Papatyalar Karanlıkta Büyür

Da kariabenam

768K 46.9K 81.9K

Soğukkanlı bir seri katille yolu kesişen bir kız... Üstelik kaderleri ortaktır ve sır perdesi aralanana kada... Altro

I
III
IV
V
VI
VII
VIII
IX
X
XI
XII
XIII
XIV
XV
XVI
XVII
XVIII
XIX
XX
XXI
XXII
XXIII
XXIV
XXV
XXVI
XXVII
XXVIII
XXIX
XXX
XXXI
XXXII
XXXIII
XXXIV
XXXV
XXXVI

II

41.3K 2.1K 1.1K
Da kariabenam

Çok önemli uyarı: İleriki bölümlerde katilin kim olduğunu/olduklarını öğrendiğinizde lütfen önceki bölümlere gelip spoiler vermeyin. İnsanların o katili/katilleri spoiler yiyerek öğrenmek istemediklerini bilin.

Spoiler isteyen olursa da en sonki bölüme giderek spoiler istesin, rica ediyorum.

Oy verip bol bol yorum yapmayı unutmayın.

Beğendiyseniz arkadaşlarınızla paylaşmayı da unutmayın lütfen. 🖤

Sevgim üzerinize olsun.

II

"Üç!"

Saklandıkları yere yağmur damlaları sızıyordu. Oğlan geriye doğru giderken eliyle kızı duvara yapıştırdı. Korkunun gözlerinden çıkan alevler cehennem yaratıyordu. Oğlan, "Şşt," diye fısıldayarak ağlamak üzere olan kızı ikaz etti. Belli edemese de onun da içini dehşetli bir duygu kapladı ve bir anlığına tüm algılarını esir aldı.

"İki!"

Lanet olsun, çok yakındaydı, ayak seslerini işitebiliyorlardı. İkisi birden tepeden tırnağa titredi. Aldıkları nefes bir kıymık gibi boğazlarına takıldı. En başa dönebilirdi oğlan, işlerin bu raddeye gelmesini engelleyebilirdi. Kahretsin, tüm bu boktan durum şu an yaşanmıyor olabilirdi. Fakat olan olmuş, şeytanın dehlizine girmişlerdi. İstediğini almadan gitmeyecekti. Bulutların rahminden çıkan gök gürültüsü yeryüzünde yankılandı.

Kız şokun etkisindeydi. Bu denli kötü birinin varlığına aklı almıyordu. Tehlike diplerindeyken bu kadar uzun bir cümle kurmaması gerekiyordu. Sert bir kayayı bile kıpırdatacak güçteki rüzgar, kızın güneş sarısı saçlarını savurdu. Duvara sıkı sıkı yapıştılar.

"Bir!"

İkisi de oldukları yerde kalakaldı. Kalplerinin gümbürtüsü yağmurun sesiyle yarışırdı. "Scar sizi buldu." Bu ses çok yakından hemen arkalarından geliyordu. Öyle ki kız sırtında onun sıcaklığını hissediyordu.

"Koş, kaç, kurtul. Scar sizi bulur.
Bir, iki, üç. Scar'ın elinden kurtulmak güç."

❄️

Gece saat 02:47

Dışarıda kopan fırtına korkunç bir filmin, gerilim dolu bir sahnesindeymişim gibi bir his yaratıyordu. Rüzgarın öfkeli nefesi camları zorlarken sıcak yatağımın içine tünemiş bedenimi soğuk bir ürperti kapladı. Yorganı boğazıma kadar çektim ve ayaklarımı birbirine sürttüm.

Pencerelere, kaldırımlara ve asfalt yola dökülen yağmurun sesini, fırtınanın bitmeyen uğultusuna rağmen duyabiliyordum. Karanlık odamın içinde gizlenen, sahibi meçhul bir el ruhumun boğazından tutmuş gibi bir an nefessiz kaldım. Kasvetle dolmuş odanın havasına nefesimi bırakırken kalkıp ışığı yakmak istedim ancak o an için ayağa kalkmak dünyanın en zor işi gibi göründü.

Bir saat boyunca karanlığa alışan gözlerimi avizeye diktim. Yedi kat göğü parçalamak ister gibi çakan şimşek odayı birkaç saliseliğine aydınlığa boyadı. Ağrımaya başlayan vücuduma rağmen pozisyonumu değiştirmedim. Karanlıktan ve hiddetle yağan yağmurun beraberinde getirdiklerinden korkmayı bırakalı çok oldu.

Öcü diye bir şey yok, yatağın altında beni tutmak için fırsat kollayan bir el yok. Rüzgarın ıslığı şeytana ait değil. Şimşek çaktığında Allah bana kızmıyor.

Çocukluğun masumluğunu, tatlı korkularını insanlar kirletti.

Dünyanın saçma düzeni, yaşamın fazlasıyla acımasız olduğunu zamanla öğretiyordu. İnsan bunu kavradıkça merhametini içinden koparıp hiç açmadığı bir sandığın içine tıkıyordu. Herkes hak ettiğini alır. Dikenini batıran hiçbir gülü beslemem. Kısasa kısas. Karşılıklı ilişkiden yara almadan ancak bu kuralla çıkılır.

Aşağı kattaki babamın odasının kapısı sertçe kapanınca, kütlesi ağırlaşmış başımı kapıya doğru çevirdim. Yastığımın yanında duran telefonu alıp saate yeniden bakmak istedim ama ekranı açtığımda fırlayan beyaz ışık gözlerimin içine ok gibi saplandı. Gözlerimi kısarken saate çabucak baktım.

03:57

Babamın hasta olabileceği veya o kadınla tartışmış olabileceği fikri zihnime sızınca yataktan zorlukla kalktım. Çıplak ayaklarımı bastığım soğuk parkenin yarattığı ürperti kollarıma kadar çıktı. Kapıyı açıp kendimi uzun koridora, oradan da aşağı kata inen merdivenlere attım. "Baba?" diye seslendim karanlığa doğru. Bir umut, giden kişinin babam olmamasını diledim ancak görüş alanımdaki yatak odasının kapısında kadın dikiliyordu. Arabanın motor sesini işitince diğer tarafa döndüm ve dış kapının ardında kadar açık olduğunu gördüm. Yüzüme çarpan soğukluğun kaynağının bu olmasının yanı sıra, babamın evden ayrıldığını da gösteriyordu.

"Ne oldu?" dedim kaşlarımı çatıp hızlı adımlarla merdivenleri inerken.

"Bilmiyorum," dedi kadın, çok şaşkındı ve yüzündeki ifade belki de ilk kez sahte değildi. "Birisi aradı, kalkıp telefonu açtı ama hiç konuşmadan karşı tarafı dinledi. Sonra yataktan hızla kalkıp çıktı. Ne olduğunu anlamadım."

Kadına şöyle bir bakıp koşar adım, açık kapıdan dışarıya baktım. Koyu lacivert Toyoto'm orada duruyordu. İçeriye girip kapıyı kapattım, şortun açık bıraktığı bacaklarım üşüdü. "Telefonun nerede? Burada niye dikilip duruyorsun? Arasana babamı."

Kadın derin bir rüyadan uyanır gibi silkinip arkasında kalan odaya girdi, az sonra babamın telefonuna ait zil sesi karanlığı yararak kulaklarımıza değdi. Nedense bu içimi ürpertti. Telefonu yanına almadan çıkacak kadar acil ne olmuş olabilirdi ki? Babam en kötü durumlarda dahi gittiği yeri haber veren bir adamdı.

Kadının yanına gidip rastgele atılmış yorganın üzerindeki babamın telefonunu alıp arama kayıtlarına girdim. İstanbul kodlu bir numaraydı, ya iş yeri telefonuydu ya da ev. İyi de bu saate kim, neden arardı? Numarayı defalarca kez aradım fakat açan olmadı. Çıkmamak için direnen nefesimi güç bela verip saçlarımı geriye attım, elimi belime koyarak camdan dışarıya baktım.

Kadının yatağa oturduğunu, ellerini avuçlarına gömdüğünü gördüm. Akabinde ağlama sesini işittim. Öfkeyle ona doğru hızla dönerken. "Kes şunu," diye bağırdım. "Zırlaman duruma yardımcı olmuyor. Aksine insanı tıkıyorsun."

Başını kaldırıp dişlerini sıkarak bana baktı. "Benim kocam gecenin bir yarısı evden kayboldu, sen ne havlıyorsun asıl?"

"Senin kocan benim babam." Timsah gözyaşlarını anlamamak için aptal olmam gerekiyordu. Küçükken maruz kaldığım kötülükleri unutmayacağım kadar kötüydü. İkiyüzlü yırtıcı bir hayvandan daha iyi değildi. "Şimdi o sesini kes de ne yapabileceğimi düşüneyim."

"Seni kalpsiz orospu, babanı bile sevmiyorsun," diye bağırdı tüm gücüyle. Konuyu ölen kardeşime çevireceğini biliyordum. Sorun kalpsiz olmam değildi, ağlayamıyordum ve her zaman, en kötü anda bile çözüm odaklı davranıyordum. Bu durum da duygusal veya duygu sömürüsü yapan insanların tuhafına gidiyordu.

"Öyle mi?" dedim kaşlarımı kaldırarak. Kurumuş dudaklarımı yaladım. "Sen neyi seviyorsun, babamı mı yoksa parasını mı? Baksana, baş başayız, yalan söylemen gerekmiyor."

Yerinden kalkıp üzerime yürüdü. Çok şaşırdım çünkü uzun zaman sonra ilk kez şiddet girişiminde bulunuyordu. Kaşlarım dehşetli bir ifadeyle çatılırken saçıma uzanan elini tuttum. "Senin o dilini koparırım," dedi ağzından tükürükler saçarak.

Geriye doğru itip yatağa düşmesine sebep oldum. "Babam aniden ortadan kaybolmuşken seninle uğraşmayacağım," dedim ve odadan çıkmadan önce yarım bir hareketle dönüp ekledim. "Ama dua et, sabaha kadar babamdan haber almış olalım. Çünkü ne yapar eder seni bu evden atmanın bir yolunu bulurum, biliyorsun."

Ardından dış kapı ile yatak odasının arasında bulunan salonun koltuğuna kendimi bıraktım. Ortalığı hemen ayağa kaldıramazdım, belki geri dönerdi. Mutlaka mantıklı bir açıklaması olurdu. Eve geldiğinde telefonunu almadığı için ona kızmayı aklımın köşesine not ettim.

Saniyeler köşe kuytu dakikaları kovaladı, orada tedirgin bir halde beklerken içimdeki sıkıntının beni patlatacağını hissettim. Bir saatten fazla bu anormal duruma dayanamadım. Gövdemi sıkıca saran siyah, boğazlı badimi koyu mavi kot pantolonumun beline soktum ve bileğimin yukarısında biten siyah postallarımı da giyindikten sonra alt kata indim. Karanlığa alışan gözlerim hareket etmek için ışığa ihtiyaç duymuyordu.

Yatak odasından babamın telefonunu alıp çıkarken yatağın üzerinde oturan kadın, "Nereye?" diye sordu.

Dişlerimi sıktım. "Karakola elbette." Herhangi bir şey demesini beklemeden kapının yanındaki vestiyerde asılan sütlü kahverengi şişme montumu giyinip dışarı çıktım. Kış ayına girmek üzereydik ve ben normal sıcaklıkta bile üşüyen bir insandım.

Göğsümden yukarıya adını veremediğim bir şeyler kabarıyordu. Saniyeler geçtikte yüzleşmek zorunda kaldığım şüphelerim su yüzüne çıktı. Kahretsin ki bu normal bir davranış değildi. Babamı tanımasam sabaha dek beklerdim fakat onu tanıyordum. Öleceğini bilse haber verecek türden biriydi.

Havada kabus gibi bir karanlık vardı. Koyu kumral saçlarımı rüzgar geriye doğru savururken ilk kez yüzümü ıslatan yağmur bana huzur vermedi. Minik Toyota'ma bindiğimde motoru çalıştırıp arabadaki soğuk havayı kırmak için klimayı açtım. Telefondaki navigasyon beni en yakın karakola götürdü.

Babamın yaşından ve evi terk edişinin üzerinden bir gün geçmemesinden kaynaklı olsa gerek, polis memuru babamı arayan adamın numarasını almak ve olayı benden dinlemek dışında istekli bir tutum sergilemedi. Onlara defalarca babamın asla böyle bir şey yapmayacağını söyledim ve onlar da bana prosedürlerin böyle olduğunu söylediler. Bir ara çığlık atma kıvamına geldim fakat yapmadım. Kayıp ihbarının fotokopisini elime verip ilgileneceklerini söylediler. Onlara numaramı verip en ufak bir bilgiyi dahi benimle paylaşmalarını rica ettim. İstemesem de şimdilik onlara güvenmek dışında bir çarem yoktu.

Oradan okula gittim çünkü eve gidersem kafayı sıyıracağımı biliyordum. Hava aydınlanana kadar arabanın içerisinde bekledim, aydınlandıktan sonra da fakültenin açılmasını... Evde beklemekle arabada beklemek arasındaki en bariz fark o kadının yüzünü görmeye mecbur olmayışımdı.

Neyse ki bugün ders erkenden başlıyordu. Benimle birlikte içeriye giren tek tük öğrenci vardı. Öğrenci kimliğini unutsam da güvenliğe okul numaramı verip zorlanmadan içeriye girdim. Kantine, her zaman kızlarla oturduğumuz yere oturdum. Çok geçmeden onlar da yanıma geldiler. "Selam," dedi Ecmel yanıma oturarak. Her zamanki gibi hippi gibi giyinmişti. Siyah ruju ve yüzünün birçok noktasına takılmış piercingleriyle sıra dışı görünüyordu. Böyle şeyler hoşuna giderdi. Hatta göbeğime taktırdığım piercing onun zorlaması sonucu verilmiş bir karardı.

Melda akülü tekerlekli sandalyesini hareket ettirerek tam karşımıza geçti. Her masanın üzerlerine koydukları koca şemsiye masaların ıslanmasını engellemişti.

"Ne oldu?" diye sordu Melda, Azerbaycanlı olduğu aksanından belli oluyordu. Yüzümü görünce gülümsemesi dondu.

Derin bir nefes verdim. "Babam gecenin bir yarısı evden apar topar çıktı."

Ecmel, "Mahir amca mı?" dedi ağzı bir karış açık.

Melda, "Ama bu imkansız," diye daha çok kendine açıklama yaptı. Kafamı sallayıp odağımı Melda'ya verdim. "E, döndü mü?"

"Polise ihbar ettim ama polis aramaya başlamadan önce ortaya çıkacağını umut ediyorum." Elimle alnıma bastırdım. "Başka şeylerden bahsedelim mi?" Canımı sıkan şeyleri konuşmayı tercih etmezdim. Çünkü derdini anlatmak çoğu zaman hiçbir şeyi değiştirmiyordu.

"Tamam," dedi Melda kararsız bir tavırla. "Ama amcalarını, halanları araman gerek. Ve de babaanneni."

"Eve döndüğümde babam yoksa arayacağım fakat bilgilerinin olduğunu sanmıyorum." On beş yıldır babam ailesiyle görüşmüyordu ancak kimin nereden çıkacağı belli olmazdı.

"N'aber Allah'ın ayyaşları?" Emir'in sesini işitince göz devirerek ona döndüm. Masanın sağ kenarında, ayakta dikiliyordu.

"Seni görmesek daha iyiydik," dediğimde elini kalbine koyarak gücenmiş gibi yaptı.

"Boşsun, Merveciğim." Eğilip ellerini masaya dayadı.

"Ecmel'in sigarasını üzerinde söndürmemem için var olan sebeplerimi azaltıyorsun, kılkuyruk." Ellerimi şişme montumun cebine soktum. Sigara içecek havamda bile değildim.

Ağzını yamultup beni taklit edince Ecmel'in üzerinden ona atıldım ama geriye doğru kaçtı. "Asabi kraliçemiz bugün fazla asabi," dedi eğlenerek.

"Emir, kaybol," dedi Ecmel ona ters ters bakarak. Emir, etrafı siyah sürme ve farla boyalı olduğundan Ecmel'in bakışlarından her zaman korkardı.

"Bana öyle bakma," dedi yerinde rahatsızca kıpırdanırken. Sarı saçlarının kısa tutamları rüzgarda darmadağın olmuştu.

"Kargalar bokunu yemeden niye geldin Emir?" diye kestirip attım. Bugün kimseyle uğraşacak halim yoktu. İçimi kemiren kurt kendini her saniye besliyordu.

"Asistan hoca dün seni çağırdı, dün akşam seni bunun için aradım ama tenezzül edip cevap vermedin. Ödevini teslim etmemişsin," dediğinde sıkıntı dolu bir tavırla ofladım ve oturduğum yerden kalktım. "Batur'u da çağırdı, şanslısın. Yoksa hocalarla sorunu olan tek kişi sen olacaktın." Hocalarla 'sorunum' yoktu. Sadece ödev yapma ahlakım yoktu ve bu derslerime, hocalarla aramdaki iletişime zarar veriyordu.

"Sonra görüşürüz," diye mırıldandım kızlara. Kantinin bahçesinden çıkıp asistanın odasına doğru giderken Batur'un arkamdan geldiğini gördüm. İkimiz de birbirimizle konuşmaya tenezzül etmedik. Asistanın üst kattaki odasına çıktım. Kapıyı tıklatıp odaya giren ilk ben oldum, kapıyı arkamdan açık bıraktım. "Hocam, beni çağırmışsınız," dedim sessizce. Batur da odaya girip yanımda durdu. Asistan sanki yanına gelen bininci kişiymişiz gibi bir bıkkınlıkla kafasını kaldırdı ve küçümseyerek bize baktı. Asistanlar nedense profesörlerden daha kibirli ve kaba oluyordu. Bazen ağızlarının payını vermek için yanıp tutuşsam da okul hayatımın güvenliği için çenemi kapalı tutuyordum.

"Kaçıncı sınıfsınız ve okul numaranız nedir?" diye soran kadın asistana aynı anda numaramızı söylemeye başladık fakat ben sesimi yükselterek Batur'u bastırınca sesini kesmek zorunda kaldı.

İsimlerimizi kağıttan bulup yanına bir işaret koydu. "Grup çalışması yapacaksınız," der demez ben itiraz ettim. Asistan bana hakaret eder gibi bakınca sustum. "Ödeviniz otuz sayfaya çıktı. Şimdi çıkabilirsiniz."

Odadan önce ben çıktım. "İlk on beş sayfasını sen yapıyorsun," dedim öfkeyle. Böylece birbirimizle muhatap olmak zorunda kalmayacaktık. Onun sesini duymak bile midemi bulandırıyordu. Hele ki son yaptığı şeyden sonra...

"Bana emir verme, bit beyinli." Durduğumda durmak zorunda kaldı. "En son sana ne yaptığımı hatırla." Yüzünde kurnaz bir ifade vardı.

Dişlerimi sıkıp sakalsız yüzüne dikkatle baktım. Ela renk gözlerinde nefret ettiğim ama bir isim veremediğim o ifade vardı yine. Yaptığı adice şey aklıma gelince sinirlenmemem mümkün değildi. "Ne oldu kötü çocuk," dedim onu küçümseyerek. "Emir verince olmayan gururun mu inciniyor?"

"Daha fazlasını yapabilirim," dedi meydan okumayla.

"Öyleyse durma. Hünerlerini göster ama söylesene, gerçekten de benim sessiz kalacağımı mı zannediyorsun?"

Kafasını ağır ağır iki yana salladı. "Bir gün benimle baş edemeyeceğini sana göstereceğim," dedi. "Sana zarar vermek hoşuma gidiyor." Yaklaştığında nefesini yüzümde hissettim. "Senin canını yakmak kadar bana haz veren bir şey yok."

"Güzel," dedim yavaşça. "Canımı yaktıktan sonra canının yanışını izlemek için yanıp tutuşacağım." Bu aptal kavgaların fitili okulun ilk günlerinde, Batur'un kız arkadaşına hakaret ettiğini duyup müdahale etmemle başladı. Ettiği küfür duymazlığa verip karışmayacağım kadar yenilir yutulur değildi. Hoş, kız beni desteklemek yerine karıştığım için beni azarlamıştı ya... O gün Batur'u bir dolu insana rezil ettiğim için aramızda husumet patlak verdi. Oysa rezil etmek gibi bir amacım yoktu. Sadece zorbalığa uğrayan birine destek çıkmaya çalışmıştım.

Aramızdaki ilişki tatlı atışmalar değildi. Bana zarar vermeye kalktı. Hem de son derece ciddi bir şekilde. En sonunda da geçmişteki ilişkimin karanlık yüzünü her nasıl öğrendiyse, tüm fakülteye yaydı.

Lanet olası insanların kapanmayan lanet olası çeneleri... İsmim 'kaltak orospuya' çıktı. Evli bir adamla olduğum yalanı herkesin ağzında dolaşıyordu ama gerçekler söylenenlerden çok uzaktı. Her şeyi yapabilirdim fakat evli bir adamla olmazdım. Nitekim evli olduğunu öğrendiğim saniye o alçağı terk ettim.

Benim için korkunç bir geceydi ve akabinde geçen günlerde de fakültede dolaşmak zehir gibi geldi. Batur'un psikopat bir tarafı vardı, zarar verme eğilimi yüksek bir insandı fakat ben de susup geri çekilecek bir insan değildim. Bu yüzden düşmanlığımız büyüdükçe büyüyordu. Zavallı, ona özel hazırladığım plandan bir haberdi. Beni rezil ettiyse, o da rezil olmak zorundaydı. Kısasa kısas.

Fakat babamın yok oluşu planımı devreye sokmamı erteledi. Önceliğim yalnızca babamdı.

"Bir sonraki adımım takıntılı eski sevgilini sana yeniden musallat etmek olacak." Duvar kenarından yürüyorduk ve o benim bir adım gerimden geliyordu. Bunu duyunca kan beynime sıçradı. Bir elimi boğazına, diğer elimi de boynundaki şahdamarına bastırıp duvara yapıştırdığımı saniyeler sonra fark ettim. Gözleri yuvalarından çıkacak gibi pörtlemişti.

"Seni adi piç kurusu. Öyle bir şey yaparsan seni gebertirim," dedim sessizce. Reflekslerim korkutucu derecede güçlüydü. Batur aldığı nefesi veremeden kendisini bu halde buluşunun tek sebebi buydu. "Sana yemin ederim, Batur, öyle bir şey yaparsan yapmamış olmayı dilersin."

O takıntılı piç gördüğüm en tehlikeli adamdı. Ayrıldıktan sonra çıkardığı gerçek yüzü bana kan kusturdu ve bir gece beni rahatsız edip bana dokunmaya kalkınca olay onun hastaneye kaldırılmasıyla bitti ama karnından aldığı bıçak darbesi çok derin değildi. Neyse ki çevredekiler benim tanığım olmuştu da ceza almadan paçayı yırtmıştım.

Göz ucuyla iki öğrencinin bize koştuğunu gördüm ve onların müdahale etmesine izin vermeden kendim çekildim. Batur kıpkırmızı olmuş yüzüyle hafifçe eğilip nefes almaya çalıştı. Belki yaptığım şey aramızdaki düşmanlığı körüklemekten ibaret olan bir hataydı fakat kimse hak etmediğini savunamazdı.

Bu olaydan sonra derslere girmedim, kızların yanına bile uğramadan, içimde bir umut kırıntısıyla doğruca eve gittim. Kadın soluk bir yüzle kapıyı açtı ve benim kolum kanadım kesilir gibi oldu. Hayal kırıklığı en keskin silahıyla içimde yara açtı. İçimdeki minik umut da o anda bütünüyle söndü. Bu saate kadar dönmemesinin iyi bir açıklaması yoktu. Babam kayıptı, birisi ona zarar verebilirdi, başına bir şey gelmiş olabilirdi. Ağlamak istedim ama her zamanki gibi yapamadım. Midem ağzıma gelir gibi oldu.

Biliyordum. Dün geceden sonra hiçbir şey aynı olmayacaktı. Babam bir keresinde, "Aydınlığı beklemeye gerek yok, belki de bir gecede değişecek her şey," demişti. Haklıydı ama haklılığı ilk kez canımı yaktı.

Kadın geri çekilirken dehşetli bir ifade eşliğinde, "Gökhan diye biri içeride bekliyor. Ne alakası var anlamadım ama onun da annesi dün gece aynı saatlerde kaybolmuş," dedi.

🔪

Birinci bölümde sadece Gökhan'ı okuduk, azıcık da olsa tanıdık. Bu yüzden bu bölümde de yalnızca Merve'ye yer verdim.

Merve hakkındaki düşünceniz ne? Sevdiniz mi?

İnstagram: virginiakahlo

Continua a leggere

Ti piacerà anche

680K 25.8K 87
Genç kızın arkadaşının verdiği yeni numarayı yanlış yazan kızın gelecekteki kocasına tesadüfen yazması. İlk başta kız engel yesede engel bir şekilde...
336K 29.3K 27
Seha Bey bir ayağını öne atıp ona dengesini vererek şöyle bir durdu. Leyla'yı kısacık üstün körü süzdü. Rahatsız eden bir bakış değildi ama olmasa da...
711K 29.6K 47
30-50k izlenen Yağız her gün yayın açar, Sohbet eder ve korku oyunları oynar. Işıl ise o yayıncıya aşık bir kızdır. Işıl habire yağıza Instagramdan y...
2M 99K 43
Abisinin arkadaşına yaptığı sosyal medya akımından sonra hayatı değişeceğini kim bile bilirdi ki? ○●□■ Siz : Seni bir arkadaş bir dos...