Dağdan gelip bağdakini kovmak. Evet, kızımız dayısına çekmese de oğlumuz şimdiden dayısı ve babasının yolundan gittiğini belli ediyordu. Minik parmaklarının arasına ablasının saçlarını almış çekiyor, kızım da ağlıyordu. Saçını kurtarmasına yardım edip onu öptüm, sakinleştirdim. Beyimizi de anlamayacak kadar küçük olduğu halde sahte bir azarlayışla azarladım. Bu sırada içeriye Sefa girdi. Namazını bitirmiş olmalıydı. "Ne oluyor?" deyip bize baktığında güldüm ve açıkladım. Gelip yanımıza oturdu, kızını öpüp sarıldı ve teselli etti. Aslan parçasını da alıp yalandan kızıyor gibi söylenip sevdi. O da hepimize olanları unuttururcasına güldü!
"Bak ablası, senden özür diliyor. Gülümsüyor sana."
Yufka yürekli kızım yeni kuruyan yanaklarındaki gözyaşları hiç akmamış gibi kardeşini öpüp barıştı. Bu sırada kapı çaldı, gidip açtım. Abdullah Orhan seslerin geldiği odaya girip selam verdi. Sefa selamını alıp hoş geldin dedi. Abdullah Orhan, kızımın ağladığını fark edince hemen kucaklayıp öptü, ne olduğunu sordu. Ona hiç kıyamıyordu. Olanları dinledikten sonra onu teselli edip cebinden bir çikolata çıkarttı ve başarılı bir şekilde her şeyi unutturdu.
Kızım çikolata yerken Abdullah Orhan bu kez erkek yeğenini kucakladı. Hem sevip hem "Ablan benim ilk göz ağrım. Onu üzme bozuşuruz. Dayının öbür yüzünü görürsün bak aslanım." diyerek uyarıda bulunduğunda Sefa da ben de güldük.
"Dayıcım, beni mi çok seviyon onu mu?"
Abdullah Orhan beklemediği soru karşısında sustu bir süre. Bize şaşkınca baktı. Kucağındaki bebeğin zaten bir şey anlamadığını düşünmüş olacak ki "Seni tabi kız!" deyip saçlarından öptü onu. Bu sırada kucağındaki beyefendi ağlamaya başladığında hepimiz şaşkınlıkla ona baktık.
"Abla! Çocuk anlamış gibi ağlamaya başladı ya! Tövbe tövbe!" diye bana söylendikten sonra önüne döndü ve kolları arasındaki bebeğe baktı. " Seni de çok seviyorum oğlum. İkinizi de çok seviyorum lan. Kendi çocuğum olsa bu kadar sevmem. Ağlama herkesin içinde. En büyük sırlarımı seninle paylaşıyoruz biz. Delil bu. Hatırla. Sus hadi dayıcım."
Sefa ve ben gülüyorduk. "Ne sırrı?" deyip merakla ona baktım.
"Sır işte. Sanane abla! Sır bu adı üstünde."
"İyi be." deyip odadan çıktım ve çay koymak için mutfağa girdim. Sefa da peşimden gelmişti. Merak edip ona döndüm. "Ne sırrı?"
Muhtemelen o biliyordu çünkü ikisi arasında su sızmazdı.
"Valla sanırım gönül meselesi."
Şaşkınlıkla ona baktım. "Ne! Abdullah Orhan mı? Gönül meselesi mi?! O sevmeyi biliyor mu, beceriyor mu ki?"
Sefa kaşlarını kaldırıp gülümsedi. "Valla biliyor gibi. Hatta senin şu kitaplıktan kaybolan kitaplar var ya.. Onlar da gelecekteki gelinine gidiyor sanırım."
Aniden sinirlerim tepeme firladı. Ben de dışarıya fırlamaya kalktım.
"Benim kitaplarımı bir kıza mı veriyor! Ben de neden eksiliyorlar diyorum! Soracağım ona şimdi!"
Sefa beni kolumdan yakalayıp durdurdu. "Belli etme sana söylediğimi. Çocuk zaten karşılıksız aşk yaşıyor, yükü ağır. Bırak kendi hâline. Kız baya çetin çıktı vallahi hiç yüz vermiyormuş."
Bir an kardeşim için üzüldüm ve hesap sorma fikrinden vazgeçtim. "Hadi yaaa! Kim bu kız?"
"Kamer var ya, o işte. Gürkan abinin kızı."
"Ay onlar hiç anlaşamazdı ki küçüklükten beri!"
"Bizimki peşinde olduğu için o da yüz vermediği için anlaşamıyorlarmış işte."
Bir süre sustuktan sonra "Neyse.." dedim. "Daha on yedi yaşında o. Geçer elbet. Başkasına vurur gönlü."
"Bakacağız artık." deyip büyük çaydanlığı çıkardı Sefa. Ben konuya dalınca unutmuştum tabi. Çayı koydu.
"Kalabalığız bu akşam."
"Elhamdülillah." dedim. "Neyse ki çocuk bakmaya yardım eden dayımız var. Allah razı olsun. Gerisini biz hallederiz. Hadi unu getir balkondan, kek de yapalım."
"Benim sevdiğim gibi yap ama."
"Olmaz efendim. Bu kez kardeşimin sevdiği gibi yapacağım. Yazık kuzuma. Sorarım ben o kıza benim kardeşimi üzmenin, süründürmenin hesabını."
"Sen de bizi az süründürmedin Hülya hanım. Biz hesap sorduk mu?"
"Cık." dedim, gülümseyip yanağımı öptü.
"Dua et benim gibi bir kocan var!"
"Sen de dua et benim gibi bir karın var!"
"Ediyorum zaten."
"Ben de ediyorum."
☼
☼
☼
☼
☼
Bir kedi için en değerli şey sıcak bir köşe, önüne konacak bir kap yiyecek, içecek sudur. Bunları buldu mu, dünyanın en mutlu mesut kedisidir o. İnsan öyle mi peki? İnsan ister de ister. İhtiyaçlarının haddi hesabı yoktur.
Şu ya da bu, her insanın verildiğinde memnun olduğu nimetler vardır. Kiminin listesi uzun kiminin kısadır. Listenin boyu hayat boyu uzar ya da kısalır. Kimi zaman maddeler değişir, kimi zaman maddelerin sırası değişir. Bazı maddeler buharlaşır. Yerine başkaları peyda olur.
"Sahip olmaktan dolayı büyük bir memnuniyet duyduğun şeyler neler?" sorusunu çok elzem bulurum. Bu soruyu kime sorsam söz birliği etmişçesine, üç aşağı beş yukarı benzer cevaplar alırım.
İyi bir ailem var.
Annem babam çok şükür hayatta
Sağlığım yerinde çok şükür
Eşim ve çocuklarıma sahip olduğum için şanslıyım.
Fena sayılmayacak bir işim var.
Beni önemseyen arkadaşlarım var.
Genel olarak söylenenler bunlar. İsterseniz bu noktada yazıyı okumaya biraz ara verip kendiniz için böyle bir listeyi yapmayı deneyin. Sizinkinin de buna yakın olacağını tahmin ediyorum.
Şöyle bir soru akla geliyor. Çok uzun bir, "Sahip olmaktan memnun olduğum şeyler," listesi olanlarla olmayanlar arasında kalbin itminan ve tatmin duygusunu hissetmesi, kalbin huzur duyması arasında anlamlı bir fark var mı? Sanmıyorum. Öyle olsaydı Michael Jackson'ının dünyanın en mutlu insanı olması lazım gelirdi.
Zamanın Bedii'nin "Benim hususi bir virdim," dediği ve Büyük Cevşen dua kitabının içinde yer alan mühim bir dua var. Kendisinin "Tahmidname ve teşekkürname" de dediği Tahmidiye'nin her bölümünde altı ism-i azam ve dokuz ayet hep tekrarlanır, hamd ve şükür edilen konularsa değişir.
Bir gün Tahmidiye duasını okuyordum. Birden durdum. Aklıma bazı sorular üşüştü o an. Zamanın Bedii'nin nasıl bir listesi vardı? Ona verilen hangi nimetleri en çok önemsiyor, kıymetli buluyor ve bunlar için Mutlak Varlık'a teşekkür ve hamd ediyor? Onun listesi çok farklıydı. Eee, Zamanın Bedii olmak kolay mı?
Sizca ilk sıraya ne koymuş hamd ve teşekkür etmek için,? Her şeyin başı olan şeyi. "Allah'a, O'nun vahdaniyetine, O'nun esmâ ve sıfatlarından her birisine iman sebebiyle isim ve sıfatlarının tecellileri sayısında ezelden ve ebede kadar âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun."
Zamanın Bedii'nin listesi aynı minval üzere devam ediyor. Mesela, duanın ikinci bölümünde, "Muhammed'in (asv) peygamberliği ve peygamberliğine iman ettiğimiz için" ham ediyor. Sonra, "Ku'rân ve Ku'rân'a ettiğimiz iman için," hamd ediyorum diyor. Hem de nasıl bir hamd. Bu imana memnuniyetini şu nezih ifadelerle dile getiriyor: "Ku'rân'ın zihinlere akseden manaları sayısınca ve kıyamete kadar havada şekillenen kelime ve harfleri adedince âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun."
Listede başka neler var? İman nimeti, İslamiyet nimeti, Risale-Nur nimeti, Kadir, Miraç, Beraat ve Regaib geceleriyle ihsan ettiği nimetler, yiyeceklerle ve nimetlerle yaptığı ikramlar, ahiret ve ahirete iman, cennet ve cennete iman. Listenin son maddesinde de "Nimetlerinden her birisi" yer alıyor.
İyi bir aileye sahip olmak, arkadaşlarımızın olması, fena sayılmayacak bir işimizin olması gibi nimetlerin önemsiz olduğunu söylemiyorum elbette. Bunların ancak ve ancak iman nimetiyle kıymetli olduğunu, iman olmadan anlamsızlıktan kurtulamadığını, dolayısıyla bu tür nimetleri de nimet yapanın imanın sonsuz kıymette olduğunun altını çiziyorum.
Ey nefsim. İşte böyle.
Dünyada önemsediğimiz şeyler listemiz neyse, biz oyuz.