the reaper • zm

Bởi carmenfkahlo

113K 10.3K 4.9K

Yabancı, küçük kapıdan geçmemesini söylediğinde Mariah onu dinlememiş ve kendisini on yedinci yüzyılın korsan... Xem Thêm

I| dead man in her arms
II| forgotten even by god
III| so you're free anymore
IV| on death's deck
V| women bring bad luck to the ship
VI| drowning in her eyes
VII| kill to live
VIII| maovesa and adonis's brothel
IX| some cook problems
X| ends before the sun rises
XI| fear and admiration
XII| too good for this world
XIII| night full of stars
XIV| belonged together in the past
XV| captain's secret memories
XVI| just fuck
XVII| island dying of lovelessness
XVIII| who are you
XIX| storm
XX| silent edmiston boy
XXII| debt paid
XXIII| i'm here, love
XXIV| leave your woman on land
XXV| unaccepted prayer
XXVI| somebody at any time
XXVII| born today and died today
XXVIII| oath
XXIX| pirates are like this, dear
XXX| singing stomachs
XXXI| hidden pearl in the blue satin
XXXII| nobody is innocent
XXXIII| chasing a song in cumana
XXXIV| puppets of fate
XXXV| until death do us part
XXXVI| like them
XXXVII| two bodies, one soul
XXXVIII| away
XXXIX| this is our reality
XL| destiny does not change
•XLI| bloodthirsty beast
XLII| the biggest ban
XLIII| the young man in gahima
XLIV| guest lady and lord
XLV| the dragon at the ball

XXI| the only one who can hurt

3K 264 145
Bởi carmenfkahlo

Odadan nasıl çıktığımı bilmiyordum. Gözlerim korkudan kaynaklı gözyaşlarıyla dolmuş bir halde koşar adımlarla merdivenleri indim. Eğer çocuğa bir şey olduysa ve onu da kaybettiysem... Ben ne işe yarıyordum?

Merdivenlerin ardından büyük salonun ortasına ilerlediğimde neredeyse ağlamaya başlayacaktım ki çocuğu görmüştüm. İlerideki yemeklerle dolu masada oturmuş, çevresinde olup onunla neşeli gülücüklerle ilgilenen kızların arasında yemek yiyordu. Dudaklarımın arasından rahat bir soluk yükselirken onlara doğru yürüdüm. Çocuk iyiydi.

Masaya vardığımda "Seni göremeyince çok korktum çocuk." demiştim.

Çocuk parlak ve yeşil gözleriyle bana bakıp aynı zamanda ekmeğini yerken Alexandra onun saçlarını okşamış ve yüzünü bana çevirmişti. "Biraz önce buraya geldi. Biz de aç olduğunu düşündük. Onu nereden buldun Mariah? Çok sevimli!"

Elizabeth de başını şiddetle sallayıp çocuğun yan tarafına diz çöktü ve parmak uçlarıyla onun yanağını okşadı. "Evet, çok sevimli ama neden konuşmadığını anlayamadık."

Diğer kızlar da onaylayan mırıltılar çıkarırken "Neden konuşmadığını ben de bilmiyorum." diye bir açıklama yapıp gülümsedim. "Önemli olan iyi olması."

"Kesinlikle! Larissa doğum yaptığından beri bir çocukla vakit geçirmemiştim."

Burada Larissa adında bir kızla hiç karşılaşmamıştım ve bu durum epey ilgimi çekmişti.

"O kim? Öyle birini tanımıyorum."

Jen omzunu silkti. "Doğumda öldü. Zavallı kız. On altı yaşındaydı."

On altı mı?

"Bebeğe ne oldu?" diye sordum dehşet içinde.

"Birkaç gün boyunca onunla ilgilendik ama Adonis bebeği korsanlara sattı."

"Ona bakabileceğimizi söylemiştik. Bizi dinlemedi." dedi hüzünle Elizabeth. "O minik de senin kadar tatlıydı." Çocuğun saçlarını bir kez daha okşarken merhametle gülümsedi.

Korsanlara satılan o bebeğe neler olduğunu düşünmek istemedim. Bunu düşünmek sadece midemi bulandırırdı.

Çocuk çiğnediği lokmayı yuttuktan sonra arkasına yaslandığında "Doydun mu canım?" diye sormuştum.

Bana bakıp başını salladığında şaşırsam da bunu belli etmedim. Tepki vermişti. Yani bu beni duyduğu ve konuşmama sebebinin de yüksek ihtimalle şoktan kaynaklı olduğu anlamına geliyordu. Ya da düşük bir ihtimalle geçmişte ses tellerinden hasar almıştı.

İleride sevişen bir çiftten gelen seslerin büyümesi ve neredeyse herkesin yarı çıplak olması beni rahatsız etti. Bir çocuğun bu ortamda olmasını sakıncalı buluyordum.

"Biraz yürümek ister misin? Bu saatlerde okyanusun rengi çok güzel görünür."

Oturduğu yerden kalktığında kızlardan birisi "Tekrar yanımıza uğra, tamam mı? Seni özleyeceğiz." dedi.

Çocuk bir tepki vermeden yanıma geldiğinde elimi omzuna koyarak onu kapıya doğru yönlendirdim. Kapıya varmadan çoğu zaman oturduğu koltukta şu anda da oturan kaptanı gördüğümde onun da beni izlediğini fark etmiş ve ona bir tebessüm gönderdikten sonra sonunda bu iğrenç yerden çıkmıştık.

Her zamanki hareketlilik kumsala hakimdi. Taşınan yükler, oradan oraya giden korsanlar, kavgalar...

Bir grubun önünden geçerken içlerinden birisi "Piçin kimden fahişe? Benden de bir tane yapmak ister misin?" diye seslendiğinde diğerleri de gülmüş ve küfür etmişlerdi.

Hiçbir şey söylemeden rahatsız olmuş bir şekilde ilerledim ama bir başkası tekrar konuşmuştu.

"Ona bulaşma arkadaşım. Seni pezevenk kaptanına şikayet ederse ölürsün."

Çenem öfkeyle kasılıp omzumun üzerinden onlara doğru "Siktirin gidin!" diye haykırdığımda çocuğun omzunu daha sıkı tutarak adımlarımızı hızlandırmıştım. Orospu çocukları. Aynı şeyleri Zayn' in yanında söyleyebilecek cesaretleri olmayacak kadar alçaklardı.

Kumsalda ilerlemeye devam ettikçe hafızamda hareketlenmeler de oldu. Annabelle' in gittiği gece olanlar gözlerimde tekrar canlanmıştı. Aklıma geldikçe hala ilk günkü kadar derin bir üzüntü duyuyordum ama devam etmem gerektiğinin de farkındaydım. Muhtemelen yeni hayatımda Annabelle gibi birçok sevdiğim insanı kaybedecektim ve bu yüzden elimden geldiğince az kişiyle duygusal bağ kurmam gerekiyordu.

Kıyıdaki sıcak kumların üzerine oturduğumuzda rüzgar ikimizin de saçlarını geriye doğru okşadı. Dalgaların sesi huzur vericiydi. Ve biraz da hüzünlü. Kendime çektiğim bacaklarıma sarılırken uzun bir süre sessiz kaldık. Sonra çocuğun bakışlarını üzerimde hissetmiştim. Ben de ona, kısılı yeşil gözlerine baktım. Keşke konuşsaydı. Keşke aklından geçenleri bilebilseydim.

"Korktuğunun farkındayım." dedim yüzümü tekrar mavi sulara çevirince. "Ben de korkuyorum. Senin gibi buraya ait değilim, bir zamanlar çok uzaklarda yaşıyordum. Benim için bir şans yok ama seni evine ulaştırmak için çabalayacağım. Evine dönmek istersin, değil mi?"

Herhangi bir tepki vermedi. Bana öylece bakmaya devam ediyordu.

"Kaptanla konuşacağım. İngiltere' ye giden bir gemi vardır belki. Yoksa bile başka bir limanda başka bir gemi buluruz. O zamana kadar yanında olacağım." Saçlarını şefkatle okşadım. "Ama sen de benim yanımdan ayrılmamalısın. Burası ve buradaki adamlar çok tehlikeli. Sana zarar verebilirler. Özellikle senin asil bir aileden olduğunu bilmemeliler, anladın mı?"

Bu duyulursa... Düşüncesi bile korkunç.

Çocuk ayağa kalktığında "Nereye gidiyorsun?" diye sordum.

Suya doğru yürüyüşünü endişeyle izlerken arkasından gitmek için ben de kalkacaktım ama sadece dalgalarla oynamak istediğini anladım. Gelen dalgalara çizmeleriyle vuruyor, bazen de kumların arasına karışmış küçük taşları ileri fırlatıyordu.

Rahatlıkla bir nefes verip rahat bir oturuş şekli alarak onu izlemeye koyuldum. Yapacak başka bir işim yoktu. Yarım saat kadar da sadece bunu yapmıştım.

Yanıma birisi oturduğunda gözlerimi ilk kez çocuktan ayırarak yana baktım. Nicolas. Türkler ile gelen tercümanın alnında ter boncukları vardı ve yanakları sıcaktan biraz kızarmıştı.

"Nasılsınız?" diye sordu kibarca.

"İyiyim, galiba. Siz?"

"Ben de iyiyim. Dalgın olduğunuzu gördüm. Ben de yorulmuştum üstelik. Biraz dinlenmek istedim."

"Sadece çocuğu gözlüyordum." dedim başımla taş fırlatan çocuğu işaret ederek. "Siz neden yorgunsunuz?"

İşaret parmağı ile ileriyi gösterdi. Türkler küçük sandallara yüklemeler yapıyordu. O sandallar da muhtemelen demirlenmiş gemilerine götürülecekti.

"Gün batımına doğru buradan ayrılacağız. Size veda etmek için de geldim aslında."

"Ayrılıyor musunuz?" dedim hayal kırıklığı ile. Her ne kadar aramızda fazla bir iletişim olmasa da Nicolas' tan hoşlanmıştım. Aptal ve barbar birisi değildi. "Yarın sabah gün doğumunda yola çıkmanız daha mantıklı olmaz mıydı?"

"Evet ama Mehmed burada daha fazla kalmak istemiyor. Ada günahlarla dolu ve tanrımız hakkında hoş olmayacak kelimeler söylüyorlar."

"Siz de mi Müslüman' sınız?"

Başını aşağı yukarı salladı. "Geçen yıl bu yolu seçtim."

"Herkes seçimlerinde özgürdür. Ama adadaki çoğu kişi bunu anlamıyor. Size ne söylüyorlarsa duymazdan gelin."

"Açık fikirli olmanız mutluluk verici Mariah. Ama aptal insanların çok olduğu bir yerde huzursuzluğu engelleyemezsiniz. Bu yüzden bir an önce gitsek iyi olur. Zaten fırtınadan sığınmak için gelmiştik."

"Anlıyorum."

"Yine de bu günah yuvasını unutmayacağım. Sizin gibi bir dostla karşılaşmak her zaman mümkün olmuyor. Sizin de bu arkadaşlığı unutmamanız için lütfen bunu kabul edin."

Ceketinin iç cebinden fazla büyük olmayan bir kitabı bana uzattı. Heyecanla bu kalın ciltli mükemmel şeyi alırken sayfaları karıştırmış ve bunun doğu kültürünün İngilizce olarak yazıya geçirilmiş çizimli mitleri olduğunu fark etmiştim. Bu bir şaheserdi!

"Nicolas, çok teşekkür ederim! Aldığım en güzel hediyelerden birisi bu. Gerçekten teşekkür ederim. Keşke benim de size verebileceğim bir hediyem olsaydı."

"Buna hiç gerek yok."

Gülümseyerek ona baktım. "Ben de sizi unutmayacağım. Ama bunun için bir hediyeye ihtiyacım olmayacaktı."

"Çok naziksiniz." Derin bir nefes alarak ayağa kalktığında ben de onunla birlikte kalktım. Karşılıklı bir şekilde dururken o da benim gibi gülümsemişti. "Eğer kaderimizde varsa bir gün tekrar görüşmek üzere. Kendinize iyi bakın."

"Siz de öyle."

Nicolas başını eğerek bana bir selam verdi ve sonra arkasını dönerek tayfasına doğru yürüdü. Mutlulukla elimdeki kitaba bakmıştım. Bu cehennemin içinde iyi insanların da olduğunu görmek kalbime huzur veriyordu.

Çocukla orada yaklaşık bir saat daha kaldıktan sonra geneleve geri döndük. Aşağıda kalmadan doğruca kaldığım odaya çıkmıştık. Çıkmadan önce aşağıdan aldığımız meyveleri birlikte yemiş, daha sonra o yatağa uzanmış ve ben de sandalyeye oturarak masanın üzerine bıraktığım kitabı almıştım. Her an toz tanelerine dönüşecekmiş gibi nazikçe kapağını açıp ilk sayfasındaki küçük puntolarda gözlerimi gezdirdim. Yazılar çok küçüktü. Bu nedenle bir müddet sonra başım ağrımaya başlayınca kitaba şimdilik ara verdim ve önüme boş bir kağıt alarak yeni bir portre çalışmasına başladım. Çocuğa baktığım o kısa saniyede onun şu an çok derin bir uykuda olduğunu görmüştüm. Önüme döndüğüm anda ise kapının açıldığını duydum.

Omzumun üzerinden arka tarafa bakıp onun geldiğini fark edince işime devam ettim. Kapıyı kapatıp yavaş adımlarla bana yaklaşmış ve masanın yan kısmına geçmişti. Kollarını birbirine bağlayarak omzunu pencereye yaslarken çizimdeki bakışlarımı beni izleyen gözlerine kaldırdım. Suratı kayadan farksızdı.

"Neden geldin?" diye sordum gülümseyerek.

"İzin mi alacaktım?"

Kırıcı bir tavırla söylediği bu sözler yüzümdeki gülücüğü sildi. "Bir şey mi oldu?"

Cevap vermeyip yüzünü masaya çevirdiğinde gözleri Nicolas' ın verdiği kitapta takılı kaldı. Birbirine bağlı olan kollarını ayırıp omzunu pencereden çekti ve aldığı kitabı elinde çevirerek ilgiliymiş gibi ona baktı. Kitabı bir anda yere bırakınca "Ne yaptığını sanıyorsun?" diye çıkışıp ayağa kalkarak ileriye düşmüş kitabı yerden aldım. Neyse ki bir zarar gelmemişti.

"Bu kitabın ne kadar önemli olduğunu biliyor musun?"

"Tercüman verdiği için mi?"

"Hayır!" dedim öfkeyle. "Bunun gibi kitaplar tarih için bir ayna. Zarar görmemeleri gerekiyor."

"Tarihi sikeyim."

Neden aptallar gibi konuşuyordu?

"Derdin ne kaptan?"

"Derdim sensin. Sizi gördüm Mariah. O piç sana neden bunu verdi?" dedi kitabı işaret ederek.

"Bağırma. Çocuk uyanacak."

Alayla güldü. "Önce tercüman, şimdi de çocuk. Ne zaman bana sıra gelecek?"

Kitabı masaya bırakıp onu elinden tuttuğumda kapıya doğru çekiştirdim. "Dışarı gel. Çocuğu uyandıracaksın."

Bana karşı koymadan onu sürüklememe izin verdiğinde kapının önüne çıkmıştık.

"Tercüman ve Türkler gün batımında buradan ayrılacak. Sadece vedalaştık ve bana kitabı hediye etti."

Duydukları tatmin olmasını sağlamadı. "Sana ne verdiği sikimde değil. Ben senden bahsediyorum. Ona gülümsedin. Onunla ilgiliydin amına koyayım."

Sakin kalabilmek için derin bir nefes aldım. Çünkü etraftan insanlar geçiyordu.

"Bak, senin zamanın için farklı bir düşünce olabilir ama benim zamanımda kadınlar ve erkekler samimi dost olabiliyor. Bu aralarında bir şey olduğu anlamına gelmez."

"Minik ya da diğerleriyle de dost değil misin?"

"Ne sikim iddia etmeye çalışıyorsun?!" diye bağırdım istemsizce. Merdivenlere yönelen bir kız bize kısa bir anlığına bakmıştı. "Saçma konuştuğunun farkına var."

"Senin kadar kültürlü ve zeki olamamak benim suçum değil. Ben buyum. Sen de benim kadınımsın."

Tanrım, tanrım, tanrım!

"Ben kimsenin-"

Aniden bana yaklaştı. "Kimin zamanında olduğunu unutma. Benim zamanımda, benim kadınımsın. Sadece benim. Bunu aklına sok."

Arkasını dönüp giderken kendimi tutamayıp tüm gücümle "CAHİL!" diye haykırdım. "Cahil aptal!"

Göğsüm hızla inip kalkarken gözden kayboldu. Derin bir nefes daha almıştım. Sakin ol Mariah, dedim kendime. Hatırla. Tarihin en önemli kuralını hatırla ve dönemin zihniyetini düşün. Zayn, 2020 yılının yüzyıllar öncesinde yaşıyor ve düşünceleri seninle çok uyumlu olmayabilir.

İçimden durmaksızın bu sözleri tekrarlayarak odaya girdim. Neyse ki çocuk uyanmamıştı.

Yarım saat sonra uyandığında birlikte çizim yaptık. Zayn' den dolayı gerginliğim hala geçmemiş olsa da onunla ilgilenmek bir nevi dikkatimin dağılmasına yardımcı olmuştu. Sadece ikimiz, gün batana dek sessizce zaman geçirdik.

Havanın tamamen kararmasına kısa bir zaman kala çocuğa yemek alacağımı ve burada kalıp beni beklemesini söylediğimde gözlerinde beni onaylayan bir bakış yakalamıştım. Saçlarını okşadıktan sonra aşağı inip doğruca yemeklerin olduğu masaya gittim. Efkarlı Samuel tek başına orada oturuyor ve içiyordu.

"Neden yalnızsın?" diye sordum bir tabak alırken.

Kederle bana baktı. "Ben her zaman yalnızım güneş kadın."

Güldüm. "Yapma Samuel. Biraz eğlensene."

"Şu an eğleniyorum zaten."

Çok belliydi. "Tek başına içerek mi?"

"Sahte insanlarla birlikte içmekten daha iyi."

"Sanırım haklısın." Tabağa çocuğun sevebileceği yemeklerden seçmeye özen gösterirken derin bir iç çektiğini duydum.

"Kaptanına bak. Fahişelerle konuşması seni rahatsız etmiyor mu?"

Yemeklere olan tüm ilgim kaybolup onun baktığı noktaya başımı çevirince Zayn' i görmüştüm. Yanında her zaman etrafında dolaşan o esmer fahişe oturuyordu. Vücudunu kusursuz bir şekilde sergileyen tüller giymişti. Ona dönüktü ve ilgiyle bir şeyler anlatıyordu. Zayn ise karşıya dönük oturuyor ve bazen kıza bakarak söylediği şeylere karşılık veriyordu.

İçimin yakıcı bir kıskançlıkla dolduğunu hissettim. Çünkü o fahişenin onu elde etmek için elinden geleni yapacağını biliyordum. Kızın gözlerinde şeytanın kendisi vardı. Ama unuttuğu gerçek şuydu ki, kaptanın kalbinde de ben vardım. Şu an olmasa bile bir gün olacaktım, bunu da biliyorum.

"Kıskanç bir kadının gözlerinde cehennemi görebilirsiniz demişti eski bir dostum. Ve görüyorum. Cehennem gözlerinde Mariah."

"O fahişeden hoşlanmıyorum."

"Öyleyse git ve adamını al."

Elimdeki tabağı bırakıp Samuel' e baktım. "Kaptanla biraz tartıştık. Beni yanından kovarsa utancımdan ölürüm."

Samuel başını iki yana sallamıştı. "Kararlı ve cesur ol. Bir şey seninse sadece senindir. Bunu fahişeye de göster. Mathilda aşkın paylaşılamayacağını anlatmıştı. Aşkını kimseyle paylaşma."

Kararlı bir şekilde tekrar o ikisine döndüğümde  Efkarlı Samuel' in sözcüklerinden de cesaret alarak onlara doğru yürüdüm. Yaklaştığımda ela gözleri bana dönmüş, ona bağlı olarak fahişe de bana bakmıştı.

Zayn' in aralıklı bacaklarına girip sol bacağına oturarak gövdesine yaslandığımda kollarımı omzuna sarmış ve gözlerimi bana nefretle bakan fahişeye meydan okurcasına dikmiştim. Korktuğum şey olmadı. Hatta kolunu belime saran Zayn, parmaklarıyla yanağımdan tutup yüzümü nazikçe kendisine çevirdiğinde beni öpmüş ve ben daha hiçbir şey yapmadan fahişe cevabını almıştı. Birbirimizi uzunca bir süre öpüp ayrıldıktan sonra esmer kızın gittiğini o zaman fark etmiştim. İçten içe zaferimi kutlayıp gülümseyerek güzel gözlerine bakarken göğsünün üzerine olan elimi yanağına çıkararak uzayan sakallarını okşadım. İrislerini kaplayan sevgi ve hayranlığı görmek beni mutlu etmişti çünkü o tartışmadan sonra bir müddet konuşmayız sanmıştım.

"Aşırı tepkimin sebebi kıskançlıktı." diye itiraf etti sessizliği bozarak. "İlgini sadece kendime istiyorum. Bu bencillikse bencilim."

"En çok ilgi duyduğum kişi sensin. Başka kimse olamaz. Senin de unutmaman gereken şey bu."

Gözlerindeki hayranlık büyürken aynı şekilde ben de ona büyülenmiş bir şekilde bakıyordum. O kadar garipti ki, genelevdeki tüm sesler o an için yok oldu. Bu büyük salonda sadece biz vardık. Sadece o ve ben.

"Mariah," dedi sessizce ve yanağımdaki elimi tutup hızla çarpan kalbinin üzerine koydu. "Belki kendini bana ait hissetmiyorsun ama sen beni çoktan aldın. Nasıl olduğunu hala anlamıyorum. Kalbim artık ellerinde. Canımı yakabilecek tek kişi sensin."

Sözleri nefesimi kesti. İlişkilerim olmuştu. Hatta bazıları fazlasıyla romantikti ve romantik sözlerden iyi anlarlardı. Ama hiçbiri kalbime böylesine tatlı bir sızı vermemişti. Bu öyle bir duyguydu ki, hoşlantıdan çok daha fazlasıydı. Onu seviyordum. Duygularımın başka bir açıklaması olamaz.

"Canını asla yakmam."

Beni öptüğünde arzuyla karşılık verdim, ona sıkıca sarıldım. Ta ki birisi ona seslenene kadar.

Dümenci Liam karşımızda, yüzünde ciddi bir ifade vardı.

"Kaptan Leonard," dedi. "Karaya ayak bastı."

#zariah

Đọc tiếp

Bạn Cũng Sẽ Thích

20.8K 3.5K 12
Taehyung 20 yaşında age play seven bir bebekti, arkadaşı Hoseok'sa ona babacık bulmak için çabalayan birisi. Pek tabii Taehyung'un minik bir çarpışm...
236K 22.3K 24
Jeon Jungkook, 20 yaşına gelen herkesin dolunay gecesi kurt cinsiyetini ôğrenmesi şerefine düzenlenen baloda, kardeşinin kurt cinsiyetini kutlamaya g...
145K 6K 34
ʜᴇʀ şᴇʏ ꜱᴀʟᴀᴋ ᴋᴀʀᴅᴇşɪᴍɪɴ ʏᴀʟᴀɴıʏʟᴀ ʙᴀşʟᴀᴅı... ꜱɪᴢ: ᴅᴇʟɪᴋᴀɴʟıʏꜱᴀɴ ᴋᴏɴᴜᴍ ᴀᴛᴀʀꜱıɴ!
22.8K 3.1K 61
Hep aynı yıldıza bakarsan yolunu asla kaybetmezsin...