Yaşamak ne garip bir yolculuk. Doğuyorsun, minicik bir bebeksin, tek derdin doymak ve güvende hissetmek. Büyüdükçe dertlerin ve beklentilerin artıyor ve hayatını tam olarak beklediklerin zorlaştırıyor. Beklemek; uzaklara gönderdiğin birisini bazen, bazen ise yanı başındakinin seni görmesini sesini duymasını istemek. Fark edilmeyi istemek, görülmek için çabalamak. İnsanı daha çok yoran ne var ki bu hayatta. Gülce'yi hep açıklama yapmak zorunda bırakan şey tam olarak buydu. Her şeyi her detayı anlatmasının sebebi "beni anlayın, beni tanıyın" demek istemesiydi. Oysa bunu söylemek istediği kişiler hep aile olarak tanımladığı, onu zaten en iyi tanıması gereken kişilerdi. Ama hiç bir zaman ne sesindeki kırgınlığı, ne yüzündeki hüznü nede kalbindeki sancıyı görmediler. Kader bu ya, evlendi ve tek umudu kendi çekirdek ailesini kurduğunda artık değerli ve önemli hissetmekti ama olmadı. Eşide ailesinden farksızdı. Soğuk, içe kapanık, az konuşan ve pek soru sormayan kendi halinde bir adamcağızdı. İşi ailesinden daha önemliydi. Pekiii, kalbi bir alev topu kadar sıcak olan, ruhu her daim dipdiri kalan, neşeli ve heyecanlı bu güzel kadın ne zaman ve kim tarafından sevilecek, kimin yanında kendisi olup hiç susmadan konuşabilecekti ? Belki hiç ummadığı bir anda kapısına her zamanki gibi gelen kargolarından bir tanesini alırken bir çift yeşil göze takılıp kalacaktı. Kim bilebilir ki 🤗
4 parts