Kapak Modeli 🌙Yarı Texting🌙...

De __SAS__

4.3M 319K 64.3K

Kendi halimde Wattpad'de hikayemi yazıyordum. Ta ki fotoğraflarını kullandığım Amerikalı aktör, 'Ne hakla fot... Mais

Merhaba
Tanıtım
#1
#2
#3
#4
#5
#6
#7
#8
#9
#10
#11
#12
#13
#14
#15
#16
#17
#18
#19
#20
#21
#22
#23
#24
#25
#26
#27
#28
#29
#30
#31
#32
#33
#34
#35
#36
#37
#38
#39
#40
#41
#42
#43
#44
#45
#46
#47
#48
#49
#50
#51
#52
#53
#54
#55
#56
#57
#58
#59
#60
#61
#62
#63
#64
#65
#66
#67
#69
#70
#71
#72
#73
#74
#75
#76
#77
#78
#79
#80
#81
#82
#83
#84
#85
#86
#87
#88
#89
#90
#91
#92
#93
#94
#95
#96
ALFA YAYIN GRUBU'NDAYIM!
#97
#98
#99
Final (1. Kısım)
Final (2. Kısım)
Epilog

#68

37.1K 3K 840
De __SAS__

O konuşmanın üzerinden günler geçti.

Aramadım. Aramadı.

Belki çok meşguldü, belki de söyleyecek bir şeyi yoktu. Benim yoktu mesela. 'Ben böyle yapamıyorum' diyen adama 'hayır yapacaksın' diyecek halim yoktu ya! Henüz ayrılık cümlesini kurmaya cesaret edemese de, o zaten 'yapamıyorum' diyerek söylemesi gerekeni söylemişti aslında.

Geride bıraktığım işkence gibi haftalardan da beter, sarsak bir hayat ritmi tutturmuştum; geceleri fazla uyuyamadığım, açlıktan başım dönmedikçe yemek yemeyi akıl edemediğim, hafta içi ölesiye çalıştığım, hafta sonu gün boyu ölü gibi kanepede yattığım, sonra yine sabahladığım bir ritim.

Ulaşılmaz oluşunu hiç bu kadar hissetmemiştim kalbimde. Los Angeles'ta önünden geçemeyeceğim bir stüdyoda, büyük bir franchise'ın Box Office'te yine iyi iş yapması beklenen yeni filminin başrol oyuncusuydu. Devasa bir platoya kurulan set, kameralar, spot ışıkları ve aramızdaki binlerce kilometre.

Setten birkaç fotoğraf düşmüştü medyaya önceki gün. İstemesem de bakmaktan alamadım kendimi. İyi görünüyordu. Çok iyi. Orman yeşili gözlerinde haşin bir bakış vardı. Öfkeli. Sert. Kollarını iki yana açmış, pençelerini çıkarmış, saldırdı saldıracak. Öyle bir duruşu vardı ki asla yıkılmazmış, asla acı çekmezmiş gibi. Bir diğer fotoğraf kamera arkasındandı, yeşil bir ekranın önünde bir set görevlisinin uzattığı bloknottan bir şeyler okuyordu. Normaldi her şey yani.

Ne bekliyordum ki? Uzun mesafe ilişkisi yürümüyor diye işi gücü bırakacak hali yoktu ya.

İşini layıkıyla yapamasa memnun da olmayacaktım ayrıca. Acıdan işi gücü bırakmasını istemiyordum ki ben. Ne basit. İstediğim tek şey beni aramasıydı. Aramak istemiyorsa, bir satır bir şey yazsaydı hiç değilse. 'Saçmaladım' demek bu kadar zor muydu? Neden 'bir anlık kafa bulanıklığıydı, geldi geçti' demiyordu?

Ya da madem yapamıyor böyle, ben asla diyemeyeceğimden, o 'bitsin, ayrılıyorum' deseydi. Böyle arafta kalmaktan iyiydi. Ne bitmiştik ne de sürüyorduk.

Düşünmekten alamıyordum kendimi: Aynı gökyüzünün altında şu an kiminledir? Ne yapıyordur? Hangi cümleleri kuruyordur? Çok yoruluyor mudur? Yine stresli midir? Yoksa güldüğü de oluyor mudur bensiz?

Oluyordur tabii.

Neden gülmesin ki? Hayat devam ediyor işte. Sen yoksun diye, sen Jimmy K. Simpson'dan milyonlarca ışık yılı uzaktasın diye dünyanın dönmeyi bırakacak hali yoktu ya? Senin dünyandı duran. Onunki hızla, heyecanla dönüyordu.

Aşkta gurur olmaz ya hani. Bende var. Belki biraz haddinden fazla.

O yüzden arayamıyorum işte seni Jimmy. Azalarak biter belki acı. Geçer derler ya. Geçer. Geçmeli.

Yoksa çok zor dayanmak.

****

Makyaj karavanında o gün çekilecek son sahnelere göz atarken prodüksiyon asistanının uzattığı kahve kupasını, bakmadan direkt ağzıma götürdüm. İlk yudumumla birlikte aldığım yoğun şeker tadı midemi yaktı. Yanan midem burnundan solumama neden oldu. Hışımla dönüp "Bu da ne böyle?*" diye çıkıştım kıza. (*What the hell is this?)

Kızın ürkek bakışları üzerimde değil yerdeydi. "İstediğiniz gibi duble espresso shot'lı çikolatalı mocha?"

"Ben siyah kahve istedim sadece," dedim tane tane. "Senin için çok karmaşıktı herhalde. Benim hatam.*" (*I just asked for black coffee. Must have been too complicated for you. My bad.)

Elimdeki kupayı kendi asistanım Jen'e uzattım. "Jen şunun çaresine bakar mısın?" Önümde dağıttığım spiralli dosyadaki kâğıtları yeniden bir araya getirip ayağa kalktım. "Biraz hava almaya ihtiyacım var." (*Jen take care of this will ya? I need some air.)

Çıkmadan kıza göz ucuyla bakmaktan alamadım kendimi. Birden patlamıştım. İyice kötü hissettim kendimi manzarayı gördüğümde. Ağlıyor muydu o?

Bana bakamadığından o hışımla çoktan çıktığımı düşünüp "İnsanlar onun karşılaştıkları en kibar aktör olduğunu söylemişti,*" diye mırıldandı. (*People told me he's the kindest actor they met.)

Jen kıza doğru yaklaşıp teselli etmek üzere "Böyle değildir aslında. Yaşadığı bazı sıkıntıları var. Kişisel alma," derken sesini alçaltmadı. Duyup duymamam çok da umurunda değildi. Belki de duymamı istedi. (*He's never like this. He has stuff going on. Don't take it personal.)

Karavanın alçak merdivenlerinden inerken kendimi bok gibi hissettim. Birkaç ay insanın hayatında ne çok şey değiştirebiliyormuş meğer. Kendimi tanıyamıyordum artık.

****

Uyuyor olmalısın. Uyandırmak istemedim. (You must be asleep. Didn't wanna wake you up.)

Her şeyi berbat ettiğimi biliyorum. Bana ne oldu bilmiyorum. Tabii ki ayrılmak istemiyorum. Asla. Düşündükçe canım acıyor. Çok üzgünüm Kübra. (I know I've messed up. I don't know what got into me. Of course I don't wanna break up. Ever. It hurts just to think about it. I'm so sorry Kübra.)

Bu aralar biraz telaşlıydı. Sana anlatacağım çok şey var. (It's been hectic lately. I have so much to tell you.)

Mesajı aldığında beni ara lütfen. Bugünlük işim bitti ve uyanık olacağım. (Please call me when you get this. I am done for the day and I'll be awake.)

-J

****

Işıltılı barın uzağında kalan bir köşede, karanlıkta tek başıma otururken, telefonumu belki o saat içinde gerek olmamasına rağmen ellinci kez kontrol ettim. Gözlerimi ayırmadığımdan gelen mesajı ya da aramayı kaçırmam imkânsızdı zaten.

Çekimlerin Los Angeles ayağı beklenenden önce bitmişti. Pek karşılaşılan bir durum olmadığından, lokasyon değişikliğinden önce bir kutlama yapmak istemişti ekip. İnsanlar kutlama yapacak yer arıyordu bana kalırsa. Barmenden biraz zor kullanarak aldığım viski şişesiyle çekildiğim köşede an itibariyle çok da şikâyetçi değildim ben gerçi.

Oturduğum koltuğa içi boş bir çuval gibi yayılmış, dans eden, oturduğu yerde içip gülüşen ekip elemanlarını izlerken genç Cyclops'u canlandıran Avustralyalı Cooper hafif yalpalayarak selam verdi bana. Yeni tanışmıştık ama başlangıçtan itibaren iyi bir çalışma arkadaşı olmuştu bana. Hayatımda gördüğüm en neşeli adamlardan biriydi. Ne var ki bu akşam biraz batıyordu neşesi.

Çene hizasındaki sarıya çalan açık kahverengi saçlarını geri yatırıp yanıma kaykıldı. İnatçı saçlar yine yüzüne geri düştü. "Senin derdin ne?*" (*What's eating at you?)

"Sadece yorgunum biraz."

İnandıramamıştım. Okyanus mavisi gözleri kısıldı. Dirseğiyle hafifçe kolumu dürttü. "Kız meselesi mi?*" (*Girl trouble?)

Tek başıma oturuyordum. Ve viski şişesi tek eşlikçimdi. Elbette kız meselesiydi.

İnsanı samimiyeti, tasasız tavırlarıyla durduk yere konuşturan tiplerdendi. Haftalardır doludizgin çalışırken rol yapacak halim de kalmamıştı. Belki de sarhoş olduğumdan düşüyordu çenem. Fazla direnmeden "Evet," dedim bezgin. Kapanan gözlerimi açabilmek için yüzümü ovuştururken "Ama mesele benim," diye mırıldandım. (*Yeah, except I am the trouble)

Elindeki bira şişesini önümüzdeki sehpaya bırakıp ellerini kucağında kavuşturdu. İyice oturduğu yere yerleşirken, yüzünde bilir bir gülümseme şekillenmiş, kaşlarından biri kalkmıştı. "Sorun nedir?*" diye sordu kızlarla alakalı meselelerde bilirkişiymiş gibi. (*What seems to be the problem?)

"Uzun mesafe ilişkisi," dedim sesli bir nefes verirken. Sorunum buydu benim. "Sadece birkaç ay oldu. Ama sabrımın sonuna geldim bile.*" (*Long-distance relationship. It's been only a couple of months but I'm already at the end of my patience.)

"Kolay değil dostum. Benim de hayatımda öyle biri oldu.*" (*Not easy mate. I had someone like that.)

"N'oldu?" diye sordum geçmiş zamanda konuşmasına aldırmadan.

Beklediğim gibi "Olmadı," dedi birasından cömertçe bir yudum alırken. "Ben Sydney'deyken New York'ta modellik yapıyordu. Saat farkı, yanlış anlamalar, kavgalar. Kıskanç delinin tekiydi. Bir yıl boyunca cehennemi dünya üzerinde yaşadım."

İçkimden bir yudum aldım. "Anlayabiliyorum. Şimdi ben orada yaşıyorum.*" (*I can relate. I'm living in it now.)

Adamın o neşeli halini törpülemeyi başarmıştım. "Üzgünüm," dediğinde benim için cidden üzülmüş görünüyordu.

Üzülecek halim iyice kendime acımama neden oldu. "Biraz komik aslında. Kendimi hiç bu kadar muhtaç ve yapışkan hissetmemiştim. Aldatacak tipte biri değil. Beni sevdiğini de biliyorum. Her şeye rağmen böyle hissediyor olmak çok onur kırıcı.*" (*It's quite funny actually. I have never felt this needy and clingy you know? I know she's not the cheating type. I know she loves me. It's really humiliating to feel like this anyway)

Şişeyi yeniden ağzına götürmeden dudaklarını birbirine yapıştırıp kafasını salladı. "Çok iyi olmalı.*" (*She must be something)

"Evet öyle." Telefon konuşmamızda ona söylediklerime hala inanamıyordum. "Böyle yürütemediğimi söyledim ama ona.*" (*Yeah she is something alright. I kinda told her this is not working for me though.)

"Tabii yürümeyecek." Pis pis sırıttı. "Seni böyle konuşturan cinsel asabiyet.*" (*Of course it isn't working. That's sexual frustration talking.)

Direktliği karşısında bir an şaşkınlıkla baktım yüzüne. Ama reddetmenin manası yoktu. İş dışında bugünlerde düşünebildiğim başka çok az şey vardı. "Evet, haklısın sanırım,*" dedim bardağımda kalan içkiyi bitirirken. (*Yeah I guess you have a point there.)

Gözlerim telefon ekranımı buldu yeniden. İstediğim arama bir türlü gelmiyordu. "Benimle konuşmuyor galiba," diye homurdandım. "Bu ilişkideki yetişkin ben olmalıydım ama onun yerine ağlak bir ergen gibi davrandım. Şimdi benden kaçıyor." (*She's not talking to me, I think. I was supposed to be the grown-up in this relationship but I acted like the whiny teenager instead. Now she's avoiding me.)

Kafasıyla barı işaret etti. "Tüm bunlara bir ara vermek ister misin?*" (*Wanna take a break from all of this?)

Bakışlarımı bar tarafına çevirdim. Ekstralardan olduğunu düşündüğüm üç güzel kadın bar taburelerine oturmuş gülüp eğleniyordu. Onları izlerken merak ya da heyecan uyanmadı içimde. Hatta çok geçmeden sıkılmıştım. İçimde korkunç bir üşengeçlik, kök salmış bir depresyon ve o an beliren bir eve gitme isteği vardı. Gözümü her kapadığımda karşımda, aldığım her nefeste içimde tek bir kadın vardı. "Ara verebileceğimi sanmıyorum.*" Ara filan istemiyordum. İstediğim tek bir şey vardı. O da çok uzaktaydı işte. (*I don't think I can.)

"Seni büyülemiş," deyip ayaklanırken boş bira şişesini sehpaya bıraktı. "Meraklandım. Onunla tanışmak isterim."

"Hmm," dedim. Cooper sörfçü Ken'in hayat bulmuş haliydi. "Sanmıyorum."

Bara doğru seğirtirken sırıttı yine. "Haklısın. Ben de seni kız arkadaşımın yakınında istemezdim.*" (*Fair enough. I wouldn't want you anywhere near my significant other.)

Arkasından bakarken güldüm. Eskiden olsa peşinden giderdim sanırım. Kaybedeceğim bir şey yoktu. Şimdi geri dönüp baktığımda yaptığım her şey ne kadar da amaçsız geliyordu. İçlerinden biriyle yatabilirdi. Üçüyle birden de yatabilirdi. Sonrası? Sonrası başka bedenler, çabucak unutulan başka hikâyeler. Kaybedilecek – kaybettiğim– bir şey vardı aslında. Sevmek eylemini sıradanlaştırmıştım ben. Ayağa düşürmüştüm. Gelip geçiciydi tüm kadınlar. Bir noktada, hissettiğim o küçük heyecanlar o kadar sıradan olmuştu ki sonunda aşk diye bir şey de olmadığına kanaat getirmiştim.

O yüzden gerçek aşk yüzüme tokat gibi çarptığında böyle afalladım. Hah!

Neredeyse kahkaha atacaktım. İşte bu çok derin bir analizdi doğrusu. Ya da hızla bulanan aklım öyle olduğuna inanıyordu.

Hayatımın rollerinden birini oynuyordum belki ama bu kadar kutlama yetmişti bana. Şişenin dibinde hala hatırı sayılır miktarda viski olmasına rağmen bir dikişte bitirdim. Bardağa dökmeye üşenmiştim. Böylelikle bir şişe viskiyi tek başıma içmiş oldum. Gömleğimin koluyla ağzımı silerken gecenin sonu iç açıcı görünmüyordu. Sallanarak ayağa kalktım. Rezil olmadan eve gidip kafamı klozete gömsem iyi olacaktı.

****

Alarmdan önce gözümü açtım. Zaten sabaha karşı kapatabilmiştim.

Telefonumu elime aldığımda günlerdir beklediğim mesaj ekranımdan bana bakıyordu. Görmek ya da duymak istediğim cümleleri okurken sevinç duyamadım ama.

Aksine kalbim ağırlaşmıştı.

Bu gelgitin geçici olmadığını hissediyordum çünkü. Birimizden biri yine böyle hissedecek, yine kalbimiz kırılacak ve kırılacak parça kalmadığında da bitecekti her şey. Kimsenin suçu yoktu gerçekten. Uzun mesafe ilişkilerinin korkunç döngüsüne girmiştik sadece. Ben o döngüde devam etme gücümün olmadığına inanmaya başlamıştım son günlerde. Aşktan ölünmese de sürüm sürüm sürünüldüğü bir gerçekti.

Telefon acı dolu bakışlarıma daha fazla dayanamayıp elimde çalmaya başladı.

Arayan Jimmy değildi ama Amerika'dan bir numaraydı. Başka bir numaradan arıyor olabilir miydi?

Titrek bir parmakla yanıtla tuşuna basıp telefonu kulağıma götürdüğümde sempatik, neşeli bir kadın sesi kulaklarımı doldurdu. "Selam, ben Jen. Kuubra'yla görüşüyorum değil mi?"

Aksanı, derinden gelen ritmik güçlü sesi siyahi olduğunu düşündürdü. "Evet?" dedim. Kuubra benim.

"Sen beni tanımıyorsun ama ben hakkında çok şey duydum. Jimmy'nin asistanlarından biriyim."

Artık ilişkimizin gidişatı asistanlarının elindeydi anlaşılan. Konuşma gitgide garipleşiyordu. "Ok?" dedim yine sorar gibi. Başka ne diyebileceğime karar verememiştim. Afyonum da patlamamıştı ki.

"Çekim programında planların önünde görünüyoruz ki bu bir mucize. Birkaç şeyin yeniden ayarlanması gerekiyor ama önümüzdeki hafta İskoçya'da olabileceğiz gibi görünüyor.*" (*We're ahead of schedule with the shooting plan which is a miracle really. We needed to rearrange a few things but it looks like we'll be in Scotland next week.)

Bana neden rapor verme gereği hissediyordu? "İyi olmuş?*" (*Good for you?)

Kendi kafasında kaybolduğundan coşkulu sevincimi pek sallamadı. "Ben düşünüyordum da... Jimmy'nin doğum günü yaklaşıyor. Temmuzun yirmisi. Belki o hafta sonu onu İskoçya'da ziyaret edebilirsin diye düşündüm. Ajandasını ona göre planlayacağım.*" (*I was thinking. Jimmy's birthday is coming up. It's on the 20th of July. I thought maybe you could pay him a visit that weekend in Scotland. I'll take care of his scheduling accordingly.)

Jimmy'nin doğum gününe aylar önce hakkında detaylı Google araştırması yaptığımda bakmıştım. Ama görünen o ki aklımdan çıkmıştı. Maalesef öyle çılgın doğum günü sürprizleri için fazla resmiydik şimdilerde. "Bu ara pek konuşmuyoruz biz.*" Az önce okuduğum mesaj da kalbimi onarmaya yetmemişti. (*We're not exactly on speaking terms at the moment.)

"Belli oluyor. Herkese pislik yapıyor. En son bugün birini ağlattı.*" (*Well it figures. He's kind of a jerk to everyone. He just made someone cry today)

Jimmy'nin birini ağlatabileceğine inanamadım. "Gerçekten mi?*" (*Seriously?)

"Evvet.*" (*Yyyup.)

Gözüm biraz açıldığından mazeretlerimi sıralamaya başladım seri bir şekilde. "Bu çok erken." İki haftadan az bir süre içinde Jimmy'yi görme fikri mideme bir yumruk gibi inip nefessiz bıraktı beni. "Vizeye ihtiyacım var. Bu kadar kısa bir süre içinde gelmek istesem de gelemem." (*It's too soon. I need a visa too. On such short notice I cannot make it even if I wanted to.)

"Sen hiçbir şey için endişelenme. Ben her şeyi halledeceğim. Sadece evet demen gerekiyor. İstanbul'daki bir tur şirketiyle iletişime geçtim bile. Sadece pasaportunu birkaç belgeyle birlikte onlara vereceksin. Gerisini onlar halledecek.*" (*Oh don't worry about a thing. I'll take care of everything. I just need you to say yes. I already contacted a local travel agency in Istanbul. You'll just hand them your passport along with some documents. They'll take care of the rest.)

"Bu kadar kısa sürede vizeyi işleme alabilirler mi ki?"

"Belli ki parayı bastırınca oluyor," dedi içten gelen bir kıkırtıyla. "Acil başvuru yapacaklar. Ne demekse artık..." Hayatında daha önce vize prosedürlerine maruz kalmamıştı herhalde.

Bir süre ne diyeceğimi bilemedim. Jen de sabırla bekledi telefonun diğer ucunda.

"Aramanı o mu istedi?*" (*Did he put you up to this?)

"Hayır, hiçbir fikri yok.*" (*No girl, he has no clue.)

Nedense inandım Jen'e. Güven veren bir sesi vardı. Uzun bir es daha verdikten sonra "O kadar kötü mü?*" diye sordum yavaşça. (*Is he that bad?)

"Hayal bile edemezsin. Bir şey yapmışsın ona.*" (*You cannot possibly imagine. You did a number on him.)

Esas o bana bir şey yapmıştı! "İşte devam eden projelerim var. İzin alamam. Üzgünüm.*" (*I have ongoing projects at work. I can't take time off. I am sorry.)

"İzin almak zorunda kalmayacaksın. Tur şirketi cuma akşamı için uçuş ayarlayacak. Doğum günü cumartesi günü. İlk kutlayan sen olacaksın. Cuma gecesi geliş saatinde odasında olmasını sağlayacağım ve ona büyük bir sürpriz yapacaksın. Pazartesi sabahı da erkenden dönmüş olacaksın. Çok kolay.* " (*You won't need time off. The agency will book the flight on Friday evening. His birthday is on Saturday. You'll be the first to celebrate. I'll make sure he'll be in his hotel room on Friday night and you'll surprise his ass. You'll be back early on Monday morning. Smooth. )

Her şeyi düşünmüştü. İyi bir asistandı gerçekten. "Ona böyle bir emrivaki yapamayız." O diyalogdan sonra ne yazmış olursa olsun İskoçya'ya gidemezdim. "Kapısında birden beliremem. Hem belki sessiz sakin zaman geçirmek istiyordur oradaki çekimlerden önce?" (*We cannot impose on him like this. I cannot just show up at his door step. Maybe he wants his peace and quiet before shooting there?)

"Güven bana, öyle bir şey istemiyor." Sabırsızlıkla karışık çaresiz bir nefes verdi. "Ne diyorsun?*" (*Oh trust me, he wants no such thing. So what do you say?)

Jimmy her ne yapıyorduysa Jen'in beni arama gereği hissetmesi çok acayipti. Neredeyse zor durumda olduğu için üzülecektim ama yine de yediremedim kendime. Yapacağım sürprizi bile Jimmy karşılayacaktı. Nasıl oluyordu acaba? Jen'de kredi kartı bilgileri filan mı vardı? "Üzgünüm Jen. Öyle birden bire gelemem.*" (*Sorry Jen. I can't just show up like that.)

Jen derin bir iç geçirdi. "Çekilmez bir halde. Geleceğini ummuştum. Üzüldüm gerçekten.*" (*He's an insufferable mess. I was really hoping you'd make it. I'm really sorry.)

İki günlüğüne gelsem ne değişecekti ki? "Ben de." Çok üzülüyorum Jen. O kadar ki tahmin bile edemezsin!

"Ekranda gördüğün benim kişisel numaram. Olur da fikrini değiştirirsen..." dedi biraz çekinerek.

"Pek sanmıyorum Jen," diye araya girdim. "Ama teşekkür ederim. Jimmy'nin senin gibi düşünceli bir asistanı olmasına sevindim. İyi bak ona. Umarım İskoçya'da işler hepiniz için daha iyi gider."

Hüzün biraz daha hüzün

Sizi bilmiyorum ama o kadar laf işittikten sonra (günler sonra gelen mesaja rağmen) gitmeye cesaret edemezdim şahsen ben. Kübücüm kadar gururlu olunca daha da zor 💔

Yengeç erkeğinin özelliklerini okurken Jimmy'nin yengeç olması bana bile çok mantıklı geldi (burçlardan anlamadığımı yine belirtmek isterim ben de yengecim ama alakasız bir yengeç!😁)

Gelen bölümlerden haberdar olmak, diğer hikâyelerim hakkında bilgi edinmek, arada da canlı yayınlarıma katılmak isterseniz şöyle buyrunuz:

Instagram: @sezen.aksin

Continue lendo

Você também vai gostar

22.2K 8.9K 22
Hangisi daha kötüydü bilemiyorum. Kör bir ressam mı? Sağır bir müzisyen mi? Yoksa katil olduğunu bildiği hâlde onu tutuklayamayan polis mi? Komiser G...
3.5K 265 5
Uzay boşluğunda, uçsuz bucaksız bir galakside evren enerjisinin dengesini sağlayan bir gezegen, Pearl... Gezegendeki canlılar dünya insanına benziyor...
636K 44.2K 50
Gözlerimi sımsıkı kapatarak derin bir nefes aldım. Yapmak üzere olduğum şey benim için bile deliceydi. Sadece birkaç dakika sonra yüzyıllar öncesine...
71K 5.1K 9
Yol Arkadaşım'dan tanıdığımız Dilek ve İlker'in kısa hikayesidir. Okumak için önce Yol Arkadaşım'ı okumanız gerekmez. Kapakta kullanılan çizim Pascal...