BUKALEMUN - YamanDağlı - Yama...

By Invictus1408

4.1M 61.4K 22.4K

Bukalemun Serisi 2.Kitabı... **** Yaman ona sonsuzluğu vaat ediyordu.... Gözlerinde öyle bir anlam vardı ki... More

Bölüm 5
Bölüm 15
Bölüm 25
Bölüm 35
Bölüm 45
Bölüm 55
Duyuru
Duyuru ve Bilgilendirme
Kızıl Öfke / 1
Kızıl Öfke / 2
Kızıl Öfke / 3
Kızıl Öfke / 4
Kızıl Öfke / 5
Kızıl Öfke / 6
Kızıl Öfke / 7
Kızıl Öfke / 8
Kızıl Öfke / 9
Kızıl Öfke / 10
Kızıl Öfke / 11
Kızıl Öfke / 12
Kızıl Öfke / 14
Kızıl Öfke / 15
Kızıl Öfke / 16
Kızıl Öfke / 17
Kızıl Öfke / 18
Kızıl Öfke / 19
Kızıl Öfke / 20
Kızıl Öfke / 21
Kızıl Öfke / 22 FİNAL

Kızıl Öfke / 13

9K 1.6K 637
By Invictus1408

Selam herkese, 

Bölüm ithafı bugün doğum günü olan sistama geliyor :) Sista35, nice senelerin olsun kuzum xoxox

Haftanın doğum günü listesi; 12 Aralık sista35 - 13 Aralık nil__ay - 14 Aralık cilginbeybi760 - 14 Aralık b_beetlejuice - 15 Araık elifemirmete - 17 Aralık Ayseozbayyy *** Hepinize nice seneler arkadaşlar. Sağlıklı, mutlu ve huzurlu yaşlar dilerim. Çokça öpüldünüz, kucak dolusu sevgiler xoxox

İyi okumalar...



Esat çekingen, tedirgin adımlarla salonda ilerleyerek, babasının çokça zaman oturduğu, bahçeye bakan ikili koltuğa doğru ilerledi.

Az evvel eve girdiğinde, girişte annesiyle karşı karşıya gelmişti. Zilal geleceğini biliyormuş gibi şaşkınlık belirtisi göstermeden ona bakıyordu. Esat kapıdakilerin araç içeriye girerken onlara haber verdiğini anlamakta gecikmemişti. Muhtemelen tembihlemişlerdi hepsini. Bir an tutukluk yaşasa da, o daha ileri bir adım atmadan Zilal karşısına gelip oğlunun boynuna sıkıca sarılarak yanaklarından öpmüştü. Gösterdiği şefkat öyle iyi gelmişti ki Esat'a, kaybetmek üzere olduğu salona girme cesaretini yeniden kazanmıştı.

"Aslında kafana birkaç terlik hak ediyorsun ama... Neyse baban bekliyor," demişti sevecen bir gülümsemeyle.

Esat azarlanacağını düşünürken annesinin bu sevecenliğinden dolayı sersemlemişse de çabucak toparlanmıştı. Zilal çocuklarına hiçbir zaman kıyamazdı ki.

"Anne," demişti alçak sesle fısıldar gibi. Mahcup gözlerle bakarak devam etmişti. "Vivien Hanım'a seni mahcup ettiysem özür dilerim," demişti bir solukta.

Zilal umursamazmış gibi gözlerini yumarak başını sallamıştı.

"Biz Viyen Hanım'la aramızda hallederiz, sen babanın yanına var önce."

Esat'ın gözlerinden hızlı bir endişe geçse de derin bir soluk alıp başını sallamıştı. Adımlarını zorlukla salona yöneltmişti. Arkasından bakan Zilal'in hınzır gülümsemesini görme imkanı da olmamıştı.

Esat ikili koltuğun ucuna vardığında, Sadık Ağa'nın elindeki tespihi avucunun içinde ağır ağır döndürdüğünü gördü. Bakışları dışarı dönüktü. Esat huzursuzca bir adım atarak adamın önüne çıktı.

Bedenini öne eğip babasının eline uzandığında Sadık Ağa usulca elini kenara çekerek bu eyleme izin vermedi. Esat yüreğinin sıkıştığını hissetti. Dudaklarını aralayıp konuşmak istedi fakat sesi boğazında takılı kalmış gibi yalnızca bir hırıltı çıktığında, boğazını temizlemeye çalışarak hafifçe öksürdü.

"Baba?" dedi suçlu bir tonla.

Sadık Ağa başıyla yanındaki boşluğu gösterse de dönüp ona bakmadı. Esat cezalı küçük bir çocuk gibi usulca babasının gösterdiği yere oturdu.

Sadık Ağa cevabını bilse de "Nerede kaldın bunca zaman?" diye sordu, alçak düz bir sesle.

"Ekrem Abilerde," dedi Esat, zor duyulur bir sesle.

Döndüğünden beri Alazlar'da kalıyordu fakat yatmadan yatmaya gittiği söylenebilirdi. Sabaha karşı kulüpten çıkıp eve varıyor, birkaç saatlik uykunun ardından kahvaltı bile etmeden evden çıkarak Kürşat ve Halit'le birlikte diğer barları kontrol ederek akşamı ediyordu. Akşam geç vakit kulübe gidiyor, sabaha kadar Serhat'la birlikte hem kulübün işleriyle hem de diğer barların hesaplarıyla uğraşıyor sonra sadece uyumak için yine Alazlar'a gidiyordu. Bir haftadır kendisini daha önce olmadığı kadar çok işe vermişti. Kimseyle konuşmak istememiş kendisini tamamen işe odaklamıştı. Arada sırada azarları yağdıran abilerinden gelen telefonları da işleri bahane ederek savuşturmaya çalışmıştı.

Sadık Ağa usulca başını salladı fakat herhangi bir karşılık vermedi. Esat bir süre ondan gelebilecek sözleri bekleyerek zaman geçirdi fakat adamdan ses çıkmayınca çekinerek söze girdi.

"Bana kızgınsın," dedi suçlu bir tonla. "Seni mahcup ettim, biliyorum. Haklısın."

"Niye yaptın?" diye sordu Sadık Ağa tok bir sesle. Ses tonu suçlamaktan ziyade anlamaya çalışır gibiydi.

Esat bir an dudaklarını aralayıp her zaman yaptığı gibi en sevimli tavrını kuşanmak ve sıralayabileceği ne kadar gereksiz kelime varsa hepsini yan yana dizip laf kalabalığı içinde durumu geçiştirmek istedi. Dudakları aralandığında alışkın olduğu bu taktiği uygulayacağını düşünüyordu fakat kelimeler ağzından çıktığında, hayatında ilk kez olabilecek en ciddi ifadeyle soruya karşılık verdi.

"Sevdiğim kıza yakışıksız laflar etti," dedi, sert bir sesle. İtirafından en ufak bir çekince hissetmemişti. Aksine hafiflemiş gibiydi. "Sana karşı mahcubum ama yaptığımdan pişman değilim. Yine olsa yine yaparım."

Sadık Ağa ağır ağır başını salladı. "Yaparsın, bilirim," diye mırıldandı, kendi kendine konuşur gibi.

Aralarında yine huzursuz edecek kadar uzun bir süre sessizlik belirdi. Esat konuşmaya korkuyor, yanındaki Sadık Ağa gibi gözleri bahçeye çevrili olsa da yan gözle sık sık bir tepki beklercesine babasına bakıyordu. Sevdiğim kız dediği halde bile babasının tepki vermemesi garibine gitmişti.

Nihayet yanındaki adamın dudaklarından kelimeler dökülmeye başladığında Esat onun ses tonundaki ayıplamayı açıkça algılamıştı.

"Gizli ilişki yaşıyormuşsunuz, öyle mi?"

"Tövbe estağfurullah," dedi Esat söylenir gibi. Boynunu sağa sola büktü. "Baba olur mu öyle şey ya?" diye atıldı. Ses tonundaki kızgınlığa hakim olamadan devam etti. "Evimize girip çıkan kızla gizli saklı ilişki yaşayacak kadar şerefsiz miyim ben?"

"Yazılan çizilen ne o zaman?" diye üsteledi Sadık Ağa. Yan gözle oğluna baktı çabucak.

"Ya sen yazılan çizilene niye inanıyorsun?" dedi Esat, itiraz edercesine. "Daha kızı ikna edememişim, ne gizli saklı ilişkisi? Kızın hakkında atıp tutmadıkları şey kalmadı şerefsizlerin."

"He sen kendi kendine gelin güvey oluyorsun yani, kızın haberi yok?"

"Olacaktı... Tam konuşamadım... Yani oldu sayılır... Ama olacak! Yani olur bence."

Sadık Ağa başını yavaşça yanında geveleyen Esat'a çevirdi. Oğlu tedirgin gözlerle ona bakarken hayırdır der gibi başını salladı

"Ne zırvalıyorsun oğlum sen? Oldu, olacak, olur... Olan tek şey var. Karacalar'a mahcup olduk. Sen kızın arkadaşının suratına kafa atmasan, iş dallanıp budaklanmayacak, o kızın adı orada burada yakışık almaz şekilde geçmeyecekti. Bir de gizli ilişki yaşıyormuşsunuz..." Sadık Ağa boynunu sağa sola büktü. "Tövbe tövbe... Kızın adını çıkardılar."

"He valla çıkardılar baba. Ayıptır günahtır yav."

Esat atılarak karşılık verdiğinde Sadık Ağa ters ters ona baktı. Aniden sesini yükselttiğinde Esat oturduğu yerde sıçradı.

"Lan sen aylardır o kızla uğraşıp durmuyor musun?! Hırt!" dedi, kızgın bir sesle. Elindeki tespihin ucunu Esat'a doğru sallayarak devam etti. "Sen de atıp tutmadın mı? Ben kör müyüm oğlum? Kulağım mı sağır? Sen o kız yüzünden aylardır yengenlere atar yapmıyor musun? Senin o abuk sabuk şeyleri yazanlardan ne farkın var?"

"Haşa!" dedi Esat, can havliyle. İri iri açtığı kara gözleriyle iftiraya uğramış gibi, başını hayretle geriye çekerek çabucak devam etti. "Ben o şerefsizin ettiği lafı ağzıma almam!"

"Lan aynı lafı desen ne olur demesen ne olur? Daha doğru düzgün tanımadığın bir kız hakkında kötü düşündün mü düşünmedin mi? Bir de kalkmış bana sevdiğim kıza yakışıksız laf etti, o yüzden kafa attım diyor. Aylardır o kıza dünyayı dar ettiğin için ben de şimdi sana kafa atsam, hak ettin mi etmedin mi ulan?"

Esat donmuş gibi bir an hareketsizce babasına baktı. Yılların tecrübesine sahip kara gözlerin ışığı sönmüş gibi görünse de geride saklanan alevi Esat öyle net görebiliyordu ki, o alevin tenini kavurduğunu hissetti. Utançtan yüzü yanıyordu. Başını önüne eğerken, birbirine yapışmış olan dudaklarını zorlukla ayırdı.

"Hak ettim. Çok daha kötüsünü hak ettim. Dövsen hakkındır."

Sadık Ağa sesli bir soluk alıp, "Eşşoğleşşek" diye ağzının içinde söylenerek başını yeniden öne çevirdi ve gözlerini bahçeye dikti. Elindeki tespihi sertçe avucunun içine alarak yumruğunu sıktı. Kendisine zorla hakim olmaya çalışıyor gibiydi. Derin sesli bir soluk alarak sakinleşmeye çalıştı ve sıkılı yumruğunu gevşeterek avucundaki tespihin sallanmasına izin verdi. Pişman olacağı şeyler söylemekten imtina eder gibiydi. Sakalına rağmen çenesindeki kaslar dişlerini sıktığını belli edercesine gerilerek oynadı. Parmaklarının arasındaki tespihi tekrar yavaş yavaş çevirmeye başladı.

Esat başını kaldırıp ona bakamıyordu. Sadık Ağa alçak sesle konuşmaya başladığında nefes dahi almadan babasının tok sesiyle sarf ettiği kelimeleri dinledi.

"Hiçbir kadın hakkında kötü düşünmeye hakkın yok. Kimseyi yargılayamazsın. Sen kulsun. Yargılamak sana düşmez. Kimsenin içini dışını bilemezsin. Çok bildiğini sanıyorsan, şimdi sevdiğim dediğin kız hakkında konuşan cahil acizlerden bir farkın kalmaz. Ne olursa olsun, kadın el üstünde taşınır."

Başını hafifçe yana çevirip oğluna çabuk bir bakış atarak, "Neden biliyor musun?" diye sordu.

Esat başını kaldırmadan, "Çünkü kadın çok değerlidir," diye cevap verdi, doğru bulduğuna inandığı düşünceyle.

"Yanlış," dedi Sadık Ağa duraksamadan.

Esat soran bakışlarını babasına kaldırdığında bilge gözler ona kilitlenmişti. Nasihat eden bir tonla devam etti Sadık Ağa.

"Değerlidir o ayrı. Ama asıl nedeni şu ki; çünkü kadın erkeklerin asla yapamadığı bir şeyi yapar... Kadın her şeyi çoğaltır. Sen ona bir adım atarsın, o sana on adım atar. Sen ona bir ekmek verirsin, o ekmeği böler kaç can doyurur. Sen onu bir seversin o seni kendi yetmezmiş gibi yanına başka canlar ekleyerek daha çok sever. Kadına ne verirsen, o hep senin verdiğini daha da çoğaltarak sana geriye verir. Sen ona bir verirsin, o sana on verir. Sevgiyi çoğaltan başka bir canlı biliyor musun sen?"

Esat dikkatle babasına bakarken gayr-i ihtiyarı başını usulca iki yana salladı.

"Anana ben üç tohum verdim o bana üç can verdi. Ben onu bir sevdim, o yanına üç can katarak beni daha çok sevdi."

Sadık Ağa elindeki tespihi, yarısı avucunun içinde kalacak şekilde hafifçe yukarı kaldırarak bir ok gibi oğluna doğru salladı. "Bir kadın her daim el üstünde taşınır. Çünkü her şeyi çoğaltan o'dur.. Sevgiyi çoğaltan o'dur. Bir kadın hakkında kimse kötü düşünemez. Düşünen varsa, kendi acizliğinden yapar bunu."

Sadık Ağa soluk almak ister gibi kısa bir es verdiğinde inceleyen gözleri oğlunun üzerinden çekilmemişti.

"Niye geldin buraya?"

Aniden sorduğu soruyla Esat ilk anda boş boş ona baktı. Kafası karışmış gibi düşünceli bir tavırla kaşlarını çattığında, Sadık Ağa üsteleyerek yineledi sorusunu.

"Seviyorum diyorsun madem, niye ona gitmedin de buraya geldin diye soruyorum?"

Esat tıpkı küçük bir çocuk gibi utangaç bir ifadeyle başını öne eğip ağzının içinde mırıldandı.

"Önce senin hayır duanı alayım istedim. Ona gitmeden evvel babasına gitmem gerek öyle değil mi? Babasını ezip geçmek olmaz."

"He, her türlü kızı ikna ederim yani diyorsun?" diyen Sadık Ağa'nın, dakikalardır ilk kez ses tonu alaya bürünmüştü.

Esat bakışlarını hızla yukarı kaldırdığında, doğduğu günden beri Sadık Ağa'nın, karşı koyamadığı o sevimli gülümsemesiyle babasına baktı. Oğlunun kendininkilerin eşi olan kara gözleri ışıl ışıldı.

"Ederim," dedi Esat, kendinden emin bir tonla.

Sadık Ağa gözlerini şüpheyle kısıp acaba? der gibi bakınca kuşkuya düşse de, başını hızla sallayarak daha çok kendini inandırmaya çalışır gibi, "Ederim bence... Kesin ederim..." diye devam etti. "Zaman alır ama ederim... Önce Erdem Abi'den özür dileyeyim, niyetimi ona delikanlı gibi karşısına çıkıp söyleyeyim sonra Kızıl'ı ikna ederim. Hem zaten bende gönlü vardı yani. Ben ederim diye düşünüyorum."

Esat hızlı hızlı konuşurken sesi düşüyordu. Sadık Ağa'nın yüzündeki ifade gittikçe telaşa kapılmasına neden olmuştu. Babası alt dudağını pek sanmam gibi bükmüş, başını hayırlısı olsun, hadi inşallah der gibi umutsuzca iki yana sallıyordu.

"Edemezsem hayatım kararır. Ben bu yola baş koydum. Onsuz yaşayamam. Başımı bırakırım," dedi Esat acınası bir tonla. "Sen hayır duanı ver bana, ben ikna ederim," diye atıldı can havliyle. "Senden aldığım hayır duasıyla başladığım her işi kolayca hallettim." Bir an sustu ve yalvarır gibi Sadık Ağa'ya baktı. "Yerin dibindeyim baba. Kendi kendimi soktum oraya. Ama çıkmam da lazım. El uzatırsın bana yine, değil mi baba?" diye sordu.

Sadık Ağa, Esat'ın endişeyle kıvrandığı bir süre boyunca tepki vermeden baktı. Nihayet elini kaldırıp oğlunun omuzuna koydu.

"Hayırla git, hayırla yap," dedi, yumuşak şefkatli bir tonla. Parmakları kasılarak tuttuğu omuzu sertçe kavradı. Gözleri şimdi uyarı doluydu. "O kızın canını yakarsan, canını çok kötü yakarım Esat," dedi. "Ne yap et, sakın bir kadının ahını alma. Bir daha belini doğrultamazsın oğlum. Bu da benden sana en büyük baba tavsiyesi olsun. İnsanoğlu vicdanını gerçeğe kapayıp görmediği hakkında başkalarının sözleriyle hareket ederse hep karanlıkta kalmaya mahkum olur."

"Eyvallah baba," dedi Esat, rahatlamış gibi derin bir soluk çekerek. Öne atılıp babasının eline uzandığında Sadık Ağa yine izin vermeyerek geri çekti fakat kollarını uzatarak oğluna sarıldı. Sırtını sıvazlar gibi okşadı ve hafifçe avuçlarını vurdu.

"Anana gün doğdu yine. Bayır gülleriyle bir düğün alışverişine daha çıkar hoplaya zıplaya."

Esat'ın attığı kahkaha salonda yankılandı. Geri çekilirken neşeyle gülümsüyordu.

"Yardır gülüm ekibi baba, bayır gülü nedir ya?"

"He yav he, çok biliyorsunuz."

***

"Seke seke gitti ama dur bakalım Erdem Bey oğlumla ne halt edecek?"

Zilal, evden çıkıp giden Esat'ın ardından salona girerek kocasının yanına otururken keyifliydi. Cebinden telefonu çıkararak bir numara tuşladı ve cihazı kulağına dayadı. Yanındaki Sadık Ağa yan gözle ayıplar gibi ona bakıp tasvip etmezcesine başını iki yana salladı.

"İnşallah kız biraz süründürür de aklı başına gelir hırtın," diye söylendi.

"Azize hanımcım," dedi yanındaki Zilal neşeyle. "Bizim sıpa, yedi zılgıtı çıktı şimdi. Senin oğlanın yanına gidiyor."

****

Zilal'in büyük bir hevesle aradığı Azize ile yaptığı iş birliği ve sonrasında kocasını da bilgilendirdiği konuşma iki hafta önce gerçekleşmişti. Zilal aslında olup bitenin uzun zamandır farkındaydı, ve farkına vardığı şeylerle ilgili gelinlerinden bilgi alması zor olmamıştı. Ayşe ve Zeynep'in planlarına, bildiğini belli etmeden destek vermesi de oğlunun aklını başına getirtmek amaçlıydı.

Esat'ın Berin'in yemeğini bastığını öğrendiğinde iki geliniyle birlikte epeyce gülmüş olsa da bunu Esat'a belli etmemiş ve hatta Fırat'tan veto yiyen Esat iki gün sonra eve geldiğinde fırlattığı terliği tam da Esat'ın kafasına oturtmuştu.

"Çok şükür hâlâ hedefi tutturuyorum," demişti kendisiyle gurur duyarak.

Başını ovalayan Esat'ın büyük bir şiddetle "Bu yaşta olacak iş mi anam ya?" diyen itirazlarına aldırmadan, diğer terliğini de duraksamadan oğluna fırlatmıştı. Paslanmış olmasına rağmen o da hedefi bulmuştu elbette. Şimdiye kadar sektirdiği görülmemişti zaten.

"Kemiklerini kırmadığıma dua et! Eşek sıpası!" diye hiddetle çıkmıştı. "Sen kimsin ki kızın yemeğini basıyorsun? Hani elin kızıydı? Sana ne o zaman?"

Esat üzerine yağan terliklerden nasıl kaçacağını şaşırmış, annesine cevap bile veremeden koşarak salondan uzaklaşmıştı.

Zilal, Esat'ın niyetinden emin olduktan sonra uygun zamanı yakalamak için kollamış ve Azize ile baş başa kaldıklarında bu fırsatı kaçırmamıştı. Azize'yi de kendi safhına çekmesi ve ihtiyacı olduğunda ondan destek alması gerektiğini düşünüyordu. Sonuçta gün görmüş kadının da yardımına ihtiyacı olacaktı elbette. Vivien'in kocası ile birlikte iki günlüğüne Paris'e gittiği bir gün Azize'yi çaya davet etmişti.

Salonda baş başa kaldıklarında, bir süre samimi bir sohbetle hoş beş ettikten sonra bir yudum aldığı çayını önlerindeki sehpaya koyarak söze girmişti.

"Sana bir şey diyeceğim Azize Hanım. İnşallah haddimi aştığımı düşünmezsin."

"Estağfurullah, o nasıl söz?" diyen Azize de elindeki bardağı sehpaya bırakmıştı. Zilal'in ifadesinden ciddi bir şey konuşacağını anlamış gibi pür dikkat kadına bakıyordu.

Zilal sevecen bir gülümsemeyle başını sallarken, "Ben Berin kızımı çok seviyorum. Çok güzel, çok akıllı, çok güler yüzlü maşallah," demişti.

"Öyledir torunum. Kalbi de çok güzeldir," diyen Azize, aniden yüzü yumuşayarak gülümsemişti.

"Öyle öyle. Allah hep kalbine gönlüne göre versin inşallah."

"Amin. Allah razı olsun. Cümlemizin evlatlarının."

Zilal sağ ol der gibi başını sallayarak cesaretini kaybetmeden devam etmişti. "Çok şükür benim oğlanlar senin oğlanla çalışıyor, ailelerimiz ortak iş yapıyor. Bu vesileyle kaç aydır sık sık bir araya geliyoruz. Hem seni hem Viyen Hanım'ı çok sevdim ben."

"Biz de seni Zilal Hanım," diyen Azize, dostça Zilal'in eline uzanmıştı. "Özellikle gelinim arkadaşlığından çok memnun. İstanbul'da olmayı artık daha çok seviyor. Sayende her günümüz dostlar eşliğinde çok güzel geçiyor."

Zilal elinin üzerine konan eli diğer eliyle kavrayarak karşılık vermişti. "İnan olsun, ben de çok memnunum. Çok şükür etrafımdaki gençler şen şakrak, hepsi birbirinden değerli benim için. Ama işte insan yine de kendi yaşıtlarını arıyor. İnsanın kafasına denk, kendi arkadaşıyla zaman geçirmesi daha başka oluyor tabii. Sayenizde ben de İstanbul'da yalnızlık hissetmiyorum."

"Doğru doğru. Gençler insana yaşam enerjisi veriyor ama kendi yaşıtlarımızla olan paylaşım tabii daha başka. Biz birbirimizi anlıyoruz."

Zilal elini hafifçe kaldırarak Azize'nin elinin üzerine pat pat vurdu. "Heh, işte ben de birbirimizi daha iyi anladığımız için önce seninle konuşmak istedim... Biliyorsun, sık sık aileler bir araya geldiği için Berin de artık bizim evin bir kızı sayılır. "

Azize bu karşılıkla gülümseyerek başını salladı. "Sağ olasın Zilal Hanımcım. Alaz ve gelinlerin sayesinde Berin çok mutlu ne zamandır. Onların sayesinde çok güzel arkadaşlıklar kurdu. Kızların hakkını ödeyemem valla. Torunumun yüzü gerçekten gülüyor artık."

Zilal, onun yüzündeki mutluluğu açıkça görebiliyordu. Tek torunu öyle değerliydi ki onun için, torunun mutluluğu ona katlanarak geçiyordu. Tıpkı benim gibi diye düşünmüştü. Onun çocukları da mutlu olunca Zilal'in mutluluğu katlanıyordu.

"Berin'in de kızlarımdan hiçbir farkı yok Azize Hanımcım.." demişti güvence verir bir tonla. Yüzünde mahcup denecek bir gülümsemeyle başını hafifçe omzuna yatırmıştı. "Ben lafı evirip çeviremiyorum, o yüzden sana doğrudan diyeceğim... Ben Berin'in bu evden çıkmasını istemem. Yani akıllı, güzel kız, kısmetlerinin kapıya dayanması yakındır. Berin başkasına varırsa benim içim solar, bilirim kendimi. O yüzden başka eve girmesine gönlüm razı olmuyor. Sen de uygun bulursan eğer... Bizim küçük oğlan...Esat... Senin toruna fena tutulmuş. Berin'in de gönlü olursa yapalım gençlerin arasını," deyivermişti bir solukta.

Azize, Zilal'in elleri arasındaki elini yavaşça geri çekerken tereddütlü bir bakış atarak karşılık vermişti ona.

"Ben senin oğlanın Berin'i kabulleneceğini sanmıyorum Zilal Hanım," demişti, hafifçe gücenik bir edayla. Sesinde son derece açık bir savunma tınısıyla sözlerine devam etmişti. "Torunum hakkında orada burada yazan bütün çirkin iftiralara inandığı belli. Ben de sana yalan söyleyecek değilim. İlk başta Berin'in de gönlü kaymış senin oğlana. Ama kalbini öyle kırmış ki, gönlü geçmiş kızın. Benim torunum gururludur. Kendine onca lafı dedirtmez, kimseye hesap da vermez. Ben de istemem hesap vermesini. Benim ona güvenim tam. Genç kız, elbette eğlenecek, elbette arkadaşlarıyla dışarı çıkacak. Her dışarı çıkmasında arkasından demediklerini bırakmıyorlar."

Zilal anlayışlı bir gülümsemeyle ona bakmıştı. "Kedi ulaşamadığı ciğere mundar dermiş, benim oğlanın yaptığı da o," demişti. Sesinden oğluna destek vermediği belliydi. Küçümser bir tonla devam etmişti. "Kendince erkekçilik oynuyor ama kıza çoktan abayı yaktığı belli. Bak kaç haftadır Berin'e kısmet bulacağız diyen yengelerinin burnundan getiriyor. Berin'i kabullenemediğinden değil, kızı elinden kaçıracak olmasından telaşa kapılıyor. Ben oğlumu tanımam mı? Berin çoktan kalbine girdi de, yüzü yok kıza açılmaya. Başta kötü davrandığı için pişmanlıkla kıvranıyor şimdi..." Gözleri hevesle parlayarak teklifini yapmıştı." Gel seninle biz bir olalım, yapalım çocukların arasını."

Azize itiraz eder gibi başını iki yana sallamıştı. "Berin benim değerlim. Kimsenin onun kalbini kırmasına izin vermem. Seninle aramız bozulsun da istemem Zilal Hanım. Sen çok değerli bir kadınsın. Torunuma gözün gibi bakacağından da eminim ama Esat beni düşündürüyor."

Zilal onu ikna etme çabasıyla tüm sevimliliği ve anaç tavrıyla atılmıştı. "Sen he de, biz şu çocukları baş göz edelim. Sana benden söz. Berin kızım, Esat damadım olacak. Torununun kalbini kırarsa karşısına çıkacak ilk kişi ben olurum. Ben de onun kafasını kırarım. Hele Sadık Ağa katiyen öyle bir şeye izin vermez. Esat da babasını çiğneyemez. Torunun hep el üstünde tutulacak, benden sana garanti."

"Bilemiyorum Zilal Hanım. Bu işler biraz beni tedirgin ediyor. İyi olur Allah'tan kötü olur kuldan derler. Belki de bırakalım kendi yollarını kendileri bulsun daha iyisi olur."

"Kendi yollarını kendileri bulsunlar elbet, ama belki biz azıcık yoldan çıktıklarında dürtebiliriz."

"Ne kadar dürteriz?" diye soran Azize, gözlerini kısmış merakla Zilal'e bakmıştı.

Zilal heyecanla elini boşlukta sallayarak, "İşte yoldan çıkmayacakları kadar," demişti bilge bir tonla. "Sen de torununu iyi tanırsın belli ki. Şimdi bana açıkça de, Berin'in gönlü var mı yok mu?"

Azize bir süre ses çıkarmamıştı. Düşünceli bakışları Zilal'in yüzünden de çekilmemişti. İtiraf etmekten çok da hoşnut olmadığı bir tonla nihayet soruya karşılık vermişti.

"Var aslında."

Zilal neredeyse heyecanla yerinde zıplamıştı. "O zaman iş bizim oğlanın kızın gönlünü almasına kaldı. Onu da alır evelallah. Zılgıtı yiyince alır elbet, sen orasını merak etme," demişti kırılmaz bir güvenle.

"Öyle mi diyorsun?" diye sormuştu Azize, emin olmak ister gibi.

Zilal gözlerini yumarak başını sallarken gülümsüyordu. Başını hafifçe ileri uzatıp kimse duyamayacak olsa da adeta sır verir gibi alçak sesle karşılık vermişti.

"Esat tutuştu iyice. Kızlardan yardım istemiş. Berin'in gönlünü almaya yeminli. Hatasının farkında. Kızın etrafında dört dolanıyor. Ama aferin Berin'e yüz vermiyor. İyice burnunu sürtsün sıpanın. Hiç acımıyorum valla. Ben Sadık Ağa'yla da konuşacağım. İlk fırsatta o da kulağını çeker, tam hizaya girer o zaman."

"Sadık Ağa eski toprak, Berin'i gelini olarak ister mi bilemiyorum."

Azize'nin çekinerek sarf ettiği kelimeler ve kuşkulu tavrı Zilal'in olur mu öyle şey der gibi gözlerini ayırmasına neden olmuştu. Hatta kocası iftiraya kurban gitmiş gibi gücenik bir bakış yerleşmişti gözlerine.

"Sen Ağamı daha tanımıyorsun Azize Hanım. Sadık Ağa, bir kadın hakkında ileri geri konuşulmasından hiç hazzetmez. Gözünle görmediğine inanma, gördüysen de başını öte yana çevir der hep."

Azize duyduklarına inanmak ister gibi kuşkuyla ona bakınca Zilal aniden kederli denecek bir ifadeyle başını aşağı eğmişti. Kafasını dertli dertli iki yana sallarken alçak sesle yeniden konuşmaya başlamıştı.

"Dedikoduların bir kadının hayatını nasıl karattığına en yakından şahit olmuş bir adam o. Küçükken çok sevdiği bir Zeycan ablası varmış, amcasının kızı. Çok emeği vardı üzerimde der hep. Köyde Zeycan'ı isteyen bir adam varmış. Kız varmak istememiş adama. Soysuzun uğursuzun biriymiş. Kızın askerden gelmesini beklediği bir sevdiği varmış aslında. Ne yapmışlar etmişler bu uğursuza varmasına ikna edememişler kızı. Ne dayak kâr etmiş ne bi şey. Bu soysuz, kız hakkında ileri geri konuşmaya başlamış. Adı çıksın da kimse almasın, mecbur ona kalsın diye. Dedikodular öyle çabuk yayılıp ayyuka çıkmış ki, önüne geçilemez olmuş. Kızın babasıyla abileri de inanmışlar. Kız ne dediyse kendine inandıramamış. Adı çıktı diye başkaları da rahatsız etmeye başlamışlar, iş iyice çığırından çıkmış. Ağam hiç unutmamış. Dokuz yaşındaymış. Dere kenarında ağamı yıkıyormuş kız. Kızı gözlerinin önünde vurmuş abisi. Bir hiç uğruna. Kucağımda öldü dedi."

Bakışlarını yukarı kaldırıp Azize'nin dikkatle kendisini dinleyen yüzüne bakmıştı. Gözlerinde hırslı bir ifade belirdi. Eden bulur der gibi başını salladı.

"Ağamın kucağında son nefesini verirken, 'Bana bunu edenler gün yüzü görmesin inşallah," demiş." Aniden memnun bir gülümsemeyle yüzü aydınlanmıştı. "Görmemişler. Kızın ahı öyle bir tutmuş ki, o uğursuz da dahil, hakkında kim ileri geri konuştuysa, on yıl içinde hepsinin başına bir iş gelmiş. O uğursuz kaçakçılıktan yakalanıp hapse girmiş. Tüm ailesi dağılmış. Bir daha belini doğrultamamış. Kızı vuran abisi hapiste öldürülmüş. Ağam askerdeyken de amcası ölmüş. Kalan iki oğlu da ona bakmamış, tek başına kaldığı evde ölüsü beş gün sonra bulunmuş. Ağam kız kardeşlerine arka çıkmadılar diye hâlâ görüşmez amcasının oğullarıyla. Benden uzak Allah'a yakın olsunlar der hep. Takdir-i ilahi işte Azize Hanımcım. Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste."

Zilal sözlerinin bitiminde bir süre susarak naif bir gülümsemeyle Azize'ye bakmıştı. Yavaşça elini uzatarak karşısındaki kadının elinin üzerine hafifçe okşar gibi vurdu.

"İçin rahat olsun Azize Hanım. Ağam en çok kadın ah'ı almaktan korkar. Bir kadının azıcık kalbini kırsan, o günah seni bir şekilde bulur sana bunun acısını ödetir der hep. O yüzden sen içini ferah tut. Berin kızım hakkında kimse tek laf edemez, herkesten önce Ağam durur karşısında."

Zilal'in anlattıkları Azize'yi ikna etmişti. Şimdi iki kadın birbirlerine danışarak Esat ve Berin'in bir araya gelmelerine çalışıyorlardı. Azize arada Berin'in ağzını arıyordu. Zilal, Alaz ve gelinleriyle Esat'ı yönlendiriyordu. Londra'da yaşananlar bir felaket gibi görünse de iki kadın için olumlu bir gelişmeye vesile olmuştu aslında.

***

Açılış gecesi yaşananların ardından Erdem'in kızını alıp gelmesi şaşırtıcı değildi çünkü Erdem'in tıpkı Azize gibi kızına güveni tamdı ve onu savunmasız bırakmak istememişti. Yol boyu üzgün olan Berin'in üstüne varmamak için ağzını açıp tek laf etmemişti. Kızının maruz kaldığı hakaretler ve suçlamalar öylesine çirkindi ki, Berin'in durgunluğu ve bir süre hiçbir şey konuşmak istememesi çok anlaşılır bir tutumdu.

İstanbul'a döndükleri günün akşamı ailecek yedikleri akşam yemeği esnasında nihayet konuyu konuşmaları gerektiğine inanarak sakince söze girmişti. Kızını asla suçlamıyordu ve ses tonu bunu açıkça ortaya koyuyordu. Berin'in yaşadığı talihsiz durum için en başta Esat'ı suçlamıştı. Ancak onu şaşırtan hiddetli savunma, içine düştüğü çirkin duruma rağmen kızından gelmişti.

"Esat'ın suçu yok baba. Aksine her ne kadar rezil bir durumun içine düşmüş olsam da attığı kafa içimi rahatlattı. Andre çoktan hak etmişti o kafayı."

"Tam olarak neler olduğunu artık anlatacak mısın kızım? Üzgün olduğun için üzerine gelmek istemedim. Ama sen böyle üzgün olunca ben daha çok üzülüyorum. Yazılan saçmalıkların hiçbiri benim umurumda değil. Hakkında yazdıkları tek bir kelimeye bile hiçbir zaman inanmadım, inanmam da zaten. Kimse benim kızımı benden daha iyi tanıyamaz. Kafalarındaki çirkin düşüncelerle benim kızımı yargılamaya hakları yok fakat gel gör ki engelleyemiyoruz da. Herkes kendisine bakmadan başkaları hakkında ileri geri konuşmaya bayılıyor."

"Maalesef öyle," dedi Berin, tatsız bir tonla. Önündeki yemekle oynuyordu. Vivien elini uzatarak kızının elini okşamıştı.

"Üzülme canım. Hakkında kimin ne dediğinin önemi yok. Biz her zaman senin yanında olacağız."

"Biliyorum," diyen Berin'in kederli ifadesi Azize'nin hırsla söylenmesine neden olmuştu.

"Allah'larından bulsunlar inşallah. Benim çocuğumun gözünden bir damla yaş akıtanın gözü kurumasın inşallah."

"Babaanne!" demişti Berin, gözlerini hayretle iri iri açarak. "Bela okuma! Döner gelir bizi bulur."

Azize az daha kahkahayı basacaktı. Kendisinin Bozdumanlar'dan etkilendiği gibi torunu da ziyadesiyle bu etki altına girmişti.

"Berin," diyen Erdem'in sesi araya girmişti. Sabırsız denecek bir tonla, "Tam olarak neler olduğunu bilmek istiyorum," diye devam etmişti.

Berin sıkıntıyla derin bir soluk alıp elindeki çatalı masaya bırakarak arkasına yaslanmış ve o gece olup biteni tümüyle anlatmıştı. Ailesinden hiçbir şey saklamadığı için, hepsinin Andre'nin daha önceki tatsız eylemlerinden de haberleri vardı. Andre'nin Esat'ı kışkırtmak maksatlı kurduğu cümleyi özellikle kelimesi kelimesine söylemese de geldiği anlamı anlatan uygun kelimelerle yaşanan olayı aktarmıştı.

"Ben bu herifin babasını daha önce uyarmıştım oysa," demişti Erdem öfkeyle.

Vivien şaşırmadığı belli bir tonla ona karşılık vermişti. "Berin ona yüz vermediği için bu hırsı. Nasıl biri olduğunu iyi biliyoruz öyle değil mi? Babasının şımarttığı bir playboy sadece. Muhtemelen onu reddeden ilk kadın Berin olduğu için yediremiyordur kendisine."

"Bir adam, durması gerektiği yeri bilmeli ve bir kadın hayır dediyse bunun gerçekten hayır olduğunu anlayabilmeli!"

Erdem'in sert bir sesle verdiği karşılığa Vivien minik bir tebessümle karşılık vererek başını iki yana sallamıştı.

"Herkesi kendin gibi sanıyorsun hayatım, çoğu erkek hayır'ı kadının nazı sanıyor."

"Ben o erkeklerin sülalesini..." diye öfkeyle başladığı cümleyi Azize atılıp yarıda keserek tamamlamasına izin vermemişti.

"Karının kızının yanında küfretme oğlum! Hiç sana yakışıyor mu?"

"Beni eski İstanbul beyefendileri gibi yetiştirmeye çalıştın anne, fakat anlamalısın ki arada küfretmek insanı rahatlatıyor!"

Erdem kucağındaki peçeteyi sertçe masaya atarak yerinden kalkmıştı. Elinden geldiğince yumuşak bir sesle konuşarak kızına bakmıştı. "Bir süre gözlerden uzak kalacaksın ve yanımdan ayrılmayacaksın. Herkes çenesini kapamayı öğrensin önce." Ardından bedenini geri çevirip sinirle söylenmişti. "Gidip şu François ile konuşacağım! Oğlu şikayet etmeye kalkarsa ona öyle bir dava açacağım ki ömrü mahkemelerde geçecek!"

Söylentilerin kesilmesini bekleyen Erdem bir haftadır kızını dibinden ayırmıyordu. François'le yaptığı sert konuşma sonucu oğlunun herhangi bir şikayetçe bulunmamasını garanti altına almıştı. Andre yediği kafayı hak etmişti ve bunu sineye çekmek zorundaydı.

Azize her ne kadar Zilal'in rahatlaması için Esat hakkında herhangi bir şikayet olmayacağını söylemişse de Zilal, Esat'ın gevşememesi için bu bilgiyi henüz diğer oğullarıyla da paylaşmamıştı. Fırat ya da Oğuz'un kardeşlerine bunu söyleyeceklerinden emindi ve şimdilik yalnızca Sadık Ağa ile kendisine saklamaya karar vermişti.

Fakat sık sık Ekrem'le de görüşen Azize'nin verdiği bilginin Yaman tarafından diğerlerine o gün yetiştirildiğinden henüz habersizdiler. Gerçi Esat'ı bu bilgi gevşetmemişti. Andre'nin şikayetçi olabileceği aklına gelen en son şey bile değildi. Onun tek derdi Berin'le görüşebilmekti ve şimdiye kadar geride durmasının tek nedeni yine Berin'di. Halihazırda üzgün olan kızı sıkıştırmak istemediği gibi, kendisinin neden olduğu bir olay nedeniyle Erdem'in kızı iyice sık boğaz etmesine de yol açmak istememişti.

Ortalık biraz durulsun diye geride durmaya, sabretmeye çalışmıştı fakat artık zamanı gelmişti. Erdem'le konuşacak ve tüm sorumluluğu üzerine alacaktı. Hatta cesaret edebilirse biraz daha ileriye giderek Erdem'in rızasını da almaya çalışacaktı.

Annesinin Azize ile telefonda konuştuğu esnada yola koyulmuş olan Esat, Chiron'u teslim etme bahanesiyle Erdem'in bulunduğu, İstanbul'daki Colbert Enerji binasına doğru aracı sürüyordu.

"Sen yine de çok şey yapma Esat," dedi kendi kendine salık verir gibi. "Yani özür dile tabii, dileyeceksin zaten. Adamın kızına senin yüzünden ne laflar edildi. Ayıptır yahu."

Gözlerini yoldan ayırmadan cıklyarak başını iki yana salladı. "Onun bunun arkasından öyle desteksiz atıyorsunuz ya, hepiniz cehennemde cayır cayır yanacaksınız."

Kendisinin de daha birkaç ay evvel aynı şeyi yaptığını hatırlayınca sırtından aşağıya soğuk bir ter boşandı. İşaret parmağının tersini telaşla direksiyona vurdu. "Sen affet Rabbim. Tövbe, vallahi tövbe."

Kaşlarını çatarak kafasını toplamaya çalıştı. "Önce özür dile. Erdem abinin güvenini kazan." Aniden aracın içinde sesini yükselti. "Delikanlı ol oğlum!" dedi kendini gazlamaya çalışır gibi. "Açık açık söyle gönlündekini. Babasının rızasını al önce, sonra zaten sıçtıklarını el mecbur temizleyeceksin."

Ancak bir akıl hastasında görülebilecek ani ruh değişimiyle birden yüzünde yumuşak bir gülümseme belirdi. "Ulan ne güzel piknik yapmıştık, market de çok güzel geçmişti. Ne güzel her şey yoluna giriyordu. Tablo gibi be mübarek."

Ruh hali tekrar değişerek bu kez kendisine çıkışmaya başladı. "Oğlum, kız en sonunda sana şans verecekti. Daha efendice kotarsaydın ya durumu. Ah Esat ah! O kafayı atmayacaktın! Ne zaman sıkışsan direkt dalıyorsun. Oğlum ben sana atma demiyorum! Yap, hobi olarak yine yap! Ama azıcık yanındaki kızı da düşün, değil mi?"

Hedefi olan binanın önüne geldiğinde tüm dikkatini toplayarak aracı yavaşlattı ve güvenlik kapısından girerek, otoparka doğru yöneldi.

"Hadi oğlum, yapabilirsin. Bu kez düzgün düzgün... Efendi gibi ilerleyeceksin. Adam sana güvensin ki kızını emanet etsin. Bak biz arızaya güvendik ki kuzuyu emanet ettik, değil mi? Güvenmesek önünde dururduk. Güven ver Esat. Sağlam güven ver. Hadi koçum."

Esat kendisini gazlamaya devam ettiği esnada Chiron'un frenine basarak aracı durdurdu. Birkaç saniye sessizce yerinde oturmaya devam etti. Nihayet derin bir soluk alarak aracın kapısını açtı ve dışarı çıktı.

Daha önce birkaç defa daha geldiği, aşinası olduğu binanın girişine doğru ilerlerken hedefi en tepedeki yönetim katıydı. Hedefi her ne kadar Erdem'in odası olsa da aynı katta Berin'in de odasının bulunduğunu bilen genç adamın içine tarifsiz bir heyecan basmıştı.

Bir haftadan beri görmediği kızı, kısa da olsa görebileceğini umuyordu. Şanslıysa görürdü. 

Continue Reading

You'll Also Like

Kafes By Laviniapiaf

General Fiction

482K 47.9K 90
İlk kez koca koca adamların kelamlarını takip etmek için siyah masanın etrafındaki koltuklardan birine oturduğumda on dokuz yaşındaydım. O kadarcık k...
208K 13.7K 24
Bütün cümlelerimi, kelimelerimi feda ettim. Şakaklarımdan, köprücük kemiklerime doğru süzülen terleri hissediyordum. Avuç içlerimdeki kanların yere d...
33.3K 2.5K 4
"Sana geldim Güneş. Meçhule gelir gibi geldim sana. Bana yardım et çünkü ben, senin sessizliğinde sağır oldum." Gökyüzünden firar eden feryat, Alihan...
50.9K 2.8K 38
Yali Çapkını sezon finalinde ya Seyran vurulsaydi ne olurdu? Hadi gelin beraber bakalım..❤