Devin | RAFLARDA |

By candikmenli

292K 20.9K 15.1K

Babasının menfaatleri uğruna bir başkasına satılan Devin, yıllarca süren zulme boyun eğip susmuştur. Genç kad... More

Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
DUYURU
Bölüm 6.1
Bölüm 6.2
Bölüm 7.1
Bölüm 7.2
Bölüm 8.1
Bölüm 8.2
Bölüm 9.1
Bölüm 9.2
Duyuru!!!
Bölüm 10.1
Bölüm 10.2
Bölüm 11.1
Bölüm 11.2
Bölüm 12.1
Bölüm 12.2
Bölüm 14.1
Bölüm 14.2
Bölüm 15.1
Bölüm 15.2
Bölüm 16.1
Bölüm 16.2
Bölüm 17.1
Bölüm 17.2
Bölüm 18.1
Bölüm 18.2
Bölüm 19.1
Bölüm 19.2
Bölüm 20.1
Bölüm 20.2
Bölüm 21.1
Bölüm 21.2
Bölüm 22.1
Bölüm 22.2
*Bölüm 23.1 - FİNAL
*Bölüm 23.2 FİNAL
Sizlerin Düşünceleri
DEVİN'İN YOLU
DUYURU 📣
Devin Kapak Görseli ve Çıkış Tarihi
ÖN SİPARİŞ

Bölüm 13

7.1K 611 1.2K
By candikmenli

Bölümün gecikme sebebini yine bölüm sonunda açıklayacağım. Ama söz verdiğim gibi uzun bir bölüm fiçuvladım size. 💃🏻

Keyifli okumalar dilerim. ❤️

Satır arası yorumlarınızı bekliyorum! 🙏🏼

SINIR: 110 VOTE 450 YORUM

Alex...

Sabahın ilk ışıklarıyla titreyen gözlerimi bir süre daha kapalı tuttum. Uyanmak istemiyordum. Hayatımda sayılı diyebileceğim bir olaydı uyanmak istememek.

Uykuda geçirilen fazla vakte hiçbir zaman anlam yükleyememişimdir. İnsanlar öldükleri zaman sonsuza dek uyuyacaklarının farkına varmadan yaşıyor; halbuki alabiliyorken temiz havayı ciğerlerimize son kez çekiyormuşçasına depolamalıyız.

En azından ben öyle düşünüyorum.

Bir kere ölümün tadına bakmış birisi olarak, kaybedecek bir saniyemin bile olmadığını biliyorum.

İnsanları bekleyen bir hayatın var olduğuna inandırmaya çalışıyorlar ama öyle bir hayat yok. Hayat beklemez. Hayat, bencildir. Hayat, hiçbir kimse için kendi düzeninden vaz geçmez ve akmaya devam eder.

Bizi dışarda bekleyen bir hayat yok. Peşinden koşup ona yetişmemiz ve dilediğimiz gibi yön verebileceğimiz bir hayat var. Peşinden koşarken yorulmak istemeyenlerdenim. Kalbi başkasına ait biriyim ve olabildiğince hayata ayak uydurmak zorundayım.

Sorumluluklarım var. Koskoca bir şirket sahibiyim. Elimin altında çalışan yüzlerce insan bulunuyor ve her birinin sağlığı, ekonomik refahı benim elimde. Ben geç kalırsam, bu saydıklarımın her biri aksar.

Benim kovaladığım hayat kaçarsa, binbir türlü hayat göçer...

Ama bu sabah garip bir şekilde uyanmak istemiyorum. Uyku beni etkileyen bir faktör hiçbir zaman olmamıştı ama zihnim benimle savaşıyordu.

Birkaç haftadır geceleri uyumakta güçlük çekiyordum. Düşünce girdabının içinde istisnasız her gece sürükleniyordum.

Bu düşüncelerimin sebebi neydi?

Kendime bu soruyu sorar sormaz gözlerim açıldı. Cevabı biliyordum. En başından beri biliyordum. Başıma gelmesinden korktuğum şeydi bu. Birine karşı garip hisler beslemek. Bu benim için alışılmışın dışında bir olaydı.

Devin. Onu ilk gördüğüm andan itibaren dikkatle inceliyordum. Aşk arayan biri olmadım hiçbir zaman. Ona da bu gözle bakmamaya çalıştım. Hemcinslerim genelde bu tarz bakmadıkları kadınları yatağa atmaya çabalardı. Ama ben ona o gözle de bakmıyordum.

Onda değişik bir şeyler vardı ve ben bunun ne olduğunu öğrenmek için deliriyordum. Ama o benden kaçıyordu.

Ona kızmıyordum. Sonuçta kendini rahatsız hissedebilirdi. Ben onun patronuydum ve o da benim asistanımdı. Kendini farklı kadınlar gibi hissedebilirdi ve bu yüzden aramıza mesafe koymuş olabilirdi.

Ama ben onu düşünmeden edemiyordum.

O, her aklıma düştüğünde bedenimdeki tüm tüyler şaha kalkıyordu. Ayak ucumdan başımın tepesine kadar yayılan bir elektrik akımına maruz kalıyordum. Avuç içlerim terliyordu. Bu normal miydi? Bu duygunun adı neydi? Bilmiyordum.

Bildiğim tek bir şey varsa o da şuydu, Devin'in her şeyinden hoşlanıyordum.

Önüne düşen birkaç tutam saçlarını kulak arkasına atmasını, bazı durumlarda gözlerinin kocaman açılarak yere bakmasını, gülümsemeden önce dudaklarını yalayarak ıslatmasını... Her bir detayını seviyordum.

Hayat benim hayatımdı ve az önce düşündüğüm şeyin tersini yapmayacaktım daha fazla. Hayatımı ben yönetecektim. Yukarıda bir yerlerde bizi gözeten biri vardı. Bir yaratıcımın vardı. Ve o bana ikinci bir şansı bahşetmişti. Hayata tutunmam için büyük bir şans vermişti. Her gün şükrettiğim gibi bugün de şükrettim ve hızla yataktan kalktım.

Beş yıl öncesine kadar hayatın ne kadar kısa olduğunun farkında değildim. Ama geçirdiğim ameliyattan sonra bunun farkına varmıştım. Elimden geldiğince çok çalışıp, büyük işler başarmıştım. Başarmaya da devam ediyordum. Bencil davranmamaya söz vermiştim ve kendimi herkesle eşit tutmuştum. Dışarıdan otoritemi sarsacak bir profil çizmiyordum ama arka planda her kuruma, her çalışanıma, sokakta gördüğüm her bir muhtaç kişiye yardımda bulunuyordum. Elimde olanları mezara götürecek değildim.

Şimdi kendim için iyilik yapma sırası gelmişti. Devin'le en son onun evinde sabahladığımız gece konuşmuştuk. Gerçi şirketteyken konuşuyorduk ama genelde iş hakkında konuşuyorduk. Gözlerini benden sürekli kaçırıyordu. Ben de rahatsız olmaması için üstelemiyordum.

O gecenin üzerinden tam bir ay geçmişti. Devin'le o gece fazlasıyla yakınlaşmıştık. Bu, belki de içtiğimiz alkolden kaynaklıydı bilemiyorum fakat gözlerinin derinliklerinde parıldayan ışığı gördüğüm an kalbim onun için atmaya başlamıştı sanki. Bilemiyordum, belki de ben çok yanlış yorumlamıştım. Ama umrumda değildi. Bugün ona açılacaktım ve onun da düşüncelerini öğrenecektim.

Ayılmak için duşa girdim ve ılık suyla duş aldım. Yüzümde aptal bir sırıtışla hazırlanıyordum. Küçük bir çocuk gibi heyecanlıydım. Onunla birlikte olmanın düşüncesi bile bana mutluluk veriyordu.

Aynadaki yansımama bakarak dişlerimi fırçaladım. Ağzımı duruladıktan sonra ellerimi yanaklarımda gezdirdim. Sakallarım biraz uzamıştı. Dert etmedim ve elime aldığım saç şekillendiricisiyle saçlarıma şekil verdim.

Banyodaki işim bittiğinde belime doladığım havluyu çıkarıp vücudumda ıslak kalan yerleri kuruladım ve giyinmeye başladım. Beyaz gömleğimi giydim. Düğmelerini iliklerken kol kaslarımın gerildiğini fark ettim. Anlaşılan bu gömlek küçülmeye başlamıştı. Ama farklı bir gömlek seçecek durumda değildim.

Kol düğmelerimi bağladıktan sonra ceketimi elime aldım ve ayakkabılarımı giydim. Dışarı çıktığımda bahçeme park edili aracıma doğru ilerledim. Kapıyı açıp içeri girdim ve emniyet kemerimi bağladım.

Güneş gözlüklerimi takıp dikiz aynasındaki aksime baktım ve gülümsedim. "Yeni hayata merhaba de!" dedim.

Arabayı çalıştırıp gaza bastım ve trafiğe girdim. Radyoda çalan slow şarkı zihnimi dinlendirirken trafik sinirlerimi bozuyordu.

Şirkete geldiğimde arabayı valeye teslim ettim. Tam şirkete girecekken telefonum çaldı. Bu akşam yemeğe çıkacağım müşterim arıyordu. Hay aksi! Aklımdan çıkmıştı. Devin konusu zihnimin en ücra köşelerini bile meşgul ederken işime konsantre olamıyordum.

Telefonu açtım ve konuşmaya başladık. Bir elim cebimde olduğum yerde bir ileri bir geri gidip geliyordum. Adamın konuştuğu şeyleri algılamakta güçlük çekiyordum. Acilen sert bir kahveye ihtiyacım vardı.

Telefon görüşmemiz biterken gözlerimi şükredercesine etrafta gezindirdim. Gördüğüm şeyle şok olmuş durumdaydım.

Bütün kaslarım sert bir hal almıştı. Açık kalan ağzım, gözlüklerimi çıkardığımda netleşen görüntüyle sımsıkı kapandı. Gözlerimi kırpmadan karşımdaki görüntüyü seyrediyordum.

Marcus, Devin'le beraber gelmişti. Bu olaya birkaç kere daha şahit olsam da irdelememiştim. İyi anlaşan iki iş arkadaşı olabilirlerdi ama beraber oynadıkları evcilik oyunundan sonra karşılaştığım bu görüntü kalbimi kırmıştı. Devin'in Marcus'u sadece arkadaş olarak gördüğünü sanıyordum ama yanılmışım.

Marcus, arabanın içinde tek eliyle Devin'i çenesinden kavramış bir şekilde öpüyordu. Erkek kardeşimin ne kadar kadın düşkünü biri olduğunu biliyordum ve bu normal bir durumdu ama söz konusu Devin ise, iş değişirdi. Devin onun aradığı türde bir kadın değildi. Onu incitmesine izin vermeyecektim. Veremezdim.

Kimi kandırıyordum? Ben kimim ki Devin'in özel hayatına burnumu sokabilecek yetkiye sahip görüyorum kendimi? İstediği kişiyle birlikte olabilir. O, yetişkin bir kadın. Değil mi?

Öpüşmeleri sürerken Devin'in yüz ifadesini görmeye çalışıyordum ama yüzünü kapatan saçları buna engel oluyordu.

Daha fazla bu sahneyi izlemek istemedim ve güneş gözlüğümü geri takıp şirkete girdim. Kimseyle konuşmak, selamlaşmak dahi istemiyordum.

Kırılan hevesim ve dolup taşan sinirimle asansöre bindim.

Devin...

Bir ay boyunca gecem gündüzüme karışmış bir şekilde Alya'nın durumunu düşünür haldeydim. Bir çıkış yolu arayıp bulmak için debeleniyor olsam da, yok gibi görünüyordu.

Bu kadar araştırma yapabileceğimi hiç düşünmezdim. Yüzüne bakılmayacak sitelerde yazan şeyleri bile okuyup aklıma kazımıştım ama elde koca bir sıfırla başıma giren ağrılarla savaşamadan olduğum yerde kalıyordum.

Bu süreçte kızımdan başka kimseyi düşünmemek bana iyi gelmişti. Gerçi ben ne kadar düşünmediğimi düşünsem de düşünüyordum. Beynimin arka planında sürekli canına kıydığım kocamın siluetini görüyordum. Zihnimin duvarlarına çarpa çarpa kaçarken, beni kucaklayan ela gözlerin sahibine sürükleniyordum. İş dışında ondan uzak durma gayretimi başarıyla götürdüğümü düşünüyordum ama içimde o karşı büyüyen bir alev topu vardı sanki. Çekim alanına girdiğimde istemsizce temas halinde bulunmak istiyordum.

Bu sırada Marcus çabalarından hiç vaz geçmemişti. Benimle bir beraberlik içerisinde olmak için çabalıyordu ama onu itiyordum. Evet Marcus iyi ve sevimli biriydi ama onunla beraber olamazdım. Alex'le yaşadıklarımızdan -ne yaşadıysak artık- sonra onunla bağımı sınayamazdım. Marcus benim duygularımı dağıtmama yarayan kurtarıcımdı. Eğlenceli ve bir o kadar da olgun.

Geçirmiş olduğumuz bu bir ay içerisinde birkaç kere yemeğe çıkmıştık. Dün gece de beni yemeğe çıkarmıştı. Marcus biraz hoppa bir adamdı. Kadınların ağzının suyunu akıtan türden bir adamdı. Ona alıcı bir gözle baktığınız zaman, içinizin titrememesi olanaksızdı. Ama bana her kadına davrandığı gibi davranmış olduğunu düşünmüyordum. Genelde Alya ile beraber yemeğe çıkardık ve bunu hiç yargılamazdı aksine benden daha çok onunla sohbet ederdi. Çocuklara karşı olan bu güvenilir tavrı benim daha da rahat hissetmeme neden oluyordu.

Bu sabah tekrardan arabasıyla beni almaya geldiğinde gözlerimi devirmeden edemedim. Her gün her gün iyi alışmıştı. Ona defalarca söylemiş olmama rağmen bu tavrından asla vaz geçmiyordu.

"Sana daha kaç kere diyeceğim?" dedim kafamı iki yana sallayarak.

"Fena mı oluyor Devin? Zaten aynı yere gitmiyor muyuz?" dedi alt dudağını büzerek.

Gülümseyerek arabaya ilerledim. Alya'yı kendi koltuğuna oturtup kemerini bağladıktan sonra ön koltuktaki yerimi aldım.

"En azından almış olduğun koltuk boşa gitmiyor." dedim gülerek.

O da gülümseyip arabayı çalıştırdı. Arabada giderken yine aklıma Alya düştü. Bir anne için gözünün önünde evladının eriyip gitmesini izlemek dayanılmaz bir acıydı. Yanımda bir dayanak istiyordum. Kendi başıma çabalamaktan, sürekli devinmekten yorulmuştum.

Bu düşünceyle tekrardan aklımda O'nun görüntüsü belirdi. Alex gülümseyen gözleriyle bana bakıyordu. Arabanın içindeki oksijen yetersiz geliyordu sanki. Oturduğum tarafın camını hızla açtım ve kafamı camdan dışarı uzattım. Saçlarım rüzgarın tatlı esintisiyle uçuşurken etrafa şampuanımın kokusu yayılıyordu.

"Tanrım," dedi Marcus arabayı tekleterek.

"Bir sorun mu oldu?" dedim telaşla ona dönerek.

"Hayır, hayır. Bir sorun yok." dedi ve saniyelik bir bakış attı. "Çok güzel kokuyorsun." dediğinde sesi bir fısıltıdan farksız çıkmıştı.

Yanaklarımın kızardığından emindim. "Önüne bak ve arabayı düzgün kullanmaya devam et Marcus." dedim gülerek.

O da tebessüm ederek arabayı sürmeye devam etti. Alya'yı kreşe bırakıp şirkete geçtiğimizde tam kemerimi çıkarıp arabadan inecektim ki Marcus beni durdurdu.

"Devin," dedi.

Ayak ucumdaki çantamı toplarken, "Hı," dedim. Hâlâ çantamla uğraşırken bozulan sinirlerim onun cevap vermiyor oluşuyla daha çok bozuldu.

"Söyleyecek mis-" diye başımı kaldırdığımda Marcus bir eliyle çenemi tutup dudaklarını benimkilerin üzerine kapattı.

Şok içerisindeydim. Gözlerim fal taşı gibi açık vaziyette birkaç santim önümdeki adamı seyrediyordum. Kalp atışlarım kulaklarımı patlatacak türdendi. Nefes alamıyordum. Ama kendimi geri de çekmiyordum.

Marcus çenemi tutmuş olduğu elinin baş parmağıyla yanağımı okşarken dudaklarıyla hareketlenmeye başladı. Hareketleri temkinli ve yavaştı. Benden bir karşılık bekliyordu anlaşılan ama ben ne yapacağımı şaşırmış vaziyette ona bakıyordum.

Islak dudakları benim dudaklarımı da ıslatmaya yetmişti. Dudaklarımı aralamamış olsam da ağzındaki nane kokusunu alabiliyordum.

Marcus daha fazla onay beklemeye dayanamıyormuş gibi kafasını oynattığında hâlâ nefes almadığımı fark ettim ve iç güdüsel olarak birkaç santim geri çekilip nefes aldım. Açılan dudaklarım sayesinde Marcus bulmuş olduğu boşluğu değerlendirerek tekrardan dudaklarıma yapıştı.

Öpüşü sert değildi. Ama yumuşak hiç değildi. Artık ağzının içindeki nane tadını çok daha iyi alabiliyordum. İstemsizce gözlerimi kapatarak ona karşılık verdiğimde birkaç saniye geçmeden kaşlarımı çatarak bu yaptığımın yanlış olduğunun farkına vararak kendimi geri çektim.

Nefes nefese kalmış bir halde koltuğuma çöktüm ve saçlarımı düzeltmekle uğraştım. Yan tarafımdaki Marcus'un gülümseyerek dudağının kenarını sildiğini fark ettiğimde utancımdan yerin dibine batmak istedim.

"Ben insem iyi olacak." dedim kesik kesik konuşarak ve arabanın kapısını açıp dışarı çıktım.

Topuklu ayakkabılarımla şirkete ilerlerken dizlerim titriyordu ama içimden kendime bağıra çağıra sövüyordum. Böyle bir durumun içine nasıl düşebilirdim?

"Devin!" diye seslenen Marcus'a dönüp bakmadan kartımı okuttum ve asansöre ilerledim. Zaten orada bana yetişecekti.

Asansörü çağırdığımda beklemeye koyuldum ve kat sayılarının azalışını seyrederken Marcus koluma dokundu. Ona bakmak istemiyordum.

"Bir sorun yok ya?" dedi. Sesi kırgın geliyordu.

Ona bakmadan, "Hayır bir sorun yok." dedim.

"Hayır var." dedi ve beni kendine çevirdi. "Lütfen, konuş benimle."

Kaçırmakta olduğum gözlerime bir dur diyerek bakışlarımı onda sabitledim. İster istemez gözlerim kızarmış dudaklarına kayıyordu ve titrememe sebep oluyordu.

"Beni öptün." dedim. Kimsenin duymasını istemeyeceğim bir şey olduğu için sesim fısıldamanın ötesine geçmemişti.

"Evet, öptüm. Ve bundan pişman değilim." dedi. Ama düşen kaşlarıyla bana bakarken yüzündeki pişmanlık okunabiliyordu. "Sadece, seni üzdüysem bilmek istiyorum."

Kaşlarım çatılarak ona baktığımda bir adım daha yaklaştım. Artık aramızdaki mesafe yok denecek kadar azdı.

"Kızmadım, üzülmedim de Marcus. Yalnızca," dedim ve alnımı kaşıdıktan sonra devam ettim. "Bilemiyorum. Şaşırdım. Sana karşı o denli şeyler hissetmediğimi sana söylemiştim ve senin beni öpmen, beni şoka uğrattı."

Marcus bir süre donuk gözlerle bana baktı ve önüme düşen bir tutam saçı çekerek konuştu. "Özür dilerim. Kendime engel olamadım." dedi. "Bu yaşadığımız olayın aramızdaki ilişkiyi bozmasını istemiyorum."

Tekrardan aklıma geldiğinde gözlerimi kaçırmadan edemedim. Sıcak nefesi yüzüme çarparken sarhoş oluyormuş gibi hissediyordum. Gözlerimle asansöre baktığımda gelmiş olduğunu fark ettim.

"Bozmayacak. Ama lütfen bir daha olmasın." dedim ve asansöre bindim.

Cevap vermeden o da peşimden bindi ve ineceğimiz katın düğmesine bastı. Olduğum yerde bacağımı titretirken bitmek tükenmek bilmeyen katların yükselişini izledim. Biran önce kendimi odama atmak ve rahat bir nefes almak istiyordum.

Alex...

Neden bu kadar sinirliydim? Devin yetişkin bir kadındı ve istediği kişiyle bir beraberlik yaşayabilirdi. Beni deli eden kısım neresiydi? O kişinin ben olmamam mı yoksa o kişinin Marcus olması mı?

Odamda bir o tarafa bir bu tarafa volta atıyordum. Onu kıskanmış mıydım? Onu bu kadar seviyor muydum?

Sinirden kulaklarım uğulduyordu. Dudaklarımı kemirmekten yara yapmıştım. Kıpkırmızı olduklarına emindim. Kendi dudaklarımı düşünürken az önce tanık olduğum görüntü adeta zihnimde bir şimşek gibi çaktı.

Kendimi sandalyeme bıraktığımda önümde duran masada uzun parmaklarımla ritim tutturmaya başladım. Evet, evet. Kesinlikle sinirlerim bozulmuştu. Az sonra Devin günlük planlama için odama gelecekti ve ben onun yüzüne nasıl bakabileceğimi düşünüyordum.

Tam o sorada kapı çaldığında bakışlarımı hızla karşıya diktim. Boğazımı temizledikten sonra derin bir nefes aldım ve, "Gir." dedim.

Kapı açıldığında içeriye yüksek topuklu ayakkabılarının çıkardığı tok sesle Mathilda girdi. Anlaşılan tatilden dönmüştü.

"Günaydın Maymunum!" diye çığırarak yanıma geldiğinde yanağıma bir öpücük kondurdu ve sandalyemin kol koyma kısmına oturdu.

"Günaydın şımarık. Tatilin bitmişe benziyor." dedim gülümsemeye çalışarak. Ama aklımdaki görüntü bir türlü silinmiyordu.

"Aslında birkaç gün daha kalabilirdim ama sanırım çalışmayı özledim." dediğinde bu dediğine kendi bile inanmadı ve gülmeye başladık.

"Sen ve çalışmak aynı cümle içerisindeyken komik. Üstelik özlemek kelimesi de eklendiğinde daha da komik." dedim.

"Kırılıyorum ama," dedi alt dudağını büzerek.

Mathilda'yla gülmeye devam ederken kapı tekrardan çaldı.

"Gir." dedim.

İçeriye adımını atan Devin'in bakışları birkaç saniye Mathilda ve benim üzerimde takılı kaldıktan sonra, "Müsait değilseniz daha sonra gelebilirim." dedi ve bir adım geri attı.

"Hayır, müsaitim. Gel." dedim ve çıkmasına izin vermedim.

Devin kapıyı kapatıp masama doğru yaklaşırken Mathilda'dan kolumu çekerek masaya yaklaştım. O da rahatsız olmuş olacaktı ki oturduğu yerden kalkıp koltukların tekine geçti ve telefonuyla oynamaya başladı.

"Günaydın Devin Hanım." dedim. Gözlerimle onu süzüyordum ama o ise benden gözlerini kaçırıyordu.

"Günaydın efendim." dediğinde sesi titredi.

Yüzündeki ifadeyi okumaya çalışıyordum. Şaşkınlık, üzüntü, sinir ve pişmanlık. Bu dört duyguyu sezinleyebiliyordum. Onu o kadar çok seyrediyordum ki, artık neye nasıl tepki vereceğini kestirebiliyordum. Mimiklerinde ne saklı bunu çözüp bulabiliyordum.

"Bugünkü planı dinliyorum." dediğimde başlaması için izin verdim. Onu resmen göz hapsine almıştım ve o da bunun farkındaydı. Gözlerini kaçırarak arada bana bakıyordu ve bundan rahatsız olduğu belliydi ama ona bakmadan edemiyordum.

Devin boğazını temizleyip yutkunduktan sonra önüne düşen o güzel saçlarını kulağının arkasına ittikten sonra konuşmaya başladı.

O toplantılardan ve konuşulması gereken kişilerden bahsederken bense sadece onu izliyordum. Dediği şeyleri anlamaya çalışmaktan ziyade onun sesini dinliyordum. Ağzından çıkan her bir sözcük kulağıma eşi benzeri olmayan bir melodi gibi ulaşıyordu.

Yanımda Mathilda'nın olması beni biraz geriyordu çünkü o fazlasıyla kıskanç biriydi. Ama telefonunda sosyal medyasıyla ilgilenirken dünya umrunda olmayacağı için rahatlıkla dünyadaki en güzel görüntüyü seyredebilirdim.

"Maymuncuk bak bunu aldım nasıl?" dediğinde kırpmadan izlediğim gözlerim sulanmıştı. Hızla kafamı Mathilda'ya çevirip bana gösterdiği çantaya baktım. Bana her zaman gösterdiği çantalarla neredeyse aynıydı.

"Çok güzelmiş tatlım." dediğimde bakışlarımı Devin'e çevirdim.

Tekrardan devam etmesini beklerken o dik bakışlarla Mathilda'ya bakıyordu. Sonrasında bana baktığında onu beklediğimi fark etti ve önündekilere baktı. Dosyayı sertçe kapattıktan sonra, "Bu kadar." dedi. "Bir ihtiyacınız olursa aramanız yeterli." diyerek cevap vermeme imkan sağlamadan odadan çıktı. Anlaşılan lafının bölünmesinden hoşlanmamışa benziyordu.

Devin...

Odadan çıkar çıkmaz elimdeki dosyayı kolumun altına sıkıştırıp ellerimle saç diplerimi karıştırdım. Bu kadın gerçekten beni deli ediyordu.

Benim için Alex'in karşısında işimi yapmak hayli zorken, lafımı bölerek araya girmesi cinlerimi tepeme çıkarmaya yetmişti. Ama sanırım beni sinir eden şey Mathilda'nın bu tavrı değildi. Alex'in algısının ona yönelmesi ve ona cevap vermesiydi.

Bir aydır kendimi geri çekme çabam aklıma geldiğinde sinirlerim iki katına çıktı fakat bu sefer sinirimin sebebi tamamen kendimeydi. Adamın sevgilisiydi ve orada işi ne olursa olsun sevgilisini cevapsız bırakmaması en doğal davranışı sayılabilirdi. Niye bu kadar bozulmuştum?

Bunun sebebini kendimce Marcus'un öpüşüne yordum. Tüm günümü bozguna uğratmıştı. Onun duygularını incitmek yapmak isteyeceğim son şeylerden biriydi. Onunla aramdaki mesafeye dikkat etsem de, önüne setler koysam da o, tüm bu engelleri aşarak bana ulaşmaya çalışıyordu. Ama yapamazdım. Onu arkadaş olarak görüyordum. Abisinden hoşlanıyordum. Peki aşka hakkım var mıydı? Sevmeye veya sevilmeye hakkım var mıydı? Ben kocasını öldürüp kızını da alarak başka bir ülkede yeni bir sayfa açmış bir kadındım. Hasta bir çocukla bir başımaydım. Sorumluluklarım vardı ve bir başkasına ümit vermeye veya bir başkasına -sevgilisi olan bir başkasına- ümitlenmeye hakkım var mıydı?

Küflü ahşaptan yapılmış kırık bir sandaldım ve okyanusun ortasında bozguna uğratan dalgalar eşliğinde sürükleniyor, bu yetmezmiş gibi içerisini su alıyordu. Ya batacaktım ya da bu zorlu mücadeleden sıyrılmanın bir yolunu bulacaktım.

Tek başıma bir sürü zorluk atlatmışken bir başkasına ihtiyacım yoktu. Böyle devam edecektim.

Odama girdim ve kendimi sandalyeme bıraktığımda bilgisayarımı açıp maillerimi kontrol ettim. Kayda değer hiçbir şey göremedikten sonra farklı bir sekme açarak her gün yaptığım şeyi yapmaya başladım.

Kızımın hastalığı için çare aramaya.

Alex...

Mathilda'nın arkadaşlarıyla yemeğe çıkacağını söyleyip yanımdan ayrılmasının üzerinden neredeyse iki saat geçmişti. Günlerdir yoktu ama gelir gelmez on dakikada tüm enerjimi sömürüyordu.

O çok iyi bir kadındı. Yüz güzelliği ve vücudunun kıvrımları çoğu kadından daha iyiydi. Standartları yüksek bir kadındı. Tek eksisi her konuda bilgisi olmasa da fazlasıyla konuşması ve şımarık tavırlarıydı ama bu yetiştirilme tarzından kaynaklanıyordu. Biz de onu öyle kabullendik çünkü senelerdir böyleydi. İş ortağım olması da ona katlanmamam için hiçbir nedenin olmadığını vurgular nitelikteydi.

Gün boyu odamda gezinerek telefon görüşmeleri yaptım. Bizzat iletişime geçmem gereken kişilerle e posta üzerinden yazıştım. Normalde bu tarz işler Devin'in yapması gereken işlerdi ama patron olmam işten kaytarmam gerektiği anlamına gelmezdi.

Babamın ve amcamın tırnaklarıyla kazıyarak kurdukları bu şirketi en iyi şekilde idare etmek benim görevimdi ve öğrendiğim yegane şeylerden bir diğeri şuydu; müşterilerine değerli olduklarını hissettir.

Yapacak başka işim kalmadığında teyit etmek için son kez takvime baktım. Görüntülü konferans aracılığıyla Çin'deki ve Rusya'daki müşterilerimle toplantı yapacaktım. Hiç canım istemiyordu. Her anımda Devin'i düşünürken kendimi işime veremiyordum. Yapmış olduğum telefon görüşmelerinde bile onun mimikleri aklımda dans ediyordu.

Bunu düşünürken gülümsedim. Ama gülümsemem hızla soldu çünkü sabahki görüntü tekrardan aklıma gelmişti. Acaba Marcus'a karşı bir şeyler hissediyor muydu? Eğer öyleyse geri çekilmem gerekirdi çünkü kardeşimle karşı karşıya gelmek istemezdim.

Marcus üvey kardeşim olmasına rağmen beraber büyüdüğüm insandı. Onunla zıt karakterlere sahiptik ama bu onu sevmeme hiçbir zaman engel olmadı. Abilik duygusunu bana büyürken her zaman hissettirmişti. Yaşadığı şeyleri kimsenin bilmesini istemezdi ama ben bilirdim. Hâlâ onun haberi olmadan onu kollamaya devam ediyorum ama söz konusu Devin olunca, onun üzülmesini hiç istemiyorum.

Düşüncelerimden arınmama sebep olan mesaj sesiyle irkildim. Mesaj Devin'dendi. Saat farkı nedeniyle aksama olduğundan ve toplantıyı yarına erteleme talebinde bulunduklarından söz ediyordu. Daha ne isterdim? Başım çatlıyordu ve bu haber beni rahatlatmıştı. Ama Devin bunu odama gelerek veya telefon açarak da bildirebilirdi. Yine benden kaçıyordu.

Daha fazla kaçmasına izin vermeyecektim. Bu durum sinirlerimi bozmaya başlamıştı. Onunla çok derin anlar yaşamıştık. Onu en savunmasız anında görmüştüm. Neşeli anında görmüştüm. Onu hayatımın geri kalanı boyunca hep görmek istiyordum. Bu nedenle her ne olursa olsun ona açılacaktım.

Günlerdir düşünüyordum ama artık canıma yetmişti. Ben böyle bir adam değildim. Bir kadının hayatımı alabora etmesine izin vermezdim. İdeallerim önce gelirdi ama Devin sanki büyülü gibiydi. Ve ben ona her baktığımda bir parçamı daha ona kaptırıyordum. Belki kendini kötü hissedecekti ve aynı ortamda çalışmak istemeyecekti ama böyle yaşamaktansa ona açılmak daha akıl karıydı.

Devin'in odasını tuşladığımda ilk çalışta telefon açıldı. Bu sesi günlerce dinleyebilirdim...

"Odama gelir misin." dedim. Bu bir soru veya emir değildi. Ondan bunu rica etmiştim. Vermiş olduğu 'Tabii' kelimesiyle telefonu kapattık ve beklemeye koyuldum.

Birkaç saniye sonra kapı açıldığında içeri Devin girdi ve temkinli adımlarla masama doğru yaklaştı. Oturmasını bekliyordum ama bunun ne kadar saçma olduğunun sonradan farkına vardım. Benden onay almadan oturamazdı çünkü o Mathilda değildi.

"Bir sıkıntı mı var Alex Bey." dedi. Bakışları asla benimle buluşmuyordu.

Yavaş hareketlerle ayağa kalktım ve ona doğru ilerledim. Birkaç adım mesafe bıraktığımda tam karşısında dikildim ve onu yakından incelemeye koyuldum.

Boynuna takmış olduğu kolyesinin zinciri o kadar inceydi ki sadece o hareket ettiğinde oraya zarif bir ışıltı bırakıyordu. Heyecandan göğsünün inip kalkmasını görebiliyordum.

"Seninle bir konu hakkında konuşmak istiyorum." dedim.

"Tabii buyrun." dedi. Sesindeki titreme ona ne hissettirdiğimi anlamamda yardımcı olmuyordu. Onu korkutuyor muydum?

"Şu an için resmi konuşmanı istemiyorum. Olur mu?"

"Olur." dedikten sonra yutkundu.

"Marcus'a karşı bir şeyler mi hissediyorsun?" dedim. Sesimin bu kadar net çıkacağından emin değildim ve buna şaşırdım.

Kaşları çatıldığında inanamaz bakışlarla etrafa bakındı.  "Ne gibi?" diye sordu.

"Ondan hoşlanıyor musun?" dedim.

"Marcus, iyi biri ama benim için yalnızca bir arkadaş. Beraber oynadığımız küçük oyundan sonra arkadaşlığımız daha da pekişti. Hepsi bu." dedi. Konuşurken kızardığını fark ettim. Öpüştüklerini söyleyemiyordu.

"Nasıl pekişti?" dedim. Sesim gereğinden fazla sorgular gibiydi. Buna hakkım yoktu ama onu çoktan sahiplenmiş hissettim.

"Arkadaştan ziyade yakın arkadaş olduk diyebiliriz." dedi dudağını dişlerken.

Daha fazla dayanamadım ve bir volkan gibi patladım. "Yakın arkadaşlarınla öpüyor musun?" dedim. İşte şimdi gözlerini gözlerime kaldırmıştı.

"N-neden söz ediyorsun?" dediğinde sesi şaşkınlıktan titremişti.

"Sabah sizi onun arabasında öpüşürken gördüm. Halinizden memnun görünüyordunuz." dedim. Sesimdeki sitem çok komikti ama sandığımdan daha fazla kıskandığımı şu an fark ediyordum.

Devin'in ağzı birkaç kere bir şey demek istercesine açılıp kapandı. Gururu kırılmışa benziyordu. Bunu yapmak istememiştim ama sanırım onu kırmıştım.

"Göründüğü gibi değildi." diyebildi.

"Ya nasıldı?" dedim direkt olarak.

"Marcus benden hoşlanıyor ama ben onu o gözle görmüyorum. Daha çok arkadaşım olarak görüyorum ve sabah yaşanan olaysa tamamen ondan kaynaklıydı. Birden dudaklarıma yapıştığında ne yapmam gerektiğini bilemedim." dedi. Kelimeleri ardı ardına sıralıyordu. Ona inanmamam için hiçbir sebep yoktu çünkü yalan söyleyen insanı anlardım. Tüm saflığıyla bana doğruları söylüyordu.

Biraz daha ondan emin olmak istiyordum bu nedenle hesap sorarcasına konuşmaya devam ettim. Daha doğrusu tepkilerini ölçmem için biraz daha kırıcı oldum ve buna hemen pişman oldum. "Patronuyla bir şeyler yaşamak isteyen çok fazla insan var." dedim.

Ağzı şaşkınlıktan kocaman açılmıştı. Gözlerinde birken yaşları gördüğümde fazla ileri gittiğimin farkına vardım ve gülerek ona hepsinin bir test olduğunu söylemek istedim. Onu kendime çekip onu ne kadar çok sevdiğimi bağırmak istedim ama tepkisini ölçmem gerekiyordu.

Dolmuş gözleriyle bir adım geriledi ve bana sert bir tokat attı. Yanağımdaki sızı onu ne kadar kırdığımı belli ediyordu. Devin birkaç adım daha geriledikten sonra, "Kendine yeni bir asistan aramaya başlamalısın." dedi ve hızlı adımlarla odadan çıktı. Peşinden koşup ona dur demeliydim.

Devin...

Hızla odama girdiğimde çantamı koluma taktım. Gözlerimden yaşlar sicim gibi akıyordu. Ağzımdan birkaç hıçkırık koptuğunda elimi ağzıma bastırdım ve derin bir nefes almaya çalıştım. Sakin olmam gerekiyordu.

Alex resmen gururumu kırmıştı. Benim hakkımda böyle düşündüğüne inanamıyordum. İşittiğim lafları ondan duymaksa beni yaralayan en büyük etkendi.

Ona attığım tokatla canını acıtmak istemiştim ama elim karıncalanmaya ve yanmaya başlamıştı. Patronuma tokat atmış ve resmen istifa etmiştim. Burada daha fazla kalamazdım. Telefonumu da alıp kapıya yöneldim. Kapı açıldı ve içeri hızla Alex girdi. Girer girmez kapıyı ardından kapattı ve bana yaklaştı.

"Devin," dedi kollarımı tutarak. "Öyle demek istemedim."

Büyük ellerinden kurtulmak için omuzlarımı oynattım ama tutuşu çok sertti. Ona bakmak istemiyordum ama o kadar yakınımdaydı ki resmen ona bakmam için çabalıyordu.

"Bırak beni." dedim titreyen sesimle.

"Seni seviyorum." dediğinde çırpınmayı bırakıp onun ela gözlerine tutuldum.

Duyduğum şey gerçek miydi? Alex az önce bana beni sevdiğini mi söylemişti? Artık sadece ellerim ve dizlerim değil, tüm bedenim titriyordu. Üzüntü, sinir ve heyecan tüm kanımda kol geziyordu.

"Ne?" diyebildim sadece.

Gülümseyerek yüzüme baktığında tüm masumluğuyla karşımda duruyordu.

"Evet, seni seviyorum. Bunu deyince bu kadar rahatlayacağımı bilmiyordum." dedi.

"Anlamıyorum," dedim.

"Neyi anlamıyorsun? Seni seviyorum işte. Seni gördüğüm ilk andan itibaren seni seviyorum. Sana her baktığımda tekrar bakasım geliyor. Bakan diğer insanların bakmamasını istiyorum. Bitecekmişsin gibi hissediyorum ve bana özel olmanı istiyorum. Benim olmanı istiyorum Devin. Haftalardır sadece seni istiyorum." dedi.

Duyduklarım beni enkaz altında bırakırken kaşlarım çatıldı ama o sözlerine devam etti. "Sana yakın olmaya çalıştım ama son bir aydır sürekli benden kaçtın. Ama ben birlikte geçirdiğimiz o gecede kaldım. Seni Marcus'la gördüğümde çok üzüldüm, sinirlendim. Sana duygularımı açıklamak istedim ama başta kendi çapımda bir test uyguladım. Bunu yaptığım için kendimden utanıyorum ve senden özür dilerim. Seni kırdığım için özür dilerim. Ama bildiğim tek şey varki o da sana deliler gibi aşık olduğum gerçeği." dedi.

Nefesi yüzümü yalayıp geçerken kurmuş olduğu her bir cümle bana bir darbe daha indiriyordu. Resmen karşımdaki adam bana ilan-ı aşk ediyordu ve ben dilim tutulmuş bir vaziyette onu dinliyordum.

Bir insa aynı anda en fazla ne kadar duygu hissedebilirse o kadar duyguyu bir arada hissediyordum. Üzüntüm hâlâ geçmemişti. Duyduklarım karşısında şaşkın ve mutluydum. Biraz da rahatlamıştım gerçi. Ama sinirim ekstra yoğunlaşıyordu çünkü şu an kollarında olduğum adamın bir sevgilisi vardı.

Bu düşünceyle ağzıma ne gelirse söyleme kararı aldım.

"Aptal adam! Benim için ne kadar zor olduğunu görmüyor musun? Sence ben senin için yanıp tutuşmuyor muyum? Ama biz olamayız. Evet, bir aydır senden kaçacak delik arıyorum çünkü evimde geçirdiğimiz o gecede sana daha çok aşık oldum ve bu yanlış!" Artık sesim yüksek çıkmaya başlamış ve istemeden Türkçe konuşmaya başlamıştım. Anlayabiliyor oluşu daha iyiydi çünkü dışarıdakilerin neden söz ettiğimizi bilmelerini istemiyordum ve böylelikle rahatlıkla bağırabilirdim.

"Nesi yanlış?" dedi. Sesi çatlamıştı. Ağzından çıkan kelimeler Türkçe olarak döküldüğünde bir kere daha aşık olmuştum. Her giydiği şeyle her konuştuğu sözle, her hareketiyle defalarca kez aşık oluyordum.

"Sen sevgilisi olan bir adamsın ve gelmiş burda bana aşık olduğundan söz ediyorsun! İğrençsin!" dedim. Artık onu ittirmeyi başarabilmiştim. "Az önce odanda dedin ya hani patron sekreter ilişkisi falan. Öyle bir şey yapacak biri olmak istemediğimden kaçtım senden. Ama kaçmamın en büyük sebebi senin kalbinde başka birinin olmasıydı. Anladın mı şimdi? He!"

Alex kaşları çatık vaziyette bana bakmayı sürdürdü. Kısa süre sonra işaret parmağını havaya kaldırarak bir şeyleri çözmeye çalışır gibi hareket etti.

"Sevgilim mi?" dedi.

"Evet, MAYMUNCUĞUM!" diye bağırdım en sonunda. İçimde dolup taşan hisleri dışa vurmak iyi hissettirmişti.

Alex'in çatık kaşları normale döndüğünde gülmeye başladı. Resmen kahkahalar eşliğinde gülüyordu. Elleriyle yüzünü kapatım gülmeye devam ederken benim sinirlerim iyice alt üst oldu.

"Neye gülüyorsun?" dediğimde ellerini yüzünden çekti ve kafasını iki yana sallayarak bana baktı.

"Devin," dedi ve duraksadı. Derin bir nefes aldıktan sonra, "Mathilda benim sevgilim değil. Amcamın kızı." dedi.

İdrak edebilmem on saniyemi almıştı ve başımdan aşağıya kaynar sular iniyordu adeta. Yapılabilecek belki de en saçma şeyi yaptım.

Hızla oradan kaçtım.

SINIR: 110 VOTE 450 YORUM

Merhaba herkese Merhaba efendim! 💃🏻

Alın size uzun bölüm. 😂

Beni özlediniz mi? 🥺

Umarım beklentinizi karşılayan bir bölüm olmuştur çünkü ben yazarken çok eğlendim. Hem Devin hem de Alex'in bakış açılarını bir bölümde toplamak çok zordu ama güzeldi de. 🐣

Bu arada sınırları yükseltmek zorundayım artık çünkü hikayemiz okunma olarak yükseliyor ve dolayısıyla okur sayımız da artıyor. Hem dediğim gibi Mühürlenmiş Bedenler'in ikincisine de ağırlık göstermek zorundayım. 💜

Neyse!

Sınırı geçmesine rağmen neden geciktiği konusuna gelecek olursak orası biraz hüzünlü...

Her sene boğazlarımdan hasta oluyorum ve ateşleniyorum. Normal insanlardan daha kötü oluyorum ki zaten bağışıklığım yok denecek kadar az. Bu sebeple evde günlerce yatarak dinlendim ve ilaç tedavisi gördüm. Corona testi yapıldı ama şükür ki negatif çıktı sonucum. Karantina sürecim de geçti. Tertemizim maşallah! Şu an çok iyiyim. 🧿

Hepinizi seviyorum. 😘

Bir sonraki bölüme kadar kendinize iyi bakınız! ❤️

Continue Reading

You'll Also Like

1.3M 22.4K 31
Efsan zorla evlendirilmekten kurtulmak için Mardin'den İstanbul'a kaçar. Ama yağmurdan kaçarken doluya yakalanacağını nerden bilebilirdi. İstanbul'u...
2.8K 230 10
Kendime not: Zihnindekiler değil, Kalbindekiler unutulmaz olsun.
534K 34.9K 28
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
8.9M 184K 15
••••• Derler ki; "Tesadüf diye bir şey yoktur..." ••••• Ateş'ten korkan bir kız... Ateş'i görmeyen bir günü bile olmayan bir adam... Kahramana ihtiya...