İNTİKAM MELEĞİ 2

K_kumralhanim द्वारा

67.8K 3.6K 2.1K

* İntikam Meleği adlı hikayemin 2. kitabıdır. * Devamı niteliğindedir... ☘️☘️☘️☘️☘️ Satranç hayat gibidir... अधिक

🏆 TANITIM 🏆
1. BÖLÜM
2. BÖLÜM
3. BÖLÜM
4. BÖLÜM
5. BÖLÜM
6. BÖLÜM
7. BÖLÜM
8. BÖLÜM
9. BÖLÜM
10. BÖLÜM
11. BÖLÜM
12. BÖLÜM
13. BÖLÜM
14. BÖLÜM
15. BÖLÜM
16. BÖLÜM
17. BÖLÜM
18. BÖLÜM
19. BÖLÜM
☘️ DUYURU ☘️
21. BÖLÜM
22. BÖLÜM
23. BÖLÜM
DUYURU ☘️
24. BÖLÜM
YENİ BİR HİKAYE DAHA
25. BÖLÜM
26. BÖLÜM

20. BÖLÜM

2K 117 83
K_kumralhanim द्वारा

Hayatının gidişatından sürekli şikâyet ederken, şunu aklından çıkarma. Direksiyondaki sensin!

🍀🍀🍀🍀🍀

Vildan Hanım, Adel'in annesi Derya'yla birlikte nişan hazırlıklarına devam ediyordu. Mehmet Bey'de, Adel'in babası Halit'le birlikte yer bakıyorlardı. Evde yapmamaya karar vermişlerdi. Aradıkları mekan ise çok büyükte olmayacaktı, çok küçükte.

Hiç bir şeyi Adel ve Kerem'e bırakmak istemiyorlardı çünkü. O yüzden hazırlıkları onlar yapıyorlardı. Zaten çocuklarının dersleri, sınavları falan oluyordu. Bir de bunlarla uğraşmalarını istemiyorlardı.

Bu nişan kararı ilk başta Vildan Hanım'dan çıkmıştı. İkisinin artık çok güzel bir beraberlikleri vardı ve buna da bir isim koyulma zamanı gelmişti. Bunun için de ilk nişan merasiminden başlanmalıydı. O başlarda hiç istememişti bu birlikteliği. Hep ayırmaya çalışmıştı, ayırmıştı onları. Fakat yine kopamamışlardı birbirlerinden. Vildan Hanım'da dahil, hiç kimse başaramamıştı o ikisini ayırmayı.

Zaten artık Vildan Hanım'da kabullenmişti Adel'i. Oğluyla birbirlerini ne kadar çok sevdiği de belli oluyordu. Çok az kalmıştı. Bütün her şey neredeyse bitmiş sayılırdı.

Diğer taraftan Adel ve diğerleri de son derslerinden çıkmışlardı. Ve arabalarına binerek sürmeye başladılar. Defne hariç ama. Çünkü onun bir tane dersi kalmıştı. Sıkıntılı bir şekilde dersliklere doğru yürümeye başladı. Koridora girdiğinde önüne birden Yusuf'un çıkmasıyla birlikte adımlarını durdurmak zorunda kaldı. Ardından göz devirerek ona baktığında sırıtarak genç kıza bakıyordu o da.

"Ne istiyorsun yine?" diye sordu bıkkın bir sesle.

"Ne istediğimi biliyorsun." derken de sırıtıyordu. Defne bu sefer gözlerini abartılı bir şekilde devirerek, "offf, git başımdan." diyerek yanından geçebilmek için sağa tarafa doğru kaydı. Fakat daha ilerleyemeden, Yusuf'ta o tarafa kayarak önünü kesti. Defne bu sefer de sol tarafa doğru kaydığında, Yusuf'un da aniden o tarafa kayarak yine önünü kesmesiyle artık dayanamayıp birden bağırdı.

"Yeter artık! Rahat bırak beni!"

Koridorda bazı kişiler onlara bakmaya başlamıştı genç kız öyle bağırınca. Ama o ne yapsındı? Yusuf resmen onun sabrını sınıyordu. Kalmayan sabrını...

Ona bağırdığı için öfkelenmişti genç adam. Sırıtmasını silerek anında Defne'nin kolunu sıkmaya başlarken aynı zamanda da bir duvar kenarına çekti hemen. Genç kız acı içinde yüzünü buruşturmaya başladığında, Araf'ın sinirli sesi duyuldu.

"Yine mi sen lan!"

Sesin geldiği yöne, yani Yusuf'un arka tarafına doğru baktıklarında kaşları çatıktı.

"Sen karışma!" dedi Yusuf sinirle. Genç adam hızlıca onlara yaklaşarak, Yusuf'un eliyle Defne'nin kolunu ayırdı hemen. Çok fazla sıkıyordu ve acıtıyordu. Araf'ta bunu fark etmişti genç kızın yüz ifadesi sayesinde.

"Ne demek karışma!" diyerek kendine doğru çekip sertçe kafa atmasıyla Yusuf acı içinde bağırarak geriye doğru sendeledi. Araf tekrar konuştu öfkeyle.

"Sen ne cüretle Defne'nin canını acıtırsın!" sonlara doğru sesi yükselmişti. Defne ise şu an, Yusuf'un acıttığı kolunu ovuyordu.

Bu sefer de Yusuf'un öfkeli sesi duyuldu.

"Asıl sen ne cüretle karışırsın! Ben sevgilisiyim Defne'nin, ya sen?!" Koridorda olan bazı kişiler de onlara bakıyorlardı hâlâ.

Araf kısa bir süre Defne'ye baktı. O da Araf'a bakıyordu. Daha sonra genç adam tekrar öfkeli bakışlarını Yusuf'a yöneltti. Elbette buna inanmamıştı. Nasıl inanabilirdi ki? Kim, sevgilisinin, sevdiği kızın canını acıtırdı?

"Sevgilisisin öyle mi?" dedi sırıtarak. O öfkesine rağmen yine de alaycılıkla sırıtıyordu. Ardından tekrar konuştu.

"Ne sevgilisinden bahsediyorsun lan sen! Hangi erkek bilinçli bir şekilde sevgilisinin canını acıtır?!" derken sesi yine öfkeyle çıkmıştı. Yusuf'ta şu an ona büyük bir öfkeyle bakıyordu ama Araf'ın öfkesinin yanında, O'nun öfkesi bir hiç kalırdı. Çünkü genç adam şu an fazla öfkeliydi. Defne'nin canının acıdığını gördüğünden beri böyleydi aslında. Neden bu kadar sinirlendiğini, öfkelendiğini bile sorgulamıyordu. Sadece hiç dinmeyen öfkesiyle ilgileniyordu şu an.

Yusuf öfkeyle, "sen hangi sıfatla bana karışmaya cüret edersin!" dedi öfkeyle bağırarak. Bunu söylemesiyle Araf daha fazla öfkelendi. Öyle ki, bir bakışıyla karşısındakini öldürebilirdi. Ve birden bağırarak konuşmaya başladı.

"Sevgilisi sıfatıyla! Oldu mu şimdi?!" derken, ne dediğini çok sonradan fark etti. Kendi iradesi dışında söylemişti oysaki. Ama artık geç kalmıştı. Söylemişti artık. Bütün siniriyle o cümle çıkıvermişti ağzından. Söylemek için bir saniye düşünmemişti. İnsanların gerçek düşünceleri onlar sinirliyken belli olurdu. Belki de Araf'ın gerçek düşüncesi, olmasını istediği şey tam olarak buydu. Kim bilir?

Defne'de şaşırmıştı tabi. Koridordakiler de hâlâ onlara bakıyorlardı. Yusuf şaşkınlıkla genç kıza çevirdi başını.

"Doğru mu bu?" diye sorarken de sesi öfkeyle çıktı.

Defne yavaşça başını Araf'a doğru çevirdiğinde, genç adam da ona bakıyordu o sırada. Uzun bir bakışmanın ardından, Defne başını Yusuf'a çevirirken, başını 'evet' dercesine olumlu anlamda salladı. Neden onayladığını o da bilmiyordu. Belki karşısında ki Yusuf olduğu içindi. Böyle söylerse eğer peşini bırakacağı düşüncesiyle onaylamıştı belki de.

Daha fazla öfkelenerek bir hışımla arkasını dönüp gitti. Daha sonra tekrar Araf ve Defne bakışmaya başladılar. Fakat birinin de olsun kendisine gelmesi gerekiyordu. Bunu ilk başaran da genç kız oldu.

"Tekrardan teşekkür ederim Araf. Beni ikinci kez kurtardın onun elinden."

"Rica ederim. Hele ki görmezlikten asla gelmezdim zaten. Gelemezdim." dediğinde Defne'de gülümsemeye başladı. Aklına dersinin olduğu gelince hemen kol saatine kısa bir göz attı. Sadece bir kaç dakika kalmıştı dersin başlamasına. Bu olaydan sonra nasıl dinleyeceğini de bilemiyordu ama girmemezlik yapamazdı. Önemli bir dersti ve devamsızlık yapmamalıydı.

"Benim dersim başlayacak şimdi. Gitmem gerekiyor. Tekrardan-" diye devam ederken, sözünü kesen Araf oldu. "Artık teşekkür etme."

İkisi de gülümsediler. Daha sonra da genç adam, "o zaman iyi dersler." dedi.

Defne'de, "teşekkür ederim." dediğinde, çok kısa bir süre sonra ikisi de güldüler bu sefer. Ardından genç kız kendi dersliğine doğru ilerlemeye başladı. Araf'ta arkasından gülümseyerek bakıyordu.

Diğerleri ise eve gidiyorlardı ayrı ayrı. Çoktan gitmişlerdi hatta. Sadece Adel ve Kerem kalmıştı. Onlar en sona kalmıştı. Genç kızın isteğiyle birlikte arabayı durdurdu Kerem. Sahil yoluna girmişlerken, geçip gitmek olmazdı çünkü. Çok seviyordu deniz havasını. Ona iyi geliyordu.

"Biraz yürüyelim miii?"

Genç adam sevdiğinin bu isteğini görmezden gelemedi. Gülümseyerek onayladı başıyla. Ve ikisi de arabadan indiler. Ardından da yine el ele yürümeye başladılar. Geçen gün de sahilde yürümüşlerdi böyle. Alışmışlardı. Adel'e sahil çok iyi geliyordu çünkü. Deniz havasını doya doya içine çekerken, bazı bağırış seslerinin duyulmasıyla birlikte birden o yöne bakmaya başladılar.

İkisi de gözlerini o tarafa doğru çevirdiğinde bir kız karşısında ki bir erkeğe bağırıyordu.

"Dinlemek istemiyorum seni Emre? Din-le-mek is-te-mi-yo-rum!" diye bağırıyordu sinirli bir şekilde.

"Ne olur sanki bana bir şans versen Kayla? Ha, ne olur! Pişmanım işte anlamıyor musun?!" diye Kayla Nur'un karşısında ki erkekte sesini yükselterek konuştu. Evet, bu o kızdı. Geçen gün Adel ve Kerem'in, yine sahilde 4 serseriden kurtardığı kız. Kayla Nur... Onlarda görünce tanımışlardı elbette kızı.

Ama yine de Adel ve Kerem neler olduğunu anlamamışlardı. Orada durmaya da devam ettiler.

"Ne şansından bahsediyorsun sen be! Bende sana verecek şans falan yok! Ne olduysa, ne yaşadıysam senin yüzünden oldu zaten. Hâlâ şans mı istiyorsun bir de? Peki hangi yüzle istiyorsun!" diye bağırdı yine. Çok sinirliydi. Çok öfkeliydi. Bütün yaşadıkları artık üst üste gelmişti genç kızın. Daraldığını hissetmişti. Nefes alamadığını... Boğulduğunu... Bu yüzden de hava almak için evden dışarı atmıştı kendini. Ve iyi gelebileceğini düşünerek yürüyüşe çıkmıştı.

Ama karşısına bir anda eskiden sevdiğini sandığı çocuk çıkıvermişti. Emre... Çok acılar çektirmişti Kayla'ya. Onu sevdiğini bile söylüyordu ama buna rağmen ona yapmadığını bırakmanıştı. Sevgi bu muydu o zaman?

Elbette değildi. İnsan sevdiğini değil üzmek, üzüldüğünü bile görmeye dayanamazdı. Başkasının onu üzmesine bile izin vermezdi. Vermek istemezdi... Ama Emre, onu üzenler listesinin en başında ki yerini koruyordu. Fakat yüzsüz gibi de kaç gündür genç kızın peşindeydi. Affetmesini, bir şans vermesini istiyordu. Fakat Kayla verir miydi? İşte bu artık İMKANSIZdı.

Ona bir şey söyleme fırsatı vermeden tekrar konuştu Kayla.

"Hem ayrıca, son pişmanlıkta fayda vermez!" diyip yanından doğru geçerken, genç adamın da birden onun kolundan tutması bir oldu. Ama yavaştan tutuşu sıklaşmaya başlamıştı. Resmen kızın kolunu sıkıyordu şu an. Ve öfkeyle tıslayarak konuştu.

"Senden sadece bir şans istiyorum! Çok değil. Sadece bir şans! Tertemiz bir sayfa açalım diyorum sana ama sen bir türlü bu isteğime tolerans göstermiyorsun!" derken daha da sıkmaya devam ediyordu. Genç kız ise acıyla yüzünü buruşturuyordu sadece. İnlememek için de kendini zor tutuyordu şu an. Ama yapmayacaktı. Emre'ye istediğini vermeyecekti.

Fakat biraz daha sıkarsa kızın kolunun moraracağı an meselesiydi. Bunu fark eden Adel ve Kerem'in de birden kaşları çatıldı ve oraya doğru hızlı bir şekilde yaklaşmaya başladılar müdahale edebilmek için. Elbette izlemeyecek, veya görmezden gelerek yollarına devam etmeyeceklerdi. Zaten daha önce de kurtarmışlardı Kayla'yı.

Kerem hemen;

"Ne oluyor burada?!" diye o korkutucu sesiyle konuşarak daha fazla yaklaştı ve elini de, Kayla'nın kolunu sıktığı Emre'nin elinin üzerine koydu sertçe.

Aynı zamanda da soru dolu bakışları ikisi arasında gidip geliyordu. Adel Melek'in de öyle. 

"Yok bir şey. Sadece güzel güzel konuşuyorduk."

Bu cevabı veren Emre'den başkası değildi. Onların sorusunu cevaplarken Kayla'nın kolunu yavaşça serbest bırakmıştı. Genç kız ise oldukça şaşkın gözlerle Adel'le Kerem'e bakmakla meşguldü. Gözleri de daha onları görür görmez kocaman açılmıştı. Elbette tanımıştı görür görmez. Daha geçen gün de, onlar kurtarmıştı kendisini. Kayla Nur'da hemencecik hatırlamıştı tabi. Ama Emre daha onlara bakmamıştı ve öyle konuşmuştu.

"Bize hiç konuşuyormuşsunuz gibi gelmedi ama!" diye öfkeyle yine konuştu Kerem. Fakat Kerem'in bir kez daha konuşmasıyla, "sanane! Sen ne karışıyors-" diye konuşarak başını ona doğru çevirdi Emre'de. Cümlesi de kesilmeyecekti, eğer onları görüp tanımasaydı... Lafı yarıda kalır kalmaz da, "s-siz." demesi bir oldu o bakışlar altında.

Adel ise Kayla'ya dönerek;

"Sen anlat. Neler oluyor burada?" diye sordu. Emre hemen başını Kayla'ya doğru çevirerek gözleriyle, "söyleme." demeye çalışıyordu. Kayla alaylı bakışlarla kollarını kucağında birleştirip sırıtmaya başladı. Emre korkuyordu işte onlardan. Kim korkmazdı ki? Ama Kayla korkmuyordu elbette. Sonuçta ona yardım etmeye gelmişler, ve ilgiyle de bir sorun olup olmadığını sormuşlardı. Geçen gün de kurtarmışlardı zaten. O kadar da korkutucu olamazlardı. Değillerdi. Ama bunu, Emre'nin bilmesine de gerek yoktu.

Emre'ye sırıtarak bakmayı kesip bakışlarını Adel ve Kerem'e yöneltti. Söyleyecekti işte. Emre onun umrunda bile değildi artık.

"Aslında evet, bir sorun var."

Meraklı bakışlar eşliğinde hiç Emre'yle göz teması kurmadan konuşmasına devam etti.

"Bir türlü benim peşimi bırakmıyor."

İkisinin de korkutucu bir şekilde kaşları çatılırken, Emre'ye bakmaya başladılar öfkeyle. Kerem tam bir şey söyleyecekti ki, Emre'nin telefonu çaldı. Hemen aramayı cevapladı. Şükrediyordu arayan kişiye. İyi ki de aradığını, hatta zamanlamanın mükemmel olduğunu düşünüyordu içten içe. Elbette dile getirmiyordu. Zaten yeterince korkmuştu meşhur İntikam Meleği ve Şeytan'dan. Bu kadar korku ona yeter de artardı bile. Fazlasına gerek yoktu. Olmasını da istemezdi. Kısa bir konuşmanın ardından aramayı sonlandırıp, "neyse, ben gitsem iyi olacak." dedikten sonra başını ağırdan Kayla'ya doğru çevirdi.

"Seninle de sonra nasılsa görüşürüz, Kayla'cım." dediğinde, Kayla göz devirirken, Adel ve Kerem'in tekrar kaşları çatıldı. Emre ise bunu görmezden gelerek arkasını dönüp yürümeye başladı.

"Sen iyi misin?" diye hemen sordu Adel Melek. Kayla'nın ise hâlâ gözleri dolu doluydu. Her şey üst üste gelmişti ve çok yorulmuştu. Artık mutlu olmak istiyordu. Hiç bir sorun yaşamak istemiyordu. Fakat hayatında bu Emre olduğu sürece de, dert - tasa, başından eksik olmayacak gibi duruyordu.

Başını ise hızlıca sağa sola sallarken, "değilim, hiç iyi değilim. Ve sanırım, olamayacağım da." dedi. Gözlerinin doluluğunu fark eden Adel ve Kerem önce birbirlerine baktılar. Ardından da hemen Kayla'ya sarıldı Adel, destek olmak istercesine...

"Neler yaşadın, hangi zorluklarla baş etmeye çalıştın bilmiyoruz. Ama inan sadece senin değil, herkesin yaşadığı zor dönemler olabilir. Mesela bizim..." derken başını Kerem'e doğru çevirerek devam etti konuşmasına.

"Çok zor şeyler yaşadık. Yani yaşadıklarımızı kimse tahmin edemez belki de. Ama biz yine de, her zorluğun üstesinden birlikte gelmeye çalıştık. Geldikte. Yılmadık, yıkılmadık. Hep güçlü durduk, güçlü görünmeye çalıştık." diye konuştuktan sonra, tekrar Kayla'ya bakmaya başladı.

"Herkesin vardır illa ki dertleri. Yani, olmaz diye bir kaide yok. Ama bize düşen de, o zorluklara, o sorunlara karşı dimdik ayakta durabilmek. Güçlü olmak. Elimizden başka bir şey gelmez çünkü. 0 dertlerimizin geçmesini beklemekten başka tabi. Ve mutlaka, bir gün o dertler ortada olmayacak. Geçip gidecek. Sende bunun inancıyla yaşamalısın Kayla. Bak gör, o zaman her şey daha güzel görünecek sana."

"Ya geçmezse?" diye sorduğunda ise bu sefer Kerem konuştu.

"Bazen bitmek bilmeyen dertler yağmur olur üstüne yağar. Ama unutma ki, rengarenk gökkuşağı da yağmurdan sonra çıkar."

**********

Genç adam salonda ki koltuklardan birinde uyumuş olan güzelliğe bakıyordu yüzünde ki gülümsemeyle. Çok masum bir yüzünün olduğunu düşünüyordu aynı zamanda. Ama sürekli soruyordu kendi kendine.

Neden abisinden kaçmıştı ki?

Cevabını da gerçekten çok merek ediyordu. Tamam, abisini pek normal biri olarak görmemişti, ama kaçmak isteyecek kadar ne yapmış olabilirdi ki? O'nu arabasına bindiği o gün abisine geri götürebilirdi. Fakat yapmamıştı. Nedenini de bilmiyordu. Belki abisi kardeşine şiddet uyguluyor diyeydi, belki de başka bir sebebi vardı geri götürmemesinin. Bilemiyordu. Aklıyla beraber kalbi de abisine geri vermemesi gerektiğini söylemişti zaten. Ve bir karar alarak onu buraya, kendi evine getirmişti. Yurt dışından dönmeden önce adamlarından bir ev ayarlamasını istemişti.

Hâlâ gülümseyerek ona bakarken mırıldandı kendi kendine.

'Ne yaşadın da, abinden kaçma raddesine kadar geldin?'

Bir süre sonra da hemen yüzünde ki ifadeyi silerek başını da hızlıca sağa sola doğru sallaması bir oldu. Ne yapıyordu böyle? Resmen oturmuş kızı izliyordu burada. Bu sefer de, 'kendine gel' diye mırıldandı, ve ayağa kalkarak kendi odasına geçti. Adamlarından birini aradı. Saniyesinde cevap vermişti.

"Buyur abi?"

"Buldunuz mu?" diye sordu hemen genç adam.

"Bulduk abi. Adresi sana atarım birazdan. Fakat, Kerem Bey'in bir sevgilisi var. Adel Melek Soylu." diyerek sözlerini tamamladı.

Genç adam elbette biliyordu bunu. Meşhur İntikam Meleği ve Lucifer'in dilden dile dolanan o büyük aşkını ve ilişkilerini herkes gibi o da biliyordu. Nasıl bilmesindi? Herkes konuşuyordu onları.

"Evet, biliyorum bunu."

"Bunu bildiğini tahmin ediyordum zaten abi. Benim asıl söylemek istediğim şey o değildi. Bir kaç gün sonraya ikisinin de nişanı olacakmış."

Birden kendini sırıtırken buldu genç adam. Demek sevgili ikizi nişanlanacaktı, öyle mi?

"Tamam, sen bana evlerinin adresini atarsın gün içinde. Bir de nişan nerede olacakmış, onu araştır."

"Tamamdır abi." dedikten sonra da aramayı sonlandırdılar. Genç adamın yüzünde ise hâlâ o gülümseme vardı. Mutluluk gülümsemesiydi bu.

'Demek artık meşhur İntikam Meleği'yle de tanışabileceğim haa' diye sessizce konuştu. Ardından da odasından çıkarak salona geçti. Kızın uyandığını görür görmez hemen oturdu o da, ve kıza bakmaya başladı bakışlarını ifadesiz tutmaya çalışarak. Bir süre sonra ilk konuşan genç kız oldu.

"Teşekkür ederim. Beni onlara geri vermediğin için. Lütfen bundan sonra da götürme beni onlara. Lütfen."

Sonlara doğru sesi kısılmıştı.

"Burada kalabilmen için, bana her şeyi anlatmak zorundasın!" dediğinde kız titrek bir nefes alarak başını ona hak verircesine aşağı yukarı salladı.

"Seni dinliyorum. Abinden kaçma sebebin?"

"Abim, beni zorla istemediğim biriyle evlendirecekti o gün. Bende çareyi kaçmakta buldum."

Elinde olmadan sinirlendi genç adam. Zorla evlendirmekte ne demekti?

"Hangi çağda yaşıyoruz. Ne zorla evlendirmesi?!" diye konuştu. Sesinin de öfkeli çıkmasına engel olamamıştı.

"Benim abim öyledir işte. Konu para olunca gözü hiç bir şeyi görmez, beni bile. Benimle evlendirmek istediği kişi de fazla zengindi."

Genç adamın öfkesi hâlâ olduğu gibi duruyordu yerinde. Hatta gittikçe de artıyordu. Ne paraydı böyle? Her şey para mıydı? Sırf para için kendi öz kardeşini hiçe saymaya değer miydi? Elbette değmezdi. Ama değdirenler vardı. Fakat genç adam bunlardan biri değildi, olamazdı da. O ne kadar zengin olursa olsundu. Ama yine de buna rağmen her şeyin para olduğuna inanmıyordu. Böyle düşünenlerden de hiç haz etmiyordu. Paranın da alamayacağı, sahip olamayacağı şeyler vardı.

Mesela mutluluk...

Sırf para için sevmediği biriyle evlenince mutlu olabilecek miydi? Ama bunu bile düşünemiyorlardı.

"Beni abime götürmeyeceksin dimi?" diye konuşan kız sayesinde düşüncelerinden sıyrılarak ona baktı. Kendisine yalvaran gözlerle bakıyordu.

"Hayır, merak etme. Öyle bir şey olmayacak. Bir kaç gün kal burada. Sonra seni hiç bulamayacakları bir yerden ev ayarlarım sana."

Kız mutlulukla gülümseyerek, "teşekkür ederim. Çok teşekkür ederim." dedi.

"Adın ne senin?" diye sordu genç adam.

"Bade."

Onaylayarak ayağa kalktı genç adam ve konuştu. "Benim şimdi bir kaç işim var. Bir kaç saate gelirim."

Ardından da dış kapıya doğru yürürken, Bade'de arkasından doğru, "heeeey, sen adını söylemedin bana." dediğinde, genç adam hafifçe gülümserken cevap verdi kıza.

"Kerim."

Ve evden de çıkarak kapıyı kapattı ardından.

🍀🍀🍀🍀🍀

Bölüm sonuuu... 💙

~~~~~~~~~~

Şuraya da Kerim'i bırakayım

👇👇👇

पढ़ना जारी रखें

आपको ये भी पसंदे आएँगी

MİHRİMAH/ Yarı Texting [+18] Medusa द्वारा

किशोर उपन्यास

2M 73.4K 60
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Lavinia: Sana vermem gereken bir ceza vardı. Defne: Tobe hasa Defne: Ben ned...
BERCESTE itsmegokcen द्वारा

किशोर उपन्यास

6.1M 197K 99
Karan Haznedaroğlu. 27 yıldır her istediğini elde eden, sadece adıyla bile bütün kapıları açabilecek bir adam. Şimdi her şeyden çok istediği bir şey...
25.5M 908K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...
Babamın Borcu maviatlas159 द्वारा

किशोर उपन्यास

530K 19.6K 49
"Oo küçük hanım iki gündür sizin peşinizdeyiz." "Siz de kimsiniz niye peşimdesiniz ne istiyorsunuz?" " sakin küçük kız" "Kimsiniz dedim" " babanın öd...