I Love Rock 'N Roll || Sekai

Da Wu_GalaxyHun

6.4K 1K 1.4K

Koskoca iki adam kapıdan kapıya küfürleşiyorduk. Aslında daha çok ben sayıyordum, o ise beni ahlaksızlıkla it... Altro

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm |M|

7. Bölüm

339 65 51
Da Wu_GalaxyHun

Sonunda gözlerimi açtığımda; yan tarafımda, kollarını sardığı beyaz yastığı ve yine, bu sefer başka bir modeldeki, beyaz eşofman takımıyla ayakta dikilmiş ne yapacağını bilemeyerek bana bakan bir Jongin ile karşılaştım.





Ne ara eve gelmiş bir yana, ne ara iyileşmiş ve buraya nasıl gelmişti?

Şaşkınlığımı belli ederken kısa bir süre şaşkın şaşkın bakıştık. Onunki daha çok ne yapacağını, ne diyeceğini bilemiyor gibiydi.

İyice kafam ayıldığında hemen ayağa kalktım. Evinde izinsiz kaldığım için uyku sersemliğiyle sessizce açıklama yapma gereği duymuştum.

"Ah! Kusura bakma, evinde kaldım ama tamamen iyi niyetle. Çocukların küçük olduğu için gece boyu yalnız kalmaları tehlikeli olur diye düşündüm. Sen geldiğine göre ben de çıkayım." Yeni uyandığım için bazen olduğu gibi vücuduma değen soğuklukla ürperdim. Bu sırada Jongin dediklerimle dumura uğramış bir şekilde kocaman açtığı gözleriyle baktı bana. Bir şey demediği için daha çekingen hissederken uyuyan çocuklara rahatsızlık vermeden sessizce çıktım odadan.

Arkamdan gelen hızlı adımları farketsemde durmadım ancak telaşlı bir sesin "hayır hayır, bekle!" Demesiyle dış kapıya yakın bir yerde koridorda durdum ve arkamı döndüm.

"Ben... Çocuklarla kaldığın için teşekkür ederim." İşte bu daha büyük bir şaşkınlık yarattı bende. Kaşlarım hafifçe havalanırken sanki tavırları, bakışları tamamiyle değişmiş gibi duruyordu, hissettiriyordu.

"Nasıl?" Diye sordum inanamayarak.

"Özür dilerim ve teşekkür ederim." Dedi daha emin bir şekilde. Mahcup mu gözüküyordu bu adam?

Hafifçe gülümsedim, ondan bunun beklenmedik olduğunu söyleyebilirdim ama ben yorgundum, o daha yorgundu ama özür dilediği şey neydiyse önemli değil diyemezdim.

"Şimdi nasılsın, iyi misin?" Dedim sadece.

"Evet, hastaneye gittikten bir kırk dakika sonra kendime geldim." İyice bana yaklaştığında gözlerini kaçırıp duruyordu. Yan bir şekilde gülesim gelmişti doğrusu ama sadece tebessüm ederek hâlâ kucağında tuttuğu yastıkla bana yaklaşmasını izledim.

"Evimde olmandan rahatsız olmadım, yastık senin içindi. Rahatsız duruyordun... Ben... Her şey için teşekkür ederim." Vay canına, Jongin gerçekten bunları diyecek biri miydi? Bana asla bu şekilde hissettirmemişti. Üst perdeden bakan, kendisini yerlere koyamayan bir adamdı o ve şu an karşımda duran eğer Jongin'se onun için söyleyebileceğim tek şey, tatlı.

"Teşekküre gerek yok. Senin tarafından kovulacağımı düşünen ufak bir yanım vardı ve beni daha fazla şoka sokma." Deyip gülerek ellerim cebimde kapıya döndüğümde sanırım beynim, eve girmeyi düşünmüş ve bunu nasıl yapacağımı söylüyordu bana... Anahtarımı almamıştım.

"Siktir..." Deyip başımı eğdim.

"Noldu?" Diye sordu bu sefer.

Tekrar ona dönüp masum bir merakla bakan yüzüne baktım. "Dün telaşla çıkınca... anahtarı içeride unuttum." O da kısa bir süre düşündü.

"Üç yıldır burada oturuyorum, bir çilingir biliyorum. Çağırabilirim?" Başımı sağa sola salladım. Dün geceden sonra bana karşı oldukça yumuşamış olabilirdi ama hemen her şeyi unutacak bir karakterim yoktu. Sadece o çok kötü bir durumdaydı ve benim ne olursa olsun ona yardım etmek gibi insani bir görevim vardı. Bu kadar. Ancak itiraf etmeliyim ki şu an gözüme çok sevimli görünüyor.

"Numarasını versen yeterli." Dediğimde anında pişman olup gözlerimi yumdum.

"Pekâlâ telefonum da yanımda değil..." Sanki komik bir durum varmış gibi dişlerini göstererek gülümsediğinde... gerçekten güzel bir adamdı.

"Bir şey isteyebilir miyim?" Diye sordum sessizce. O da onayladı "Elbette."

"Bana bir tişört ödünç verir misin?" Çıplak gezmemin nadir zararlarından, insanların kıyafetlerine muhtaç kalabiliyordum.

"Veririm, istediğin bir renk var mı?" Bu kadar ilgili bir şekilde sorduğunda başımı sağa sola sallayarak "Pembe olmasın yeter" dedim gülerek.

Koşar adımlarla yanımdan ayrılıp odasına girdiğinde birkaç dolap açılıp kapanış sesinden sonra tekrar odasından çıkmış gri renk bir tişörtle yanıma gelmişti.

"Elimdeki en bol tişört, umarım olur." Deyip bana uzattı. Bu esmer adamın üst bendeni benden daha inceydi, o yüzden böyle bir açıklama yapmıştı. Elindeki tişörtü aldığım gibi bir telefon görüşmesi yapıp çilingiri çağırdı. Sonra köşeye atmış olduğumu yeni farkettiğim parmak arası ev terliklerimi ayağıma geçirip kapıyı açtım.

"İstersen adam gelene kadar burada bekle." Başımı sağa sola salladım. "Hayır, gece boyu yorulmuşsundur. Git dinlen bence, ben hallederim." Bunları söylerken evden çıkmıştım bile.

"Sehun." Dedi, adımı ilk kez sarfederek. Evet, bu dikkatimi çekmişti.
"Gerçekten teşekkür ederim." Dedi bilmem kaçıncı kez. İşte şimdi sırıtmama artık engel olamıyordum.

"İstersen bir de görüşürüz öpücüğü kondur sevgili komşum?" Dalga geçerek söylediğimde gözlerini kısaca devirerek güldü.

"Dalga geçme, istediğin gibi iyi konuşuyorum ve sen de beğenmiyorsun." Buraya kadar gözlerine ulaşan bir gülüşle söylerken yavaşça gülüşü soldu. "Sana gerçek bir can borcum var." İşte bu tam bir saçmalık.

"Bu kadar klişe olma tamam mı? Can borcu diye bir şey yok ve bunu kabul etmiyorum. Daha fazla duygusal olmadan içeri girer misin?" Elimi, onun içeri girmesini istediğimi göstererek salladım. O da başka bir şey demeyip içeri girerken çitlerden karşı tarafa geçtiğimde bedenim birden özgürlükle ferahladı. Tanrı'm gerçekten o evdeyken oldukça baskı altında hissetmiştim.

Çilingiri, bütün küfürlerimi sayarak, güneşn altında yarım saat beklemiştim. Yani ne kadar süre geçmişti saat olmadığı için bilmiyorum ama tahminimce bu kadardı ve ben çok beklemiştim. Adam geldiğinde hem uykusuzluk hem de sıcağın altında beklediğim için kafamdan görünmez bir dumanın çıktığına emindim. Neyseki sürtüşme olmadan kilidi değiştirdiğinde nihayet eve girdim. Saate baktığımda daha saat onu biraz geçiyordu. Benim bile isteye bu saatte uyandığım nerede görülmüş?

Yukarı çıktığımda televizyonun hâlâ çalıştığını farkedip kapattım. İşte bu kadar hızlı çıkmıştım evden. Sonra aç olmamı biraz bile umursamadan beni bir karadelik gibi içine çeken yatağıma girdim. Gece bir çilenin içinden çıktığım için daha sonraları uyandığımda bile 'kalkıp ne yapacaksın?' diye düşündüm ve tekrar uyudum. Tekrar uyandığımda kapım çalıyordu.

Bunca saat uyumama rağmen hoşnutsuzluğumun nedeni kesin yüzüm inek götü gibi şişmişti ve vücudum çok yatmaktan dolayı uyuştuğu için zar zor yürüyüp yetişeceğim diye kendime eziyet edecek oluşumdu. Öyle de oldu, bacağımı ve ayağımı yatağın kıyısına, kapı pervazına çarparak aşağıya indim. Bu sırada zil ikinci kez de çalmıştı ki kapıyı açtım.

Jongin?

"Uyandırdım mı?" Demek o kadar belliydi.

"Saat kaç?" Bende sorusuna soruyla karşılık verdim.

"Dört buçuk." Dediğinde bende şaşırdım. Ne uyumuşum ama.

"İnanır mısın, eve geldiğimden beri zevkine uyuyorum." Bu ek bilgiyi de verip onu güldürdüğüme göre asıl soruya geçebilirdim. "Bir sorun mu var?"

"Hayır, seni yarım saat sonra akşam yemeğine çağırmak istediğim için geldim. Uygun musun?" Ne? Hadi ya... Bu benim durmaksızın tartıştığım Jongin miydi?

"Seni hastanede karıştırmadıklarına emin misin? Başka biri mi geldi Bay Jongin yerine?" Hayır ben gayet ciddiyim, bu gülünecek bir şey değil esmer.

"Hayır, hastaneye gönderdiğin Jongin'im ben ve seni gerçekten yemeğe davet ediyorum. Bize katılmanı istiyorum." Üstünde hâlâ bugünkü takımları vardı. Demek beyaz rengi seviyor.

"Jongin... Kusura bakma ama sadece sana yardım etmem gerekiyordu. Bunu herkes yapardı anlıyor musun? Bu bir insani görev. Şimdi benden, bana söylediğin onca haksız cümlelerin ardından evine davetini kabul etmemi bekleme." Ona söylediklerimden sonra yüzü düştü. Göğsünde kavuşturduğu elleri, kolunu sıkarken gergin olduğu anlaşılıyordu.

Yüzü yere dönükken "Doğrusu... utanıyorum tamam mı?" Deyip tekrar yüzüme baktı. Sesi narin çıkıyor. "Sana karşı mahçup hissediyorum ve bir açıklama yapmak istiyorum. Aynı zamanda bir teşekkürden ziyade özür dilemek istiyorum." Söyledikleri içten içe beni şaşırtsada diyecek bir şey bulamadım. Bir süre benim ne diyeceğimi bekledi ama sonra birkaç adım daha atıp önümde bitti.

"Sehun, ben kötü bir adam değilim... ama olaylar bu şekilde gelişti. Seninle oturup konuşmak istiyorum. Evrt, eğer dün yaşanmamış olsaydı seninle konuşmamaya devam ederdim. Ama sen de kötü biri olmadığını gösterdin bana ve sana açıklama yapma ihtiyacı hissediyorum. Eğer bana izin vermezsen seni her gördüğümde veya olanları düşündüğümde çok kötü hissedeceğim." Hâlâ baş parmağı ve işaret parmağıyla sıfır kollu tişörtünden açıkta kalan kolunu sıkıyordu. Teni kıpkırmızı olmuştu. Bakışlarıysa çekingendi.

"Tamam, geleceğim. Yarım saat sonra öyle değil mi?" Olumlu cevabım karşısında gülümsedi.

Yemin ederim bu Jongin önceki Jongin'den çok daha sıcak hissettiriyordu. Önceki Jongin çöpe atılıp, çöp dağına götürüldükten sonra preslenip yok edilmeliydi. Karşımdaki Jongin ise tamamen insana benziyordu.

"Evet, yarım saat sonra."

"Tamam."

"Tamam, bekliyoruz." Son olarak söyleyip gülümsedikten sonra gitti. Bende kapıyı kapattığımda doğru düzgün hazırlanayım dedim. Üstümde hâlâ onun bana verdiği gri tişört olduğu için farklı kokuyordum.

Gidip banyoya girdim, yüz sabunuyla yüzümü yıkayıp dağılmış temiz saçlarıma da şekil verdikten sonra banyodan çıkıp odama girdim. Normal bireylerin olduğu bir eve misafir gidecektim ve gözlerimi kömür gibi boyamama gerek yoktu. Üstümdeki gri tişört güzel gözüktüğü için bana ait olan başka bir gri tişört giyindim. Altına bende eşofman giyinmeye karar verdim ve siyah, ince bir şey giydim. Bu sırada yüzümde, çok yatmaktan oluşan şişliklere biraz buz bastırdım. Bunu nerede okudum bilmiyorum ama yüzüm şiştikçe yapıyordum, ne kadar etkili olduğuysa muamma.

Yarım saatin dolması için oturup telefonuma baktım. Arkadaşlarım tek tük mesajlaşmış, benim neden mesajları görmediğimi de kısaca merak etmişler. Sonuç olarak uyuduğuma karar verip ben konusunu kapatmışlar. Dörtlü grubumuza bir selam verip daha yarım saatin dolmasına beş dakika olsa da dayanamayıp kalktım ayağa. Sabırsızım, yapabileceğim bir şey yok. Hem de çok açım, umuyorumki iyi bir aşçılığı vardır.

İki dakika içinde yan tarafa geçip evin önüne yürüdüm. Yaz olduğu içindi sanırım, çelik kapısı açık olan evin kapısına yine de tıklattım. Beni karşılamaya gelen çocuklardı.

"Kapı açık zaten girsene." Dedi Rox kocaman gülüşüyle  "hoşgeldin Sehun" diyen de diğer kız çocuğuydu. İkisinin de boylarına eğilip yanaklarını avuçlarım içine alıp acıtmayacak şekilde sıktım.

"Hoşbuldum güzellikler." Deyip içeri girdim.

Evin T şeklinde koridoru vardı ve ön taraftan girildiğinde benim evime bakan yerde, koridorun solunda salon; sağında ise mutfak vardı. Yan bahçeye açılan kapıdan girildiğinde ise banyosu ve üç oda olacak şekilde, küçük ama güzel bir evdi. Benim evimden daha sıcak hissettiriyordu. Belki çocuk seslerinin eve kattığı neşe yüzünden olabilir.

Mutfak kapısından çıkan Jongin'i gördüğümde çekimser bir gülümseme verdim ona, o ise mahcupluğunun verdiği utangaç bir gülümsemeyle baktı bana.

"Hoşgeldin." Dedi elleri iki yandaki pervazlara dayalıyken. "Teşekkür ederim." Dedim bende. Sonra yanına mutfağa giderken o da içeriye girip kutfak dolaplarından tabak, çubuk, kaşık alıp masaya koydu.

"Tişörtünü en kısa zamanda yıkayıp vereceğim." Söylediğimle bana bakıp gülümseyerek "Önemli değil." Dedi. Hâlâ buna alışmış değildim, hâlâ şaşırıyorum.

"Otursana." Deyip sandalyeyi gösterdi. Mutfağı ve düzeni ışıl ışıldı, gerçekten iyi bir düzene ve titizliğe sahip olmalı ki mutfakla ilgili gördüğüm her şeye bayıldım. Masadaki tabakları, örtüsü, tuzlukları, ufak tefek şeyler oldukça uyumlu ve güzel gözüküyordu.

Benim için sohbete başlarkenki konuşmalar ve ilişki en önemlisi. Belki sarhoş olduğum için onun sinirli tavrını görünce ilk kötü söz söyleyen ve onu zorlayan bendim ama sonra özür dilemiştim, o da bunu umursamayıp kötü durumu devam ettirdi. Şimdi birden iyi olmak rahatsız hissettiriyordu.

Sandalyeye oturduğumda gidip çocuklarını çağırdı. Kare masanın bir tarafına ben; duvar kenarında, yanımda Rox; diğer tarafımda Jongin ve önümde de Kailana vardı. İkizler birbirleriyle, bizim anlamayacağımız şekilde şeyler söylerken hem sessiz bir yemek olmaması için hem de merak ettiğim için Jongin'e bakıp soru sordum.

"Şeker, kronik mi?" Dedim. Tabağından ilk lokmasını alırken sorduğumda başını sağa sola salladı. Ağzındakileri iyice küçültünce aynı zamanda bana da cevap verdi. "Hayır, ilk defa bu kadar kötü oldum."

"İlk defa mı?" Kaşlarımı şaşkınlıkla kaldırdım.

"Evet, daha önce bunun yarısı kadar bile kötü olmamıştım. O yüzden dün gece gerçekten ne yapacağımı bilemedim. Açıkçası... senin için duymak ne kadar ne kadar şaşırtıcı olsa da benim için söylemek de o kadar utanç verici ve tutarsız hissettiriyor ama..." Masada gezinen bakışları duraksayan kelimeleriyle bana döndüğünde "iyiki geldin." Dedi.

Garipti, sürekli kavga ettiğin birinden övgü duymaya başlamak ne garip bir şeydi. Ancak ne yapabilirim o böylesine yaklaşırken, olgun bir insan olarak karşılık verme mecburiyeti hissediyorum. O yüzden kaşlarımı kaldırıp gülümsedim.

"Tamam Jongin, ben olmasam mahvolacaktn farkındayım ama yeter. Neyseki benim gibi aziz, temiz, iyi yürekli, yardım sever, harikulade bir komşuya sahipsin. Sana benimle iyi geçin demiştim."
Normalde böylesine eğlenerek konuşmazdım belki ama yüzündeki mahcup ve utangaç bakışlar beni rahatsız ediyordu. Buna sebebiyet vermek, sonra da sıkıntılı bir ortam oluşturmak istemiyordum.

Söylediklerime karşışık bir şey demedi, istediğim gibi daha rahatlamış bir şekilde kocaman güldü.

"Şu işi düzgünce anlatsana. Madem kronik değil o zaman o ölçüm cihazının ne iş var sende." Derin bir nefes alıp verirken yaptığı sağlıklı, leziz yemeğini yiyordum.

"Ufak tefek belirtiler yüzünden daha önce doktora gitmiştim. O zaman şekerimin çıktığını ama bir şeker hastası olmadığımı söyledi doktor, yine de şekere yatkınlığım varmış. Bu yüzden sağlıklı beslenmemi söyledi. Yiyebileceğim ve yiyemeyeceğim şeyleri söyledi. Her zaman buna dikkat ettiğim için şu ana kadar sorum olmamıştı. Ancak son zamanlarda biraz bu durumdan bıktığım için dün akşam arkadaşlarımla waffle yedim. Çocuklar çok sevdiği için et yemeği yapmıştım ve eve geldiğimde açtım. Onu da yiyince kötüleştim. Aslında iki gün boyunca kötü beslendim ve sonucu gerçekten ağır oldu." Ah.. etsiz, tatlısız zaman mı, gün mü geçer? Tam olarak benim bayıldığım şeyler ve şeker hastası olmadığım için sana şükürler olsun Tanrım. Ancak yanımda oturan adam için üzüldüm, onun için buna dayanmak zor olsa gerekti.

"Ben... Ne diyeceğimi bilemedim. Zor bir durum ama umarım daha iyi olursun." Deyip anlayışlı bir şekilde gülümsedim ona. O da "umarım" dedi dertli bir şekilde.

Tabağımı bitirdiğimde diğer yemeğinin ne olduğunu söyleyerek ondan da ikram etti. Çocuklar ise tek bir dolu tabaktan doyarak babalarından izin alıp oynamaya gittiler. Ben küçükken bile en azından iki tabak yemek yemeden doymayan bir çocuktum.

"Bu kadar hazırlık yapmana gerek yoktu, aslında bugün beni çağırmana da gerek yoktu, zaten yorgunsun. Kim bilir geceyi nasıl geçirdin." Düşünmeden konuşmuştum ve hemen hissettiğim şey, fazlalıktı. Geceyi nasıl geçirdiğini isterse o anlatabilirdi ama kötü bir durumdan hemen ayaklanabilmesi ve aynı gün içerisinde beni ağırlamak istemesi kendimi biraz yük gibi hissetmeme neden oluyordu.

Söylediklerime seslice güldüğünde kaşlarımı şaşkınca kaldırmadan edemedim.
Oğlum, sen hep gülmelisin.

"Benim senin gibi saatlerce uyumama gerek yok. Birkaç saatlik uyku benim için yeterli." Alçak çıkan ve nezaket barındıran ses tonuyla anlamazca güldüm.

"Normalde böyle nazik misin? Nazik mi konuşursun?"

Az az koyduğu yemeğini bitirdiğinde sadece beni izliyordu ve soruma "evet" cevabını verdi. Kaşlarımı kaldırdım.

"Şaşırtıcı, senin tedaviye ihtiyacı olan biri olduğunu düşünüyordum." Ufak bir laf soktuğum kişinin yemeğni çubuklarla ağzıma tıkıştırırken rahatlamış hissediyordum. Söylediğime karşılık bir atak beklemiştim ama göğsünde bağladığı kolları sarsılırken güldüğü belliydi. Ancak beni şaşırtan bu değildi, "belki de haklısın" cümlesiydi.

Anlamayarak ona baktım.

"Sana yaptıklarım, söylediklerim ve davranışım için özür dilerim Sehun." Ah, kabul ediyorum özrünüzü Bayım. Çünkü gayet samimi gözüküyor ve bunun için uğraşmıştı.

"Ben herkese karşı çok nazik biriydim. İnsanlara hayır diyemezdim ama iyi niyetimi suistimal ettiler. Beni bu hâle insanlar getirdiği için tedavilik bir durumum olduğunu düşünmedim hiç. İnsanların kabalığı hakettiğini dişünüyordum bugüne kadar ama sen tedavi olmamı başıma kaktığından beri düşünmüyor değilim." Açıkçası bana bu kadar açık olmasını beklemiyordum. Bu kadar açık olması umursamamasından mıydı, yoksa hâlâ içinde iyi niyet barındırmasından mıydı?

"Aslında haklısın ama konuşmamayı seçebilirdin mesela, kavga etmek bir sonuç getirmiyor." Söylediklerimde samimiydim ama sanırım bu kadar yeterliydiki direkt gözmün içine baktı ve "canımı kurtardığına şükret, yeterince alttan aldım çünkü." Dedi ve ben kendimi tutamayarak seslice gülünce o da bana eşlik etti.

Yemeğimi bitirdiğimde utanmasam bir tabak daha isterdim ama daha ilk günden laubaliliğe gerek yoktu. Ayrıca bir sorum daha vardı ve ona fırsat vermeden sormak istiyordum. Bazen meraklı bir insan olabiliyorum.

"Neden teksin?" Diye sordum. Aslında biraz anlamıştı ama tamamen anlamak için bana soru yöneltti, "Nasıl yani?"

"Çocukların annesiz doğmadılar ya, onu soruyorum."

Eğer çocukların anneleri öldüyse ve bunu ona hatırlattıysam yapabileceğim bir şey yok. Hemen klişe bir söz olan, 'ah bilmiyordum, üzgünüm' deyip hiç de üzgün olmayarak geçiştirirdim. Benim genel durumlarımdan bir tanesi buydu. Umursamaz.

Hem dünyanın gerçeği değil mi ölüm? Ben sordum diye kadın tekrar dirilip ölecek diye bir şey yok. O zaman üzgün olunacak bir şey de yok.

Ah Sehun, seviyorum seni oğlum. Bu kadar umursamaz olmandan hem şikayetçi olup hem de umursamazlığını seven ikinci bir kişinin olduğunu düşünmüyorum. Türünün tek örneğisin, zıtlıkların adamısın.

"Terketti."

"Anlamadım?"

"Bebeklerini ve beni terketti."

Ah... İşte üzücü olan buydu. Bu, büyük bir kalp kırıklığı demektir. Ama bu adam terkedilmeyecek kadar yakışıklı, ayrıca becerikli birine de benziyor. Eğer dediği gibi herkese nazik bir adamdıysa da pek kusurlu sayılmazdı sanırım ha?

"Ama neden?!" Sanki haksızlığa uğramış bendim. Belki karşımdaki adamı terketmesini anlayabilirdim ama bebekleri nasıl terkedebilirdi?

Biraz gülümsedi, biraz unutmuşluk ve üstünden geçmişlik ifadeleri barındırıyordu.
"Sanırım bebek sorumluluğunu kaldıramayacak kadar ufaktık. Aslında daha çok o ufaktı."

Sevgili salak komşum, sen o sorumluluğu kaldırmışsın ama?

Bu cümleyi ona söylemek isterdim ama ufak bir hakaret içerdiği için vazgeçtim elbette.

"Kaç yaşındasın ki?" Ama önemli olan bu soruydu. Çünkü büyük duruyordu ve çocukların da çok ufak olduğunu göz önüne alırsak, ne kadar ufak olabilirdi ki?

"Yirmi yedi." Dediğinde kaşlarımı kaldırdım. Aynı yaştaydık ve aslında yaşını gösteriyordu.

"Bende yirmi yedi yaşındayım." Sonra her yaşıtın aklındaki soru belirdi ikimizde de.

"Hangi ay?" Diye sordu işaret parmağını uzatıp gülerek. Geçenlerde bu parmağı koparmak istiyordum.

"Nisan."

"Ocak."

"Ah!" Sanki çok büyük bir şeyi kaçırmış gibi gülerek verdiğim tepkiden sonra "demek büyük sensin." Dedim. Başını kısaca yana yatırıp "eh, öyleyim" dedi.

"İkizler doğduğunda 23 yaşındaydım. Anneleri daha 20 yaşına yeni girmişti." Aldığım bilgi kaşlarımı kaldırmama neden oldu, baya küçüklermiş.

"Yine de gitmesi çok kalpsizce. Bir ebeveyn değilim ama popüler olmaya başladığım bir zaman içindeyim ve şu an bana ait bir bebek çıksa bile kariyeri umursamam sanırım. Özellikle bir anne, bebekleriyle o kadar büyük bir bağa sahipken nasıl terkedebilir anlamıyorum." Gözlerinden ne düşündüğü veya ne hissettiği anlaşılmıyordu ben konuşurken, bir yorum yapmak da istemiyor gibiydi. Sadece tebessüm edip omuz silkti.

"Kusura bakma, bazen üstüme vazife olmasa bile yorum yapmadan duramam." Ağzıma sofradaki turşudan bir tane atıp kalkarken söyledim. "Benimle iyi olmak istiyorsan alışman gereken bir özelliğim." Umursamaz bir gülüş vardı suratımda ve benden bu kadar açık konuşmamı beklemiyor olacak ki şaşkınlıkla, tatlı tatlı güldü.

Sonra turşu çok güzel olduğu için ayakta, parmaklarımla yemeğe devam ettim.

"Aslında gitmeyi planlıyordum ama... Güzel yapmışsın." Pis mideliyimdir. Her şeyi karıştırır, her şeyden yerim. O da tavrıma ve söylediklerime yine tatlı tatlı güldü

Jongin ve tatlı kelimelerini yan yana getirip cümle kuracağımı düşünmezdim.

"Annem yaptı, istersen sana da verebilirim." Derken ayağa kalktı.

"Sonradan başıma kakmazsın değil mi?"

"Hayır, bu saatten sonra iteceğim değil yakın olabileceğim kişisin."



















Sehuuun canım Sehun, Sehuuun canım Sehun.
Sen beniiiim bir taneeeem, sen beniiiim bir taneeeem.
Canımmm sehunumsuuun, güzeeel sehunumsuuunnn.

İyiki doğdun çiçeeem, böceem. Yakışıklı biasçım.

Continua a leggere

Ti piacerà anche

104K 3K 65
Aşk güzeldir. Onun yanı sıra felakettir. Evet, felaket. En büyük felaket aşk... Baktığın her yönde onun yüzü vardır. Deli olmamak elde değildir. Ama...
84.6K 7.2K 16
"Bir pişmanlık mı bin pişmanlık mı..?" ||Angst||
223K 20.6K 27
010 ***: hamileyim jungkook: sen kimsin
283K 27.9K 40
jeon: içtiğim boktan sigaraların seni bana getireceğini biliyor olsaydım, çoktan ciğerlerime siktiri çekmiştim. for ne jupiter.