nothing like us, taekook

By merhope

428K 41.1K 56K

Kim Taehyung'la, beni terk etmesinden yıllar sonra bir arkadaş buluşmasında yeniden karşılaştığımızda değişen... More

0: "Zamanın eli değdi bize."
1: "Yok, öyle el gibi durma, gül biraz; sana gülmeler yaraşır."
3: "Sen kendime yaptığım en büyük saygısızlıksın."
4: "Aslında bu kadar da kırılgan değildim kendi yarattığım düşmanlara yenildim"
5: "Acına da gülerim bin kere, derdini de çekerim çok kere."
6: "Alıp da başını gitmek istersin, karanlık sokaklar; kör, sağır, dilsiz."
7: "Gonca yüklü dallarıma ayaz vurdu."
<Sorular | Playlist>
8: "İnsan insan derler idi, insan nedir şimdi bildim."
9: "Sensiz ellerim üşür, içerimde kar yağar."
━Duyuru
10: "Döndürebilsek bile zamanı geriye, aşk bitmiş be aşk..."
11: "Seni pamuklara sarmalar sararım; ne bedel isterim ne hesap sorarım."
12: "Sevgilinin nazına doyulur mu?"
13: "Hepsi aşktan..."
14: "Bu kalçalara yağmur gibi defalarca kez yağdırabilirim."
15: "Son bakış."
16: "Bu vuslat çok başka, hem yanlış hem doğru."
17: "Gecenin en güzel yanı sensin.."
18¹: "Bir aşk, iki ağız."
18²: "Gonca gibi, diken gibi.."
19: "Bizim gibisi gelmeyecek."

2: "Ben inerken en dibe ağır, sen, seni gördüğüm ilk günden bile güzelsin."

26.5K 2.9K 4.5K
By merhope

yüksek sadakat, katil&maktül
(medyada, LÜTFEN dinleyin)

fikin angst bir sonu olup olmayacağını sorup duran bir kesim vardı, onlar bölüme başlamadan önce bir hafta önce yayımladığım not bölümüne bir göz atsınlar lütfen(bu bölümden hemen önceki bölümde)

yazarken cidden de çok zorlandığım bir bölüm oldu, BU YÜZDEN BOLCA, CİDDEN AMA CİDDEN BOLCA YORUM BEKLİYORUM

iyi okumalar<33

***

Sabah çok erken kalktığım için hissettiğim uykusuzluktan ötürü kısılan gözlerimi gelen uykumu dağıtabilmek adına hızlı hızlı kırpıştırdığım vakit sağ elim de dakikalardır yaptığı gibi Chaeryoung'un dar sırtını oval hareketler çizerek okşuyor ve terlediği için hafifçe nemlenmiş olan geniş avcumun tulumu yüzünden huylanmasına neden oluyordu.

Fakat bu sinir bozucu huylanma dahi şu an Taehyung'un çocuklarına baktığım gerçeğnin ne denli saçma olduğunu düşünmeme engel olamıyordu. Taehyung'un çocukları demişken..evet, garip bir şekilde yarım saatten beri Taehyung'un çocuklarına bakıyordum ve bu kesinlikle çok ama çok saçmaydı! Resmen eski sevgilimin bakıcısı ailevi durumlarından ötürü izin aldığı için ve çocuklarını bırakacak kimsesi olmadığı için çocuklarına ben bakıyordum. Tanrı'm, mantıklı hiçbir yanı yoktu!

Pekâlâ, her şeyi en baştan almak gerekirse sadece bir saat öncesine gitmek yeterli olacaktı kesinlikle. Bir saat önce, odamda yatağıma uzanmış bir şekilde genel olarak yaptığım gibi kitap okuyadururken Seokjin hyung odama dalıverdi ve kısa bir süre benim ne denli yakışıklı biri olduğumu övüp durduktan sonra bir anda ağzındaki baklayı çıkardı:

"Taehyung'un işe gitmesi gerekiyormuş Jeongguk ve bakıcısının da ailevi sebeplerden dolayı acilen memleketine dönmesi gerekmiş dün akşam, bu yüzden çocukları bize bırakacakmış, gerçekten işi önemli olmasa gitmezmiş ama başka çaresi de yok...Senin için sorun olur mu?"

Kullandığı kelimeler tam olarak bunlardı ve kurduğu onca cümleden ilgimi çeken ilk detay çocuklarını bırakacak kimsesi olmamasıydı ve buna takılmamın kesinlikle saçma olduğunu düşünmüyordum çünkü..Çünkü bu çocukları leylekler getirmemişti sonuçta öyle değil mi? Durum buyken nasıl bırakacak kimsesi olmazdı ki?

Binlerce soru kafama üşüşüp içimdeki merakı körüklerken ellerimi terleten soru işaretlerinden kurtulabilmek adına tamamen ifadesiz tuttuğum yüzüm ve umursamaz sesimle, "Annesi nerede de biz bakıyoruz?" diye sorduğumda; Annesi de çalışıyor, tarzında bir cevap beklerke aldığım, "Muhtemelen sevgilisiyledir." cevabı ciddi anlamda şok olmamı sağlamıştı. Duyduklarım umursamaz ifademin anında yok olup gitmesine neden olduğunda neye şaşırmam gerektiğini bile tam olarak bilmiyordum; Tanrı aşkına, Taehyung'un boşanmış olmasına mı şaşırmalıydım yoksa Seokjin hyungun bunu uzun süredir bilmesine mi?

Pekâlâ, Seokjin hyungun bilmesine şaşırmamın oldukça anlamsız olduğunun içten içe farkındaydım zira Seokjin hyung oturduğu yerden çevresindeki herkes hakkında fazlasıyla bilgi sahibi olabilen biriydi çünkü bir şekilde hepimizin dertleştiği yegâne kişi oydu. Taehyung'un Seoul'e geri döndüğünü kimsenin değil de sadece onun bilmesi de bu durumun bir örneğiydi.

Tamam, itiraf ediyorum; çok fena şaşırmıştım. Şaşırmıştım çünkü bu asla beklediğim bir şey değildi. Taehyung'un eşinden boşanmış olması öyle çok garip gelmişti ki...Taehyung'un hayatında her şey benim hayatımın aksine tıkırında gidiyor gibi hissediyordum, o benim gözümde iyi bir aileye sahip, hârika bir hayat yaşan herifin tekiydi ve mutsuzluk ya da dert benim aksime kesinlikle kapısını çalmıyor gibi düşünüyordum. Ve hayır, ailesi ya da evliliği hakkında bir şeyler bildiğim için böyle düşünmüyordum, sadece..Evlenmişti, çocukları vardı ve en önemlisi bir aileye sahipti. Bunlar onun hârika bir yaşantısı olduğunu düşünmem için yeterliydi işte çünkü benim hayatımın boktan olmasının nedenleri bunlardı; bir ailem, yıllar boyunca hayal ettiğim çocuklarım ve en önemlisiyse bir eşim yoktu.

Öğrendiğim gerçekler yüzünden yaşadığım şaşkınlığımı atlattığım andan sonrasıysa çok hızlıydı, verdiğim müsaadeyle birlikte Seokjin hyung Taehyung'a haber vermiş, haber vermesinden en fazla on beş dakika sonraysa Taehyung çocukları getirip anında gitmişti ve şimdi de ben, Seokjin hyung rica etmese bile ona destek olmak amaçlı çocuklarla ben de ilgileniyordum ki bu sadece benim kararım da değildi zira Chaeryoung ortama alıştıktan ve yüzümü hatırladıktan-sanırım- hemen sonra kucağıma gelmek için Seokjin hyungun kolları arasında debelenmeye başlamıştı bile.

Ve müsaade konusuna gelirsek..tabii ki de çocukların bize gelmesine bir şey dememiştim, ne diyebilirdim ki? Özellikle Chaeryoung'u çok fazla özlediğimin farkındayken.

Zihnimdeki düşünceler yüzünden dalmış bir şekilde bir ileriye, bir geriye yavaş yavaş adımlamaya devam ededururken başını omzuma yaslamış Chaeryoung, sırtında ağır ağır dolanan elim sayesinde kulağımın dibinde hafifçe geğirivermişti, işittiğim minik ses ve tenimde hissettiğim sıcak nefes daldığım düşüncelerle dolu derin kuyudan sıyrılmamı sağladığında, "Sonunda rahatladın." diye, beni anlamayacağını bilmeme rağmen tatlı bir tonda mırıldandım kıvrılan dudaklarım eşliğinde.

Açıkçası ondan çok ben rahatlamış gibi hissediyordum zira ona süt içirdikten hemen sonra alt dudağını titrete titrete ağlaması beni hem çok korkutmuş, hem de kalbimin sızım sızım sızlamasına neden olmuştu. Bilmiyorum ne kadar normaldi fakat Chaeryoung'a karşı garip bir koruma iç güdüsüyle güdüleniyordum; o, sanki benim yavrummuş yahut kardeşimmiş gibiydi ve canının yanması kalbimin kırılmasına neden oluyordu resmen. Ona kanımın bu denli ısınmasına neden olan şey bana olan ilgisi miydi gerçekten bilmiyordum fakat bir şekilde aramızda garip bağ oluştuğunun bilincindeydim, sadece bir hafta geçmesine rağmen onu çok fazla özlemem de bunun en büyük kanıtı gibiydi.

Bu bir hafta içinde aklıma düştüğü her vakit acaba Taehyung'un çocuğu olduğu için mi böyle hissediyorum? diye sorgulayıp durmuştum ve bu düşünce benim açımdan çok korkunç olsa bile aynı zamanda mantıklıydı da ve bu beni çok fazla germişti, öyle ki Chaeryoung'u düşünmekten bile çekinir olmuştum fakat bugün Taehyung'un büyük kızı Jisoo ile tanıştıktan sonra bunun aslında Taehyung ile alakalı olmadığını anlamıştım. Pekâlâ, bu Jisoo'yu sevmediğim anlamına gelmiyordu kesinlikle çünkü onu da çok sevmiştim, o, beline kadar inen dalgalı saçlarını sürekli bir şampuan reklamındaymış gibi bir o yana bir bu yana savurup dururken ve arada bir gelip saçlarımın kıvırcıklığını düzleştirmek ister gibi usul usul okşarken onu nasıl sevmezdim ki?

Sadece altı yaşındaydı fakat saçlarımın kıvırcıklığı çok hoşuna gittiği için başımı okşadığı her an annem başımı okşuyormuş gibi hissediyordum, evet çok küçüktü fakat şu sürekli bahsedilen kadınların karakterine yaratılır yaratılmaz sinen anaçlıktan dolayı mı bilmem, yoğun bir anne şevkati alıyordum dokunuşlarından ve durum buyken onu sevmemem imkânsızdı işte ama yine de...

Yine de Chaeryoung benim için bir başkaydı.

Chaeryoung, dakikalardır omzumda dinlendirdiği başını usulca kaldırıp hiç de uykulu bakmayan iri gözleriyle gözlerimin buluşmasını sağladığında parlak bakışları beni yeniden afallatmıştı. Gözleri, irislerinin etrafına kandiller yerleştirilmiş gibi parlak ve cam gibiydi, öyle ki bakışlarım ne zaman bakışlarına tutunsa irislerinde kendi yansımamı oldukça net bir şekilde görüyordum. Eşsiz bir güzellikti bu ve bu güzelliği babasından almıştı.
Chaeryoung hiç beklemediğim bir anda sağ elini dudaklarıma, tam piercingimin olduğu yöne doğru uzattığında dalgınlığım anında yok olmuş ve kafamı ani bir refleksle geriye doğru çekivermiştim. Beline dolanmış kolumun tutuşunu da kucağımdaki bedeni düşürmekten korktuğum için daha fazla sıkılaştırdığım vakit, "Hiç pes etmiyorsun cidden." diye sahte bir sinirle mırıldandım. Dudaklarımdan dökülenlerle birlikte kaşlarım da oyunuma katılmış ve hafifçe çatılmıştı.

Birkaç saniye, sadece birkaç saniye yetmişti heyecanlı heyecanlı yüzümü izleyen bedenin alt dudağının usul usul titretmesi için. Alıştığım bu hareketiyle birlikte kaşlarım yeniden eski halini aldığında kanıma bir anda katık olan endişeyle hemencecik genişçe gülümseyiverdim. "Şaka yaptım, yemin ederim şakaydı. Kızmadım ki sana!" diye, Chaeryoung'un ağlamasından korktuğum için hızlı hızlı konuştuğumda peltekleşen dilimi o an için hiç ama hiç umursamıyordum.

Hafifçe dolduğu için daha da parlaklaşan iri gözleri iki yana kıvrılmış dudaklarımı bulduğunda alt dudağının titreyişleri de azalmaya başlamıştı ve bu bana bir şeyi fark ettirdi; Chaeryoung'un gözleri sadece istediğini elde edemediği için değil, aynı zamanda çatılan kaşlarım yüzünden de dolmuştu.

Farkına vardığım bu gerçek kalbimin yumuşacık olmasına neden olduğunda, "Bebeğim..." diye, naif bir sesle mırıldanmama ve tombul yanağına birkaç minik öpücük kondurmama engel olamadım. Dudaklarım yumuşak bir tenle sarmalanan yanağıyla buluşur buluşmaz minik ellerini yanaklarıma yerleştirdiğinde dudaklarımdaki tebessümüm kocaman bir gülüşe evrilmiş, onun tırnakları iste yanaklarıma hafif hafif yanağıma sürtmeye ve tenimi huylandırmaya başlamıştı.

Teninden yükselen dalin kokusu ciğerlerimi bayram yerine çevirirken kucağımdaki bedenin tatlılığına hiç doymamış olsam bile bunalmasından korktuğumdan ötürü son bir öpücük daha bırakıp başımı yeniden geriye doğru çektim; bakış açımı dolduran ilk şey yanaklarıma odaklandığı için ciddiliğe bürünmüş olan bakışları ve hafifçe aralananan ıslanmış, şekilli dudaklarıydı. İlgisini sadece bir dakikada başka bir şeye yöneltmiş olması ve sanki ilk defa yanak görmüş gibi parmaklarını yanaklarımda tenimi keşfetmek ister gibi dolaştırıp durması hafifçe gülmeme neden olduğunda emin olmuştum:

Taehyung'a dair sevdiğim tek şey çocuklarıydı.

*

Jisoo, "Saç örmeyi nasıl öğrendin Jeongguk? Keşke babam da öğrense.." diye merak kokan sesiyle sorduğunda parmaklarım işine ara vermeden devam ediyor ve Jisoo'nun pamukları bile kıskandıracak kadar yumuşak olan tutamlarını, daha fazla bunalmasın diye örüyordu. Evet, durum tam olarak böyleydi; Jisoo saçlarından ötürü bunaldığını söylemişti ve ben de çözüm önerisi olarak saçlarını örmeyi teklif etmiştim çünkü saç modeli konusunda en iyi yapabildiğim şey örmekti.

Jisoo'nun uzun ve oldukça kalın olan yumuşak tutamlarını sırayla birbirine geçirerek işimi hallederken kaşlarım, tüm dikkatimi işime verdiğim için birleşecek kadar çatılmıştı ve dudaklarımıysa, üst dudağımın hemen üzerindeki gamzemin belirgenleştiğine emin olacağım kadar sıkıca birbirine bastırmıştım. Ne zaman bir şeye odaklansam istemsizce böylesine ciddileşiyordum ve böyle anlarda korkutucu gördüğümün farkındaydım ama yapabileceğim pek bir şey yoktu, zira odaklandığım anlarda ne etrafımda olup biten şeylerin farkında oluyordum ne de mimiklerimin.

Sadece birkaç saniye önce çalan kapımızı duymamam da bunun bir kanıtıydı.

"Eskiden teyzemlerle yaşıyordum ve..ve kuzenlerim okula gitmeden önce saçlarını ben örerdim." diye Jisoo'nun sorusunu yanıtladığım sırada koltukta iki yana doğru uzattığım uzun bacaklarımın arasında oturan Chaeryoung, neredeyse üç dakikadır sürekli yaptığı gibi bacaklarımda dinlendirdiği ellerini öne doğru uzatmış ve ilginin üstünde olmamasından pek de hoşnut olmadığını belli etmek ister gibi Jisoo'nun henüz örmediğim tutamlarına çekmek için uzanmaya çalışmıştı fakat Tanrı'ya şükürler olsun ki sadece çalışmıştı zira bu hareketine alıştığım için bir refleks misali, sağ elimi Jisoo'nun saçlarından ayırıp hemencecik tombul karnına yaslayıp hafif bir baskıyla bedeninin geriye doğru düşmesine ve hem başının karnıma yaslanmasına hem de ellerinin Jisoo'nun saçlarından uzaklaşmasına neden olmuştum.

Jisoo'nun saçlarına ulaşamadığı için ağlayacağını şu üç dakikada defalarca kez deneyimlediğim için o daha geriye düştüğünün bilincine varamadan dilimi hemencecik şıklatmaya başladım, afallamış bakışları dilim yüzünden ağzımdan yükselen sesle dudaklarımı bulduğunda elleri de yeniden bacaklarımı buldu ve pantolonumu kavradı. Bacaklarıma tutunmak istediğinden emindim fakat elleri öylesine minikti ki, en fazla pantolonumun kumaşını kavrayabiliyordu.

Chaeryoung, karnıma yaslanan kafasını kaldırmadan heyecanla dolmaya başlayan parlak bakışları eşliğinde beni izlemeye başladığında ben anında Jisoo'nun saçlarını örmeye kaldığım yerden devam ettim. Hızlı olmam gerekiyordu zira Chaeryoung ilgisi çok çabuk dağılan bir bebekti ve en fazla yarım dakika sonra dilimin hareketlerinden sıkılıp yeniden ablasının saçlarına çekiştirmek adına öne doğru uzanıp Jisoo'nun sinirlenmesine neden olacaktı.

Pekâlâ, kabul ediyorum; iki çocukla aynı anda ilgilenmek gerçekten çok zordu. İki çocuğu bırakın, Chaeryoung gibi ilgi düşkünü bir bebekle ilgilenmek bile başlı başına çok zordu zira ilgiyi hep üzerinde istiyordu; gözleriniz sürekli onun üzerinde olmalıydı ve o varken asla başka biriyle ilgilenmemeliydiniz. Onun bu karakteri beni mahvetmişti, uyuduğu saatleri saymazsak sadece altı saattir onunla ilgileniyordum ki o uyuduğunda da Jisoo'yla oyun oynayıp durmuştum-evet, uyanıkken ablasıyla oynamama ağlayıp durarak fırsat vermemiş ve biz Jisoo'yla oynadığımız sırada kucağında asla durmadığı Seokjin hyungun sevilmiyorum, diye düşünmesine neden olup depresyona sokmuştu- ve sonuç olarak..Sadece altı saatte pertim çıkmıştı, saatler boyunca taş taşısam bu kadar yorulmam gibi geliyordu çünkü çuval taşımak, ağlayan bir Chaeryoung'u susturmaktan yahut Jisoo'yla doktorculuk oynamaktan daha basitti.

En azından çuval taşırken kaslarım bana yardımcı olabilirdi fakat çocuk bakmama ne kaslarım yardımcı oluyordu ne de Seokjin hyung. Evet, çocuklara bakacağı konusunda Taehyung'la anlaşan Seokjin hyung iken tüm gün boyunca neredeyse hiç çocuklarla ilgilenmeyen de yine Seokjin hyungdu. Tek yaptığı şey ilk geldiklerinde bir-iki saat Jisoo ile boyama yapmaktı, daha sonra Chaeryoung'la birlikte uyumuştu, uyandığındaysa Jisoo için yemem yapmam gerekiyor diye mutfağa kaçmıştı ve iki çocukla beni tek başıma bırakmıştı. Aslında Chaeryoung'u ona vermem benim için daha iyi olacaktı ama hyunga veremiyordum çünkü hyungda da durmuyordu.

Bu da Seokjin hyungun trip atıp mutfağa kaçmasını kolaylaştırmıştı zaten.

Bedenimi, karnıma yaslanan bedenin rahatı bozulmasın diye kaskatı kesilecek kadar kasmaya devam ederken sadece yarım dakika sonra Jisoo'nun saçlarını örmeyi bitirebilmiştim, ki Chaeryoung yeniden ablasının saçlarına uzanmasaydı kesinlikle daha kısa sürecekti fakat uslu durmamıştı işte. Neredeyse tamamı örülen saç bozulmasın diye bileğimde iz bırakıp tenimi kaşındıran, Jisoo'ya ait pembe lastik tokayla örmediğim kısmı tutturduğumda rahatladığım için derince bir nefes verdim ve, "Bitti!" diye adeta şakıdım.

Dudaklarımdan dökülenlerle birlikte bacaklarımın arasındaki Chaer'in önünde oturan Jisoo başını kucağındaki boyama kitabından kaldırdığında dakikalardır eğip durduğum için ağrıyan boynumu, ağrım bir nebze de olsun geçsin diye bir sağa, bir sola doğru yatırmaya ve başımla ensemde hilal çizmeye başladım. Göz kapaklarım anında gözlerime inerken birbirine bastırdığım dudaklarımın arasından firar eden zayıf tondaki rahatlama dolu mırıltılarımı hemen önümden yükselen, "Babam gelmiş!" çığlığı bastırdığında ilk önce oturduğum yerde omuzlarımın çeneme yükselmesine neden olacak kadar güçlü bir şekilde irkilivermiştim, ardındansa sadece on saniye önce kapanmış gözlerim anında aralanmış ve başım ise yaslandığı sağ omzumdan ayrılmıştı.

Bir anda aralandığı için sızlamaya başlayan uykulu gözlerim Jisoo'nun bakışlarını takip edip kapıyı bulduğunda bakış açımı dolduran ilk şey hafifçe iki yana kıvrılmış dudakları ve parlayan bakışları eşliğinde kızlarına değil, bana bakan Taehyung'du. Jisoo, anında oturduğu yerden fırlayıp kollarını birbirine dolamış bir şekilde kapıya yaslanarak beni izleyen Taehyung'a doğru kıkırdaya kıkırdaya koşmaya başladığında Taehyung hâlâ daha gözlerimin içine bakıyordu. Bu gerçek, karnımın içe göçeceği kadar midemin sertçe kasılmasına neden olduğunda o an için ne kesikleşmeye başlayan sıcak soluklarım umrumdaydı ne de kalbimin neden teklediği.

Umursadığım tek şey hemen önümdeki kızı dururken yahut Jisoo ona doğru koşarken Taehyung'un gözlerinin hâlâ daha neden benim üzerimde dinlendiğiydi. Tanrı'm, gerçekten de garipti; Jisoo'nun tiz çığlığının bile bakışlarının üzerimden çekmesini sağlayamaması çok, çok garipti.

Jisoo, sadece birkaç büyük ve hızlı adımda Taehyung'un dibine varıp kucağına atlayarak bacaklarını beline doladığında Taehyung da sonunda gözlerini benden çekebilmiş ve ilgisinin odağını tamamen kızı yapmıştı. Omuzlarıma ağırlık bindiren ağır bakışlarının bedenimi terk etmesiyle birlikte rahatlamış bir şekilde derince bir nefes verdiğimde Chaeryoung, avuçlarına doldurduğu siyah kotumun kumaşını ona bakmamı ister gibi çekiştirmeye ve huysuzca mızırdanmaya başladı. Parmaklarının hırslı hareketi gözlerimi ona çevirmemi sağladığında bakışlarımı çatılan kaşları ve eğilmiş dudak kenarları karşıladı. Yüzü resmen ekşimişti ve bu ifadesi en fazla yarım dakika sonra ağlayacağının habercisi olduğundan anında bedenini kucağına almıştım zira ağlamasından çok korkuyordum çünkü susturacak gücüm kalmamıştı.

Sol kolum Chaer'i kucağıma alır almaz ince beline dolandı, sağ elim de parmaklarım hafifçe aralıklı olacak şekilde dar sırtına yerleşip bedenine destek olduğunda tek bir hamleyle ayağa kalkıvermiştim çünkü Chaeryoung oturmayı çok fazla sevmeyen bir bebekti, o, kucağımdayken evin içinde dolaşmayı daha çok seviyordu. Bu yüzden kucağımdaki minik beden eşliğinde ayaklandığımda gözlerim aniden ayaklandığım için bir anda karardı. İrislerimin üzerine inen kara perdeyi yok edebilmek adına kirpiklerimi hızlı hızlı kırpıştırmaya başladığımda Chaeryoung'un belindeki tutuşum da sıkılaşmıştı ve bunun yegâne nedeni onu düşürmekten korkmamdı.

Sadece birkaç saniyede sağlıklı bir görüş kazandığımda dar fakat bir o kadar da uzun holümüze doğru yavaş yavaş adımlamaya başladım. İlk adımımla birlikte bakışlarım Chaeryoung'un güzel yüzünü terk edip hemen karşımda duran ve kucağındaki kızının saçlarını, "Bebeğim..." tarzında övgüler eşliğinde öpen Taehyung'u buluverdi.

Kirpiklerine değin uzanan saçları tamamen kıvırcıktı bugün; göz altları ne denli yorgun olduğunu kanıtlayacak şekilde şişmiş ve morarmıştı, gözleri ise uykusu olduğunu belli edecek kadar kısıktı fakat bu kısıklık bile gözlerindeki yoğun parlaklığı örtememişti. Açık konuşmam gerekirse gözlerinin içi resmen gülüyordu, sanki çocuklarını görmek tüm yorgunluğunu götürmüş gibiydi. Bu konuda şanslıydı; hayata tutunmasını sağlayan, yaşadığını hissettiren hatta tüm yorgunluğunu alıp götüren iki güzel ruha sahipti. Bu bir servetti, benim asla sahip olamayacağım bir servet.

Yorgun bakışlarım son kez bedeninde bir tur attı; geniş gövdesini sarmalayan beyaz gömleğinin üzerine, uzun bacaklarını ikinci bir deri misali saran ve bacaklarını daha da uzun gösteren siyah, kumaş pantoluyla aynı renkte bir kravat takmıştı. Takımını tamamlayan ceketinin düğmeleriyse açıktı ve bu da mat, siyah kemeriyle onun sarmaladığı ince belinin gözükmesine olanak sağlamıştı.

Taehyung, gerçekten de çok güzel bir herifti. Ne geçen zaman ne de dert ondan güzelliğini almayı başaramamış, hatta ona mağlup olmuştu zira geçen zamanla daha da güzelleşmesinin başka bir açıklaması olamazdı. Garipti, ben inerken en dibe ağır ağır, o, bunca derdine rağmen onu gördüğüm ilk günden bile güzeldi. Bu gerçek sinirimi bir anda ciddi manada bozduğunda yüzümün asıldığını hissediyordum. Hissettiğim sinirle derince bir nefes verdiğimde burnumdan dökülüp sus çizgimde seken sert soluğumun sesi Jisoo'nun heyecanlı sesi tarafından bastırılırken Taehyung'un bakışları, bakışlarımı hissetmiş gibi bakışlarımı buldu ve bu, kanıma anında enjekte olan gerginlik yüzünden sertçe yutkunmama neden oldu.

Ve sonra hiç beklemediğim bir anda, tamamen gerginliğimin beni afallatması yüzünden kanımdaki sinirin aksine oldukça naif bir sesle, "Hoş geldin." dediğimde artık kanımda cirit atan tek şey gerginliğim değildi zira büyük bir şok dalgası da kıyıma vurmuştu. Böyle bir şey dememi Taehyung da en az beklemiyor olacak ki kaşları alnında hafifçe yükseldi fakat bozuntuya vermedi ve dudaklarındaki Jisoo için oluşmuş gülümsemesi eşliğinde, "Hoş buldum." dedi.

Bu kısa diyalog yemek masasına oturana kadar aramızda geçen son konuşma olmuştu.

Şimdiyse, Seokjin hyung yemekleri hazırlayıp sofrayı kurduğu vakit Taehyung'un tüm, "Daha fazla zahmet olmayalım." itiraz cümlelerine rağmen masaya oturmuş yemek yiyorduk ve bunu sağlayan şey Seokjin hyungun ısrarlarıydı. Seokjin hyung hemen yanımda, Taehyung ise tam karşımda oturuyordu. Chaeryoung babasının kucağındaydı ve Jisoo'ysa Taehyung'un hemen yanında. Açıkçası saatler sonra ilk defa kollarımın arasıyla kucağım boş kalmıştı ve bu beni ciddi manada boşluğa düşürmüştü, sanırım her zamankinin aksine yemeğimi iştahla yiyemem ve gözümün sürekli, Taehyung'un tabağındaki püreye parmağını batırıp duran Chaeryoung'da olması da bundandı.

Pekâlâ, inkâr etmiyorum; Chaeryoung'a bakmak çok zordu ama ondan uzak kalmak daha zordu, özellikle o böylesine tatlı bir bebekken. Chaer, dakikalardır yaptığı gibi işaret parmağını yeniden pürenin içine daldırıp ardından da parmağının ucunu o şeklini almış minik dudaklarına götürüp iştahla emdiğinde dudaklarım hafifçe iki yana kıvrıldı. Parmağını her emişinde sanki püreyi ilk defa tadıyormuş gibi gözlerini irileştiriyor ve sonra da tadını ne denli beğendiğini belli etmek istercesine hafifçe gülüyordu. Bakışlarım bir parmağına odaklandığı için hafifçe şaşı bakan gözlerinde, bir de sıcakladığı için pespembe olmuş tombul yanaklarında dolanırken tek istediğim onu defalarca öpmek ve sımsıkı sarılmaktı fakat bu iki eylemin de ne denli tehlikeli ve sağlıksız olduğunun bilincindeydim. O yüzden tek yaptığım dudaklarımdaki minik sırıtışım eşliğinde onun bu eşsiz sevimliliğini izlemekti.

Bakışlarım sadece birkaç saniyeliğine Chaeryoung'dan ayrılıp tabağımı bulduğunda elimdeki çubuklarla önümdeki etin en küçük parçasını almış ve ağzıma atmıştım. Ne yalan söyleyeyim, Seokjin hyunga çocuklara bakmaktan kaçınıyor diye sinirlenmiştim fakat bu güzel yemekler ona olan tüm sinirimi almıştı. Tanrı'm nasıl almazlardı ki? Özellikle et tam da benim istediğim gibi çok pişmişken.

"Baba, saçım çok güzel olmuş değil mi? Ayrıca Jeongguk yaptı biliyor musun?" Jisoo'nun bardağındaki meyve suyundan büyük bir yudum aldıktan hemen sonra kurduğu heyecanlı cümlesi dudaklarımın hafifçe iki yana kıvrılmasını sağladığında bakışlarımı hâlâ daha tabağımdan çekmemiştim fakat bu, Taehyung'un üzerime dönen bakışlarını hissetmeme engel değildi. Nasıl engel olabilirdi ki? Taehyung'un bakışları cidden de çok derindi ve size baktığı anda tonlarca yükün altında kalmış gibi hissediyordunuz, sanki omuzlarınıza dünyalar bindirilmiş gibi güçsüz düşüyordunuz.

Yıllar, Taehyung'un bakışlarının derinliğini yahut ağırlığını hiç etkilememişti.

O hâlâ daha aynıydı ve ben de hâlâ daha o bana baktıkça sadece bana ait olan hislerime kadar çıplak kalıyordum. Bir şeylerin geçen zamanda değişmemesi pek de hoş değildi, en azından benim açımdan zira ben eskiye dair hiçbir şeyin hayatımda olmasını istemiyordum, dostlarım hariç.

Taehyung Jisoo'ya ithafen, "Jeongguk? Aranızdaki yaş farkının ona böyle seslenmene pek de müsaade ettiğini sanmıyorum aşkım." dediği sırada elimdeki çubuklar aracılığıyla önümdeki pilav doğru kaseye uzanmıştım fakat duyduklarım duraksamama ve gözlerimin tabağımdan yükselip üzerimde dinlenen bakışlarını bulmasına neden olmuştu.

Gözlerime tutunan gözleri olması gerektiğinden de kısıktı ve bunun yegâne nedeni vişne suyu içtiği için iyice pembeleşmiş dolgun dudaklarının çok, çok hafifçe iki yana kıvrılmış olmasıydı. Gülümsemesi cidden de minicikti, öyle ki dişleri bile gözükmüyordu, sadece keskin dudak kenarları öylesine yanaklarına asılmıştı işte. Kalbimin sinirimi bozacak şekilde kasıldığını ve nefesleriminse hızlandığını hissediyordum. Bu durum sinirimin bozulmasına yol açarken hafifçe yutkundum, şapırtı sesi soluk seslerime karıştığı vakit hemen çaprazımdaki Jisoo, "Ama Jeongguk ona istediğim gibi sesleneceğimi söyledi, hem biz arkadaşız; arkadaşlar birbirine istedikleri gibi seslenirler, değil mi Jeongguk?" diye, kendini kanıtlamak ister gibi bir şekilde sorduğunda, "Evet," dedim hiç de sakin olmayan soluklarımın aksine sakin bir tonda. Bakışlarım, Taehyung'un bakışlarımı mesken tutan bakışlarından çekilip Jisoo'nun iri gözlerini bulduğunda, "biz arkadaşız ve sen de bana istediğin gibi hitap edebilirsin."

Dediklerimden hemen sonra dişlerimin gözükeceği kadar kocaman bir şekilde hiç istemesem de gülümseyiverdim çünkü Jisoo'nun buna ihtiyacı vardı, Taehyung'un onu uyarması kötü bir şey yapmış gibi hissetmesine neden olmuş olmalıydı, en azında aşağıya doğru eğilen dudak kenarları benim böyle düşünmemi sağlamıştı. Gülümsemem sayesinde Jisoo da gülerken ben, üzerimdeki bir çift gözü umursamadan yeniden yemeğime döndüm.

Bundan sonraki sohbetlerse sıradan ve tamamen Jisoo sayesinde devam etmişti, eğer o gün içinde neler yaptığını anlatmasaydı kesinlikle konuşacağımız bir konu olmayacaktı. Taehyung iyi bir babaydı, iyi bir sevgili olmayı başaramasa da-ki bunu belli ki sadece bana karşı başaramamıştı-çok, çok iyi bir babaydı; onları önemsediğini oldukça iyi hissettiriyordu, sevgi sözcükleri söylemekten yahut öpücükler vermekten kaçınmıyordu ve en önemlisi Jisoo'ya çocuk değil de birey gözüyle bakmaya başarıyordu. Jisoo'nun anlattıklarını konuşsun da sonra da beni rahat bırakasın, diye değil, düşüncelerine önem verdiği için dinliyordu ve hem ilgili bakışları hem de onunla en saçma konuda bile dakikalarca sohbet etmesi bu gerçeği kanıtlayan birkaç şeydi.

Böyle bir babamın olmasını kesinlikle çok isterdim; beni bir birey olarak gören, düşüncelerime önem veren ve vurmaktan çekinmediği gibi öpmekten de çekinmeyen bir baba. Ama artık imkânsızdı, çoğu şey gibi bu hayalim de ölmeye mahkûm edilmişti, hem de babam tarafından.

Geçmiş, bir buçuk metrelik bir yağlı urgan misali boynuma dolanıp soluklarımı ağrıttığında umursamamaya çalıştım, umursamamaya ve meyve suyumu bitirmeye, ki şükürler olsun Seokjin hyung, "Yarın kafede şarkı söyleyeceksin değil mi?" diye sorarak bunu başarmamı sağlamıştı.

"Evet," diye mırıldandım vişne suyumdan büyük bir yudum alıp dudaklarımın nemlenmesine neden olmadan hemen önce. "hem de aynı saatte." dediğim sırada vişne suyu yüzünden yanan boğazımı rahatlatmak adına Taehyung'un önünde duran su şişesine uzanmak icin önce bedenimi masaya doğru eğmiş, ardından da kolumu ona doğru uzatmıştım fakat şişeye uzanan tek el benimki değildi, Taehyung da sanıyorum ki şişeyi bana uzatabilmek adına elini uzatmıştı ve bu, filmlerde sürekli gerçekleşen klişe sahnelerden birini yaşamamıza sebep olmuştu.

Evet, parmakları şişeyi değil, şişeyi kavrayan parmaklarımı kavramıştı.

Benim tenimin aksine sıcacık olan tenini hissettiğim anda şişede dolanan bakışlarım önce gözlerimin fırlayacağı kadar irileşti, ardından da hemencecik yüzünü buldu. Taehyung'un da ifadesi benden farklı değildi; dakikalardır kısık bakan gözleri kocaman olmuş, dudakları da hafifçe aralanmıştı. Yüz ifadesi olduğumuz durumu bana hatırlatırken farkına vardığım gerçekle elimi ateşe değmişim gibi kendime doğru çekmiştim hemencecik. Elimin hareketiyle parmaklarımın üzerinde dinlenen parmaklarını çekmek zorunda kaldığında kucağıma yerleşen elim, tırnaklarımın avuç içimde izler bırakmasına neden olacak kadar sert bir şekilde yumruk halini alıvermişti. Avcuma gömülen kasılmış parmaklarım beni heyecanımdan arındırmaya çalışırke boğazıma dizilen soluklarımdan kurtulabilmek adına sertçe yutkunuverdim.

Çok, çok saçma bir andı bu yaşadığımız an ve Taehyung'la böyle bakışıp durmamız her şeyi daha da saçma bir hale sokup duruyordu, bu yüzden zor bela bakışlarımı şaşkın bakışlarından çekip Seokjin hyungun üzerimizde dolanan bakışlarında diktim fakat karşılaştığım ifade pek de farklı değildi, o da en az bizim kadar şaşkındı.

"Neden sordun?" diye karnımı kasan heyecanıma rağmen sakin bir sesle sorduğumda Seokjin hyungun bakışları üzerimde sabitlenivermişti. "Yoksa gelecek misin?" Bunu merak etmiyordum, yemin ederim ki merak etmiyordum zira şu an umrumda olan tek şey geçen bu yıllara rağmen ellerinin hâlâ daha cehenneme tutulmuş gibi sıcacık olmasıydı ama ortamdaki atmosfer değişmesin diye merak ediyor gibi davranmak zorundaydım.

"Hayır," diye mırıldandı yüzündeki şaşkın ifadeyi silip. O da oyunuma katılmıştı, hiçbir şey olmamış gibi davranması da bunun en büyük kanıtıydı. "bir kız arkadaşım gelecek de biyoloji çalıştırmaya, anlarsın ya..." Jisoo olduğu için cümlelerini her ne kadar örtülü bir şekilde kursa da kulağıma ilişen arsız sesi ve cümlesi biter bitmez göz kırpması ne demek istediğini kanıtlamıştı yeterince. Tanrı'm, cidden de klişe herifin tekiydi. Bu gerçek yüzünden gözlerimi devirdiğimde, "Odamda çalışmayın sakın." diye kinayeli bir sesle uyardığım vakit Jisoo, "Jeongguk, sen şarkı mı söylüyorsun?" diye hevesle sorduğuda sandalyemde geriye doğru yaslanıverdim. Onun bu heyecanı beni gülümsetirken, "Evet," dedim tatlı bir ses tonuyla. "şarkı söylüyorum."

Verdiğim cevapla anında, "Ben de dinlemeye gelebilir miyim?" diye sormasını elbette beklemiyordum. Aldığım soru kaşlarımın hafifçe alnıma doğru yükselmesine neden olduğunda, "Ah..." diye mırıldanmıştım ne cevap vereceğimi bilmediğimden. Açıkçası reddetmem için bir sebep yoktu; içki içilen bir yer değildi ve çocuklar da girebiliyordu fakat Taehyung varken rahat bir şekilde şarkı söyleyebileceğimi hiç sanmıyordum, bu yüzden de reddetmek istiyordum ama Jisoo böyle hevesle bakarken nasıl reddedebilirdim ki?

Taehyung, yüzümdeki kararsız ifadeden ötürü Jisoo'ya ithafen, "Aşkım, emrivaki konusunda ne anlaşmıştık?" diye sorduğunda bakışlarım sadece iki saniyeliğine yüz ifadesinde dolanıverdi, sonra da yeniden Jisoo'yu buldu. Babasının ciddileşen ifadesi dudaklarını büzmesine ve yüzünü asmasına sebep olmuştu. Onun bu hali kalbimi ağrıtırken gülümsemeye çalışarak, "Sorun değil ve elbette gelebilirsiniz." dedikten hemen sonra hevesli tutmaya çalıştığım sesimle ekledim: "Öyleyse yarın yeniden buluşuyoruz?

Gerçekten garipti, çocukları sadece bebekken sevebilen biriydim ben ve buna rağmen Jisoo'nun bu tavırlarını gıcık değil de tatlı bulmam çok garipti. Ve daha garip olan bir şey varsa o da yarın Taehyung'un önünde, yıllar önce onun için yazmış olduğum şarkılardan birini söyleyecek olmamdı.

***

birkaç bölüm böyle sürecek arkadaşlar, hatta belki de daha uzun çünkü anında can ciğer olmasını beklemek saçmalık zira onlar eski sevgili? umarım bu süreç sizi sıkmaz-ki sıkmasın diye inanın elimden gelen her şeyi yapıyorum, umarım başarılı oluyorumdur
♡♡♡

dört harfli sena seni çok seviyorum takma hiçbir şeyi kafana yoksa yumruklarımı tatmak zorunda kalırsın

02.07.2020

Continue Reading

You'll Also Like

66.7K 8.1K 31
safkan alfa jungkook, kırık bir kalple ㅡ jimin ile karşılaşır.
393K 40.3K 46
Okulun en güçlü alfası Kim Taehyung'un kurdu okula gelen yüzyılın deltasıyla birlikte tuhaf davranmaya başlamıştı. Okula gelen Delta'nın amacı ise ço...
150K 5K 75
Ailesinden kalma küçük ve güzel pastanesiyle ilgilendiği sırada rastgele bir mafyadan gelen mesaj ile dalga geçip uğraşan bir kızın hikayesi
240K 26K 21
Tek başına bebeğiyle Seule taşınan omega jeon jungkook ve komşusu safkan alfa kim taehyung . Omegaverse! SafkanAlfatae! Omegakook! Text&Düzyazı!