ARAF

By biliyoruzki

7.5K 361 427

Irmak Ahsen kaçtığı o uykularından birinden uyandı ama bu sefer uyandığı yer evi değil, yanan bir ormanın ort... More

GİRİŞ

1. Bölüm: SİYAH AY

1.5K 127 200
By biliyoruzki


Yeni kurguyla karşınızdayım ve çok heyecanlıyım🥺 Burayı fazla uzatmayalım, bölüm sonunda konuşalım.

Twitter'da ki yorumlarınızı #araf ile yaparsanız görüp beğenebilirim.

Beni instagram takip ederseniz sevinirim;
İnstagram: biliyoruzki

Bölüme başlamadan yıldıza basarsanız çok sevinirim, yorumlarda da buluşalımmmmm

İYİ OKUMALAR...

Yeryüzüne düşen her bir yağmur tanesinin iniltisi kulaklarımda yankılanırken bedenimin içerisinde yer alan her bir kemiğimin sızladığını hissedebiliyordum. İlk defa bedenim bu derece kendisini yorgun hissediyordu. Bacaklarımı kendime doğru çektim ve kollarımın arasında ki yastığa başımı gömdüm ama aldığım yabancı kokuyu bir kere hissettiğim anda gözlerim aniden açıldı.

Bu koku da neyin nesiydi?

Bulanık bakan gözlerimin üzerine elimi koydum ve sertçe gözlerimi ovarken bulunduğum yerde doğruldum. Dehşet şimdi yorgunluğumun önüne geçebilecek kadar artmış, kulaklarımda ki yağmur tanelerinin gürültüsü de ona eşlik etmişti. Arkamda kalan pencereye vuran her bir yağmur tanesi sanki kafama çarpıyormuş gibi sertliğini belli ederken dişlerimi birbirine bastırdım ve karşıda ki siyah büyük tabloya baktım. Neredeyse koca duvarı kaplayacak büyüklükte olan siyah tabloda hızla koşan beyaz bir at ve onun üzerinde ok ve yayını tutmuş bir adam vardı ama adamın yüzü yoktu, belirgin olan ok ve yaydı.

Üzerinde bulunduğum yataktan hızla kalktım ve hafif sersemlerken odada hızlıca bakışlarımı gezdirdim. Hemen ortada bulunan siyah yatak örtüleri darmadağın olmuş büyük bir yatak dururken sol tarafında normal pencerelere oranla çok büyük bir pencere vardı ve yağmur tanelerini üzerine çekerken sadece kulaklarım uğulduyordu. Neredeydim ben? Başımı çevirdim ve pencerenin yanında bulunan büyük gömme dolabı gördüm. Siyah ahşap kapakları olan bir dolaptı ve hemen yanında siyah boydan boya bir ayna yer alıyordu. Aynanın üzerine düşen yarım yansımamla birkaç adım attım ve o an kendimi gördüm.

Dağınıktım.

Darmadağınık.

Üzerimde bana ait olmayan kırmızı ihtişamlı bir elbise yer alırken bazı yerlerinde ufak sökülmeler vardı. Saçlarım... Kendince dalgalı ve uzun olan siyah saçlarım birbirine girmiş, az da olsa kabarmışlardı. Yüzüm solgun görünüyor, göz altlarımda ki morarmalara alışkın olmama rağmen onların da kendini bugün ayrıyeten belli ettiklerin düşünüyordum. Ayaklarımın altında ki sızıları yeni yeni anlarken bir an bu odada kendime yabancı gibi hissettim. Ben kimdim ve böyle bir odada ne işim vardı? Bu ev kimin eviydi? Ben neden hiçbir şeyi hatırlamıyordum?

Gökyüzü bir kere gürlediğinde ince tül perdelerden içeriye ışık girdi, aynada ki karanlık yansımamı daha net belli etti. Kapıdan ufak bir tıkırtı sesi geldiği anda kendimi aniden kapının arkasına doğru adımlarken buldum. Kimdi bu gelen? Kaşlarımı biraz daha çatarken beyaz kapının arkasında durdum ve sırtımı her an atağa geçecekmiş gibi yarım bir şekilde soğuk duvara yasladım. Elbisenin etekleri sızlayan ayaklarımın altına girdiğinde daha çok canım acıyordu. Kapı yavaşça açıldığı için oluşan gıcırdama sesi pencereye çarpan yağmur sesi tarafından yutulurken elimi kaldırdım ve kapının arkasında görünecek kişiyi merakla bekledim.

Nerede olduğumu bilmiyordum ve kendimi korumak zorundaydım. Kim tarafından kaçırılmıştım? Ya da tüm bu olanlar bir plan doğrultusu içerisinde miydi? Dişlerimi birbirine bastırdığımda bir kızın profili görüntü alanıma girdi ve o an hiç düşünmeden ilk önce havada ki elimi dudaklarının üzerine kapattım, ardından kızı kendime doğru çektim. Kızı sağ elimle sertçe göğsüme bastırırken sol elimle kapıyı gürültülü bir şekilde kapattım ama evde başkaları da varsa yağmur sesinden kapıyı duyacaklarını zannetmiyordum. Ya da duymamalarını ümit ediyordum? Kapının üzerinde ki kilide bastıktan sonra kızın başını omzuma yatırdım ve eğilerek onun yüzüne baktım. Gözleri kocaman olmuş bir şekilde bana bakarken elleriyle dudaklarının üzerinde olan sağ elimi çekmeye çalışıyor, başarısız oldukça da ayaklarını yere sertçe vuruyordu.

Kızı odanın ortasına doğru sürüklerken,"Kimsin sen?"diye sordum dişlerimin arasından. "Ne diye kaçırdınız beni?" Kız o an beni dinlerken kısa süreli hareketlerini durdurdu, ardından başını hızla iki yana sallarken dediklerimi inkar etti. Elimi dudaklarının üzerine daha sert bir şekilde bastırırken kulağına doğru eğildim. "Benim burada ne işim var?"diye tısladım öfkeyle. Belirsizlik vardı ve ben bu durumdan nefret ediyordum. Dudaklarım, kulağına sürtünürken, "Kimsiniz siz?"diye fısıldadım. Cevap almak için elimi geriye çekmek istiyordum ama bağırmasından da korkuyordum.

Kız o an dirseğini karın boşluğuma çarptı ve ani hareketiyle tüm hareketlerim boşa çıkarken benden hızla uzaklaştı. Dişlerimi dudaklarımın üzerine bastırdığımda çıkacak olan iniltiyi son anda tutmuş, derin nefes almak istemiştim ama karnımda ki ağrı yüzünden bu da pek mümkün olmamıştı. "Deli misin sen?"dedi kız ve derin soluklarla nefes almaya devam etti ama bakışlarımı yerden kaldırıp ona bakamıyordum. "Niye sıkıştırıyorsun beni? Boğacaktın az daha..."dedi ve öksürmeye başladı.

Bir elimi karnımın üzerine koyup nefes almaya çalışırken,"Kimsin?"dedim fısıltı gibi çıkan bir sesle. "Benim burada ne işim var? Nereden kaçırdınız beni?" O an başımı kaldırmadan gözlerimi sadece kaldırdım ve karşımda ki kızın kahverengi gözlerine baktım. "Hangi örgüttensiniz?"

Kızın kahverengi gözleri daha çok büyürken,"Ne bu şimdi?"diye sordu yarı şaşkın yarı sitemkar bir sesle. "Ne demem gerekiyor? Gölge?"

Dişlerimin arasından,"Söyle!"diye baskın bir sesle konuştum. "Neden kaçırdın beni?"

Kız kapıya doğru dönerken, "İçeridekilere anlat derdini,"diye homurdandı hoşnutsuz bir sesle. "Baştan anlatamam sana..."

Kızın kapıya doğru gittiğini anladığım anda karnımda ki ve ayaklarımın altında ki ağrıları önemsemeden büyük ve sert adımlarla ona doğru ilerledim ve kolunu tutarak kendime doğru çevirdim. Kızın bu hamleme bir şey demesine izin vermeden sağ elimi kaldırdım ve hiç düşünmeden yumruk yaparak kızın yüzüne indirdim. Kızın yere yığılması saniyeler sürerken,"Sen anlatmayacaksan..."diye fısıldadım ve eğilerek kırmızı elbisenin eteğini tuttum, ardından dikiş kısmını dişlerimin arasına alarak çekiştirmeye başladım. Kızın bir anda tek yumrukla bayılmasına şaşırsam da onun bedeninin bana oranla daha zayıf ve güçsüz olduğunu fark ettiğim de çokta üzerinde durmadım. Elbisenin dikiş kısmını dişlerimle kestikten sonra bir anda kumaşı iki tarafa çektim ve yırtılmasını sağladım. "Seni susturmam gerekiyordu,"dedim yerde yatan bedene bakarken.

Kapıda ki kilide ne kadar güvenirsem güveneyim bilmediğim bir evdeydim ve her an birileri tarafından etrafım sarılabilirdi. İçeride birileri olduğunu söylemişti ve içeridekiler bu kızın yokluğunu anladıkları anda ilk soluğu bu odada alacaklardı. Elbisenin ilk kumaşını ağzına bağladım. Karnımda ki ağrı yüzünden derin nefesler alamadığım için yüzümün kızardığını hissederken kızın kollarını tuttum ve yatağa doğru sürüklemeye başladım. Dışarıda neyle karşılaşacağımı bilmiyordum ve elbiseden daha fazla kumaş yırtamazdım. Kızı yatağa sürükledikten sonra yatağın ucunda ki demire kızın kollarını bağladım ve yerde boylu boyunca uzanmasını sağladım. Hemen uyansa da kollarının bu duruşu sayesinde acıdan yerden doğrulamayacaktı bile.

Kırmızı elbisenin yırttığım kumaşıyla birlikte sağ  bacağım tamamen açıkta kalırken kısaca odada göz gezdirdim, ardından eğilerek kızın örgüsünün ucunda ki siyah tokayı aldım ve saçlarımı sıkı bir at kuyruğu yaptım. Kapının arkasında kaç kişi vardı? Ya da ne gibi bir silahları vardı? Kızın üzerini ne kadar arasam da küçük bir bıçak dahi bulamamıştım, tek keskin şeyler kulağında ki halka küpeleri olabilirdi. Yanaklarımı havayla şişirirken yavaş adımlarla kapıya doğru ilerledim, gri kapı kulpunu avucumun içerisine aldığımda bir an ne yapacağımı bilmeyerek omzumun üzerinden baygın bir şekilde yere yığılmış kıza baktım. Çok gençti; en fazla 20 yaşında gibi duruyordu ve aldığı düzenli nefeslerle gerçekten bayıldığına olan inancım tamdı.

Rol yapmıyordu.

Çok az ses çıkması adına avucumun içerisini kilidin üstüne bastırdım ve açtım. İstemsizce dişlerimi sıkıyor, içimde ki bu belirsizliği öldürme düşüncesiyle ne olacağını bilememek beni çok yoruyordu. Kapı sessizce açıldığında yavaşça sağa doğru bir adım attım, ardından her hangi bir ses duymadığımda başımı hafifçe dışarıya uzattım ve o an bomboş dikdörtgen şeklinde ki holü gördüm. Geniş dikdörtgen şeklinde ki holde onlarca kapı yer alıyordu ama kimseler yoktu. Beyaz duvarlar ve kapılar iç açıcı dursa da yerde ki kırmızı kaplı halılarla içimde ki kasvet, her şeyi içine çeken bir kara delik gibi genişlemişti. İki tarafı kontrol ettikten sonra biraz daha dışarıya çıktım, ardından kapıyı arkamdan aralıklı bırakarak bir süre bekledim ve hiç kimsenin varlığına dair bir belirti görmedim ama içeriden sesler geliyordu.

Neresiydi Allah aşkına burası? Kaşlarımı çatarken nemli avuç içimi buz gibi alçı duvara yasladım ve bir süre kırmızı halının üzerine bakarak herhangi bir gölge bekledim ama yoktu, sadece içeriden birkaç konuşma sesleri geliyordu ve arada mesafe olduğu için ben ne dediklerini anlayamıyordum. Kulaklarım uğulduyordu. Ayak parmaklarımı kırmızı yumuşak halının üzerinde içeriye doğru kıvırırken arkamdan duyduğum sesle birlikte bedenim bir anda dondu. 

"Uyanmışsın kor alev."

Gözlerim iki yana sık sık gitse de herhangi bir önüme düşen gölge göremiyordum. Bir erkekti ama nasıl bir vücut tipine sahipti? Ciğerlerimi tamamen hava doldurduğumda yumruğumu sıktım ve zaman kaybetmeden arkamı döndüm ve karşımda ki genç adama baktım. Üzerinde bir şey yoktu ve ıslak uzun saçlarından damlayan sular kaslı göğsü boyunca akıyorlardı. Siyah gözleri benim gözlerimin üzerindeyken, "Kimsin?"diye sordum kısık bir sesle, ardından omzumun üzerinden arkama baktım ama kimse yoktu. Geri ona doğru hızlıca dönerken,"Ne istiyorsun benden?"diye sordum.

Dolgun dudaklarında hafif bir sırıtma oluşurken,"Yakmanı kor alev."dedi ve alayla sırıtmaya devam etti. Çocuk bir anda bana doğru büyük bir adım attı ve elini bana doğru uzattığı anda sağ ayağımı kaldırdım ve hiç düşünmeden çocuğun dirseğinin iç kısmına vurdum. Kalbim hızlıca göğsüme çarptığında çocuğun inlemesini kesecek şekilde sıktığım yumruğumu da yüzüne indirdim.

Karşımda ki çocuğun uzun ıslak saçları savruldukça yüzüme soğuk su damlaları geliyor, daha çok gerilmeme neden oluyordu. Kirpiklerim ters dönerek gözlerimin içerisine batıyormuş, gözlerimde ki sızı tüm bedenimi titretiyormuş gibi tüm bedenim sarsıldı. Korkuyor muydum? Bu bir korku değil, bir öfkeydi; ne olduğunu bilmediğim ve bekleyerek geçen zamana karşı duyduğum öfkeydi.

Çocuğa doğru bir adım attığımda karşımda ki yabancı çocuk benden önce davrandı ve havada ki elimi bileğimden kavradı ve aşağıya indirerek ters çevirirken kolumda hissettiğim acıyla dişlerimi kıracakmış, damaklarım yarılayarak kanayacakmış gibi sıktım. Dişlerimi o kadar çok sıkıyordum ki bazı anlar çenem ağlıyormuşum gibi titriyordu ama ağlamaktan daha fazlası içimde bir kor alev gibi yanıyordu. Sırtım duvara sertçe çarptığında,"Kes şunu!"diye bağırdı çocuk ve bedenini bedenimin üzerine bastırırken bir kolunu da boynuma bastırdı ve böylelikle başımı soğuk duvara yaslayarak yüzüne baktım. Kalın kaşları çatılı, uzun kirpikleri birbirine girecekmiş gibi kısılırken yüzünü daha fazla yüzüme eğdi. "Yabani!"dedi dişlerinin arasından ve gözlerimin tam ortasına baktı. "Ne diye saldırıyorsun kızım?"

"Kimsin?"dedim göğüslerim derin almak için şişerken ama onun baskısı çok fazla olduğu için derin nefes bile alamıyordum. Burnuma gelen şampuan kokusuyla birlikte onun bana ne kadar yakın olduğunu bir kere daha idrak ettim ve rahatsız oldum. Kimdi bu adam? Ne diye beni kaçırmıştı? Kaçırdıysa beni neden başta bağlamayacak kadar aptaldı?

Ya da grubun yenilerindendi.

"Efgan..."diye mırıldandı ama sesinde ki tonda, aldığı nefeste hala sertti. "Sen niye saldırıyorsun?" Başımı çevirmek istedim ama buna engel olarak kolunu hafifçe boynuma baskı yaptırdı ve gözlerinin içine bakmamı sağladı. "Kimsin kızım sen? Ne diye saldırıyorsun durduk yere? Ne bu haller?"dedi beni anlamak istiyormuş ama anlamıyormuş gibi bakarken. "İsmin ne?"

Sinirden gülerken,"İnsan kaçırdığı kişiyi bilmez mi?"diye sordum. "Aptal mısın sen çocuk!"dedim en son hırlayarak. "Kimsin, tam olarak hangi örgüte üyesin bilmiyorum ama beni bırakman için sana karşı sabırlı olmayacağımı bil. Aptal olma."

"Ne örgütü?"dedi şaşkınlıkla.

"Salak ayağına yatıp daha fazla sinirimi bozma benim,"dedim ve kolunun baskısından kurtulmak istedim ama buna izin vermedi, başımı tekrardan soğuk duvara yaslamama neden oldu. Dişlerimi sıkarken onun siyah gözlerine bakmaya devam ettim. "Bırak beni yoksa çok kötü olacak."

"Bıraktığımda da saldırıyorsun!"dedi çocuk hızla karşı çıkarken. Islak uzun tutamları omuzlarına sürtünüyor, başını hareket ettirdikçe su damlaları bana geliyordu. "Ne diyorsun anlamıy-"

"Yeter!"diye bağırdığım anda sağ bacağımı kaldırdım ve hiç düşünmeden çocuğun iki bacak arasına vurdum. Dudaklarında ki haykırışla tamamen benden ayrılmaya başladığında ellerimi omuzlarına koydum ve onu yere doğru ittirdim. Uzun bedeni yere düştüğünde çocuğun üzerine çıktım ve onun bu aciz halinden yararlandım. Kollarını bedeniyle birlikte bacaklarımın arasına yerleştirdiğimde karnında oturuyordum. Eğildim ve yüzünü iki elimin arasına alırken,"Beni niye kaçırdın?"diye sordum yüksek çıkan bir sesle. "Kimsin? Benden ne istiyorsun seni aptal? Hangi örgüte üyesin? Poyraz'ın adamı mısın piç?"dedim ve o an dehşetle adamın kıpkırmızı olmuş yüzüne baktım. Büyümüş gözlerimle birlikte ona bakarken o altımda debeleniyor, kollarını bacaklarımın altından çıkarmaya çalışıyordu ama bacaklarının arasında ki sızı buna engel oluyormuş gibi duruyordu.

"Bırak..."dedi nefes nefese ve gözlerini sıkıca yumdu. "Deli karı bırak beni!"

"Tabi yaa..."diye mırıldandım ve kıpkırmızı olduğuna inandığım ve her bir miliminin sızladığı gözlerimi ona odakladım. "Onun adamısın,"dediğim anda elimi kaldırdım ve tersiyle yüzüne vurdum. "Çıkamadı o piç karşıma, değil mi?"diye bağırdım ve tekrardan yüzüne vurdum. Bundan sonra ne olurdu bilmiyordum ama en azından bedenimin altındaki adamın benden kurtulamayacağı kesindi. Birkaç dakika saldırımın kurbanı oldu. Saçını sıkıca tutup başını havaya kaldırdığımda yüzlerimizin arasında sadece birkaç santim vardı ve ikimizin de aldığı hırıltılı nefesler birbirine karışıyordu. "Ölüsün sen,"diye fısıldadım nefes nefese. "Öldün."

Gözleri geriye kayarak kapandı. "Sana bir haberim var kor alev..."dedi ve o an sırıttı, beyaz dişlerinin üzerini kaplayan kanı gördüm. Sertçe yutkundu, onun yerine benim ağzımda kanın tadı dağıldı. "Sen de ölüsün."

Başını yere çarpmak için iyice kaldırdığım anda bir kol belim boyunca  yılan gibi dolandı ve beni havaya kaldırdı. "Bırak beni!"diye haykırdım, üzerinden kalktığım ve yerde boylu boyunca yatan adama bakarken. Uzun saçları yerde ki kırmızı halının üzerine dağılmışken dudağından akan kan da çenesini kaplamıştı. Ayaklarım yerde havalanırken,"Kes şunu!"diye haykırdım ama o an boğazımda hissettiğim sızıyla yüzümü buruşturdum.

Bir hesap gününde Tanrı'ya olanları anlatmışım gibi boğazım haykırışların çizikleriyle doluydu.

"Şov bitti,"dedi beni tutan adam ve elimi karnımın üzerinde ki kolunun üzerine koydum ve tırnaklarımı olabildiğince sert bir şekilde tenine geçirdim. "Bir yabani gibi değil, hanımefendi gibi davranman gereken andayız."

Ayağımı kaldırdım ve arkaya, onun bacaklarına vurmak istedim ama ayağım elbisenin kumaşına takıldı ve hiçbir şey yapamadım. "Beni bırak, eğer bırakmazsan yedi sülalenin içinden geçeceğim!"diye haykırdım ve arkamı dönerek yüzüne bakmak istedim ama bedenimi öyle bir abluka altına almıştı ki bağırmak dışında hiçbir şey yapamıyordum. "Duydun mu beni havyan herif!"

"Ben seni duydum ama sen beni duymadın galiba,"dedi baskın çıkan bir sesle ve o an sıcak bir nefes terli enseme çarptı, orada ki her bir tüy tanesini şahlandırdı. "Hanımefendi gibi dedim, barbar gibi değil."diye homurdandı ve ileriye doğru ilerlemeye başladı.

Gözlerim büyürken,"Nereye gidiyorsun sen!"diye bağırdım. "Eğer biraz daha beni burada tutarsan babam içine girebileceğin toprak tanesi bırakmaz."

"Sen bu arada babanı mı bekleyeceksin?"dedi alayla ve koridorda ilerlemeye devam etti. Bu kimdi? Daha kaç adam vardı içeride? Uzun saçlı adam da geride kalmıştı ve bir kere bile onunla ilgilenmemişti. Bu adamlar birbirlerinden bağımsız örgütlere mi mensuptu?

"Aptal,"diye fısıldadım dişlerimin arasından. "Ben seni öldüreceğim."

"Tekrarı olan hiçbir şey heyecan vermez,"dediği anda sağa döndü ve o an büyük bir salonun girişinde durduğumuzu fark ettim. İçeride ki ortama gözlerimi kırpıştırarak bakarken kucağında debelenen bedenimde durdu ve içeriyi incelemeye başladım. İçeriyi anlatan bir şey varsa o da: Devasaydı. Ben içeriyi incelerken o da yavaşça beni yere bırakmıştı ama kolunu geriye çekse de büyük bir el karnımın üzerinde kalmaya devam etmişti.

Sağ tarafta büyük bir siyah koltuk takımı yer alırken giriş kısmının karşısında da çok büyük bir yemek masası bulunuyordu. Eşyalar normal gelmiş olsa da duvarlara sırayla asılmış olan hayvan başları dehşet verecek şekilde korkutucu duruyordu. Büyük geyik başları daha yoğunlukta olsa da atlara aitte çokça baş vardı. Bir aslan da görmüştüm... Biraz incelendikten sonra bunların ahşaptan olduğunu anlamıştım ama devasa büyüklükte olmaları ve yüksek duvarlara sırayla dizilmeleri korkutucu gelmişti.

"Neresi burası?"diye fısıldadım dehşet içerisinde.

Karnımın üzerinde ki el belime doğru ilerledi ve yavaşça beni girişten içeriye doğru ittirdi ve ittirmeden önce fısıldadı: "Araf'a hoşgeldin Irmak Ahsen Alaca."

Sağ taraftan gelen çatırdama sesleriyle başımı hızlıca çevirdim ve o an yanan şömineyi ve şöminenin önüne oturmuş kadını gördüm. Kadının sarı küt saçları bir jilet gibi omuzlarını keserken üzerinde simsiyah dar bir elbise vardı. Yüzü bana değil, şöminenin içerisinde ki harlı ateşteydi ve ateş onun her gözüne çarptığında buradan bile belli olan yeşil gözlerinin tonu açılıyordu. Kadın çok güzeldi ama ilginç olan kucağında olan bembeyaz ve hiçbir yerde görmediğim kocaman tavşanı sakinlikle seviyor olmasıydı.

Arkamı tamamen dönerken,"Neresi burası?"diye fısıldadım korkuyu silemediğim bir ses tonuyla. Kapının önünde durmuş, öylece bana bakan adama bakmaya devam ettim. Siyah ve bedenini saran tişörtünü altında ki siyah kamuflaj desenli pantolonunun içerisinde yerleştirmişti. Ayağında ki postalların ipi postalların üzerine çarparak ses çıkartırken bir adım attı. Koca bedeni neredeyse salonun girişini kaplarken ani atağına karşılık ne yapacağımı düşündüm ama burada hiçbir yeri bilmiyordum ki! Ondan nasıl kaçabilirdim? Karşılık verecek gücüm vardı ama onun, benim gücümden etkilenmesi imkansız gibi duruyordu.

Adamın siyah gözleri gözlerimin içerisini nişan alırken,"Burası Araf,"dedi büyük bir sakinlikle. Buz gibi bakmıyordu ama benim ne yapacağımı kestiremiyormuş gibi görünüyordu. Ne saçmalıyordu bu adam? Ne demekti Araf? Böyle bir şehir mi vardı?

Bir adım geriye attım ve sertçe onun kara gözlerinin içerisine baktım. "Burası hangi şehir? Sen hangi örgütün itisin?" Kaşlarımı çattım. "Poyraz nerede? Sahneye tahmini ne zaman çıkar?"diye bağırdım öfkeyle. Kimdi bunlar?

"Burası Araf,"dediği anda bir adım daha attı içeriye doğru. "Ben bir örgütün iti değilim, eğer ortada bir örgüt olsaydı ta kendisi olurdum."

"Poyraz nerede?"dedim olduğum yerde dimdik bir şekilde dururken.

"Poyraz yok,"dedi sakinlikle bana bakarken. "Burası Araf, burada ki hiç kimse bir örgüte üye falan değil, şunu söylemeyi kes."

"Ne saçmalıyorsun sen?"dedim gür bir sesle. "Araf ne ya? Bu nasıl bir sallama, hangi ülkenin şehri? Seversiniz hayali ülkeleri ama ben sevmem!"

Adam bir süre durup yüzüme boş boş baktı. "Bir ülke değil, bölge kurdum."dedi bir anda.

"Ülkemin hiçbir toprağını adlandıramazsın,"dedim gür bir sesle. Şimdi ayaklarının üzerinde bir kişi olarak değil, bin kişi olarak duruyordum. "Hangi kafayla böyle şeyler yapıyorsunuz bilmiyorum ama seni gömerim bu topraklara, düzgün konuş."

"Düzgün anlat kıza." Başımı çevirmeden sadece gözlerimi çevirdim ve o an şöminenin önünde oturmaya ve kucağında ki normale göre kocaman olan tavşanı sevmeye devam eden sarışın kadına baktım. Tavşanın beyaz tüyleri buradan bile yumuşak ve temiz görünüyordu. Bakışları ateşteyken,"Kafasını karıştırma, onun bir ölü olduğunu ve artık bir ölü gibi Araf'a geldiğini anlat."dedi düz çıkan bir sesle ama bu kadının nefesi bile baskındı. Bu nasıl güzel bir ses tonuydu?

Önünde bin bir şeytan dursa; tek bir kelimesiyle hepsine hakim olabilirmiş gibi duruyordu.

Ya da zaten hakimdi.

Kadının sarı saçlarına saçma bir şeymiş gibi bakarken,"Hepinizin gerçekten tedavi olması gerekiyor,"dedim en sonunda kendime gelirken. "İşleri abartmışsınız; hayali ülke kurmaktan daha öteye gitmişsiniz,"dedim alayla. "Hiçbiriniz ölmediniz ama ben hepinizi tek tek öldüreceğim,"dedim yüzümde ki alay silinirken. "Hepinizi..."

"Hepimiz ölüyüz zaten,"dedi önümde ki adam ve sıkılmış gibi bana bakmaya devam etti. Taralı olan siyah saçlarının arasına büyük elini soktu ve karıştırdı, kolları iki yana tekrardan düşerken bana bakıyordu. "Sen, ben, üzerine saldırdığın Efgan, Diana..."derken bakışları şöminenin başında ki sarışın kadına döndü hafifçe. Kadının ismi Diana'ydı. Bakışları tekrardan bana döndü. "Hepimiz dünyada öldük ve cennet veya cehenneme gitmek yerine buraya; Araf'a geldik."

Başımı usulca iki yana salladım ve yılgın bir sesle,"Siz gerçekten kafayı yemişsiniz,"diye mırıldandım. "Ölmüşüz de, buraya gelmişiz... Senin bunu mantığın alıyor mu? Bu nasıl bir palavra?"

"Yalan değil,"dedi artık sinirleniyormuş gibi. Sanki dedikleri gerçekmiş de ben ona inanmıyormuşum gibi bana sinirleniyordu bir de. Bu adam kaçığın tekiydi! Aldığı nefesi sesli bir şekilde bıraktı. "Bu düşünceye alışman 1 gün sürecek, buraya gelen herkesin bunu algılaması 1 gün sürdü. Lütfen bu 1 gün boyunca kimseye saldırma ve bir örgüt üyesi olduğunu iddia etme."

"Sen aptalsın,"dedim mırıldanarak. Sinirden sırıttım ama bu çok kısa sürdü. "Böyle bir şeyin olacağını ve buna inanmamı nasıl beklersin? Bu nasıl bir yalan? Değil 1 gün, 1 yılda geçse ben bu yalanınıza inanmam."

Kolunu kaldırdı ve bileğine bağlı olan siyah kayışlı saatine bakarken,"İnanmaz mısın?"diye mırıldandı. Elini indirdi, başını kaldırarak tekrardan bana baktı ama bu sefer sinirlenmiş duruyordu. Kalın kaşları çatılmış, ona inanmamam onu öfkelendirmiş gibi görünüyordu. "Sana bunu kanıtlasam inanmayacak mısın?"

"İnanmayacağım."dedim çenemi havaya dikerken. "Çünkü ben bir deli değilim."

"Peki,"dedi ve bana doğru hızlı adımlarla gelmeye başladı. Postallarının ipleri her postallarına çarpıp geriye doğru savruldukça gerilemek istiyordum ama ayaklarım, yaralarına rağmen orada durmamı benden değil, babamdan öğrenmişti. Şimdi ben kendimi değil, babamı dinleyerek ancak gerileyebilirdim. "Şimdi sana nasıl inandıracağım bunu..."

Elini koluma doğru uzattığında o an elimi havaya kaldırdım ve aramıza bir bariyer gibi çekerken,"Sakın."dedim sertçe. Eli havada kalırken başımı kaldırdım ve onun yüzüne alttan baktım. "İlkinde gafil avladın, ikincisine izin vermem, dokunamazsın bana."

"Meraklı değilim,"dedi ve yavaşça dişlerini birbirine bastırdı. "Kardeşimin üzerinden seni almam gerekiyordu."Sertçe nefes aldım sadece. "Yürü dışarıya,"dedi hızlıca, sesi sabırsız çıkıyordu. "Olacakları ve dediklerimin yalan değil de gerçek olduğunu gör."

"Saçmalama,"dedim elimi aşağıya indirirken. "Dışarıda göreceğim hiçbir şey dediklerine inanmamı sağlamaz, inanmam için sadece delirmem gerekiyor."dedim kara gözlerinin içerisine bakarken.

"Sadece dışarıya çıkacaksın,"dedi gözlerimin içerisine bakarken. "Dışarıya çıktığında bana inanacaksın." Odanın içerisinde ki saatin sesi duyuldu, kısık ve bir süre daha devam ederse rahatsız edebilecek bir sesti. Gözleri arkama kaydı, ardından tekrardan gözlerime döndü. "Sadece dışarıya çık."

"Tamam,"dedim yavaşça. Dışarıya çıkmak ve incelemek iyi olabilirdi, belki de kaçacak bir yer bulabilirdim. Bunlar nasıl üyeydiler? Nasıl olurdu da kaçırdıkları insanı bağlama gereksinimi görmüyorlardı? Bu benim ne kadar işime gelse de içime bir kurt düşürmüyor değildi. "Geleceğim seninle dışarıya."

Hızlıca başını sallarken,"Hızlı ol,"dedi ve bana bir daha bakmadan arkasını döndü ve salonun girişine doğru ilerlemeye başladı. Devasa büyüklüğünde ki sırtını kaplayan tişört her an dar gelmiş ve patlayacakmış gibi duruyordu. Her adımında sesler çıkıyordu ve o sağa dönerek gözden kayboldu.

"Son 12 saniye,"dedi şöminenin önünde ki kadın ve ben daha ona dönemeden dışarıdan gürültüyle çan sesleri duyulmaya başladı. "Koşman gerekiyor, görmen için." Kadın bana değil, kucağında ki tavşanı severek yanmaya devam eden ateşe bakıyordu. "Aral'ın peşinden git."

İçimden kendime sabır dilerken onun dediklerine ayak uydurdum ve Aral denilen adamın peşinden seri adımlarla ilerlemeye başladım. Çan sesleri her attığım adımda kendini daha fazla duyururken onun gibi sağa döndüm ve siyah bir kapının aralık olduğunu, o kapıdan içeriye soğuk hava estiğini gördüm. Zemheri bir soğukluktu. Aral denilen o adam yoktu, dışarıda olmalıydı. Hızlı ve büyük adımla kapıya doğru ilerledim ve zaman kaybetmeden dışarıya çıktım.

Çan sesleri... Yanımdakini duyamayacağım kadar gür olan çan seslerine kaşlarımı çatarken başımı çevirdim ve hemen yanımda bulunan Aral'ın profiline baktım. "Geldim,"dedim soğuk bir sesle. "Yalan söylüyorsun işte, Araf diye bir yer ancak sizin gibilerin hayalinde olur."dedim iğreniyormuş gibi. Büyük bir bahçeydi burası ve bahçe ışıkları sırayla yanıyordu.

Aral o an başını kaldırdı ve gökyüzüne hayranca bakarken,"Burası Araf,"dedi düz bir sesle. "Buraya ölüler gelir ve sen de ölüsün Irmak."

Onun yüzüne bakmaya devam ettim, soğuğu unutmaya çalıştım ama bu imkansızdı. Dışarısı çok soğuktu. "Delisin sen, deli."

"Ve burada ay gece 12'de gökyüzünde yerini alır..." Başını çevirdi ve üstten düz bir şekilde gözlerimin içerisine baktı. "Ama siyah bir şekilde. Irmak... Söyler misin? Dünyada hangi ülkenin veya şehrin ayı renk değiştirir? Gökyüzüne bak ve gör, sen artık bir ölüsün ve burası Araf."

Başımı kaldırdım ve o an gözüme şiddetle giren ışıklarla birlikte yüksek sesle çığlık attım. Ne kadar gözlerimi kapatsam da o ışıklar göz kapaklarımı delebilecek kadar şiddetliymiş gibi canım yanmaya devam ediyordu. Avuç içlerimi gözlerimin üzerine kapattım, başımı aşağıya eğdim ama gözlerimde ki acılar geçmiyordu. Kara bir yılan gözlerimi yerinden çıkarabilecek kadar sert zehrini göz yuvalarıma yerleştirmiş ve her tarafını kafamın içine sürtüyormuş gibi başım ağrıyor. Ağrının bir yılan gibi yavaş şekilde ilerlemesini hissedebiliyordum ama onu durduramıyordum.

"Ne oldu?"diyen birisinin sesini duydum ama bu sesin kimse ait olduğunu çözemeyecek kadar canım acıyordu. Dizlerimin üzerine çöktüğümde hâlâ ellerimin içlerini gözlerime bastırıyordum ama canımın acısı geçmiyor, üstüne gözlerime bir de başımın ağrıları ekleniyordu. Birilerinin konuştuğunu ve bana dokunduğunu hissediyordum ama boynumdan yukarısı ağırlaşmış ve uyuşmuştu. Bedenim buz gibi olmuş zemine yığılmadan önce göz kapaklarımda sadece gökyüzünün görüntüsü vardı.

Simsiyah dolunay ve çevresinde ki parlak yıldızlar.

***

Ruh, bedenin özüdür.

Kabuk kalkar, kurur, yok edilir ama öz hep oradadır. İçinden sökmeye çalıştığın da, varlığına muhtaç olduğun da o özdür. Kurtulmak istediğine muhtaç konumuna düşüyordu insan. Bedenim kendini dünyadan söküp bir başka yerde topraktan yeni biten bir filiz gibi; titrek, anlamsız, saf ve korku dolu hissediyordu. Bedenim binlerce votluk elektriğe maruz kalmış gibi hissediyor, bir bedenin içerisinde ve o bedene sahip olduğumu anlayabiliyordum ama o vücudu hareket ettiremiyordum.

"Neden?"diyordu olgun bir kadının sesi. Kulaklarımda rüzgarın boğuk uğultuları varken o kadının sesi çok arkadan ve cılız geliyordu. Bedenim titredi ve bir yere sırnaşırken kadın konuşmaya devam etti: "Bunun ona zarar vermeyeceğini düşünmedin mi? Kızı nasıl ay altına çıkartırsın?"

"Anne..."

"Odaya,"dedi kadın hızlıca ve bir kapının aralandığını duydum. "Yatak odana götür..." Bir süre bekledi ve beni birisi taşımaya, bedenim sarsılmaya devam etti. Tehlike çanlarının çalmasına neden olan kokuyu tekrardan soluyordum ama beynim kendi kendini infilak etmiş ve aptal gibi kalmaya devam ediyordum. Adım sesleri birbirine girerken kadın yüksek sesle, "Siyah perdeleri tamamen kapatın, ay ışığını görmemesi gerekiyor."dedi hızlıca. Kimdi bu kadın? Ne ay ışığından bahsediyordu? En son bir evde uyandığımı ve orada ki insanların çokça garip olduğunu anlamıştım ama daha sonrası yoktu, çok öncesi de yoktu!

Kafamda sadece o adamın bana hep öldüğümü söylemesi dönüp duruyor, bir kadın tırnağını zihnimin duvarlarına sürterek kulaklarımı çınlatıyordu.

Kadın düşünceli.

"Ne olacak şimdi?"diyen erkek sesini duydum. Diğer seslere nazaran daha yakından, kulağıma konuşuluyormuş gibi geliyordu. Gözlerimi aralamak, orada neler olup bittiğini görmek istiyordum ama değil göz kapaklarımı açmak, kirpiklerimin hareket ettiğinden bile şüpheliydim. "Ne zaman uyanır?"

Uyanıktım ama iki kelime öncesinden neler söylendiğini unutuyor, düşünüp hatırlamak istedikçe başıma ağrılar giriyordu. "Yatağa bırak sen,"dedi huysuz bir ses; bu, en başta konuşan kadının sesiydi. "Ben bakacağım ona."

"Peki,"dedi erkek fısıldayarak ve zaman geçmeden bedenimin daha yumuşak bir yere bırakıldığını, soğuk nevresimleri hissetmemle elimin altında ki kumaş parçasını yırtacakmış gibi kavradım. Varlığını yeni bulduğum kumaşı sıkı sıkıya tutarken buradan kalkmak istedim ama bedenimin harekete geçen tek kısmı parmaklarımdı.

"Ateşi çok olmalı,"dedi kadın telaşla ve soğuk parmakların elimin üzerinde yer edindiğini gördüm. Damarlarımın içerisinde ki kan soğuktan çekiliyormuş gibi hissediyordum. Parmaklarımın altında ki kumaştan kurtulmaya çalışırken,"Bırak birtanem,"dedi nazik çıkan bir sesle. "Üşüdüğünü biliyorum, ısıtacağım seni, bırak şimdi bunu..."

Bırakmak istiyordum ama bunu da yapamıyordum, bedenim kitlenmişti. Sadece zihnimin içerisinde bir kadın vardı ama o da bana yardımcı olmuyor, dibinde durduğu duvara devamlı uzun tırnaklarını sürtüyordu. Bu kadın da kimdi?

"Yavaşça parmaklarını bırak canım,"dedi aynı nazik ses.

"Anne bırakmıyor."

"Görebiliyorum Aral."dedi sitemle. "Kör değilim."

Ne kadar inkar etmek istesem de bedenim soğuk yatağa bırakıldı ve ben cehennemden çıkarak cennetin soğuk nehirlerinde kendimi bulmuşum gibi ters bir boyut atladım. Yüzüme çarpan sıcak nefese bile razı olacakken elimin üzerinde ki el çekildi, daha büyük ve kaba bir el yerini aldı. "Şimdi..."dedi ve nefesini sesli bir şekilde dışarıya verdiğinde yüzümde ki buzdan maske erimiş gibi rahatladım, kaynağa sırnaşmak istedim. Parmaklarımı açmaya başlarken,"Şimdi sen parmaklarını yavaşça aralayacaksın, daha sonra biz de seni ısıtacağız... Tamam mı?"diye sordu kısık bir sesle.

"Küvete su doldurayım."dedi kadın ve adım seslerini dinledim. Artık sesler daha netti ama ben hala hareket edemeyecek kadar baygındım.

Parmaklarımı yavaşça aralarken tekrardan üzerinde olduğunu düşündüğüm kazağını kavramamam için parmaklarını parmaklarımın arasına yerleştiriyordu. "İşte tamam..."diye fısıldadı ve elimi avucu arasına aldı, ardından karnımın üzerine bıraktı elimi ama kendi elini çekmek yerine elimin üzerine kapatmıştı.

Bulunduğum yerin içerisinde adımlar atıldı ve o el varlığını sürdürmeye devam etti, ardından diğer elini de bacaklarımın üzerine koymuştu ama bunu neden yaptığını bilmiyordum. "Çıkabilirsin,"dedi nefes nefese kalmış kadın. "Suyu hazırladım, ilaçlardan da verdiğimde iyi olacağını düşünüyorum."

"Titremesi durmuyor,"derken ellerini vücuduma bastırmaya devam ediyordu. Titriyor muydum? Odada birkaç saniye sessizlik oluştuktan sonra, "Düşünüyordum da ne demek? İyi olmayacak mı?"dedi düşünceli bir sesle.

"Bunu, onu ay altına çıkarmadan önce düşünecektin! İlk gecesinde ay altına çıkartılmayacağını bilmiyor musun sen?"

"Ben kimsenin ilk gününe şahit olmadım ki, dediğini de unutmuştum."dedi hızla açıklama yaparak. "Banyoya taşıyayım mı?"

Bedenin özü orada ki soğuk yatakta, bir adamın avuçları içerisinde titreyerek kaldı. Bilincim beni terk etti.

***

Sert bir rüzgar camı dövdü, içimde ki kadın huzursuzca başını kaldırdı. Karanlık ay gökyüzünde yerini aldı ve dalları kanamış ağaçlar o rüzgarın esiri olarak etrafa savruldu. Bedenim titredi, avucumun içerisini açarak soğuk duvara yasladım ve başımı hafifçe ileriye uzattım. Evin içerisinde ki kısık ışıklar yüzünden kendimi her an geriye dönerek yarım kaldığına inandığım uykunun kollarına atmak istesem de bunu yapmadım. Kafam allak bullaktı. Yüksek duvarlara asılmış hayvan başları her an gözlerini aşağıya indirerek kapının ağzında ki bana bakacakmış gibi tedirgin olsam da geriye çekilmedim, orada durmaya devam ettim.

Evin içerisi soğuktu. Salon kapısının hemen karşısında ki kapıda açıktı ve rüzgardan savrulan beyaz perdenin arkasında ki bedeni görebiliyordum. Bir sandalyede oturuyordu ve buradan sadece ensesiyle saçlarını görebiliyordum. Neden hiç seslenmiyordu? Geldiğimi anlamamış mıydı? Halbuki uyandığımı evdekiler anlaması adına kapıyı da sesli bir şekilde kapatmıştım ama hiçte bunu fark etmiş gibi davranmıyordu. Diğerleri? Başta bağladığım kız, boğuştuğum çocuk... Ya da şöminenin önünde durarak kucağında ki büyük tavşanı seven sarışın güzel kız? Evde bu adamdan başkası yok muydu? Ne fark edebilirdi ki? Sonuçta hiçbirisini tanımıyordum ve bedenime ağır gelen başımla bunu düşüneceğimi de sanmıyordum.

İçeriye doğru bir adım attığımda duvara yaslı elim aşağıya düştü, üzerimde ki eşofmanın kumaşına sürtündü. Nasıl giydiğimi hatırlamıyordum ama uyandığımda üzerimde siyah bir eşofman ve üzerimde de uzun kollu dar bir crop vardı. Göğüs kısmı sıkıyor ve bir miktar da sıkılığı yüzünden hareketlerimi kısıtlıyordu. Bu kıyafetler bir erkeğe ait olamayacak kadar küçüklerdi. Kimindi?

Perdenin arkasından süzülen ay ışığı zemine düştüğünde bir an ne yapacağımı bilmedim ve hafif büyüyen gözlerle yerde ki ayın yansımalarına baktım. Bedenim bir elektriğe maruz kalmış gibi olduğu yerde dururken,"Bir şey olmaz,"diyen gür sesi duydum ve başımı hızlıca kaldırarak perdenin arkasında ki bedene baktım. Başını çevirmiş, omzunun üzerinden bana bakıyordu. Perde uçuştu, kısa süre onun yüzünü kapattı. Bakışları yerde ki ay ışığının yansımalarına düşerken,"Bir şey olmayacağını söyledi, olmaz herhalde."dedi düz bir sesle.

İki kaşımda havaya kalkarken ayak parmaklarımı içeriye kıvırdım, ardından başımı kaldırdım ve onun yüzüne baktım. "Herhalde?"

"Bir şey olmayacağını söyledi."

"Kim?"dedim ve yere diktim bakışlarımı.

"Annem."

Aramızda ki mesafeye rağmen çok net bir şekilde duyulabiliyordu. Başımı kaldırdım ve ona baktım ama çoktan önüne dönmüştü. Ne olmuştu öyle? Ya da neler oluyordu? Kafayı mı yiyordum? "Ne oldu?"diye sordum ve sesim pürüzlü çıkınca boğazımı temizledim. "Bir anda..."

"Hatırlamıyor musun?"

Ellerimi hafifçe iki yana açarken,"Bana dediklerin ve gördüğüm ay geliyor aklıma..."diye mırıldandım, ardından ne diyeceğimi bilemiyormuş gibi dudak büzdüm. "Bir iki konuşma hatırlıyorum ama... Off! Başımın ortasına sertçe vurulmuş gibi canım acıyor, üşüyorum."dedim yüzümü buruştururken.

"Evin içerisi sıcak Irmak,"dedi düz bir sesle. "Bu da normalmiş, üşümemen anormal olurmuş."

"Bunu kim dedi?"

"Annem."

"Nasıl böyle olur?"dedim sesi hafif yüksek çıkarken. Kapıya doğru ilerlemeye başladım ve bir anda beyaz ince tül perdeyi avucumun içerisine aldım ve kenara çekerek onu net bir şekilde görmeye çalıştım. Verandanın üzerinde koltuk takımı vardı ve o, tekli koltukta rahat bir şekilde oturuyordu. Ortada bulunan sehpanın üzerinde sürahiyi ve yanında yarısına kadar dolu olan bardağı gördüm. Hala her an bir şey olur diye kapının kenarında duruyor ve en azından görülen yan profiline bakıyordum. "Annenle ölmüş olman çok düşük bir ihtimal, ikinizin de Araf dediğiniz yere gelmesi falan?" Bir an durdum ve dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken,"Herkes öldükten sonra buraya mı geliyor?"dedim. "Ölen herkes burada mı?"

İsminin Aral olduğunu hatırladığım adam başını çevirdi ve yüzüme baktı. Gözlerini kısmıştı. "Her ölen değil, bazıları."dedi vurgu yaparken.

"Annen..."

"Öz değil,"dedi ve oturduğu yerden bir anda kalktı. Üzerinde toplanmış olan kazağı aşağıya doğru düştüğünde bedenine bol gelen kazağın omuzlarını zorladığını görmüş oldum. Bana doğru döndü, başını hafifçe sağa eğerken,"Ben buraya geldiğimde onlar sahiplendi beni."diye açıklama yaptı.

"Öldüm mü ben?"

O an başını doğrultu ve bana düz bir şekilde bakarken,"Sence?"dedi ve elini kaldırarak gökyüzünü gösterdi. "Ay siyah." O an tekrardan hatırlamış gibi avucumun içinde ki perdeyi sıktım ve bir adım daha geriledim, tamamen duvar arkasına girdim. Bakışları çıplak ayaklarıma ve içeriye kıvırdığım parmaklarıma düşerken,"Bir şey olmaz."dedi küçük bir çocuğa bir şeyler anlatmak ister gibi. "İlk günden ay ışığının altına çıktığın için bayıldın, şu an ay ışığının bir zararı olmaz."

"Öldüm,"diye fısıldadım kendimden geçmiş bir sesle.

"Anladığına emin misin?"dedi beni sorgularken. "İyi ve mükemmel bir insan olduğum için cevaplayayım: Evet, sen öldün ve şu an Araftasın."

Bakışlarımı kaldırıp veranda da olmaya devam eden ona bakarken,"İyi misin?"diye sordum.

"Mükemmelim ama iyi değilim."dedi hızla konuşurken.

"Ondan bahsetmiyorum,"dedim yüzümü buruştururken. Sonra nasıl konuşacağımı bilemeyerek etrafa anlamsız birkaç saniyelik göz gezdirdim. "Yani... Yani öldün ve buradasın, birisi seni evlat edindi... İyi misin? Yani anormal bir durum ve nasılsın?"

"Normal bir hayattan farkı yok,"derken eğildi ve sahpenin üzerinde ki sürahiyi ve bardağı aldı, yarım bardağı hızlıca içti. Elinde ki boşalmış bardağı hafifçe havada sallarken,"İhtiyaçlar aynıdır, her şey geldiğimiz yerle aynı ama bu sefer bir kere ölümün yüzünü gördük."dedi yavaşça.

"Neden buradayız?"diye sordum hızlıca. İçimde ki soru açlığını doyurmam gerekiyordu. "Öldüysek neden cennet ya da cehennemde değil de buradayız?"

Aral o an yanımdan geçti ve salonun çıkışına doğru ilerlemeye başladı. Onun arkasından bakarken,"Bir şey arıyormuşuz."diye mırıldandı. Kaşlarımı çattım, ardından elimde ki perdeyi serbest bırakırken peşinden ilerlemeye başladım. Salonun hemen karşısında ki kapıya doğru ilerlemeye başladı.

Karanlıkta ilerlemeye çalışırken,"Ne demek bu?"dedim hızlıca. Neden ışığı yakmıyordu? Ben bir adım ötesini görmekte zorlanırken o, sanki bir ışık tutuluymuş ve her yeri görüyormuş gibi hiç sektemeden hareket ediyordu.

Karşıda ki kapıdan içeriye girerken, "Bilmiyorum."dediğini duydum. En azından ay ışığı az da olsa hole vuruyor olsa da şimdi kapıdan ötesine asla ulaşmıyordu. Bir adım sonrasını bilmediğim için orada bir anda durdum.

Işığı açmadan içeride ilerledi, ilerlerken çıkan adım seslerini orada dikilirken dinledim. "Ne demek oluyor bu ya!"dedim en sonunda tahammül edemezken. "Sen burada yaşadığını ve amacını söylüyorsun ama hiçbir şey bilmiyorsun! Bana düzgün bir açıklama yapar mısın artık!"

"Bir hanımefendi gibi ol,"dedi uyarır gibi. Neredeydi bu adam? Işığı açsaydı da onu görseydim. "Çemkirme."

Derin nefes alıp sakinleşmeye çalışırken,"Bak beni anlamıyorsun..diye başladım konuşmaya ama o benim konuşmamı kesti.

"Anlamıyor değilim, anlamak istemiyorum."

Anlık cevabıyla bir an ne yapacağımı bilemedim ve başımı çevirerek loş olan holün iki tarafına baktım. "Ben..." Başımı çevirdim ve tekrardan onu görecekmiş gibi karanlığın içerisinde aradı gözlerim. "Ben ne yapacağımı bilmiyorum." Nefret ediyordum bu durumdan; normalde benimle bu şekilde konuşmaya izin vermeyeceğim birisine ihtiyacım vardı. Ben tam olarak ne olduğunu bilmiyorum.

"Eğer benimle konuşurken üslubuna dikkat edersen sana bir şeyleri açıklarım,"dedi nefesini sesli bir şekilde verdikten sonra. "Eğer iletişime geçmek istediğin kişi bensem benim kurallarıma göre oynayacaksın."

"Böyle bir şey olamaz,"dedim yüzümü ekşitirken. "Konuşma böyle bir şey değil. Konuşma, iki tarafında rahatsız olmayacağı bir şekilde iletişim kurma. Üslubuma dikkat ederim ama sen de bu kadar umursamaz konuşmamalısın, sinir bozucu oluyor."

"Konuşma iki kişiliktir ve ben konuşmak istemiyorum. Bu bir iletişim. Benimle iletişim kurmak isteyen sensin ve dediğim gibi; benim kurallarıma göre konuşacaksın."

"Aral..."

Işıklar bir anda yandı ve gözlerimin alışık olmadığı ışıktan dolayı gözlerimi sıkı sıkı yumdum. Birkaç saniye gözlerim sızladı, en sonunda gözlerimi araladım ve mutfak kapısından içeriye, ona baktım. Kalçasını krem rengi tezgaha yaslamış bir şekilde kapının ağzında duran bana bakıyordu. "Min."

Kaşlarım havaya kalkarken,"Pardon?"dedim fısıltı gibi çıkan bir sesle.

"Aral Min,"dedi ve tezgahın üzerinde bulunan meyve sepetine uzandı, kısa sürede kırmızı bir elmayı avucunun arasına aldı ve doğruldu. "İsmim ve soy ismim."

Hızlıca başımı sallarken,"Irmak Ahsen..."dedim ve içeriye doğru bir adım atarken,"Alaca."dedim sakince.

Başını sallarken ne zaman bir ısırık aldığını görmediğim elmasını yuttu. Bir kolunu kaldırdı ve onun karnının üzerine koyarken elmasının olduğu kolunun dirseğini koluna yasladı. Bakışları benim üzerimdeyken,"Merak ettiklerini sor,"dedi sakin bir sesle. "Ona göre anlatayım."

"Neden buraya geliyoruz?"dedim sabırsız bir sesle. Birkaç adım daha attım beyaz fayansların üzerinde, en sonunda ortada ki halıya değdi ayaklarım. "Bir şeyi aramaktan bahsediyorsun?"

"Burada bir kitap var-"

"Kutsal bir kitap mı? Kuran-ı Kerim gibi mi? Tevrat? İncil?"

Lafını bölmem hoşuna gitmemiş gibi yüzüme kaşlarını çatarak sessizce baktı. Parmaklarının ucunda kırmızı elmayı hafif çeviriyor, gözlerini kısarak bana bakıyordu. Dudaklarımı birbirine bastırdım ve onun konuşması için sustum. Nefesini sesli bir şekilde alırken,"Kuran-ı Kerim gibi değil ya da Tevrat, İncil... Hiçbiri gibi değil. Burada olan kitap bilgilendirme gibi, açıklamaların olduğu kitap."dedikten sonra elmasından bir ısırık aldı.

Onun ağzında ki elmayı çiğnemesini izlerken,"Nereden bulabilirim bu kitabı?"diye sordum. "En azından somut bir şey." Ben delirmek için sorgulayabilecek kadar düşünceliydim ama içimde ki histe burada olanları kabullenebilecek kadar zayıftı.

"Bu bölgenin kitabı annemin evinde,"dedi düz bir sesle.

"Onu alabilir miyiz?"

"Hayır."

Yüzümde ki ifade bir anda çökerken, "Neden?"dedim kendimi tutamayarak. Nasıl böyle bir insan olabilirdi? Nasıl bir yerde olduğumu bilmiyordum ve ona ihtiyacım vardı. Bunu illa dile dökmem mi gerekiyordu? Görmüyor muydu hiçbir şeyden haberdar olmadığımı, kendimi bir aptal gibi hissettiğimi göremiyor muydu?

Merhamet denilen şey ölünce kaybolabiliyor muydu?

"Ben seninle ilgilenemem, bugün evimde kalmanı kabul etme nedenimde bu hale seni benim getiriyor olmam."dedi ve elinde ki yarılanmış elmayı krem rengi tezgahın üzerine koydu. Elma yuvarlandı, yuvarlandı, yuvarlandı... Lavabo tezgahının içerisine düşerek gözden kayboldu. "Burayı bir dünya gibi düşünebilirsin, sen de bu dünyaya yeniden döndün."

"Ama böyle dönmedim!"dedim hafif yüksek ve sitemkar çıkan bir sesle. Ne yapacaktım ben? Nasıl böyle bir şey olabilirdi? Hiç bilmediğim bir yerde, tek başıma, beş parasız kalmıştım. Daha saymadığım şeylerin yoklukları vardı. Gözlerim hafifçe dolarken,"Ne yapacağım ben şimdi!"dedim titrekliğini bastırmaya çalıştığım bir sesle.

Önce dudaklarını hızla araladı, ardından sertçe birbirine bastırarak başını salladı. "Bak..."dedi nefesini sesli bir şekilde sallarken. "Ben sana yardımcı olamam, öyle yardım ve insan sever birisi değilim." Bir şey söyleyemediğim için dişlerimi sıktım ve gözlerimin dolmasını engellemeye çalıştım. İlk defa kendimi bu kadar çaresiz hissediyordum ve buna duyduğum öfkeden gözlerim doluyordu. Bu halimle birlikte omuzları çökerken, "Yarın gidersin, yanına idare edebileceğin bir miktar para da veririm."dedi kısık çıkardığı bir sesle.

"İstemez."dedim hızla karşı çıkarken. Derin ve hırıltılı bir nefes aldım, ardından başımı çevirerek sağ tarafımda kalan camdan dışarıya gözlerim kaydı. Ay ve yıldızlar belli olmuyordu. "Ne zaman çıkabilirim dışarıya?"

"En azından sabaha kadar beklemek ve dinlenmek zorundasın, dışarıya çıktığında bayılabilirsin."

Başımı çevirdim ve yüzüne bakarken, "Hani bir şey olmazdı?"dedim kısık çıkan bir sesle. Gözlerim kısıldı ve ona odaklandım.

Omzunu umursamazca silkerken, "İhtimal Irmak..."dedi kısık çıkan bir sesle. "İhtimallerden bahsetti annem,"Başımı çevirdim ve tekrardan camdan dışarıya baktım ama hemen önünde ki saksıların gölgeleri dışında hiçbir şeyi göremedim. "Gitmek mi istiyorsun?"

Başımı çevirdim ve yerde ki beyaz fayanslara baktım. Kaşlarım hafifçe çatılırken sadece gözlerimi kaldırarak yüzüne baktım. Gözlerini bana odaklamış, ne diyeceğimi bekliyordu. Buna cevap vermek istemedim. "Neden öldüm ben? En son yaşadıklarım..." Yüzümü buruşturdum.

"Neler olmuştu?"

"Bilmiyorum."dedi düz bir sesle.

Başımı kaldırdım ve dümdüz gözlerine bakarken,"Öğrenilebiliyor mu?"dedim yavaşça.

"Kişiden kişiye göre değişir,"dedi ve dudaklarını bilmiyorum der gibi dışarıya doğru kısa süreliğine büzdü. "Bu aralar hatırlayacağını düşünmüyorum ama belki ileride öğrenebilirsin ya da hiç öğrenmezsin. Hatırlamakla alakalı bir şey."

"Öğrendin mi sen?"

"Hayır,"dedi zaman kaybetmeden. "Öğrenmedim."

Daha fazla bir şey öğrenmek istemiyordum, hele de bu adamdan. Dışarıda dünya hayatıyla aynı hayatın var olduğunu söylüyordu ama dünyada bin bir türlü hayat vardı. Dışarıda ne gibi bir şey beni bekleyecekti? İkinci bir ölüme kucak açabilir miydim? Tektim burada, tanıdığım birisi dahi yoktu. Koca bir dünyanın ortasında anadan üryan bir şekilde duruyor, her şeyin etrafımdan hızla akmasını sadece izliyormuş gibi kendimi fazladan, gereksiz hissediyordum.

Benim burada ne işim vardı?

Peki ya ailem?

Onlar ne yapıyordu? Annem? Babam? Ölümüm büyük bir yankı uyandırmış olmalıydı. Babamın bu ölümümü nasıl karşılayacağını düşünmek bile istemiyordum. Annem de elbette üzülürdü ama babam... Polat Alaca, kızı Irmak Ahsen Alaca'nın kaybına dayanabilir miydi? Hiç sanmıyordum.

"Duşa girmek ister misin?"dedi dakikalardır onun üzerine mıhlanmış gibi duran gözlerime bakarken. "Belki iyi gelir falan..."

"Rica etsem kıyafette?"dedim mırıldanır gibi. Kafam hala hatırlama derdindeydi.

Neden ölmüş olabilirdim?

Ya da öldürülmüş olabilir miydim?

"Bir hanımefendi gibi konuştuğunda istediklerini sana verebilirim."dediğinde yüzümü buruşturmamak için epey çaba harcadım. Nasıl bir insandı bu?

Aral büyük adımlarla yanıma yaklaştı ve beden birkaç adım ötemde durdu. Yanıma yaklaştıkça benden ne kadar büyük olduğunu daha iyi kestirebiliyordum. Zayıf bir bedenim yoktu ama o da zayıf değildi, üstüne kalıplıydı. Tartışma çıkmaması adına konuşmamaya karar verdim; bu, kendimden ödün verdiğim nadir anlardan birisiydi. Nasıl ortamda olduğumu yeni yeni yapbozun parçaları gibi aklımda birleştiriyor ve ortaya çıkanı inceliyordum. Şu an bununla ilgilenmeliydim, Aral Min düşünce sistemimin içerisine giremeyecek kadar küçük bir konuydu.

Bakışları yüzümden açık olan karnıma indiğinde,"Spora ilgiliydin galiba?"diye mırıldandı.

"Meslek icabı,"diye konuştum sadece, daha fazla açıklama yapmadım.

Bir süre karın kaslarıma baktı, ardından bir kere başını salladı ve zaman kaybeden yanımdan geçerek mutfaktan dışarıya çıktı. Aldığım nefesi sesli ve artık boşalan mutfağa bıraktıktan sonra arkamı döndüm ve adım seslerini dinleyerek onun peşinden ilerlemeye başladım. Tüm kapıların ortak olarak açıldığı dikdörtgen ve geniş bir holdü ve bu hol bana kokutucu geliyordu. Işıklar yakılmadığında birkaç ağzı olan bir canavardı ve her an hangi ağızdan ne çıkacağı belli değildi. Işıkları açmadan yine ilerlemeye başladı, onun hareket eden bedenini karanlığın içerisinde zorlansam da takip etmeye devam ettim. Attığım adımlarda ayaklarım altı da sızlıyordu. Sanki bedenim bozularak buraya gelmiş, benim tekrardan birleştirmemi bekler gibi duruyordu. Her saniye başka bir yerimin ağrıdığını hissediyordum.

Artık tanıdık gelen kapıyı aralayıp içeriye girdiği ilk saniyelerde içeride ki ışıkta yandı ve koridorun da bir kısmını aydınlattı. Adımlarımı hızlandırdım, onun peşinden yatak odasına girdim. Hemen çaprazda bulunan büyük gömme dolabın kapaklarını açmış ve bir şeylere bakıyordu. Başımı eğdim ve üzerimde ki kıyafetlere bakarken,"Bunlar kimin?"diye sordum düz bir sesle.

"Diana'nın."dedi vakit kaybetmeden. Arkası bana dönüktü ve dolaptan bir şeyler seçmekle meşguldü.

"Diana kim?"dedim bir an kendimi tutamayarak.

"Kız kardeşim,"

"Odaya giren mi?"dedim hafif mahcubiyetle. Her şeyin sandığım gibi çıkmasını isterdim ama çıkmamıştı ve ben, bana yardımcı olmaya çalışan birisine kendimi korumak adına saldırmıştım.

"Hayır, o Elena."dedi ve siyah bir kazağı askısından çıkarmaya başladı. "Diana, içeride oturan sarışın kız, küt saçları var..."

"Tavşan seven."dedim lafını tamamlarken.

Bana arkası dönük olsa da başını salladı. "Evet, o, ikizim."

Nasıl bir aile yapısı vardı? Ya da neye göre karar vermişlerdi? Rahatça bunu dile dökebildiğine göre ya çok çabuk kabullenen bir yapısı vardı ya da uzun zamandır bu durumun içerisindeydi. Ne kadar merak etsem de kendi zihnimin içindekiler daha kötü durumdaydı.

Ben ölmüştüm ve benden önce ölerek sadece bir gecelik izin verdiği evindeydim.

Buradan sonra ne yapacaktım? Farklı değil demişti. Gökyüzü böyleyse ve buna 'çokta farklı değil' diyorsa farklı olması için ne gerekliydi? Burası başlı başına bir başkaydı ve ben ne olduğunu bilmediğim bir dünyada bir başıma kalmıştım.

"Bunlar senin için yeterli olacaktır,"dedikten sonra bana doğru döndü ve kapının önünde dikilmeye devam eden ve yüksek ihtimalle düşündüğüm için değişen mimiklerime bakıyordu. Elini kaldırdı ve elinde ki kıyafet yığınını gözlerimin içerisine bakarak dağınık yatağın üzerine bıraktı. "Odanın içerisinde bir banyo var, kullanabilirsin."

"Tamam."

"Ben gidiyorum. "

İçeriye doğru attığım adımımla ona bakarken,"Tek mi bırakacaksın beni?"dedim kendimi tutamayarak. Nereye gittiği umurumda değildi ama ben ne yapacaktım?

Bu dediğimi yadırgamış gibi yüzüme baktı. "Evet?"dedi sorgular bir şekilde. Bir şey demedim, yüzümde ki tüm ifadeyi sildim ve yüzüne baktım sadece. "Bu senin için bir sorun mu?"

Yutkunmadan önce,"Hayır,"dedim.

"Güzel."dedi başını hafifçe sallarken. "Olması gereken bu." Bir insan evladı ne kadar gıcık ve itici olabilirdi? Yüzünde ki mimikleriyle, kullandığı kelimelerle nasıl olurda bu kadar beni öfkelendirebilirdi? Normalde bu tür insanlara tahammül etmez, etmek zorunda kaldıklarım da bu kadar beni sinirlendiremezdi ama içinde bulunduğum durumun çıkmazlığının üzerine bu adamın tavırları bir ateş gibi öfkemi harlıyordu.

"Duşa girsem iyi olacak,"dedi ve bir adım atarak kenara çekildim, kapının önünü boş bıraktım. Bakışlarımı aşağıya, ayaklarına odakladım ve o an kendimi tutamayarak yüzümü buruşturdum. Bu durumda olmak beni boğuyordu. Aral birkaç saniye orada bekledi, ardından hızlı ve sert adımlarla ilerlemeye başladı. Dudaklarının arasından bir şeyler homurdandığını fark etmiştim ama bunun ne olduğunu anlayamamıştım. Yanımdan geçti ve kapıdan çıktıktan sadece bir süre sonra o kapı yerinden oynatacak kadar sert bir şekilde çarparak kapattı.

Onun bu durumunu göz ardı ederek yatağa doğru ilerlemeye başladım. Ne kadar süredir uyuyordum? Bedenim yatağa girerek uyumak için sızlansa da kendimi temizlemekte istiyordum çünkü bedenimi tam olarak inceleyememiştim. Bir farklılık ya da yaralanma? Herhangi bir şey var mı diye baksam iyi olacaktı. Yatağın üzerinde ki kıyafetlere bakmadan kucağıma aldım ve yatağın karşısında ki kapıya doğru ilerlemeye başladım. İçeriye girdiğimde içerisinin büyük olmadığını fark ettim. Sol tarafta geniş bir küvet varken, sağ tarafta lavabo ve klozet vardı. İçerisi beyaz ağırlıklıydı ve çok temiz duruyordu.

Duş almam epey kısa sürmüştü. Her an bir şey olacak korkusu ve tedirginliğiyle kısa tutmuş, bu sürede de kendimi temiz hissedebilmeyi başarmıştım. O adama güvenmiyordum, evden çıkmamış olabilirdi ve onu tanımıyordum. Dolaptan temiz kokan havlulardan bir tanesiyle hızlıca kurulandım ve yere bıraktığım kıyafetlerden bir tanesini elime aldım. Önceden giydirilmiş olan sütyenin kim tarafından giydirildiğini düşünmek bile istemedim ve bunu arka plana attım, bunu düşünerek saçma bir utangaçlığı düşünemeyecek kadar büyük bir derdim vardı.

Yarın sabah kalktığımda ne yapacaktım?

Beni dışarıda neler karşılayacaktı?

Etiketi çıkarılmamış boxerı bulduğumda en azından sevinecek bir şeyim vardı. Etiketi çöp kovasına attıktan sonra boxerı giydim, ardından siyah eşofman ve kazağı. Eşofman beden olarak küçüktü; kalçalarımı sararak sıksa da kazak kalçalarımı kapatmıştı. Eşofmanın paçalarını kıvırdım ve hareketlerimi kısıtlamasına engel oldum. Siyah saçlarımı havluyla sularını aldıktan sonra arkaya attım ve üzerimde ki kirli kıyafetlerle birlikte havluyu kirli sepetine attım. Banyoyu bulduğum gibi bıraktım ve odaya geçtim. Kimse yoktu.

Birkaç çiziğim vardı bacaklarımda ve bunun burada mı yoksa ölmeden önce mi olduğunu hatırlamıyordum. İnce ince çizilmelerdi bunlar, can acıtmıyordu. Sıcak su değdiği anda ayaklarımın altı sızlamıştı ve o an ayaklarımın altında ki yaraları fark ettim. Keskin bir şeyle parçalanmışlardı ve bazı yaralar sıcak su yüzünden tekrardan kanamaya başlamıştı. Dikkatli adım atmadığımda canımı yakıyorlardı. Bu yaralar nasıl olmuştu? Benim ayaklarım hiçbir zaman böylesine büyük yaralanmamıştı ki.

Odanın içerisinde ki boğukluk beni her daim uykuya sürüklüyordu. Karanlık, basık ve boğuk bir odaydı. Pencereye yaklaşmak, perdeyi çekerek ardını görmek istiyordum ama bir yanım hâlâ Aral'ın bahsettiği o ihtimallerden çekiniyordu. Uyandığımda beri bu evdeydim, başka bir yere götürüldüysem de bunu hatırlamıyordum.

Ne kadar süre geçmişti onu bile bilmiyordum. Yarınımı düşünmem gerekiyordu ama ben geçmişime takılmıştım. Nasıl ölebilmiştim? Ölümün bana yakın olduğunu her daim hissederdim ama beni yakaladığında da böylesine bir kafesin içerisine atacağını da düşünmemiştim. Ateşlerde yanabilir, günahlarımın karşılığında ki acıyı iliklerime kadar hissedebilirdim ama içinde ne olduğunu bilmediğim bir kafese koyulacağımı hiç akıl edememiştim.

Araf tam olarak bir kafesti ve ben, bu kafeste neyle karşılaşacağımı bilmiyordum.

Araf, sadece karar verirken değil, sonuçlarda da arada kalınan bir yerdi.

Birisi vardı yanımda ve o da açıklama yapmaktan aciz ve bencil bir insandı. Keşke, diyordu bir yanım. Keşke diğerlerine düzgün davransaydın da onlara sorular sorabilseydin... Nereden bilebilirdim böyle bir şey olduğunu? Hâlâ yatağa kıvrılıp uyumaya başladığımda uyanınca beni burada ki hayatın değil de kendi odamın karşılayacağını düşünüyordum. Uyanacak ve odamın tavanıyla yüz yüze gelecektim. Uyandırılacak ve hızlıca o sıcak yataktan ayrılacaktım ama burada olmayacaktım.

Bir süre odanın ortasında bekledim, ardından yarı aralık gözlerimle birlikte yatağa doğru ilerlemeye başladı. Evde miydi? Ben duştayken bir ses duyamamıştım ama şu an evde olmamasını isteyen yanım daha baskındı.

İçimde ki kadın gözlerini araladı ve etrafa baktı. Bu kadının saçları kızıldı ve belinden aşağıya doğru dalgalanıyordu. Bakışları bir zemheri, bir ateşten buz dağı. Yıkılsa külüyle ölebilir insan. Dikilse, gölgesinden kaçar.

Ateşin gölgesi olur mu?

Bu gölge bedenin değil, varlığın gölgesi ve insanlar korkar bu gölgeden.

Bu kadın bir başka, çok başka. Bir kadın daha. Bu kadın da benzer ama saçları kısa sadece. Etrafa baktı ve yok oldu, uzun saçlı kadını zihnimde tek bıraktı. Göz kapaklarımı kapattığım anda bu görüntüler zihnimin yansıması gibi kapalı göz kapaklarıma çiziliyor, uyusam da içimde ki dünyada uyanacağımı bana gösteriyordu.

Bu hayat yerine zihnime çekilmek istedim ve gözlerimi sıkı sıkıya kapattım, yastığa sırnaşarak uyumaya başladım.

***

Gözlerimin içerisine sızan güneş ışığıyla yüzümü buruşturdum, ardından yerimden hızlıca doğruldum ve gözlerimi araladım ama karşılaştığım görüntü kendi odamın koca penceresi değil, yine aynı odanın penceresi oldu. İçeriye giren canlı güneşe rağmen yüzümde ki küçük heves kırıldı, parçalar tenime batarak kanattı. Bir hayal kırıklığını kucakladı kalbim ve o an duyduğum sesle birlikte başımı çevirdim ve o an yatağın bir metre uzaklığında ki siyah tekli koltukta  oturan kişiyi gördüm. Bu koltuğu önceden görmüş müydüm? Ahhh, başım ağrıyordu.

"Günaydın Irmak." Kaşlarım havaya kalktı, tamamen yatakta oturur hale geldim. Omuzlarıma kadar örtülen yatak örtüsü kucağıma düştü. Yeşil gözleri kucağıma düşen yatak örtüsüne çevrildiğinde,"Biraz deli yatıyorsun, defalarca üzerini örtmeme rağmen açtın."diye mırıldandı hoşuna gitmemiş gibi.

Burnumdan sertçe nefes verdikten sonra,"Pardon?"dedim. Yeni uyanmama rağmen sesim gayet gür çıkabilmişti.

"Deli yatıyorsun biraz..."

"Burada ne işin var?"dedim anlamlandıramayarak. "Neden üzerimi örtüyorsun?" Kaşlarımı çatarak ona baktım ve yatak örtüsünü alarak yatağın diğer tarafına bıraktım. "Ne zamandır buradasın?"

Kollarını, tekli koltuğun iki yanına koydu ve bacak bacak üstüne attı. Siyah kısa eteğinin yırtmaç kısmı biraz daha açıldı ve daha cesur bir görüntü oluşturdu. Sarı saçlarını geriye yatırarak açık bırakmıştı ve saçları omuzlarının üzerinde bitiyordu. Üste attığı ayağını hafifçe sallarken, "Konuşmak istedim,"dedi kısık, çok sakin çıkan bir sesle.

"Hangi konuda?" Şu an ne olduğunu anlamadığım için yüzümü buruşturdum ve iki yana salladım. "Diana neden uyurken başımdasın ve üzerimi örtüyorsun? Neden konuşmak istiyorsun benimle?"

"Aral ve diğerleri bizim için çok önemli olan bir iş için içeride oturup konuşuyorlar..."derken iki eliyle büyüklük gösterdi ve 'çok' kelimesini baskıladı. Ayağını her salladığın da siyah kısa botlarının ipleri ayakkabıya çarparak ses çıkartıyordu. Arkasına iyice yasladı ve görüntüsüyle oluşan o aurasına sesiyle eşlik etti. "Bunun ne demek olduğunu sen bilmiyorsun tabii..."

"Diana ne istiyorsun?"dedim ne yapmak istediğini anlamadığımı hem sesimle hem yüzümde ki ifadeyle gösterirken. Bu kadın neden burada benimle konuşuyordu? Bir şeyler anlatarak sonunu neye bağlayacaktı? Uyku mahmurluğum açılıyordu ama ben hâlâ dışarıya anlamsızca baktığımı düşünüyordum.

"İçeriye geçtiğimizde içeridekilere bir teklif sunacağım, sen gelmeden önce söylerim onlara."dedi ve boğazını hafifçe temizledi. "Eğer akıllı olursan sen de o teklifi kabul edeceksin."

Dudaklarımı yalarken başımı salladım. "Başka bir isteğin?"dedim ciddiye almayarak.

Diana'nın yeşil gözleri kısılırken,"Ciddi ol."dedi dominant bir şekilde. Yüzümde ki ifade silindi ve onunla aynı yüz ifadesine sahip oldum; ne yapacağımızı ikimiz de merak ediyorduk. "Buradan çıktıktan sonra seni ne karşılayacağını düşünüyorsun? Şu an hiçbir şeye sahip değilsin ve dışarıya çıktığın anda yaşaman çokta uzun sürmez." Sabır diler gibi gözlerini kısa süreliğine yumdu, tekrardan açarken,"İçeride ki teklifime evet dersen her şey senin için daha iyi olacak."dedi sakinlikle.

"Ne teklifinden bahsediyorsun;"dedim kaşlarımı hafifçe çatarken. "Neyi kabul edersem daha iyi olacak?"

"Küçük bir ajanlık gibi düşünebilirsin,"dedi yavaşça açıklamaya başlarken. Her konuştuğunda yüzümde ki ifade gevşiyor, sadece düşünüyordum. "Birilerinin arasına girerek bizim için bir şeyler öğreneceksin ve bunu bize getireceksin..."

"Karşılığında?"diye araya girdim.

Gözlerimin içerisine hafifçe gülümseyerek bakarken,"Burada rahatça yaşayabileceğin kadar para alırsın."dedi. "Ya da ben de kalırsın... Karar veririz ona, burası en küçük yeri. Sen var mısın yok musun? Burada yeni bir hayat kurarım sana."

"Yanlarına gireceğim insanlar nasıl insanlar?"dedim başımı hafifçe sola eğerken. "Hâlâ nemli olan saçlarım elimin üzerine düştü."

"Korktun mu?"dedi Diana kaşlarını hafifçe yukarıya kaldırırken.

"Kendimi bilemem ama siz korkmuşa benziyorsunuz..."dedim ve kaşlarım kısa süreliğine havaya kalkarken sırıttım. "Kendiniz, istediklerinizi onların ağzından almak yerine ajan tutuyorsunuz... Sorguladım sadece."

"Var mısın yok musun?"dedi Diana. Meraklı bakıyordu gözlerimin içerisine.

Ölen bir insanı tekrardan ölme düşüncesi korkutabilir miydi?

Dışarıda karşılaşacağım duruma nazaran bu durum daha mantıklı geliyordu. Tekrardan bir hayat kurmak... Alışmak ve bu düzeni kurana kadar onda kalmanın kime zararı olabilirdi ki? Paramı aldığımda onda kalmazdım. İki durumu da istemiyordum ama mantıklı düşünmek zorundaydım: Kabus gibi bir yerdeydim ve bunun sonunu en azından tahmin edebileceğim kadar tanımam ve görmem şarttı.

"Kabul."dedim düz bir sesle.

Diana o an oturduğu koltuktan kalktı ve yatağın ortasında oturan bana bakarken,"Zeki kadınları her zaman sevmişimdir,"diye mırıldandı ve hafifçe gülümsedi. Samimi miydi bu gülümsemesinde bilmiyordum, sadece yüzüne bakmakla yetindim. "Ben gidiyorum, birkaç dakika sonra sen de gel lütfen."

"Neden?"dedim kendimi tutamayarak. Diana anlamadığını belli edecek şekilde kaşlarını çattı. Gözlerimi kısarken, "Neden yardımcı oluyorsun?"diye sordum. İçimde ki kadın tek kaşını kaldırdı, Diana'ya sinsi bir bakış attı.

"Yardım."

"Yalan söylemeyen kadınları her zaman daha çok sevmişimdir,"dedim ve iki elimi de arkama, yatağa bastırdım ve hafif geriye eğildim; Diana'nın yüzünü daha net görüyordum şimdi. "Doğruyu söyle ki kartları açık oynayalım."

Diana'nın yüzünde beklediğim boşluk yerini sinsi bir sırıtma yer aldı. "Ben işimi hiçbir zaman bir erkeğin eline bırakmam,"dedi ve yeşil gözlerini biraz daha kıstı, gür kirpikleri birbirine girdi. "Benim bir kadına ihtiyacım var..."Çenesiyle beni gösterdikten sonra, "Senin gibi bir kadına."dedi yavaşça. Okşanan gururun hemen arkasında gururu paramparça etmek isteyen bir tedirginlik vardı. Kimdi bu kadındı ve bana, benim gibi bir kadına neden ihtiyaç duyuyordu? Diana sessizliğimden faydalandı ve beni içeride beklediğini söyleyerek odadan çıktı. Dianayla aramda ki konuşma bu odada bu kadarla son bulmuştu.

Birkaç saniye o yatağın ortasında bekledikten sonra içeride olanları merak ettim ve yataktan kalkarak kapıya doğru ilerlemeye başladım. Birkaç dakika bekleyemezdim. Yarı kuru yarı nemli saçlarımı omzumdan arkaya attıktan sonra birkaç dakika önce Diana'nın çıkmış olduğu kapıyı araladım ve hole çıktım. Aklım her daim Diana'nın sunduğu teklifteydi ama diğer türlü baktığımda da yapacak başka bir şeyim de yoktu. Bu kapıdan çıktıktan sonra olanı görmüştüm ve o da sadece içlerinden bir tanesiydi. Beni dışarıda nelerin karşılayacağını bilmiyordum ve bunu öğrenene kadar bir yerde, birilerinin yanında kalmak, her ne kadar güvenmesem de, iyi olacaktı.

Salon kapısından içeriye girmeden önce birkaç saniye bekledim ve içeride olan konuşmalara kulak kesildim. "İstediğimizi almanın yanında bir de para kazanacağız,"dedi hiç duymadığım bir erkek sesi.

"Arabalar dolusu para..." Kısa bir ıslık tutturdu başka bir erkek ama bu ses daha tanıdıktı. Aral'ın sesi olmadığına göre aklıma diğer bir ihtimal olan erkek kardeşi geliyordu. İsmi neydi? Dilimin ucundaydı ama çıkaramıyordum. "Manyak para."

"Doğru söylüyorsun Efgan,"dedi ilk başta ki erkek ve o an anımsadığım sesin sahibini hatırladım. Bu odadan çıktığım anda arbede yaşadığım çocuktu. "Çifte vurgun olur."

"Tabii olursa."

"Olacak tabii ki,"dedi Diana. "Irmak bizim için tam gerekli kişi, onun sayesinde halledeceğiz."

"Bence de,"dedi kısık, naif bir kız. "Aradığımız kişi."

Bunlar için nasıl bu kadar değerli rol alabilirdim? İşime geliyor olabilirdi ama altında da bir şeyler arıyordum.

Bir adım atarak salonun girişinde durdum ve bakışlarım hızla hemen karşımda ki masanın çevresinde ki insanlarda dolandı. Aralarında Aral, hiç görmediğim bir adam, Efgan denilen uzun saçlı o çocuk ve ilk uyandığımda yanıma gelen kız vardı. Hepsinin yüzüne anlamsız bir şekilde bakarken,"Önce planı gerçekleştirmemiz gerekiyor,"diyen Diana'nın sesini duydum. Başımı çevirdim ve bana doğru geldiğini gördüm. "Para önemsiz, önemli olan daha büyük." Diana topuklu botlarının üzerinde döndü ve hemen yanımda yer aldı. "Ben Irmak'ın başaracağından eminim."

Herkesin bakışlarını kendi üzerimde hissetsem de benim bakışlarım Aral'ın siyah inci tanesi gözlerindeydi. Düşünceli bakışının ardından,"Ne istiyorsun karşılığında?"diye sordu. "Diana'ya bu görevi yapabileceğini söylemişsin... Karşılığında isteğin?"

"Yeni bir hayat ku-"

"Kazanılan paranın yüzde yirmi beşini,"dedim hızlıca lafa girip Diana'nın lafını bölerken.

Madem bu olay onlar için önemliydi, madem bu olayda bana ihtiyaç duyuyorlardı benim de onlar gibi birisine ihtiyaç duymamam için paraya ihtiyacım vardı.

"25?"dedi sorgular bir şekilde bana bakan Aral.

Başımı bir kere salladım. "Benimle anlaşma yapmak isteyen sizsiniz, o yüzden benim kurallarıma göre anlaşma olmalı..."dedim ve başımı hafifçe sağa eğerken kısık gözlerle gözlerine baktım. "Değil mi Aral?"

BÖLÜM SONU!

Öncelikle yorum yaparken aynı zamanda aşağıda ki küçük yıldıza basar mısınız? O yıldıza basmanız çok küçük gibi durabilir ama benim için önemli🤍

Yeni kurguyla birlikteyiz. Ahhh, ben çok heyecanlıyım. Irmak ve Aral AŞIRI dominant ve dediğim dedik karakterler. İkisi arasında ki çatışmalar ve o ateşi yazmak için sabırsızlanıyorum.

Yeni kurguyu nasıl buldunuz? Beğendiğiniz mi?

Duyurular, geri sayımların hepsini instagram hesabımdan yapıyorum. Oraya gelirseniz çok sevinirim;

İnstagram: biliyoruzki
TikTok: biliyoruzki
Twitter: biliyoruzki1

Sizleri çok seviyorum, kendinize iyi bakınnnnn🤍💕

Continue Reading

You'll Also Like

712K 16.7K 56
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...
28.1K 4.3K 38
Memur bir kızın çözmesi gereken vaka için gittiği ormanda karşılaştığı şeylerin hayatını değiştirmesine sebep olmasını anlatan bir kurgudur Alıntı; O...
141K 6.1K 14
"MARDİN'DE AŞK" Birbirlerine olan aşklarını ifade etmek için konuşmaya gerek yok . Belki de sessizlik, kalplerinin birbirine daha da yakınlaşmasına...
260K 17.5K 31
"Sakın onun adını anma." "Neden?" "Eğer yaparsan sana sonsuza kadar sahip olur." ~~~~ "Büyü zayıflıyor Aria. Sen ölmek istesen bile o buna izin verme...