ÖZGÜR-TAMAMLANDI

muslumbozkurt tarafından

386K 49.4K 7.4K

Özgürlüğü için ailesi de dahil herkesi karşısına alan bir adam; Mert Çağan. 18 yaşında hayatı kendi istediği... Daha Fazla

GİRİŞ
DAYI
ÖZGÜR
TERCİH
YOLCULUK
DENİZ
YURT
AİLE
DAVET
AYRILIK
YENİ
KEŞİF
İLK GÜN
ARKADAŞLAR
HURİ
ARAYIŞ
ÂŞIK
DÜŞÜNEN ADAM
BEKLEYİŞ
İHANET
TANIDIK
BİLİNÇALTI
EKSİK
DAYAK
HASTA
KIRIK
İŞ
ŞAKA
ÇALIŞMA
YATAY GEÇİŞ
İTİRAF
MESAJ
KİRALIK EV
YARDIM
ÇIĞLIK
HAP
KIZIL SAÇLI KIZ
SÖZ
VALİZ
MÜSTEŞAR
İSTEK
ŞİMŞEK
PAYLAŞMAK
HESAP
ANNE
YETENEK
VİZE
DÜZEN
SARHOŞ
ASİYE TEYZE
SEVDALIK
CEZA
FİLİZ
GERÇEK
ŞAHİT
KAÇIŞ
GERİDE KALAN-FİNAL

AKBABA

12.8K 1.7K 151
muslumbozkurt tarafından


Üçüncü davet Mert'in Hüsnü dayısından geldi. Mert'in hiç akrabası gibi görmediği biriydi Hüsnü dayısı. Çünkü böyle özel davetler dışında birbirlerini neredeyse hiç görmezlerdi. Bu özel davetlerde de Hüsnü hep eğlence peşinde olur, gülüp eğlenmesine bakardı. Diğer dayıları gibi hal hatır sormazdı. Hüsnü'nün tek bildiği ve önemsediği şey paraydı. Onun için parası olan insan iyi insandı. Parasız insan ise uzak durulması gereken bir ucube gibiydi. Hüsnü'nün bütün hayat felsefesi para üzerine kuruluydu. Konuştuğu konuların içeriği de hep paraydı.

Mert'i yemeğe çağırdıkları o akşam diğer zamanlardan farklı olmadı. Mert'i tebrik etti dayısı. Mert buna şaşırdı. İlk defa Hüsnü dayısı kendisini bir konuda tebrik etmişti. Tebrikten hemen sonra da ne kadar kazanacağını sordu. Mert bu adamın neden bu kadar para aşığı olduğunu düşündü. Ona öğretmen maaşlarını bilmediğini sordu. Dayısı buna hayret etti. "Nasıl yani bilmiyorsun? İnsan ileride ne iş yapacağını seçerken ne kadar para kazandıklarına bakmaz mı?" diye sordu. Mert içinden, acaba bu adam para dışında bir şeye değer veriyor mu, diye düşündü. Bir insanın bütün hayatı nasıl olur da para üstüne kurulu olurdu anlamıyordu.

"Ben bakmadım." Dedi Mert. Kısa kesip konuyu kapatmak istemişti. Ancak dayısının pek niyeti yoktu sohbeti bitirmeye. Onun ne kadar maaş alacağını bilmek istiyordu. "İnternetten bak bakalım ne kadar kazanıyormuş öğretmenler?" diye sordu. Mert telefonunu çıkardı. İnternete yazar gibi yaptı ve rastgele kafasından bir rakama uydurdu "İki buçuk." Dedi. Hüsnü bu rakamdan tatmin olmadı. "Hiçbir şey değilmiş. O kadar sene okuduğuna değmez. Ben hiç okumadım. Benim aldığım para iki bin iki yüz lira. Şimdi sen üç yüz lira için mi okudun?" dedi ve gülmeye başladı. Öyle gıcık bir gülmesi vardı ki Mert sinir oldu.

Kalkıp ağzının ortasına vurmak istedi. Sonra bu saçma fikri kafasından çıkardı. Onu sözleriyle dövmeyi tercih etti "Unuttuğun bir şey var dayı. Sen on yedi yıldır çalışıyorsun ve kazanabildiğin para bu kadar. Oysa ben daha yeni işe başladım ama maaşım seninkinden fazla." Dedi. Dayısının yüzü bir anda soldu. Bu cevabı beklemiyordu. Yüzü pancar gibi kızardı. Mert o sırada dönüp hiç konuşmayan babasına baktı. Hem de nasıl baktı? Öyle bir bakıştı ki taş olsan korkudan ikiye ayrılırdın. Babası da bu bakıştan korktu ve neden kendisine böyle baktığını merak etti.

Mert onun suskun kalmasına kızmıştı. Babası her zaman böyleydi. Birileri onları eleştirirken hep sessiz kalmayı tercih ederdi. Hiç kendisini veya ailesini savunduğunu görmemişti. Sakin kalmak için yaratılmış bir taş gibiydi. Mert de bu zamana kadar babası gibi sessiz kalmayı, kimsenin kalbini kırmamayı tercih etmişti. Ancak bundan sonra sessizlik yoktu. Bu boşboğaz akrabaların ileri geri konuşmaları, her fırsatta kendilerini aşağılama girişimleri canına tak etmişti. Bundan sonra susmak yoktu. Hak edene ağzının payını verecekti. Herkesle anladığı dilden konuşacaktı. Kimseye kendisi üzerinden egosunu tatmin etme fırsatı vermeyecekti.

Mert o akşam bir şey daha fark etti. Kendisinden yaklaşık beş yaş küçük olan kuzeninin bakışlarında farklılık vardı. Mert başta bunu yanlış anladığını düşündü. Sonra iyice dikkat etti ve kuzeninin kendisine işveli bakışlarını yakaladı. İçi eriyor gibi bakıyordu. On üç yaşında olmasına rağmen en az on yedi gösteren, uzun boylu, iri badem gözleri ve güzel bir gülüşe sahip olan kuzenini bu zamana kadar hiç fark etmemişti. Mert o an kendisine çok kızdı. Evet, kuzeni ergenliğe erken girmiş ve çok da güzelleşmiş olabilirdi ama o gerçekte yalnızca on üç yaşındaydı ve onun kuzeniydi. Asla bir akrabamla evlenmeyeceğim, dedi içinden.

İçindeki ses "Evlenmek zorunda değilsin." Dedi. Hemen cevabını verdi "Hiçbiriyle akrabalık dışında en ufak bir ilişkim olmayacak. O sadece kuzenim olarak kalacak." Dedi. Sonra kendisini teselli etmeye çalıştı. Belki de ben yanılıyorumdur diye düşündü. Ancak kuzeninin kendisine uzun uzun baktığını fark etti yine. Mert yakışıklı çocuktu. Bunu hep söylerlerdi. Sülaledeki bütün kadınlar onu çok beğenirdi. Hemen hepsi de yaşına bakmadan kızlarını ona vermek istiyordu. Mert bunu daha önce annesinden duymuş olmasına rağmen ilk defa bu akşam karşılaşıyordu.

Yengesi kuzeninin yanında oturmuş, onların birbirlerine bakmasını seyrediyordu. Bu durumdan memnunmuş gibi de gülüyordu. Mert bu oyunun bir parçası olmak istemedi. Gözlerini kuzeninden ayırdı ve ona bir daha bakmadı. Gece boyunca ona doğru kafasını bile çevirmedi.

Dördüncü davet dedesinden geldi. Dedesi ve babaannesinin hem köyde hem de şehir merkezinde evleri vardı. Yaz sonları, son bahar başlangıçlarında genelde köyü bırakır şehir merkezindeki evlerine gelirlerdi. Geldiklerinde de ilkbahara kadar kalırlardı. Yanlarında bir de en küçük amcası vardı. Mert ile amcası arasında yedi yaş vardı. Amcası hala evlenmemişti. O da uzun süreler üniversite sınavlarına hazırlanmış ama bir başarı elde edememişti. Bir türlü istediği bölümü kazanamamıştı. Gerçi kimse onun ne istediğini de bilmiyordu.

Şimdilerde askere gitmeye hazırlanıyordu. Üniversiteden umudunu kesmişe benziyordu. Muhtemelen askerden gelince de evlenmek isteyecekti. Ne de olsa henüz on beş yaşındayken babası yani Mert'in dedesi mirası paylaştırmış ve o da kendine düşen payla iyi bir gelire sahip olmuştu. İstese kendine düğün de yapabilirdi elbette.

Mert'in dedesi sürekli kıyaslamalar yapardı. Kendi torunlarını başka çocuklarla kıyaslardı. Ancak o gece memnun görünüyordu. Kıyaslama yapmaya pek niyetli değil gibiydi. Ama gündemindeki ikinci madde hiç değişmezdi. Hastalıkta, sağlıkta hep o maddeden bahsederdi. Bir keresinde dedesinin köylüden birinin cenazesinde bile aynı meseleyi gündeme getirdiğini görünce o an anlamıştı. Dedesi için fıstıkları her şeyden önemliydi. Annesine bu meseleyi anlatınca "Oğlum dedene çok fazla miras kalmamış. Adam o tarlaların hepsini kendi emeğiyle almış, ekmiş. Bu hale getirene kadar da canı çıkmış. Görmüyor musun şimdi hastalıktan bir rahat uyku bile çekemiyor. İstiyor ki evlatları o emeğine sahip çıksın, emekleri boşa gitmesin istiyor." Dedi. Mert annesine hak verdi. Çünkü daha önce de dedesinin çalışkan bir adam olduğunu duymuştu.

Hatta köylülerin ona "Ceryanlı" yani elektrikli anlamına gelen bir lakap taktıklarını da biliyordu. Onun hiç yorulmak bilmediğini belirtmek için bu lakabı takmışlardı. Bir bakıma ona robot demek istemişlerdi. Dedesi Mert'in babasına yine fıstıklardan bahsediyordu. Fıstıklarına nasıl bakım yapması gerektiğini, ne zaman toplamasının daha iyi olacağını söylüyordu. Bu sırada amcası da pür dikkat onları izliyordu.

Babaannesi ise onlarla ilgilenmiyordu. Mert'i hafifçe dürttü ve "Ya sen ya abin biriniz evlenin de bir torunun düğününü görmeden ölmeyelim." Dedi. Mert ailedeki evlilik meraklılarını sayarken babaannesini nasıl atladığını düşünüp kendisine kızdı. Babaannesi de Mert veya Ceyhun'u her gördüğünde hiç sektirmeden evlilik konusunu açanlardandı. Ama Mert onu da fazla önemsemedi. İçinden "Sanki torunun düğününü görünce cennete mi gidiyorsun? Torunun düğününü de görmeyiver. Hem sen daha turp gibisin. Sana hiçbir şey olmaz." Dedi.

Bunları onun yüzüne de söyleyebilmiş olmayı çok isterdi. Ama böyle bir şey yapsa muhtemelen aforoz edilirdi. O yüzden sessiz kalıp kafa sallamayı düşünüyordu. Ancak babaannesi de ne zaman ki akraba evliliklerinden bahsetmeye başladı Mert o zaman fikrini değiştirdi. Çünkü babaannesi en doğru evlilik tipinin akraba evliliği konusunda ısrarcıydı. Mert "Ben önümüzdeki beş altı sene boyunca evlenmeyi düşünmüyorum. O yüzden bana evlilikten bahsetmeyin. Ayrıca akraba evliliği yapmaya da hiç niyetim yok. İsteyen istediğine kızını versin. Onlar kızını uzaklara göndermek istemiyor diye ben kimsenin kızını kendime eş diye seçemem." Dedi.

Mert'in burada bahsetmek istediği şey, kızlarıyla evlenmesini isteyen akrabalarının asıl niyetinin akrabalık olmadığını vurgulamaktı. Onlar kızlarının hiç tanımadıkları bilmedikleri adamlarla evlenmesindense yıllardır ellerinde büyüyen ve hiçbir kötü alışkanlığı olmayan yeğenleriyle evlenmelerini istiyorlardı. Tek dertleri kendi kızları mutsuz olmasın, evlendiklerinde erkeklerden çok fazla baskı görmesindi. Çünkü bu yörelerde boşanmak diye bir şey yoktu. Bu yörelerde "Gelinlikle gelen kefeniyle çıkar." Gibi saçma sapan bir söz vardı. Onlar da işte tam da bu yüzden kızlarını alacak adamların tanıdık olması isteğindeydi.

Dedesi babaannesine kızdı. "Çocuğa baskı yapma." Dedi. Dedesinin bu tutumu Mert'in çok hoşuna gitti. Babaannesi bundan sonra Mert'e bu konuyu açmadı. Mert'in ailede sevdiği tek akrabası belki de dedesiydi. Dedesinin çok da eğlenceli bir kişiliği vardı. Sürekli şakalar yapardı. Mert'e hep köyde kendisine tavuk çobanlığı yaptıracağını söylerdi. Mert küçükken bunu ciddiye alır kızardı ama biraz büyüyünce bunun bir şaka olduğunu kavrayabilmişti. O geceyi de fıstık ağaçlarıyla ilgili konuşarak tamamladılar.

Beşinci ve son davet ise teyzesinden geldi. Teyzesi akrabaları arasından kirada oturan tek kişiydi. Durumlarının iyi olduğu söylenemezdi. Maddi durumunun iyi olmaması davranışlarına da yansımıştı. Teyzesi her şeyin en uygun fiyatlısını almaya özen gösterirdi ve bunun için de birkaç dükkân gezmeden bir şey almazdı. Bu özelliği yüzünden sohbeti de hep ucuza aldı eşyalar üzerine kuruluydu.

Sohbet sırasında aldığı eşyaların da mutlaka fiyatını söylerdi ki ucuz aldığı belli olsun. Mesela "Geçen gün bir çiçek saksısı aldım on liraya ama nasıl güzeldi." Derdi. Evet, hep söylediği fiyatlar piyasadaki değerinin altında olurdu. Ancak aldığı malların neredeyse hiçbiri kaliteli olmazdı. Kendisi de bunu bildiğinden gereksiz yere aldığı nesneleri övme telaşına düşerdi. Mert bu konuşmalar sırasında çok sıkılırdı.

Teyzesinin evine geldiklerinde eğlendiği tek zaman dilimi teyzesinin kahkaha attığı zamanlardı. Öyle tuhaf gülerdi ki eski zamanlardaki takılı kalmış plaklar gibi sesler çıkarırdı. Odadaki herkes onun anlattıklarına değil onun bu tuhaf kahkahasına gülerdi. Teyzesi bunun farkında mıydı, bilmiyordu ama bildiği tek şey teyzesinin iyi kalpli bir insan olduğuydu. Yine de Mert onu pek sevmezdi. Çünkü sürekli çocuklarını toplar onlara misafirliğe gelir, akşama kadar da gitmezdi.

Babası onların karnını doyurmak için evlerine geldiğini söylerdi. Mert buna sadece gülerdi. Çünkü bunun gerçekten babasının anlattığı gibi olmasını istemezdi. Akrabalarının iyi niyetli insanlar olduğunu düşünmek isterdi. Ancak gerçek şuydu ki akraba kelimesi ona göre yanlış yazılmış bir kelimeydi, doğrusu "Akbaba olmalıydı.". Çünkü akrabalar gerçekte akbabalardan farksızdı. Tek dertleri birbirlerinden çıkar sağlamaktı. Hiçbirinin gerçekten akrabalığa değer verdiği yoktu. Bazı özel günler dışında da kimsenin birbirini arayıp sorduğu da yoktu zaten. Galiba akraba denen şey günümüzde anlamını yitirmiş kavramlardan biriydi. Kimse gerçekte akrabalığın ne anlama geldiğini artık hatırlamıyordu.

Akrabalarınızı seviyor musunuz?

İnstagram: bzkrtmslm1

Okumaya devam et

Bunları da Beğeneceksin

25.3M 903K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...
116K 3.6K 39
"Oo küçük hanım iki gündür sizin peşinizdeyiz." "Siz de kimsiniz nie peşimdesiniz ne istiyorsunuz?" " sakin küçük kız" "Kimsiniz dedim" " babanın öde...
233K 13.3K 33
17 yıl önce annesi tarafından ölü olarak bildirilen Neva... Yıllardır onun hasretiyle yanıp tutuşan Akay ailesi... Ama... Ortada bir sorun vardı.Neva...
2.9M 81.8K 31
Hafızanı kaybedersen düşmanına âşık olabilir misin? Karaca Yıldırım, ailesini kaybettiği kazadan aylar sonra iyileştiğinde teyzesinin yanına taşınır...