GÜZEL ZAAFSIN! (Tamamlandı)

By soullandbreath

2.3M 134K 17.6K

Wattpad'de 'Güzel Zaafsın!' adıyla yayınlanan ilk kitaptır! Bir asker ve yârinin hikayesi... "Asker sevmek... More

1. Bölüm: Yüzbaşı
3. Bölüm: "Tuhafsın."
4. Bölüm: "Göçmen Kızı"
5. Bölüm: "Nişanlım."
6. Bölüm: Yüzük
7. Bölüm: Eren
8. Bölüm: Yuva
9. Bölüm: Korku
10. Bölüm: Bal
11. Bölüm: Can Kırıklığı
12. Bölüm: Küflenmiş Duvar
13. Bölüm: Niyetin mi var?
14. Bölüm: Alyans
15. Bölüm: Güneşim olmak ister misin?
16. Bölüm: Bordo Bere
17. Bölüm: İhanet
18. Bölüm: "Ay akşamdan ışıktır."
19. Bölüm: Araf Komutan
20. Bölüm: Güneş doğar mı?
21. Bölüm: "Var öyle bir niyetim."
22. Bölüm: Saplantı
23. Bölüm: Kusursuz Mısra
24. Bölüm: Asker Sevmek
25. Bölüm: İlk Operasyon
26. Bölüm: Ahves
27. Bölüm: Zeynep Maral
28. Bölüm: Asker Sözü
29. Bölüm: "Sen benim ailemsin."
30. Bölüm: "Sen benim güneşimsin."
Bölüm Değil Gına Geldi
31. Bölüm: İlk Görüşte...
32. Bölüm: Alya
33. Bölüm: İlk sır, son öpücük.
34. Bölüm: Bayrak gibi kadın.
35. Bölüm: Egemen Soylu
36. Bölüm: Dokunursam kaybolur...
37. Bölüm: Bir Gönülde İki Sevda
38. Bölüm: "Kalbinin güneşi..."
39. Bölüm: Asker Yareni Sözü
40. Bölüm: "İyi ki doğdun Zeynep Maral!"
41. Bölüm: "Dudaklarında soluklanayım..."
42. Bölüm: Ölüm ve Hayal Kırıklığı
43. Bölüm: "Yüküme omuz..."
44. Bölüm: Çarşı izni iptal.
45. Bölüm: Visal
46. Bölüm: Minik Soylu
47. Bölüm: Güzel Zaafsın!
Güzel Zaafsın! -Özel Bölüm-💖

2. Bölüm: Bataklık

92.9K 4.1K 536
By soullandbreath

Hayatınızın dönüm noktası nedir?
Ayrılık, ölüm, aşk, kaza, başarı, fal, bir şarkının sözleri, bir şiirin mısraları, kazanmak, kaybetmek, sevilmek, sevilmemek, aldatılmak veya ihanet. Benimki ikisiydi, ben hem sevilmeyen hemde kandırılan yani her şekilde ilk vazgeçilen, ihanet edilen kadındım.

Sıcak su üstümden akıp giderken ben "Anne!" dedim güçsüz bir fısıltıyla,

"Neden beni sevmedin, neden bu susmaların, neden canım acıyacağı için ortalığı ateşe vermeyip olanlara göz yummaların... Neden?"

İnsan sevdiklerine kırılmaz derler ya hani. Büyük yalandı. İnsan asıl sevdiklerine kırılırdı çünkü.

"Zeynep! Bebeğim iyi misin?"

Daldığım alemden çıkıp kapıyı tıklatan Bahar'a cevap verdim.

"İyiyim, çıkıyorum şimdi. Bana bir tane daha sıcak çikolata yapar mısın?"

"Oldu bil bi'tanem."

Üstüme fazla kalın olmayan bir şeyler giyip yine balkonda olan Bahar'ın yanına gittim. Az önceki konuşma devam etmemiş ben Bahar'a sarılmıştım, sonra banyoya girip iç savaşıma orada devam etmiştim.

Bedenim titriyordu. Tetiklenmiş gibiydim, sarsıla sarsıla ağlamak istiyordum fakat yapamıyordum. Midem bulanıyor, başım ağrıyordu. Kusursuz bir sinir krizi eşiğindeydim, biliyordum.

"Gözlerin kıpkırmızı olmuş Zeynep, şu alnındaki yaraya da bant tak, mikrop kapmasın."

"Tamam Bahar." dedim güçlükle, az önceki sandalyeye oturmuştum. Bahar yemek için getirdiği sandalyeleri kaldırmamıştı.

"Yaraların daha kabuk tutmadı..."

Yutkunup kısa bir an gözlerine baktım, midem kaynamaya başlamıştı. Bir şeyler sezmiş olacak ki ya da bu ağır havayı dağıtmak için olsa gerek önce kıkırdadı, sonra yüzüme baktı.

"Ya ben şey soracağım..." dedi gülerken,

"Bugün tanıştığımız Yüzbaşı, hani sana laf söyleyen. Sen onu anlamadın mı, yoksa duymadın mı?"

"Bilerek cevap vermedim."

"Şoklar içerisindeyim." dedi abartılı bir hareketle geçip karşıma oturmadan hemen önce.

"Neden peki? Ben adamın söylediği laftan çok senin sakinliğine şaşırdım. Benim bildiğim Zeynep asla altta kalmaz, lafını tak yapıştırır."

Kaşlarını kaldırıp merakla yüzüme baktı.

"Empati yaptım." dedim.

"Nasıl yani?"

"Ben olsam buraya ilk defa gelmiş, burası hakkında hiçbir şey bilmeyen, birde eli kolu sargıda zaten feleğin sillesini yemiş birine laf etmezdim." dedim samimi bir sesle.

Söyledikleri aklıma gelince yüzümü buruşturdum.

"Bono bondon oğronmonoz vo gorovonoz hokkondo bolgo sohobo olmomonoz no koto!" dedim son cümlesini birebir taklit ederek.

Şen bir kahkaha patlatıp oturduğu yerden kalktı ve bana sarıldı.

"Kızım sen baya baya alınmışsın ya kıyamam. Benim bebeğim ilk defa laf mı yemişmiş?"

Parmağımla burnumu kapatıp onu kendimden uzaklaştırdım

"Bahar," dedim burnum kapalı olduğu için tuhaf çıkan sesimle.

"Leş gibi çamaşır suyu kokuyorsun defol git banyoya!"

Arkasına bakmadan banyoya kaçtığında bende elimdeki sıcak çikolatan içmeye çalıştım ama aldığım küçük yudumu zorlukla yutmuştum.

"Hey komşu!"

Bakışlarımı yan balkona çevirdiğimde bir elinde sigara diğer elinde kupayla 'yine' gülen bir Alper gördüm.

"Selam komşu!" dedim ona dönerek, gülümsemeye devam edip konuştu.

"Beyaz boya alayım değil mi?"

"Evet evet, beyaz olsun."

"Tamam, başka bir şey lazım mı?"

"Seninle gelmemi ister misin? Ya da arabanın anahtarını vereyim?" dedim sorusunu es geçerek.

"Gelmek istiyorsan gel, arabam var, sağol."

"Bu şehri öğrenmem lazım, geleceğim seninle." dedim yumruğumu havaya kaldırıp.

Çok güldüğünden midir nedir, bu çocukla ciddi kalınmıyordu, en azından şimdilik.

"İddialıyız." başımı salladım öyle dercesine,

"O zaman sekizde, binanın önünde." dedi sigarasını küllükte söndürüp.

"İyi geceler." onu onaylayıp içeri girdim.

Yaz aylarının sonundaydık, ama soğuk bir rüzgar vardı, buna şu an acı bir şekilde şahit olmuştum.

Birkaç yudum alınmış bardağımı mutfağa bırakıp odama geçtim ve kendimi yatağıma bıraktım. Saatlerce böyle uzanamayacağımı bildiğimden doğrulup çarşafı açtım. Çoraplarımı çıkarıp yatağa gireceğim sıra telefonumun sesini duydum. İlerleyip telefonuma baktığımda gördüğüm isim ellerimi titretti.

Annem.

Anılar ve acılar birer birer zihnime dolarken korkuyla telefonun sesini kısıp hızlıca yatağa girdim ve çarşafı göğsüme kadar çektim. Günlerdir olduğu gibi yine tavanla bakışmaya başladığımda az evvel kendini hissettirmeyi bırakmış mide bulantım tekrar baş gösterdi. Kulaklarım çınlamaya başladığında doğrulup ellerimle kulaklarımı kapattım. Hissettiğim acıyla dolan gözlerim nefes almamı zorlaştırdı. Bedenim kaskatı kesilirken kendimi ayağa kalkmaya zorladım. Az önce makyaj masamın üstüne bıraktığım kulaklığımı ve telefonumu alıp koridor boyunca ilerledim. Banyodan su sesleri geliyordu.

İyi hissetmiyordum. Nefes almak zaman geçtikçe benim için daha da zorlaşıyordu. Boğazım karıncalanıp öksürmeye başladığımda kendimi dışarı attım. Ayaklarım çıplaktı, üstümde askılı bir atlet vardı. Ağzımdan aldığım düzensiz soluklarım bedenime yetmediğinden öksürüğüm arttı. Kendimi yangın merdivenine atıp yukarı çıkmaya çalışırken bir elimle düşmemek için merdiven korkuluklarına tutunmuş diğer elimle hem telefon ve kulaklığımı tutmuş hemde boynuma baskı uyguluyordum.

Nefes almamı engelleyen bendim, yaşamamı zorlaştıranın ruhum olduğu gibi.

Elimi boynumdan koparamadım. Binanın çatısına çıktığımda rastgele bir şarkı açıp kulaklığımı taktım. Dizlerim üstüne çöküp şarkının sesini yükselttim.

Zaten çınlayan kulaklarım bu yüksek sese dayanacak gibi değildi. Hissettiğim ağrı arttı. Ama sesi kısamazdım. Çünkü şarkının sesini kıssaydım kalbimin çığlıklarını duyardım.

Bir kez daha ellerimi kulaklarıma bastırdığımda soluklarım hızlandı ve göğsüm gözle görülür şekilde alçalıp yükselmeye başladı. Kulağımda sözlerini unuttuğum bir şarkı çalarken önce etrafımda bir hareketlilik hemen sonra ellerimin üstünde eller hissettim daha sonra ellerim iki yana düştü ve kulaklığım çekildi. Kulağımın ağrısı saniyeler içinde kaybolurken yavaşça başımı kaldırdım.

Yüzbaşı Egemen Soylu tüm heybetiyle karşımda tek dizi üstüne eğilmiş dikkatle yüzüme bakıyordu, endişeyle değil dikkatle.

"İyi misin?" dedi hırkasını çıkarıp omuzlarıma bırakmadan hemen önce, gözlerini gözlerimden ayırmamıştı.

"Başım ağrıyor." dedim kısık bir sesle, anlayışla başını salladı ve hırkasını bana verdikten sonra tekrar tuttuğu ellerimi bıraktı. Elleri benim ellerimin üç katıydı, ellerim avuçlarında adeta kaybolmuştu.

Sağ eliyle sıkıca topladığım saçlarımı tutup sol eliyle tokayı aşağı çekiştirdi. Tokayı saçlarımdan çıkarıp eliyle saçlarımı dağıttı.

Sadece birkaç saattir tanıdığım bu adamın en zor anımda yanımda olması tuhafıma gitti çünkü ben hep yalnız olurdum. Her şeyi tek başıma sırtlanır, tek başıma atlatırdım.

Bu adamın karşısındaki bu halim ve acizliğim tüm gücümü emdi. Ağlıyordum. Fakat ağlayan kalbim olduğundan gözlerimde tek damla yaş yoktu.

Doğrulup ayağa kalktığında boş bakışları üstümdeydi.

Korkunç ve sert Zeynep, korkunç ve sert.

Kalkmam için uzattığı eline baktım hemen sonra avuç içlerimi yere yaslayarak yavaşça doğruldum. Elini tutamazdım, ya tam kalktığım an elimi bıraksaydı da bu sefer onun yüzünden düşseydim? Ona o an için güvenemedim.

Aslında ben okula ilk başladığımda okuma yazma değil insanlara güvenmemeyi öğrenmiştim, öğretmenimin yüzüme gülümseyip arkamdan anneme "Çok yaramaz." demesiyle. Daha sonra annemden duyduğum kötü şeyler de cabasıydı.

Bilirsiniz her acı insana bir ders verir ve her ders insanı biraz değiştirir.

"Beni ayağa kaldıramazsın." dedim, gözlerine baktığımda ne demek istediğimi anladığını bu sefer korkunç ve sert olmayan bakışlarından anladım ve şaşırdım. Normalde insanlar beni anlamazdı.

"Neden?" dedi benim iyice hırkasına sarılmamı izlerken, kokusu etrafımı sardığından ve hırkası beni ısıttığından mayışmıştım.

Kokusunun aromasını anlayamadım. Sigarayla karışmış etkileyici bir kokuydu. Öyle ki bana burnumu yaklaştırıp daha çok solumayı istettirecek kadar etkileyici.

"Çünkü ben bataklıktayım." dediğimde dünyanın en basit şeyini söylemişim gibi bir ifade takındı.

"Herkes bir bataklıkta." dedi,

"Ama bazıları gökyüzüne bakıyor."

Ellerini ceplerine koyup titreyen bedenimi işaret etti,

"Evine git." başımı sallayarak çatının kapısına doğru ilerledim aşağı inmek için, bu saatte neden burada olduğunu sorgulamayacaktım çünkü o beni sorgulamamıştı. Kapıya birkaç adım kala adımlarım durdu ve ona döndüm. Beni izliyordu.

"Ben ne gökyüzüne bakıyorum ne de bataklığa." dedim,

"Benim gözlerim toprağa bakıyor." siyah irislerindeki yıldızlar birer birer sönerken kalbimdeki kelebeklerde bir bir ölüyordu.

***

Sıkıntıyla oynadığım telefonumu kapattım, sonra tekrar açıp saate baktım. Koskoca bir buçuk saat olmuştu ama hala gelmemişlerdi. Gelmemişlerdi diyorum çünkü Bahar sabah kahvaltı yaparken 'Sen hala iyileşmedin' diyerek benim yerime gitmişti. Uzun bir tartışmadan çıkan galip o olmuştu yani.

Masayı toplayıp üstüme mavi bir kot ve beyaz bir tişört ve hırka giymiştim. Hafif dalgalı saçlarımı ensemde toplayıp beyaz sporlarımı giymiştim yine. İşin sıkıcı tarafı yaklaşık bir saattir burada yani Tugayın önünde oturmuş Bahar Hanımla Alper Beyin teşrif etmesini bekliyordum. Oflayarak sıkıntılı bir nefes verdim, elimdeki kitabı bırakıp başımı kaldırdım ve güneşe bakmaya çalıştım. Dün akşamki rüzgarın aksine bugün insanı ısıtan bir güneş vardı. Üstümdeki uzun hırkanında etkiside büyüktü üşümememde.

"Günaydın."

Gözlerimi kırpıştırarak üstüme düşen gölgenin sahibine baktım

Yüzbaşı Egemen Soylu.

Korkunç ve sert bakışlı adam.

"Günaydın." sesim soğuk çıkmıştı. Dün geceden bahsedebilme ihtimali olduğundan gergince yerimde kıpırdandım. Ona ne açıklama yapacağımı bilmiyordum çünkü bende ne olduğunu anlamamıştım.

"Güneşe gözlerini dikme." dedi,

"Gözlerin bozulabilir, sonuçta doktorsun, hayat kurtarıyorsun."

Dün bana görevim hakkında bilgim olmadığı söyleyen bu adam, bugünde görevimi söylüyordu.

İstemsizce öfkeli bir nefes çektim içime.

"Aynı tavsiyeyi bende sana vermek isterdim, sonuçta askersin, vatanı koruyorsun ama sen-" dedim ve önüme döndüm,

"Mesleğini benden öğrenmeyecek kadar iyisin."

"Kadınların bu kadar alıngan olması kötü." dedi, dün kullandığı kelimeleri kullanıyordu.

"Kadınlar alıngan değil, siz konuşmayı bilmiyorsunuz. Biz kızınca da yok alıngan yok tripli." dedim.

Tartışmayı severdim. Mesela kavga edecek kimsem olmadığında kendimle kavga ederdim.

Ellerini teslim olur gibi havaya kaldırdığında göz ucuyla ona baktım,

"Haklısın." dedi.

Haklıydım. Belki de değildim. Bilmiyordum.

Ayağa kalkıp ellerini üniformasının ceplerine koydu. Bende ona göz ucuyla bakmayı kesip ayağa kalktım. Karşı karşıya durduk ve göz göze geldik. Bu adamla bahse girerim hiçbir ortak noktamız yoktu...

"Dün söylediklerim pek hoş olmadı, kusura bakma."

Bunu beklemiyordum. Dün gece hakkında konuşmasını, neden gecenin bir yarısı, binanın çatısında olduğumu sormasını, neden o halde olduğumu sorgulamasını bekliyordum ama bunu değil.

Ben suratına bön bön bakarken bir cevap beklediğini belli eder gibi hafifçe öksürdü. Kendimi toparlayıp gözlerine baktım.

"Anlamadım?"

"Buraya yeni geldin, yol yorgunuydun, birazda solgun görünüyordun. Söylediklerim fazlaydı, kusura bakma."

Dün bunların benzerlerini Bahar'a söylediğim aklıma geldi ama bunları evimizde, balkonda konuşmuştuk bizi duymuş olamazdı.

"Sorun değil." dedim omuz silkip,

"Alışığım."

"Alışık mısın?" dedi ellerini iki yana açıp, kaşlarını çatarak.

"Hıhım..." diye bir mırıltı çıktı dudaklarımdan hemen sonra parmak uçlarımda yükseldim ve omzuyla başı arasına başımı yerleştirip bir sır verir gibi fısıldadım,

"Beni genelde kimse sevmez. O yüzden böyle tavırlara alışığım."

Ben hayatım boyunca sevilmemiş, kırık ve küçük bir kadındım. Sevilmemiş, kırık, küçük ama güçlü olduğuna inandığım bir kadın.

Kokusu burnuma dolduğunda sabahtandır düşündüğüm ama bir türlü itiraf edemediğim şeyi kabullendim kendimce. Yatağıma girdiğimde kendimi onun sayesinde iyi hissettiğimden hırkasını baş ucuma indirmiştim. Bütün gece kokusu yanı başımdaydı.

"Anladım." dedi,

"Sende mi boya yapacaksın?" gözlerimi devirerek banka geri oturdum.

"Tabii ki." gözlerimi kısarak yüzüne baktım.

"Bende devlet için çalışıyorum." o da gözlerini kıstı,

"Devletin bundan haberi var mı?"

Kendimi tutamayıp kıkırdadığımda onunda dudaklarının yukarı kıvrıldığını gördüm.

Korkunç ve sert bakışlı adam tebessüm etmişti.

O yanımdan ayrıldıktan sonra Tugayın bahçesine bakmış ve dikkatle bizi izleyen birkaç sivil ve asker görmüştüm. Bu durum tuhafıma giderken Alper'in arabası önümde durmuştu, sohbet ede ede yanıma geldiklerinde ikisine de öldürücü bakışlar attım.

"Niye geldiniz, bende tam gidiyordum?"

"Burnuma trip kokuları geliyor!" dedi Alper elini burnunun önünde sallayarak.

"Çok konuşmayın çünkü çok işimiz var hadi içeri içeri."

Bahar beni binaya doğru ittiğinde herkesin işine döndüğünü farkettim.

"Bahar sen belgeleri doldur, stokları, sayıları, dozları falan yaz. Bizde Alper'le duvarları halledelim." dedim.

"Emin misin?"

"Evet, senin ağır kokuya dayanamadığını adım gibi biliyorum. Şimdi hasta falan olursun birde seninle mi uğraşacağım? Ben kendimle başa çıkamıyorum daha."

"Tabi tabi kesin öyledir. Beni bu kadar düşünme, şımarasım geliyor." dedi keyifli bir sesle.

Poşetten çıkardığım fırçayı ona atacağım sıra koşarak kapıdan çıktı. Alper'e bakıp "Deli bu kız." dedim.

"İkinizde delisiniz, ee bana da daha azı olan arkadaş yakışmazdı.."

Hepimizde vardı biraz, anlaşıldı. Alper fırçasını boya kovasına daldırıp başladığında birkaç saat içinde dört duvarı da bitirmiştik. Yorgunlukla daha jelatini açılmamış koltuklara adeta çöktüğünde mahcubiyetle yüzüne baktım. Bahar kokuya dayanamadığından ona yaptırmamış, benimde sargılı bileklerim ve yüzümdeki yaralar yüzünden karışmama pek izin vermemişti. Yapabildiğim kadar yardımcı olmaya çalışmıştım yine de.

"Güya beraber yapacaktık tüm işi yüklendin, teşekkür ederim." dedim samimiyetle, sözlerimi umursamadı.

"Babamızda mı boyacıydı be!" dedi övünerek.

"Hakikaten çok güzel oldu!" dedim duvarları beğeniyle süzerek.

"Bir şey sorabilir miyim sana ama konudan bağımsız?"

Böyle hayat dolu, sürekli gülen, her şeye pozitif yaklaşan bu adamın düşüncelerini merak etmiştim.

"Tabi."

"Sana çok yakın biri seni çok kırsa ama basit bir şey değil yani varlığını sorgulatacak kadar, geceleri ağlatacak kadar kırmış olsa-"

"Bunları yapan çok çok yakınım öyle mi?" dedi, bir şeyler yaşamış gibi ellerini çenesinin altında birleştirdi ve bakışlarını parkeye dikti.

"Evet, istesende aranızdaki bağı koparamayacağın, 'gel' dese gitmek zorunda olduğun biri."

"Şunu asla unutma Zeynep," dedi içtenlikle,

"Hiç kimse vazgeçilmez değildir, hiç kimse. Dünyaya bir kere geliyoruz, değil bir dakika, bir salise sonra ne olacağımız belli değil. Demem o ki; şu üç günlük dünyada kimsenin seni ağlamasına izin verme. Ağlatmış olanı da affetme."

Derin bir nefes alıp ayağa kalktım, pencerenin başına geçip dışarıya baktım.

"Ki bence ağlama, sen değil seni kaybedenler ağlasın." dedi.

Gözlerim aşağıda binanın önünde duran Egemen'e değdi ve ben yine bakışlarımı çekemedim ondan.

"Ağlamıyorum zaten." dedim.

"Ağlamadığın üzgün olmadığın anlamına gelmez ama..." dedi bana hitaben.

Oflayarak ayağa kalktı,

"Gülümsemeninde mutlu olduğun anlamına gelmediği gibi."

Birkaç saat sonra tüm ilaçları yerleştirmiş, gelen yeni doktor ve hemşirelerle tanışmış inşaatı neredeyse bitmiş olan hastaneyi gezmiştik. Yarın hastanenin açılışı ve hasta kabulüne başlamak için sonunda hastaneden çıktığımızda Bahar'ı kapının önünde gördüm.

Tedirgin bakışları yüzümde gezinirken ona yaklaştım ve elindeki çiçeklere baktım,

"Zeynep..." diye ismimi fısıldadığında çiçeklerin üstündeki notu gördüm ve ona uzandım. Okuduklarım dilimi damağımı kuruturken tedirgince nota bakmayı sürdürdüm.

Başımdan bela asla eksik olmayacaktı.

'Zeynep sana yaşattığım şey için çok üzgünüm, pişmanım. Birkaç güne seni görmek ve barışmak için yanına geleceğim. Yeni işini tebrik ederim, seni seviyorum.

Eren'

Continue Reading

You'll Also Like

661K 31K 26
Not: Kitapta +18 unsurlar mevcuttur.. ........................................ ~ZS~....................................... Kına yakmak kendini adama...
6.2M 271K 61
Her şey abimin düğününde beğendiğim çocuk yerine abimin arkadaşının numarasını almakla başladı. Liya; ANALAR NELER DOĞURUYOR Liya; KAYNANAM ABARTMIŞ...
249K 11.6K 17
Van'da ailesi ile beraber yaşayan Üsteğmen Kartal Kara... Hacettepe Tıp Fakültesinden mezun olan, Muğlada ailesi ile birlikte yaşayan Yağmur Yaman. İ...
444K 6.7K 19
''Sen benim kocam değilsin.'' diye bağırmıştım. Alphan ise dibime kadar girmiş gözlerimin içine bakarak'' Ben senin kocanım gerçek bu artık kabullen...