğuna emin olduğum bir soru sordum. "Bir şeyler içer misin?" Birbirimizi tanımıyorduk ve onun beni düşman olarak gördüğüne emindim ama yine de aramızda sözsüz bir anlaşmaya varmıştık ve iki arkadaş birbirine nasıl davranırsa öyle davranıyorduk birbirimize. "Filtre kahve iyi olurdu." Kafamı sallayarak onu onayladım ve mutfağa doğru ilerledim.

Hizmetçileri alışverişe gönderdiğime göre kahveleri benim hazırlamam gerekecekti. İkinci kez girdiğim mutfakta, ilki Savaş'ı çatıda gördüğüm zamandı, gerekli malzemeleri bulmam birkaç dakikamı aldı. Kahvenin hazır olmasını beklerken içeriye kulak kabartmıştım ama içeriden hiç ses gelmiyordu. Ya gerçekten çok sessizdi ya da salonda değildi. Salonda olmaması ve şuan evin içerisinde gizlice gezinmesi, bir asker olduğu göz önünde bulundurulduğunda oldukça yüksek bir ihtimaldi. Ne de olsa bir milyonda bir kez olabilecek bir şans geçmişti eline, düşmanının evine girmişti.

Kahveyi bardaklara doldurup salona yöneldim ve zaten salonda olmamasını beklediğim için şaşkınlık hissetmeden kupaları sehpanın üzerine bıraktım. Adımlarımı üst kata yönlendirirken sessiz olmaya özen gösteriyordum. Tabi ki işine yarayacak bilgiler edinmesini isterdim ama işimi tehlikeye atmasına izin veremezdim. 

Üst kata ulaştığımda Mehmet Bey'in çalışma odasının kapısının aralık durduğunu fark ettim. Adımlarımı oraya yönlendirirken sessiz olma çabama bir son vermiştim. Adım seslerimi duysun, yaklaştığımı bilsin istiyordum. Çalışma odasının kapısına ulaştığımda küfür ettiğini duydum. Elimi kapıya uzattığımda ise o benden önce davranıp kapıyı açmıştı.

Kapıyı açar açmaz benimle yüz yüze geldiği için olduğu yerde durmuştu. Yakalanmanın vermiş olduğu endişeli ifadeyi yüzünde aramıştım ama ona dair herhangi bir iz yoktu. Ona ifadesiz bir yüzle bakmaya özen gösterip kaşlarımı kaldırdım. "Ne arıyorsun burada?" Yüzünde serseri bir gülümseme oluştu ve hızla cevap verdi. "Tuvaleti arıyordum." Dediğine kahkahalarla gülmeye başladığımda öylece durup bana bakmaya devam etti. Yüzündeki o gülümseme ise silinmişti. "Demek tuvaleti arıyordun." Bundan daha iyi bir bahane bulabilirdi. Kafasını aşağı yukarı hafifçe salladı. 

SESSİZ SİPERWhere stories live. Discover now