dandelion || taejin

By controlvjin

134K 10.1K 7.9K

uyarı: hibrit au! Kim Seokjin gece vakti kapı tırmalanma sesleriyle uyandığında ve dış kapıyı açtığında karş... More

giriş
bir
iki
üç
dört
beş
altı
yedi
sekiz
dokuz
on
on bir
on iki
on dört
on beş
on altı
on yedi
on sekiz
on dokuz
yirmi
yirmi bir
yirmi iki
yirmi üç
yirmi dört
yirmi beş
yirmi altı
yirmi yedi
yirmi sekiz
yirmi dokuz
otuz
otuz bir
otuz iki
otuz üç
otuz dört - part bir
otuz dört - part iki
final

on üç

3.1K 276 158
By controlvjin

on üç: tomorrow

-geçmiş

Güneş ışınlarının kutsadığı beyaz pürüzsüz tenden sıcak terler boşalıyordu. Sonbaharın gelişi kasabanın sıcak havasına etki etmemiş; aksine çalışmak daha da yorucu hale gelmişti. Seokjin bunu sıkıntı etmiyordu gerçi; çalışmak her zaman kafasını dağıtan, onu dağılmaktan toparlayan şey olmuştu.

Seokjin alnındaki terleri silip seradaki çilekleri toplamaya devam etti. Çürükleri ve sağlamları attığı ayrı iki kova önünde duruyordu –çilek görmekten bıkmıştı artık ve bir an önce çilekleri toplayıp yeniden dükkana dönmek istiyordu, büyük ihtimalle hibriti de yanında götürürdü. Yavru kaplanı evde yalnız bırakmak sağlıklı değildi.

Gözleri hemen seranın girişine, küçük yeşil bahçeye takıldı. Altı yaşındaki hibritin oynadığı oyuncaklar yeşil çimlerin üzerinde sahipsiz duruyordu. Az önce orada durup tavukları kovalayan, kırmızı lastik topuyla oyalanan kaplan hibrit görünürde yoktu.

"Taehyung!"

Seokjin hibritin görüş alanına girmesi için adını bağırdı. Gümüş saçlı hibritin her an hırlayarak arkasından çıkmasını bekliyordu; belki son günlerde yaptığı gibi Seokjin'in üzerine atlar, boynuna kedi yalayışları bırakırdı.

Ama hibritten ses yoktu.

"Aish," diye ofladı Seokjin. "Neredesin Taetae?" Sesi yüksekti; seradan çıkıp bahçeye ulaştığında oyuncakların gerçekten de başıboş olduğunu gördü, kaşları hoşnutsuzlukla çatılırken yeniden hibrite seslendi. Evin arka kapısı açıktı ama Seokjin aralık kapıya yanaşıp içeriye baktığında evin boş olduğunu fark etti. Gözleri ön kapıya takılınca kapının açık olduğunu fark etti; oranın kapalı olduğuna emindi.

Kaşları mümkünmüş gibi daha da çatıldı. Neredeydi bu hibrit?

"Taehyung!"

Cevap yoktu.

"Taehyung!"

Seokjin ön kapıdan çıkıp sokağa koştu; kalbinde yumru kadar bir ağırlık yer edinmiş, nefes alışları bal kıvamında yakıcı bir acıyla sönümlenmişti. Altısına daha yeni girmiş yavru hibritin sokakta olması hiç ama hiç güvenli değildi ve Seokjin dudaklarını dişleyip hibritin adını haykırmaktan başka bir şey yapamıyordu.

"Taehyung," diye seslendi, hibritin her zaman onun sesine geleceğine inanarak. "Taehyung!"

Sağına soluna bakındı; bir tarafı ormanla çevriliyken diğer tarafı kasabanın merkezine, kalabalığa ve insanlara akıyordu. Hibritin insan sevmediği düşünülürse ormana gitme ihtimali yüksekti; Seokjin şansını ormandan yana denemeye karar verdiğinde gözleri sokağın sonundaki bir nesneye takıldı.

Kırmızı plastik top başıboş bir halde sokakta duruyordu.

Taehyung'un kırmızı plastik topu başıboş bir halde sokakta duruyordu.

Seokjin gücü yettiğince sokaktan aşağı koşmaya başladı. "Taehyung!" Hibrite taktığı ismi haykırıyor; inatla onu çağırıyor ama sessizlikten başka bir şey almıyordu –kulaklarında kendi kalp atışları çınlıyordu.

Seokjin ayaklarının altından dünyanın kayışını hissediyordu; sanki biri dünyayı döndürdükçe kalbinden, hibritinden uzaklaştığını hissediyordu.

Kırmızı topa ulaştığında sağına soluna bakındı, hibritten bir iz aradı. Dörtyola açılan kavşakta yönünü arıyor ama Taehyung'u göremediği her saniye tüm yönler karanlığa bulanıyordu.

"Taehyung!"

Seokjin sokaklarda ne kadar bağırdığını hatırlamıyordu; gözlerinden yaşlar boşalıyor, öğlen saatlerinin getirisiyle boş olan sokaklar onun sesiyle çalkalanıyordu. Bulanık görüş alanına rağmen hibriti aramaya devam etti.

Nasıl bu kadar salak olabildim, diye düşündü. Neden onu bahçede yalnız bıraktım ki? Aptal bir topun peşinden koşacaktı elbette, daha çocuk o!

Nefesi tıkandığında, koşmaktan diline kilit vurulup lal olduğunda durdu anca. Deli gibi ağlıyordu ama ağlaması bir işe yaramıyordu.

Hibrit ortada yoktu.

Hibriti kaybetmişti.

Taehyung'u kaybetmişti.

Cebindeki telefonunu çıkarıp ulaşabileceği tek yardıma tutundu. Gözyaşlarından ve titreyen ellerinden dolayı beklediğinden daha yavaştı. "Yoongi hyung!" diye haykırdı telefon açılınca. Hıçkırıklarının arasından sözcükler kesik kesik çıkıyordu. "Hyung... Taehyung. Taehyung hyung- Ben... Ben T-taehyung'u kaybettim. Taehyung yok. Kaybettim."

"Ne?" Birkaç hareket sesi, bir kapı açılıp kapanışı ve uzun bir sessizlik. "Ne demek kaybettim? Seokjin sakin ol, derin nefesler al ve baştan anlat."

"Hyung," diye ağladı Seokjin. "Ben çilek topluyordum, o da bahçede oynuyordu –sonra sanırım topun peşinden koşmuş ama sokakta yok, bulamıyorum hiçbir yerde ne olur bir şey yap-" Sözcükler dilinden karmakarışık çıkıyordu; zihni çalışmayı durdurmuştu.

"Seokjin!"

Seokjin sustu ve elinin tersini dudaklarına bastırıp hıçkırığını kesmeye çalıştı.

"Sakin ol," diye devam etti yatıştırıcı ses. "Yardıma geliyorum. Eve geri dönmüş olabilir mi?"

Seokjin görmeyeceğini bilse bile başını iki yana salladı. "Sanmıyorum," dedi hıçkırıklarının arasından. "Hyung, Taehyung benim kokumu alabiliyor. Evde olmadığımı bilseydi peşimden gelirdi. Peşimden gelirdi..." Seokjin kaldırımın kenarına çöktü; yüreği kavruluyordu. "Yakınlarda olsaydı yanıma gelirdi."

"Ne demeye çalışıyorsun, Jin?"

Seokjin hıçkırıklarının arasından zar zor konuştu: "Hyung... Ya biri bir şey yaptıysa? Daha çok küçük, çok küçük..."

"Saçmalama Seokjin, negatif şeyler düşünme. Öyle düşünürsen öyle olur." Yoongi'nin sesi endişeliydi; Seokjin'i şu an hayata bağlayan tek kişinin kaybolduğu düşüncesi onu germişti.

Tabii, her şeyden önce daha altısındaki bir yavru hibritin –özellikle de kaplan yavru hibritinin kayıp olduğu düşüncesi.

Milyonlar.

Taehyung'un kara borsadaki değeri milyonları buluyordu.

Seokjin elindeki hazinenin farkında değildi; her gece dünyanın sahip olmak için milyonlar harcayacağı bir hibrite iyi geceler masalı okuduğunu bilseydi geceye kabuslar gelmesin diye hibriti bir saniye yalnız bırakmaz, koruyup kollardı.

"Hyung ne yapacağımı bilmiyorum. Nolur yardım et, nolur bul onu."

Islak gözlerden yaşlar akıyor ama kurumasına imkan kalmadan yenileri ekleniyordu; Seokjin bu kadar ağlamanın mümkün olup olmadığını sorguladı bir an. Boğazındaki yumru git gide büyümüştü ve o yumruda nefes almasını engelleyen karabasanlar kol geziyordu.

"Seokjin, sokaklarda aramaya devam et. Benim kokumu alabiliyor dedin, kokunu takip ederek seni bulabilir. Birazdan Namjoon'u arayacağım, kasabada olması lazım. Onunla da iletişime geçerim, polise gitmek için biraz beklememiz gerekiyor ama polisin bir şey yapabileceğini sanmıyorum. Hibriti nüfusuna alana kadar resmi kurumlardan kaçınmak en iyisi."

Seokjin hyungunun her cümlesiyle başını salladı, yapabileceği başka bir şey yoktu. Hibrit hala onun yavrusu olarak sayılmıyordu; yaptığı başvuru daha sonuçlanmamıştı ve Taehyung'un nadir bulunan bir kaplan hibriti olması bu süreci çok daha da zorlaştırıyordu.

Seokjin dolarlar harcıyordu, Taehyung'u kendinin yapabilmek için.

"Seokjin, ne olursa olsun Taehyung'u bulacağız tamam mı? Kasabada çok uzağa gitmiş olamaz, tanıdığın insanlara haber ver, birlikte arayın."

Seokjin hemen başını salladı. Belki liseden kalma arkadaşlarını arayıp yardım isteyebilirdi ama kimseye güvenmiyordu.

Telefonu kapatıp rehberinde dolandığında arayabileceği tek bir isim buldu.

Hoseok Hyung.

Eski sevgilisi.

Ona güvenebilirdi, değil mi?

Seokjin titreyerek numarayı aradı, telefon aheste aheste çaldı ve birkaç dakika sonra anca açıldı.

"Hyung!"

"Seokjin şu an biraz meşgulüm-"

"Hyung Taehyung'u kaybettim," diye ağladı Seokjin. "Hyung nolur yardım et onu bulamıyorum-"

"Appa."

Seokjin arkadan gelen minik bir sesle duraksadı.

"Taehyung?" Nefesi tıkandı. "Hoseok hyung, o Taehyung'un sesi değil mi? Ben yanlış duymuyorum değil mi?"

Karşı taraf birkaç saniye sustu. "E-evet. Taehyung'u sokakta buldum Seokjin, gelip alabilir misin?"

Seokjin birden başında bir ağrı hissetti; yüreğindeki ağrı farklı bir forma dönüşüp tüm vücuduna ilmek ilmek istemişti.

"Saatlerdir," dedi gülerek, kendi nefesinde boğuldu ve birden daha da şiddetli ağlamaya başladı. "Saatlerdir Taehyung'u arıyorum, hyung. Saatlerdir."

Kelimeler zihninden dudaklarına doğru akıyor ama dudaklarından dökülmüyordu, binlerce kelime yumağı dudaklarında tohumlanmıştı. Telefona bağırmak istiyor ama sözcüklerin yoğunluğunda boğuluyordu.

Kusmak istiyordu. "Geliyorum, hyung. Beş dakikaya oradayım." Sesinde ölü duygular gizliydi.

Seokjin olaylardan sonrasını pek hatırlamıyordu –o gün nasıl Hoseok hyungunun evine gittiğini, orada uslu uslu oturup oyuncaklarla oynayan Taehyung'u kucağına aldığını ve sonrasında yaşanan hararetli tartışmayı.

Seokjin o gün hayatında hiç bağırmadığı gibi bağırmıştı; dudaklarından dökülen sözcükleri hatırlamıyordu bile. Öfkesi vücudunu ele geçirmiş; karşısında cehennemden gelen şeytanları andıran güzel yüzlü, tehlikeli adama –Hoseok hyunguna bağırıyordu. Seokjin'in hafızası ilk defa bu kadar zorlanmıştı; o gün yaşanan olayları beyninden silmek en kolayıydı.

Hyungu saatlerdir Taehyunglaydı ama Seokjin'e arayıp haber bile vermemişti.

Seokjin sokaklarda sürünerek bebeğini aramıştı ama bebeği en güvendiği insanlardan birinin evinde uslu uslu oyun oynuyordu. Hoseok gergindi; gözü sürekli telefondaydı ve Seokjin eve geldiğinde ve onu öfkeyle itip Taehyung'a yanaştığında tırnaklarını ısırıyordu.

Taehyung'un elinde beyaz bir alpaka oyuncağı vardı; beyaz, pofuduk, bulutumsu bir oyuncak. Seokjin o oyuncağın çocukken ona ait olduğunu hatırlıyordu, çocukken birlikte uyuduğu ve yıllar önce kaybettiği oyuncağını Hoseok'un evinde, hibritinin kucağına gördüğünde yüreğindeki acı bine katlanmıştı.

Ve bu, Seokjin'in Hoseok'a son güvenişiydi.

O gün neler söylediğini hala hatırlamıyordu. Sadece bağırdığını hatırlıyordu. Evden kucağında altı yaşındaki Taehyungla çıktığında Hoseok'un arkasından özürler sıraladığını hatırlıyordu bir tek. Ya da yol boyu peşinden geldiğini hissettiği siyah bir aracı.

Belki de ben paranoya yaptım, diye düşündü Seokjin. Belki de gerçekten yanlış bir niyeti yoktu. Ama bu paranoya bile 2 hafta sokağa çıkamamasına sebep oldu. Yoongi olayları anlayamıyor, kime kızıp kimi savunacağını bilemiyordu. Belki de tam o zamanda yakınlaşıp sevgili olmuşlardı Hoseokla –belki de o zaman Seokjin, Namjoon hyunguna herkesten daha fazla güvenmeye başlamıştı.

O gün Seokjin'in hayatında geri dönülemez bir şeyler olmuştu ama Seokjin, hayatında hiç Hoseok hyungu tarafından böyle parçalanmayı beklememişti.

Bu yüzden onu her gördüğünde kalbi hala korku ve endişeyle çarpıyor; Taehyung'u –bebeğini, hibritini, tek ailesini ondan saklamaya çalışıyordu.

Kabuslar.

Seokjin aylarca kabuslar gördü.

Belki de kabusları hala bitmemişti.



"Taehyung!"

Seokjin sımsıkı yumduğu gözlerini açtığında görüş alanı birkaç saniye karanlık kalmaya devam etti. Tıpkı kabusunda gördüğü yarım yamalak anıların hissiyatı gibi odasının içi karanlıktı; parmakları yastığın kılıfını sıkıca kavramaktan beyaza bürünmüştü.

"Taehyung," diye mırıldandı Seokjin, yatağından doğrulurken. Terlemişti ama hava soğuktu –üzerine örttüğü battaniye onu terletmişti, kabusları da buna eşlik etmişti.

Taehyung.

"Onu kontrol etmeliyim," diye fısıldadı yarım yamalak, sesi gecenin dinginliğinde kaybolmuştu. Ayakları ahşap zemin değdiğinde soğukla titredi bir an, şifonyerinin üzerinde tuttuğu bir bardak suyu içtikten sonra kendisini odasından çıkarken buldu.

Adımları koridorun sonundaki diğer odaya gidiyordu; hibritin küçük ama yine de rahat odasına.

Seokjin, Taehyung'un orada huzurla uyuduğunu biliyordu. Hibrit yakında on yedisine girecekti; boyu Seokjin'le eşitlenmişti bile ve hem dükkanda çalışıp ağır kasalar taşımaktan hem de okulda yaptığı sporlardan dolayı kaslanmış, vücudu şekillenmişti. Yani kimse ona zarar veremezdi.

Kimse onu Seokjin'den kaçıramazdı.

Ama bu Seokjin'in endişelenmiş, neredeyse ağlayacak olduğu gerçeğine etki etmiyordu. Seokjin karanlık koridoru aşıp hibritin odasına girdiğinde kapıyı ardından kapattı. Taehyung lacivert yorganına sarılmış; gümüşi saçları yastığa dağılırken suratında huzurlu bir ifadeyle uyuyordu.

Masum duruyordu. Neredeyse Seokjin o yağmurlu günde kapıyı açtığında kendisine lila gözlerle bakıp tatlı tatlı miyavlayan yavru kaplan kadar masum duruyordu; aradan geçen üç yıla rağmen hibritin yüz hatları aynı kalmıştı. Seokjin, onun lila gözlerinin kucağına ilk atladığı andan beri hiç değişmemesini seviyordu –kendisine geldiğinde her zaman sevgi dolu oluşunu yani.

Derin bir nefes verdi, nefesini tuttuğunun farkında bile değildi. Bir an odasına gidip gitmemek arasında kararsız kalsa da en sonunda kendini dizlerinin üzerine çökmüş, başını Taehyung'un ayak kısmına yaslamış yerde otururken buldu. Ahşap parke biraz soğuktu ama Seokjin için önemli değildi; bu gece, kabusları onun etrafını binlerce kez sarmışken hayatının ışığının yanında durmak istiyordu.

Başını koluna yasladı, iri kahve gözleri kapanırken dudaklarında usul bir gülümseme oluştu. Dünyası tepetaklak olsa dahi Taehyung'un varlığının her zaman onu sarıp sarmalayacağını biliyordu.

Seokjin, ahşap parkede uyuya kaldı. Ama sabah gözlerini açtığında güçlü iki kolun arasında, huzurundaydı.



"Günaydın," diye mırıldandı uykuya boğulmuş bir ses.

Seokjin gözlerini açmadan bile hibritin kolları arasında olduğunu anlamıştı. "Günaydın." Kollarını esnetip yatakta doğrulduğunda Taehyung'un üstü çıplak bir şekilde yanında yattığını fark etti; bir kolu Seokjin'in belindeydi ama Seokjin kalktığında kolunu kendine çekip yastığına sarılmıştı.

"Ne zaman uyandın?" dedi Seokjin esnerken.

"Gece kokunu aldım." Hibrit başını yastığa bastırıp esnedi. "Niye yerde yattın?" Sesi hala uykulu geliyordu; biraz daha uyumak ister gibi duruyordu ama birazdan kalkıp okula gitmesi gerekiyordu –Seokjin de işe gitmeliydi zaten.

"Kabus gördüm, o yüzden yanına geldim. Rahatsız etmek istemediğim için yerde uyudum."

Taehyung uykulu uykulu başını salladı. "Bir daha yerde yatma, her zaman yanıma uzanabilirsin hyung."

Seokjin onun bu haline gülümserken gördüğü kabusların ne zaman sona ereceğini düşünüyordu. Hibrit, altı yaşındaki küçük çocuk değildi artık –büyümüş, kalıplaşmış, kaplana dönüşebilen ve yeri geldiğinde çok, çok tehlikeli olabilecek birine dönüşmüştü.

Ama Seokjin endişelerinden kaçamıyordu.

"Kahvaltı hazırlamaya gidiyorum ben, sen de okul kıyafetlerini giyip hazırlan." Seokjin, Taehyung'un üstünden yuvarlanıp duvar tarafından kurtulduğunda Taehyung'un kıkırtıları odayı doldurdu. Seokjin de güldü; odadan çıkıp koridora girdiğinde kendini geceye oranla daha hafif hissediyordu.



Okulun koridorları karanlık ve kirliydi –özellikle de şu an herkesin derste olduğu düşünülürse sarımsı kolonlu duvarlar ve öğrenci dolapları koridorda kalabalık yapan tek şeydi.

Taehyung arkasında bir nefes hissetti. Aldırmadan yoluna devam etti; hibrit kulakları dikleşmiş, asilce sallanan kuyruğunu beline dolamıştı. Burnuna bir koku doluyordu.

Başka bir hibritin kokusu.

Seokjin olmayan birinin kokusu.

Taehyung, hibritlerin diğer hibritlerin ve eşlerinin kokusunu aldığını biliyordu. Seokjin'in insan kokusu burnuna dolduğu zaman onun eşi olduğunu anlıyordu; çilek ve nane kokusu burnuna her dolduğunda huzuru iliklerinde hissediyordu çünkü. Diğer insanlar genel olarak aynı kokuyordu ya da parfümlerle kendilerini süslüyorlardı, hibritler parfüm kokusundan haz etmezdi.

Taehyung şu ana kadar başka bir hibritin kokusunu almamıştı. Ama yakınlarında keskin bir vanilya kokusu alıyordu.

"Saklanmana gerek yok, kokunu alabiliyorum."

"Saklanmıyorum," dedi Chaeyoung, sesi melodi gibi çıkıyordu. "Ayrıca ben de senin kokunu alabiliyorum."

Taehyung yürümeyi kesip hibrite döndü; tamamen dar, siyah kıyafetlerin içindeki hibrit kızın yemyeşil gözleri muzip bir ifadeyle kaplan hibrite odaklıydı. Siyah saçlarını tepeden at kuyruğu yapmış; beyaz tenini açığa çıkarmıştı.

"Beni iyi dinle," dedi Taehyung, soğuk bir sesle. Kıza doğru adım attı; aralarında sınırlı mesafeler kalırken kız kollarını göğsünün altında birleştirip meydan okuyan gözle Taehyung'a bakıyordu. "Sadece bir kere diyeceğim bunu: Benden ve Seokjin hyungdan uzak dur."

Kız güldü. "Seokjin, Seokjin, Seokjin... Gerçekten o aptal insana bu kadar mı değer veriyorsun? Hibritler-"

Taehyung'un dirseğini kızın boğazına dayayıp kızı duvara yaslaması saniyeler sürmüştü –hibrit kız gülmeye devam ederken Taehyung sıkılı dişlerinin arasından tısladı. "Seokjin. Hyungu. Rahat. Bırak." Lila gözleri koyulaşıp mora çalarken öfkesinin teninin altında karıncalandığını biliyordu.

Sakin olmalıyım. Yutkunup geriye çekildi.

Kız dilini şaklatıp sırıttı. "Bir gün hibritlerin aslında insanlarla yakın olamayacağını anlayacaksın, Taehyung. Bir hibrit insanı eşi olarak seçemez."

"Senin ne düşündüğün umurumda mı sanıyorsun?" dedi Taehyung, alayla. "Bir daha Seokjin hyungun yanına gitmeyi aklından bile geçirme. Seni onun yanında, yakınlarında, dükkanda görürsem eğer sonucu gerçekten hoş olmaz, Chaeyoung."

"Ne yapabilirsin ki? Hyungun senin iplerini elinde tutarken böyle havlaman komik kaçıyor, Taehyung."

"Ne mi yapabilirim?" Taehyung ellerini cebine koyup güldü. "Aslında..." Düşünüyormuş gibi yaptı, sahte bir eğlence havası etrafını sarmıştı. "Daha önce hiç sınırlarımı test etmedim. Daha önce hiç öfkeyle birilerine saldırmadım; birini öldürme dürtüsüne girmedim. Bu yüzden istiyorsan devam et. Seokjin hyunga zarar verebilecek gücün yok –sadece benim sınırlarımı keşfetmeme yardımcı olursun, Chaeyoung."

Kedi hibritin yeşil gözleri bir ton koyulaştı. "Seokjin'e zarar verebilirim."

"Ben varken yapamazsın," dedi Taehyung. Arkasına dönüp koridorda ilerlemeye devam ediyordu. "Ben varken kimse zarar veremez."

"İnsanların gerçek yüzünü yakında anlayacaksın!" diye öfkeyle soludu hibrit arkasından. "Seokjin seni ilk hatanda hibrit oluşunla aşağılayacak ve sen o zaman hayal kırıklığını tadacaksın, Taehyung!"

Taehyung koridordan geçip bahçeye çıktığında spor salonundan çıkan Jungkook'u gördü. Ona doğru adımlarken zihninde Seokjin hyungunun güzel kahve gözleri dönüyordu.

Belki, diye düşündü Taehyung. Belki de ben onun yanında olabildiğim sürece aşağılanmayı da önemsemiyorum.





yn: stream dynamite!! ayrıca #seokjindeservedbetter .~. 

yakında bir taejin one-shotı yazıp yayımlamayı düşünüyorum, son gelen japon magazin fotoğraflarına özel olarak. o zamana kadar belki vminkook one-shotı okumak isteyeniniz olursa jumpin2020 hesabından bulup okuyabilirsiniz!! iyi okumalar<3 ve teşekkürler!! 

son olarak: seokjin'in bacakları hepimizinkinden güzel

Continue Reading

You'll Also Like

61K 3.9K 29
#yoonjin Aynı gruptan iki kişi, aynı kişiye aşık olsa ne olurdu?
223K 20.6K 27
010 ***: hamileyim jungkook: sen kimsin
1.3K 124 18
"Ben bir hatayı iki kez yapmam." "Ben olsam bu kadar büyük konuşmazdım." 𝑇𝑖𝑒𝑑-𝐶𝑟𝑜𝑠𝑠𝑒𝑑 serisinin ikinci kitabıdır.
2.9K 255 14
"İhanet etmek bir intihardı. Peki o zaman niye birbirlerinin ellerini tutuyorlardı şu an?Nasıl hâlâ seviyorlardı birbirlerini?"