dandelion || taejin

By controlvjin

134K 10.1K 7.9K

uyarı: hibrit au! Kim Seokjin gece vakti kapı tırmalanma sesleriyle uyandığında ve dış kapıyı açtığında karş... More

giriş
bir
iki
üç
dört
beş
altı
sekiz
dokuz
on
on bir
on iki
on üç
on dört
on beş
on altı
on yedi
on sekiz
on dokuz
yirmi
yirmi bir
yirmi iki
yirmi üç
yirmi dört
yirmi beş
yirmi altı
yirmi yedi
yirmi sekiz
yirmi dokuz
otuz
otuz bir
otuz iki
otuz üç
otuz dört - part bir
otuz dört - part iki
final

yedi

3.2K 311 262
By controlvjin

yedi: epiphany


"Hyung."

Jungkook oturduğu sandalyeden aceleyle kalkıp Seokjin'e ilerlediğinde Taehyung kıvrıldığı yerden başını kaldırdı, kaplan kulakları dikleşmişti. Lila gözleri Seokjin'e döndüğünde hafifçe parıldadılar ama Seokjin'in suratındaki hayal kırıklığı ve kızgınlık dikleştirdiği kulaklarını yeniden indirmesine sebep oldu. Hyungunun birazdan sinirleneceğini biliyordu.

"Hyung! Bu hibrit manyak! Yemin ediyorum delirmiş, delirmiş!" Jungkook hararetle konuşurken gözleri bin kat daha irileşmişti; öfkeyle sözcükleri neredeyse tükürürcesine söylüyordu. Az önce ağlamamak için kendini sıksa dahi şimdi gözlerinden iri iki damla dökülmeye başlamıştı. "Sen gittikten sonra aptalca şeyler yapmaya başladı!" Kolunun iç tarafını Seokjin'in gözüne sokarcasına gösterdiğinde Seokjin irkildi. Hibritin büyük olan köpek dişlerinin izi daha belirgin olmak üzere Jungkook'un kolunda büyük bir ısırık izi vardı. "Bak, kolumu ısırdı! Ayrıca hibrit konuşabiliyor demiştin ama yaptığı tek şey hırlamak! Üzerime kükredi, hyung, hem de defalarca!"

Seokjin inanamaz gözlerle Jungkook'u dinliyordu. Hafifçe aralanmış dudaklarının arasından, "Ne?" diye saçma bir nida döküldü. Gözleri şimdi şöminenin orada kollarını göğsünde kavuşturmuş bi halde, iğneleyici bakışlarla Jungkook'u izleyen Taehyung'daydı. "Doğru mu söylüyor? Onu ısırdın mı?"

"Niye ona soruyorsun ki, konuşamıyor bile!"

"Sen sus," dedi Seokjin agresif bir şekilde. Elleri yumruk şekline dönüşmüştü, karşısında ona bir şeyler anlatan oğlanı değil de uzaktaki hibrite odaklanmıştı. "Taehyung, bana cevap ver, bu evdeki karmaşıklığın sebebi sen misin?"

Jungkook elinin tersiyle gözyaşlarını sildi. "Aptal hibrit," diye fısıldadı.

Taehyung bir süre sustu; Seokjin'in yunan tanrılarına benzeyen güzel yüzünün her zerresini ezberlercesine uzunca ona baktı. Soğuktan mı yoksa ağlamaktan mı kızardığını bilmediği düzgün burnunu, badem gözlerinin altındaki küçük yorgunluk torbalarını inceledi. Hafifçe başını eğmişti. "Ağladın mı sen, hyung?" diye sordu tedirginlikle.

Hibritin aslında konuşabildiğini gören Jungkook'un ağzı şaşkınlıkla aralandı. "Konuşabiliyor muydun? O zaman neden konuşmadın, aptal! Ne diye üzerime atlayıp hırladın?!"

"Taehyung. Bana bir cevap ver."

"Hyung, sen ağladın mı?" Taehyung kaplan olmasının verdiği çabuklukla hızlı adımlarla Seokjin'in önüne geldi, hyungunun aralık bıraktığı kapıyı kapatırken endişeli lila gözleri ondan bir saniye bile ayırmadı. "Biri bir şey mi yaptı? Hyung?" Bir eli usulca Seokjin'in yüzüne dokundu.

"Taehyung, bana hemen bir açıklama yap!"

Seokjin'in emreden sesi tüm evi doldurduğunda Jungkook gergince yutkundu, gözyaşları dinmişti ve yerini hibrite karşı öfkeye bırakmıştı. "Niye bana kızıyorsun ki," dedi Taehyung, dişlerini gıcırdatarak. "Bana aptal bir hayvan muamelesi yapan birinden ders dinleyecek değilim." Seokjin'in gözlerindeki bakış yumuşamadı. "Konuşmalarınızı duydum. Bu aptal insanın türüm hakkında söylediklerinden sonra onunla anlaşmamı beklemiyordun, değil mi?"

Jungkook itiraz etti. "Ben senin türüne hakaret etmedim! Sadece şehirde olan durumu dile getirdim! Burada Seokjin sana bu kadar söz hakkı verdiğin için minnettar olmalısın, şehirdekilerden biri senin sahibin olsaydı şu an dizlerin üzerinde bir kap yemek için yalvarır olurdun!"

"Kes sesini seni insan!" Taehyung yeniden hırlayıp Jungkook'un üzerine atlayacakken Seokjin elini onun beline sarıp durdurdu; ılık kahve gözleri hayal kırıklığıyla dolu doluydu. "Ben zaten hyunguma minnettarım, bunu sana kanıtlamama gerek yok!"

"Taehyung, odana," diye emretti Seokjin.

Hibrit mırıldandı. "Hyung..."

Seokjin, Taehyung'un varlığını tamamen görmezden gelip Jungkook'un ellerini tuttu. "Taehyung adına özür dilerim."

Taehyung dişlerini gıcırdattı. Bu aptal insana randevu sözü verdiği yetmiyormuş gibi bir de ellerini tutuyor. Düşünceleri kağıtlar gibi havaya saçılırken birden bire irkildi. Randevu ne demekti? Bazı kelimeleri yeterince bilmiyordu, zihni bazen insan dilini anlamakta zorlanıyordu.

"Lütfen, lütfen yarın yeniden gel ve bunu konuşalım, tamam mı?"

"Hyung... Ben bu manyağa bir daha ders anlatmam!"

"Lütfen."

Jungkook Seokjin'in yalvaran ses tonuyla alt dudağını sarkıtmıştı. "Tamam ama sadece senin için, hyung."

Seokjin yorgunca gülümsedi. "Teşekkürler. Şimdi eve git, ben sana yarın saati mesaj atarım. Teşekkürler, Kook."


Taehyung göğsünün altında kavuşturduğu kollarıyla Jungkook'un gidişini izledi; yere kadar uzanan kuyruğu agresifçe havada dönüyordu. Bu oğlandan hiç ama hiç haz etmemişti.

Seokjin, üçüncü oğlan gidince yavaşça Taehyung'a döndü. "Sırf şehirde gördüğü yaşamda olaylar öyle diye bilinçsizce konuşan matematik öğretmenini mi ısırdın? Sana hayvan dediği için mi yemeğini yerde yedin, üstüne atladın, konuşmak yerine hırladın?" Sözleri sertti. "Bana Jungkook'un sözlerinde ne kadar haklı olduğunu kanıtlamışsın gibi geldi."

Taehyung sustu.

Bu Seokjin'i daha da itti. "Senin için," dedi eliyle kendini gösterek. Ninniler söylemek için yaratılmış nadir ve güzel sesi titremişti, gözleri dolu doluydu. "Senin için çabalıyorum, Taehyung-ah, sana iyi bir gelecek bırakabilmek için ama sen..."

Seokjin ağlamamak için sustu. Konuşsa ağlayacağını, son zamanlarda yaşadığı o garip hisleri anlatacağını ve her şeyi daha da mahvedeceğini biliyordu. O yüzden Taehyung'un yanından geçip yukarı çıkan merdivenlere yöneldi.

"Hyung." Taehyung bir an ne yapacağını bilemese de aceleyle onun peşinden gitti. Seokjin merdivenlere yönelecekti ki kuyruğunu beline dolayıp onu durdurdu, göğüsleri bir saniye birbirine çarpınca Seokjin aceleyle geriledi, sessizce suratına baktığında Taehyung kelimeleri seçmekte zorlandı. "Özür dilerim. Ben-"

"Sen, sen, sen!" diye bağırdı Seokjin. "Benim hayatımda senden başka bir şey yok, Taehyung! Senin için çalışıyorum, senin için yemek yapıyorum, senin için sana matematik öğretmeni tutuyorum. Hayatımda yaptığım her şey senin için ve sen şimdi bana karşılığını böyle mi veriyorsun?"

Taehyung sustu, Seokjin kuyruğunu tek eliyle kavrayıp belinden itti ve merdivenleri çıkmaya devam etti. Hibrit bir şey demeden onu takip ediyordu; odasına geldiğinde hyungu kapıyı ardından kapatacaktı ki Taehyung onu durdurdu.

"Özür dilerim."

"Ben özür dilerim," dedi Seokjin. Ağlıyordu, Taehyung onun gözlerinden yaşların ne ara aktığını fark edememişti bile. Lila gözlerini kırpıştırdı; kalbinde bir acı yeşermişti. "Sana anne sıcaklığı veremediğim için; baban olmaya çalışsam da bu konuda eksik kaldığım için. Şimdi hyungun olmak istiyorum; seni üniversiteye yollamak, kendi ayakları üzerinde başarılı bir hibrit olmanı istiyorum ama hyungun olmama bile izin vermiyorsun. Ne yapayım, Taehyung, söyle, nasıl sana bakabilirim?"

"Hyung," Taehyung kollarını Seokjin'in beline sardı, büyüğünü kendine çekerken kafasını boynuna sakladı. Seokjin'in hıçkırıklarla sarsılan bedenine güç olmak istercesine kollarını sıkılaştırmıştı. Hyungunun boyun girintisine daha da saklandı, hibrit kokusunu onun bedenine kazımak istercesine. Burnunu yavaşça boyun girintisine sürtüp, "Özür dilerim," diye fısıldadı. "Sana minnettarım hyung, seni çok seviyorum."

Kelime dağarcığı süslü cümleler söyleyebilecek kadar geniş değildi; kendini savunabileceği ağdalı cümleler bilmiyordu, özür dilemek istese sözcükleri bıçak biler gibi bileyemiyordu. Düşüncelerini söylemek istediği zamanlar sözcükler her zaman keskin bir bıçak gibi çıkıyordu dudaklarından, asla yumuşatamıyordu.

Bir hibrit için siyahla beyazı ayırmak kolaydı ama onu griye dönüştürmek, o griyi anlamak neredeyse imkansızdı.

Sonuçta o sadece bir hibritti.

"Ben de özür dilerim," dedi Seokjin. Taehyung'un yüzünü avuçları arasına aldı. Lila gözlerle kahverengi gözler birbirine kenetlenmişti şimdi; belki bu hiç kimse için önemli değildi ama ikisinin birbirine bakışları dünyada çiçekleri yeşertecek, şarkılar yazdıracak, aşk şiirleri okutturacak kadar eşsiz ve özeldi. O kahve gözler lila gözlere şefkatle baktığında dünyalar oynamıyordu ama kendi dünyaları, evet, kendi dünyaları bu güzellikle çalkalanıyordu."Bazenleri üzerine çok gidiyorum, farkındayım ama yemin ederim ebeveynin olduğum için, iyiliğini istediğim için-"

Taehyung gözlerini kapattı. Dudaklarında acı bir gülümseme oluştu. Ebeveyn. Bu kelimeden nefret ediyordu; kabullenmek istemediği tek kelime bu olabilirdi.  "Ailem olmanı istiyorum, ebeveynim değil."

Seokjin elinin tersiyle gözyaşlarını sildi. "Arada fark yok. Şimdi bana söz ver, yarın Jungkook geldiğinde dersi usluca dinleyeceğine ve onunla arkadaş olacağına?"

"Onunla gerçekten randevuya çıkacak mısın?"

Seokjin kıkırdadı. Ağladığı için yüzü kıpkırmızı olmuştu ama güldüğü zaman inci dişleri Taehyung'a en güzel manzarayı sundu. "Hayır, şapşal, o benim gözümde hala çocuk sayılır. Senin gibi," Eliyle Taehyung'un gümüş saçlarını okşadı. "Hadi şimdi yemek yiyelim, çok açım!"


*

Ertesi gün sabahın erken saatlerinde Jungkook küçük ahşap eve geldiğinde gözlerinden uyku akıyordu. "Günaydın!" diye şakıdı Seokjin, sanki sabahın sekizinde uyanmak onun için hiç sıkıntı değilmiş gibi. Jungkook onun bu yersiz neşesine karşı homurdanmak istedi ama uykulu olduğu için küçük bir mırıltıyla geçiştirdi. Genç oğlanın kahve saçları usulca alnına dökülüyordu; gözlerini açık tutmakta bile zorlanırken Seokjin onu aceleyle içeri çekip kapıyı ardından kapattı.

"Hava çok soğuk- ve sen uyukluyor görünüyorsun. Dur sana kahve yapayım."

Jungkook ta salona geçip de kendini büyük koltuğa attığında fark etti önündeki masanın üzerinde bağdaş kurmuş bir halde, üstü çıplak oturan hibriti.

"Oi." Jungkook gözlerini kırpıştırdı, başını biraz daha geriye atıp mutfakta kahve yapan Seokjin'e tersten baktı. Sabah olduğu için hışırtılı sesi odanın içinde boğuk duyuluyordu, derin bir sesi vardı. "Bu hibrit neden yarı çıplak?"

"Sıcak."

Taehyung öldürücü bakışlarla oğlana bakmaya devam etti. Jungkook uzandığı koltukta doğrulup hibrite baktı; kuyruğu usulca masanın köşesinden sarkıyordu, altında siyah uzun bir eşofmandan başka bir şey yoktu. Gümüş saçları darmadağındı- o da yeni uyanmış olmalıydı. Normalde bükülü duran kulakları dikti ve Jungkook kulağın iç tarafının ne kadar da tatlı bir pembeye sahip olduğunu yeni fark ediyordu.

Hibrit genelde maskülen duruyordu- hatta biraz fazla maskülen bile denebilirdi, bebeksi yüzüne rağmen gözlerinde onu sertleştiren ifadeler vardı ama Jungkook hibritin aslında tatlı olduğunu da fark etti.

"Dışarısı 5 derece ve evin içi de çok sıcak sayılmaz," dedi bomboş.

"Sıcak," diye ısrar etti hibrit. Lila gözlerinin odağı Seokjin olmuştu şimdi; Jungkook da gözlerini hibritten çekip Seokjin hyunguna baktı.

Ah.

Seokjin altına dizlerinin yukarısında biten mor bir şort giymişti; süt rengindeki güzel bacakları görüş alanındaydı. Ve üstündeki beyaz tişört o kadar kısaydı ki hyung her hareket ettiğinde ince belini ortaya çıkarıyordu.

Gözlerini yeniden hibrite çevirdi.

Hibrit de ona baktı.

"Oh." Jungkook başka bir şey diyemedi.

Düşündüğü şey miydi?

Seokjin elindeki kahve bardağını masanın üzerine koyduktan sonra yavaşça Taehyung'un bacağını okşadı. "Taehyung, masadan in. Jungkook derse başlayabilirsin." Taehyung hyungunu ikiletmeden hibrit olmasının verdiği çeviklikle masadan yere atladı; sandalyelerden birinin üzerine oturdu ve Jungkook'a baktı.

"Gelmiyor musun?" Sesi soğuktu.

Jungkook düşüncelerinden sıyrılmak için başını iki yana salladı. Taehyung, Seokjin hakkında böyle şeyler düşünüyor olamazdı. Onu o büyütmüştü, ona o gözle bakmazdı. Jungkook, Taehyung'u tanımadığı için kesin bir şey diyemiyordu ama kaşları çatılmıştı. Aynı huzursuzlukla onun yanındaki sandalyeye oturup sırt çantasından birkaç kitap çıkarmaya başladı.

Seokjin başlarında dikiliyordu. "Uslu durun, tamam mı?" İki oğlandan da ses gelmedi. "Tamam mı?" diye irdeledi.

Taehyung lila gözlerini yukarı kaldırıp hyungunun suratına baktı. "Tamam."

"Sayfa 394ü aç," dedi Jungkook çantasından kalemlerini çıkarırken. Taehyung gelen emirle dişlerini gıcırdatsa da hocasının dediğini yaptı.

Seokjin birkaç dakika mutfaktaki havuzun başında durup onları izledi. Jungkook'un gündüz uyanmış, hışırtılı sesi evi dolduran tek sesti. Parmaklarıyla soruların önemli noktalarını gösteriyor, bir şey dedikten sonra anlıyor mu diye sürekli Taehyung'un yüzüne bakıyordu. Hibrit ise tamamen konsantre olmuş bir şekilde, gözlerini dahi kırpmadan onu dinliyordu.

Seokjin gülümsedi, iyi anlaşacaklardı, hissediyordu.

Başlarında dikilmenin mantığı olmadığına karar verip üzerini değiştirmek için odasına çıktı. Dün gece hibritin ısrarlarıyla –kavga ettikleri zamanlar Taehyung daha bir yapışkan oluyordu- yan yana uyumuşlardı ve toparlanmamış yatağa hibritin kokusu sinmişti.

Namjoon hibritlerin çoğunun kendine özel kokular yaydıklarını ama bunları sadece belirli insanların koklayabildiğini söylemişti. Hibritler birbirlerinin kokusunu alıp böylece eşlenebiliyorlardı ama insanlar sadece belirli durumlarda, belirli dönemlerde alabiliyordu bu kokuyu.

Taehyung'un kokusu üç yılda bu evin her köşesine sinmişti. Hibritin kendine ait taze çam ve yasemin kokusu evin her hücresindeydi.

Ama Seokjin kokuyu en yoğun yatağında duyuyordu. Çarşaflarında, yastık kılıflarında, üzerine örttüğü battaniyede o tatlı koku en yoğundu. Büyük yatağın her tarafı oğlanın kokusuna bulanmıştı. İzi silinemeyecek kadar derindeydi.

Seokjin bu düşüncelerle birden karnına yumruk yemiş gibi oldu; onun dünyasında karnında kelebekler cıvıltıyla uçuşmuyordu, konu ne zaman hibrite gelse karnında örümceklerin varlığını hissediyordu.

Karanlık düşünceler.

Seokjin bazen kendinden nefret ediyordu.

Yalnız kalmamak için seni aldım, koynumda uyuttum, ninniler söyledim, saçlarını okşadım. Her şeyi kendi bencil sebeplerimle yaptım, Taehyung-ah, umarım hyungunu bu iğrenç düşünceleri için affedebilirsin.

Gözlerini kapattı, daha da karanlık düşüncelere dalmadan işe gitse iyi olacaktı. Jungkookla Taehyung'un dersi iyice işlediklerinden emin olmadan gitmek istemiyordu- o yüzden gece yatarken giydiği şortu ve tişörtü yavaşça çıkarıp üzerini daha uygun bir şeylere değiştirdi. Siyah bir kot ve bebek mavisi bir sweetshirt gibi.

Salona yeniden indiğinde oğlanları bıraktığı pozisyonda buldu. Hala aralarında uzak bir mesafe vardı ama kavga etmeden- ya da evi dün getirdikleri hale getirmeden ders işleyebiliyorlardı en azından.

Seokjin'in telefonu çaldığında oğlanlar başını kaldırıp ona baktı. "Özür dilerim," diye mırıldandı Seokjin koltuktan kalkıp küçük sehpadaki telefonuna uzanırken. Jungkook yeniden derse geri dönse de Taehyung'un bakışları hala hyungunun üzerindeydi. Kimin aradığını görene ya da duyana kadar da lila gözlerini ondan çekmeyi düşünmüyordu.

"Jimin-ah," dedi Seokjin mutfağa ilerlerken. Mutfakla salon birleşik olduğu için sesi hala kulaklarına doluyordu. "Dükkanı sen açabilir misin? Ben de geleceğim yarım saate, eksik bir şey var mı?" Bir süre karşıdaki oğlanı dinledi.

"Pff," diye alaylı bir ses çıkardı Jungkook. "Jiminmiş."

Taehyung gözlerini yanındaki oğlana çevirdi ama hyung şimdi arka kapıya ilerliyordu, gözleri oğlanlara hiç kaymadan seraya açılan arka kapıyı geçti. "Tamam, halledip geliyorum ben. Hoşça kal, görüşürüz."

"Aptal."

Taehyung hala homurdanan oğlana döndü. "Sevmiyor musun?" dedi soğuk bir sesle.

Jungkook başını kitaptan kaldırıp Taehyung'un lila gözlerine baktı. "Sevmek mi? O Jimin denen bücürü kim sever?" dedi iğrenircesine. "Aptalın teki. 'Ah, bana bakın, saçlarım çok güzel! Dudaklarım çok dolgun ve tam öpülesi! Gülümsediğim zaman gözlerim kısılıyor ve çok tatlı görünüyorum!' Iyy. Tam bir baş belası."

"Ben de sevmiyorum," dedi Taehyung, oğlanın aslında Jimin için böyle şeyler düşünmesinin ne kadar garip olduğunu fark ederek.

Jungkook, "Sen neden sevmiyorsun?" diye sordu şaşkınca, sanki Jimin'i sevmemek gibi bir ihtimal yokmuş gibi. Herkesin o bücüre aşık oluşuna o kadar alışmıştı ki sevmeyen başka birini görünce garipsemişti.

"Prensip meselesi." Taehyung elindeki kalemi parmaklarında döndürdü. "Genel olarak hyungun yanındaki erkekleri sevmiyorum." Lila gözleri Jungkook'a baktı. "Buna sen de dahilsin."

Jungkook kaşlarını çattı, tam bir şey diyecekti ki hibrit ona doğru eğilip soğuk bir tonda fısıldadı. "Beni iyi dinle," dedi buz gibi bir sesle. "Hyung benim. Ona karşı en ufak bir hamlede bulunduğunu görürsem senin etini kaplanlara yem ederim. Ona yaklaşmadığın sürece seninle bir müddet ortak paydada buluşabiliriz, anlaşıldı mı?"

İrileşmiş gözleriyle daha da tavşana benzeyen oğlan bir süre nefesini tutup tehditin geçmesini bekledi. "Bu sizde bir gelenek galiba," dedi Taehyung geriye çekilip yine soğuk gözlerle ona bakarken. "Seokjin hyung da dün beni kaplanlara yem etmekle tehdit etti."

"O kaplan ben oluyorum," dedi Taehyung. "Kaplan formuna dönüşebiliyorum."

"Cidden mi?" Jungkook'un ağzı şaşkınlıkla aralandı. "BU ÇOK HAVALI!"

Taehyung bu garip tepki karşısında kıkırdamaktan kendini alamadı. "Bazen ormana gidip kaplan olarak takılıyorum," dedi birden bire. "Belki bir gün sana da kaplan formumu gösteririm."

Jungkook hemen başını salladı. "Çok hoşuma gider," dedi.

Taehyung oğlanı baştan aşağı süzdü. Ondan –şimdilik- iki yaş küçük olmasına rağmen aynı kalıptalardı; yüz hatları zıt olsa dahi bu zıtlıkta onları birbirine benzeten bir şeyler vardı. Taehyung, şimdi oğlanın farkında olmadan başkasına yanık olduğunu fark ettiği için bir tık daha rahatlamıştı ve açıkçası oğlanın hibrit formunu övmesi bir miktar hoşuna gitmişti. "Şaşırtıcı olsa da hyunga aşık değilsin ve matematik biliyorsun," diye mırıldandı. "Sanırım seninle arkadaş olabiliriz, insan."




yn: taejinkook hmm en sevdiğim,, diğer bölüm full taejin, utanmazsam bir tık +18lik düşüncelerle. epiphany ve winter bear'ın şerefine! <3

Continue Reading

You'll Also Like

57.7K 5.9K 33
"Yaptım." dedi güzel yüzündeki en derin ifadesiyle. "Neyi?" "Laneti tersine çevirdim." derken kaybettiği duygularına veda ediyordu. "En başta dediğin...
708 88 5
kendini bildi bileli hayatındaki tek askerin babası olacağına yemin eden jimin'in ve yüzbaşı jeon'un hikayesi.
17.2K 609 2
Oneshot|| Mature content || Switch Jungkook, şaraplara ve kadınlara tapan bir adamdı. Park Jimin ise eh, bir erkekti ve ne kadınlara ne de içkilere...
1.6K 191 40
Tanrı hâlâ karar veremiyordu bir türlü...Olaylar o kadar onu bile şaşırtan bir yola saparak gelişiyordu ki...Tanrı bu durumdan nefret ediyordu.Nasıls...