Siyahın Vedası | Küller

By AgresifPelinsu

286K 13.3K 4K

Özgürlüğe doğru uçarken kanatlarınız sizi yakan ateşin küllerini savurur. More

Kısım II - Küller
Bölüm 51 - Şerefe
Bölüm 52 - Mühür
Bölüm 53 - Ödül
Bölüm 54 - Temas
Bölüm 55 - Kavga
Bölüm 56 - Kaçışın Yok
Bölüm 57 - Vahşi
Bölüm 58 - Sınırsız
Bölüm 59 - Nefret
Bölüm 60 - Neden?
Bölüm 61 - Şehr-i Su
Bölüm 62 - Grup
Bölüm 63 - Uşağın Oğlu
Bölüm 64 - Kurşun
Bölüm 65 - Ara Sokak
Bölüm 66 - Yangın
Bölüm 67 - Minotor
Bölüm 68 - Baskın
Bölüm 69 - "Sebebim"
Bölüm 70 - Güç
Bölüm 71 - Gerçek
Bölüm 72 - Acı
Bölüm 73 - Black
Bölüm 75 - Annem
Bölüm 76 - İntikam
Bölüm 77 - Yeni

Bölüm 74 - Misilleme

3K 232 207
By AgresifPelinsu

Tekerlemeyi söyleyerek parmağını havada sallarken yarısında, parmağının ucu Alexandra'yı gösterirken durdu. Başını yana yatırarak ona doğru yürürken gözlerimle onu takip ediyordum. Alexandra'yı tırın kasasından indirmiş olsalar da hala tırın arkasında elleri havada, ayakları yere sürterek bekliyordu. Birkaç metre ötesinde durdu ve ellerini arkasında birleştirerek uzun uzun ona baktı. Aklından ne geçiyordu, ne planlıyordu tahmin edemiyordum. Bildiğim tek şey aklından geçenlerin pek de hoş senaryolar olmadığıydı.

Aral'a dönerek "Alınmazsan önce hanımlardan başlayacağım," dedi ve paltosuyla ceketini geriye doğru iterek ellerini cebine soktu ve başını yana yatırarak Alexandra'ya baktı "Uyandırın şunu," dedi duruşunu dikleştirirken. Alexandra'nın sağında dikilen adam tırların arasında gözden kaybolduktan sonra elinde bir kova ile gelmişti.

Alexandra suratına çarpan su ile nefes almaya çabalayarak gözlerini açtı. Öksürükler arasında doğrulmaya çalışıyor ancak ayakları yeterince kuvvetli duramıyordu. Çırpınışını izlemek istemediğim için gözlerimi çevirdiğimde Aral ile göz göze geldim. Çenesiyle asılı elini işaret ediyordu, baktığımda iki parmağı kapalıydı.

Alexandra'nın ellerini bağlayan zincirler şıkırdarken göz ucuyla onlara baktığımda kadını yere indiriyorlardı. Tekrar Aral'a döndüm "Üç ne?" diyerek dudaklarımı kıpırdattım.

İkimiz de aynı anda Black'in kontrol ettikten sonra "Sabret," diye dudaklarını kıpırdattı. Anlaşılıp anlaşılmadığını sorarcasına başını salladığında ona aynı şekilde karşılık verdim ve Black'e döndüm. Alexandra ellerini bağlayan zincirler kucağında, kolları kan ve morluk içinde otururken Black ona tepeden bakıyordu. Aral'ın bu tavrı bende istemsiz olarak bir güven hissi oluşturmuştu. Neden? Nasıl? Saat mi gün mü? Kafamda bir bir soru işaretleri belirirken kendimi zaman kazandırmaya odaklamaya çalışıyordum. Aral'ın bir planı varsa, mutlaka işe yarayan bir şeyler olmalıydı. 

Olmak zorundaydı.

Black ellerini ceplerinden çıkarıp Alexandra'nın yanına diz çökerken "Merhaba, sağ kolum," dedi. Alexandra öksürükler içerisinde geriye doğru kaçmaya çalışırken suratına kova ile su çarpan adam arkasında durarak onu engelledi.

"Sen aşağılık bir köpeksin!" diye bağırdı kadın çatlak sesiyle.

Black ayağa kalkarken "Neden? Sana güvendim, diye mi? Gerçi, bu ailenizin bana ilk ihaneti değil ya," diye mırıldanırken arkasını dönmüştü. Yüzüne çöken karanlık ve belirsizlik hislerinin altında, gözlerinde parlayan öfkeyi görebiliyordum.

Alexandra ayağa kalkmaya çalışırken isterik bir kahkaha attı "Hala başkalarını suçlu gösterme peşindesin, Christopher. Uyan. Suçlusun," dediğinde Black bir hışımla yeniden ona döndü.

Olduğu yerde, başını sadece Alexandra çevirmiş halde bakıyorken "Artık farklı bakıyorum insanlara çünkü birileri çıkıyor ve bana baş kaldırıyor. Nasıl oluyor da Christopher Parvis Black'e baş kaldıracak kadar cesaretlenebiliyorsunuz? Nasıl?" diye sordu Alexandra'ya. Ardından bana döndü ve tekrar aynı soruyu sordu: "Nasıl?" 

Alexandra dizlerinin üzerinde oturmuş, elleri kucağındaydı. Saçları kirli, suratı kan ve toz içindeydi "Sen benim kardeşimi öldürdün!" diye bağırdı tekrar Alexandra. Uyuşmuş ellerimi hareket ettirmeye çalışarak bileğimdeki ipleri zorladım ancak derime öylesine sert batıyordu ki gerçekten ellerimi hareket ettirip ettiremediğimden emin olamıyordum.

Buna karşılık Black başını iki yana sallayarak "Öldürmedim," dedi sadece.

"Sen onun gençliğini ve aptallığını kullandın. Hamileydi o, bunu biliyor muydun? Hamile!" diye bağırırken tükürükler saçıyordu. Ellerini sıkan zincirlerin arasından kurtulduğunda bileklerini ovuşturdu.

Black bu kez bedenini Alexandra'ya çevirerek "Biliyorum," dedi.

Avucunun içiyle yanağını sildi "Sen gerçekten tam bir orospusun!" diye bağırdı tekrar. Ellerini yere yaslayarak kalkmak için hareketlendiğinde başındaki iki adam müdahale etmek  için hareketlense de Black elini havaya kaldırarak onları durdurdu ve eliyle gitmelerini işaret etti.

Adamlar tırların arasında kaybolurken Alexandra bacaklarına yenilerek yeniden yere kapaklandığında başımı eğdim. Alexandra'ya kızdığım olmuştu. Özellikle beni Black'e ispiyonladığında -ki bunu Ashley'in yapıp yapmadığını da bilmiyordum- ancak yine de onu anlayabiliyordum. Birisinin kardeşimi öldürdüğünü düşünürsek, ben de tıpkı onun gibi yapardım.

"Carmen'in kinini mi tutuyorsun?" diye sorduğunda bu kez otoriter ya da kızgın değildi. Sesinde tam olarak idrak edemesem de sanki hüsran ve özlem var gibiydi.

Alexandra başını kaldırdı "Evet," dedi işlerinin arasından.

Black ona sırtını dönüp yürümeye başladığında "Carmen'i özlüyorsun çünkü onu seviyorsun," dedi ve önümde durup yerdeki levyeyi eline aldı "Sen beni gerçek Carmen ile hiç görmedin, Alexandra," dedi ve tekrar ona döndü "Senin başarıların altında ezilen, dışlanan, ayıplanan Carmen'i hiç görmedin," dedi.

Alexandra başını iki yana salladı "Carmen benden daha iyiydi, saçmalıklarını başkasına sakla," dedi ve yeniden kendinde güç bulmaya çabalayarak ayaklandı. Bu kez tırın kasasından destek alarak doğrulduğunda bacakları titriyordu "Carmen'i ezilmiş, dışlanmış ve ayıplanmış hissettiren sendin çünkü eğer böyle yaparsan ancak öyle senin gibi bir zavallı ile olacaktı," dedi.

"Alex... Alex... Alex... Gerçekten kardeşinin intikamını benden almak mı istiyorsun yoksa kendinden mi?" diye sordu levyeyi diğer eline ağır ağır vuruyorken. Black, konuşmayı tercih ediyordu. Kısa cümlelerin, netliğin adamı olan Black, sanki yıllardır omzuna binen yüklere direnmeyi bırakmış, onlarla yüzleşiyor gibiydi.

"Dalga mı geçiyorsun benimle?" 

Dilini üst dişlerinin üzerinde gezdirdi, bu sinirli olduğu ve kendini frenlediği anlamına geliyordu. Christopher Parvis Black niçin kendini frenliyordu?

"Açıkların vardı, Alexandra. Açıkların olduğu için bugün sen acı çekiyorsun, ben de sana acı veriyorum," dedi ve derin bir nefes aldıktan sonra Alexandra'ya doğru adımlamaya başladı. Korkuyla Aral'a baktığımda dudakları hareket ediyordu. Bakışlarıma karşılık verdiğinde Alexandra'yı kurtarmak için bir şeyler yapabileceğimi anlamış olacak ki başını iki yana salladı ancak aklıma koyduğum şeyin önüne geçemezdi.

Aklıma gelen ilk fikri bağırmak için ağzımı açmıştım ki Aral "Anneni neden öldürdün? Onu da mı hamile bıraktın?" dediğinde ağzım konuşmak için açılmış olsa da şokla açık kalmaya devam etmişti.

Black olduğu yerde durup Aral'a döndü "Hayır, insan annesini hamile bırakabilir mi?" diye sordu alayla.

Aral çenesini havaya kaldırarak "Sikebileceğini mi söylüyorsun?" dedi.

"Türk'e bak, senden hiç böyle şeyler beklemezdim. Buradan bakınca fazla sığ kalıyorsun bana," dedi ve tekrar Alexandra'ya döndü.

"Bu halde olmanın sebebi, annen değil mi? İyi biri olabilirdin ama seni bu hale getiren, seni çükünün yerini keşfettiğinden beri suistimal eden annendi. Baban bir şey bilmiyor muydu? Yoksa bildiği halde mi susuyordu?" diye sorduğunda Black gözlerini yere dikti. Uzunca bir süre hareketsiz yeri izledikten sonra kanlı gülümsemesiyle sırıtarak ona baktı.

Alt dudağını dilinin ucuyla ıslattı "Sana acımayacağım," dedi ve havaya indirdiği levyeyi Alexandra'ya savurdu. Alexandra, kendini yere attığında levye tırın kasasına saplanmıştı. Black öfkeyle hırlayarak levyeyi saplandığı yerden çıkarmaya uğraşırken Alexandra ayağa kalkarak bana doğru koşmaya başladı. 

Black levyeyi yerinden çıkardığında Alexandra çoktan arkama geçmiş, ellerimi çözmeye çalışıyordu. Yüzündeki öfkeyle elinde levye ile Black bize doğru yaklaşırken "Kaç," diye bağırdım ancak kelimelerimle aynı anda kafamın üzerinden sıyıran rüzgarla birlikte kırılma sesi duymuştum. Black, tıpkı bir beysbol oyuncusu gibi levyeye kavis vermiş, sırtına doğru çevirmişti.

"Black!"

Tuttuğum nefesimi dışarı verirken titremiştim. Arkamdan Alexandra'nın acı dolu inlemelerini duyuyordum ancak tüm görüşümü kapatan Black'in bedeninden başka bir şeye bakamıyordum. Kendimi zorlayarak omzumun üzerinden geriye doğru baktığımda Alexandra'nın kan dolu ve biçimsiz alnı ile gözlerini görüyordum. Başımı önüme çevirdim. Suratıma tokat yemiş gibi hissediyordum. Bu tokat öylesine beklenmedikti ki tüm duyularımı kapatmış, yeniden bana pencerelerin arkasından baktığımı hissettirmişti.

"Siktir," diye mırıldandı Black elindeki levye ile Alexandra'nın bedenini dürttü. Topukları üzerinde Aral'a döndü "Senin yüzünden çabucak sinirlendim ve onu ödürdüm. Ben daha önce kimseyi öldürmemiştim," dedi ve tekrar Alexandra'ya dönerek suratını astı ve Aral'a döndü.

Ona doğru adımlarken "İlk öldürdüğüm insan sen olacaktın oysa, sana bu ayrıcalığı vermiştim," derken levyesini tutan elini sağlamlaştırmıştı. Aral hiçbir cevap vermeksizin Black'in suratına bakarken levyenin düz tarafıyla Aral'ın karnına vurdu. 

Aral'ın yüzü acı ile buruşurken ağzını açmamak için direndiğini görebiliyordum. Black buna karşılık arka arkaya levye ile karnına vurmaya devam ediyordu. 

"Black! Dur!" diye defalarca bağırmama rağmen Black beni duymazlıktan geliyor, arka arkaya Aral'ın bedenine vurmaya devam ediyordu. Bacaklarına, kollarına, karnına... Bu kez öldürmemeye gayret ettiği belliydi ancak hiç olmadığı kadar da acımasız görünüyordu.

Nefes nefese geri çekildiğinde Aral bileklerini bağlayan zincirlere tutunarak kendini yukarı çekti. Yeniden "Black!" diye bağırarak çırpındığımda kollarımdaki bağların gevşediğini fark etmiştim.

Aral yere ağzındaki kanı tükürdü "Ne o," dedi. Sesinin tınısında güçlükle konuştuğu belli oluyordu "Beni serbest bırakmaya korkuyor musun?" diye sorduğunda Black elinin tersiyle burnunu sildi ve elindeki levyeyi bir köşeye attı. Üzerindeki paltoyu ve ceketi çıkarırken ben de Alexandra'nın gevşettiği bileklerimi iyice gevşeterek kurtarmaya çalışıyordum.

Ceketini de paltosunun yanına attıktan sonra boynundaki kravatı çıkardı ve kollarını katladı. Bunu çabucak ve özenli yapmıştı. Uzanıp Aral'ın güç aldığı bileklerini cebinden çıkardığı anahtarla çözdü. Aral duvardan destek alarak ayakta duruyorken Black birkaç adım geri çekildi ve ona uzaktan baktı. Yüzündeki ifadeyi göremiyordum ancak elindeki anahtarları yere atıp bana doğru yürümeye başladığında yüzündeki karanlık hiç de hoş şeylerin olmayacağının altını çiziyordu.

Kollarımı daha hızlı çözmeye çalışırken "Hayır!" diye çığlık attım ancak ben daha ellerimi çözemeden bana ulaşmıştı. Ayaklarımın ucuna eğilip ayaklarımı çözdüğünde kaçmaya yeltensem de bileklerimden sıkıca tuttuğu ve hala sandalyeye bağlı olduğum için hareket edememiştim.

"Hayır!" diye bağırdı Aral bana doğru atılarak ancak ayakları bağlı olduğu için yere yüz üstü düşmüştü.

Black, bileklerimi çözdükten sonra bir eliyle boğazımı kavradı ve diğer eliyle bileklerimi hala arkamda sabit tutarak beni ayağa kaldırdı. Beni, Aral'a doğru yürütmeye çalışırken "Çok mu seviyorsun bu kadını?" diye sordu. Bileklerimi kurtarmak için çabalıyordum ancak öylesine güçlüydü ki ne kadar çabalarsam o kadar güçleniyordu tutuşu.

"Bırak onu," dedi Aral dizlerinin üzerine oturmuş öfkeyle Black'e bakarken.

Black ellerimi serbest bırakarak kolunu karnımın üzerinden belime doladı ve bedenini bedenime sertçe yapıştırdığında tökezledim "Daha önce benimle rızasıyla birlikte oldu," derken Aral tepkisini bozmamıştı. Kalçalarını bana bastırarak yürümeye zorlarken "Ama sen onun tecavüzünü izleyeceksin," dediğinde bedenim adeta buz kesmişti. Kollarının arasında kurtulmak için çırpınırken Aral bana doğru atlamış ancak bu onu birkaç santim daha fazla uzamaktan öteye götürememişti. Parmalarının birkaç santim ötesindeki anahtara uzanmaya çalışıyordu.

"Lütfen, bırak beni. Bana zarar vermek Aral'dan intikam almak değil," dedim. Gözlerim dolmuş, sesim çoktan titremeye başlamıştı.

Dudaklarını kulağıma sürttü "Sakin ol sevgilim, her zamankinden biraz daha acı verici olacak sadece," dedi. Black, boynumdaki elini pantolonumun düğmesine götürdüğünde çırpındım ancak bu bir fayda etmiyordu. Yardım dilenircesine Aral'a baktığımda anahtara ulaşmak için çabalıyordu. Göz göze geldiğimde dişlerini sıktı ve alnını yere dayadı.

Zaman kazandır. Sabret.

Aral anahtara uzanmaktan vazgeçip dizlerini üzerinde doğrulduğunda Black elini pantolonumun içine sokmuştu "Böyle basit şeylerle mi beni... Cezalandırıyorsun?" diye sordu Black'e.

Black başını omzuma koydu "İşe yaramıyor mu? Öyleyse neden bu kadar öfkelisin?" diye sordu. 

Aral alayla güldü. Elleriyle halini göstererek "Beklediğim bu değildi, öfkemin sebebi bu," dedi.   

Black bedenimi bedenine sertçe çarparken "Adil dövüşüyoruz işte, Aral," dedi. Black başını omzumdan çektiğinde nefesini hala arkamda hissediyorum. Çenemi serbest bıraktım ve nefesimi ciğerlerimde toplayarak tüm gücü bedenimde bulduğumda başımı sertçe geriye doğru salladığımda kafasına çarptığını acı bir şekilde hissedebilmiştim. Beni tutan elleri gevşediğinde kollarının arasından sıyrıldım. Ayağımla Aral'a yerdeki anahtarları fırlattıktan sonra levyeye doğru koştum.

Paltosunun altındaki levyeyi çıkarıp iki elimle sımsıkı tutarak ona döndüğümde eliyle burnunu tutuyordu. Parmaklarının arasında, boynundan aşağı doğru kan süzülürken avucunu açtı ve ellerine baktı ardından burnunu geriye atarak derin bir nefes aldıktan sonra dudaklarının üzerini örten kanı yaladı.

Aral'a döndüğümde ayaklarını bağlayan zincirlerle uğraşıyordu. Bağırarak elini yere vurdu "Yanlış anahtarlar," dedi ve bir kez daha avucunu yere vurduğunda yerdeki toprak havalandı.

Black elinin tersiyle ağzını sildi "Çok küçümsüyorsunuz beni," dedi ve ellerine diktiği bakışlarını kaldırarak Aral'a çevirdi "Melek, kolay bir kadın olsaydı sence bu kadar hayatta kalabilir miydi?" diye sordu.

Leyveyi Black'e doğru sallayarak "Anahtarlar nerede?" diye bağırdım.

"Bilmem," dedi.

Üzerine doğru birkaç adım attım "Oyun oynamayı bırak artık," diye bağırdım "Anahtarın yerini söyle," diye bağırdım ancak bana ifadesiz suratıyla bakmayı sürdürürken "Siktiğimin orospusu bana anahtarı ver!" diye bağırdım.

Başını iki yana sallayarak kanlı ellerine baktı ve kanlı dişlerini göstererek sesli bir şekilde güldü. Ellerini birbirine çarptığında tırların arasında ikişer ikişer adamlar çıkmaya başlamıştı. Adamlar Black'in arkasına doğru yürürken korkmuştum. Adamların hepsi siyah giyimli, iri yarı ve suratları tıpkı Black'in olduğu gibi ürkütücüydü. Aral ile Black'in arasına geçerken levyeyi havaya kaldırdım.

"Bu kadar mevzunun uzadığı yeter," dedi ve hala kan akmaya devam eden burnunu sildi. Burnunu çektikten sonra "Kızı bana getirin," dedi. Hemen yanında duran dört adam bana doğru yürürken levyeyi tutan terli ellerimi saha da sıktım. 

Aral "Kaçabiliyorsan kaç," dedi.

Başımı iki yana salladım "Bunu söylemek için çok geç kaldın," dedim. Kendime güvenmediğimden değildi, baktığınızda mücadele etmenin anlamsız olduğunu anladığınız bazı dönemler oluyordu. Üzerime sadece dört adam geliyor olsa da arkasında bir bu kadar daha adam vardı. Benim gibi kazadan çıkmış, elinde basit bir levyesi olan bir insanın buradan çıkmasının, çıksa bile sağ kalmasının mümkünatı yoktu. 

"Vakit kazandır," diye mırıldandığında söyledikleri belli belirsizdi.  Üç demişti, bunun söylemesinin üzerinden ne kadar zaman geçmişti bilmiyordum. On dakika mı yoksa saatler mi olmuştu emin değilim, zaman benim baktığım taraftan çok hızlı akıyordu.

Elimdeki levyeyi almak için uzanan tel adamın elinden çekerek suratına levyeyi vurduğumda bana kolay lokma gözüyle bakan adamlar şok olmuştu. Koşarak tırların arasına girdim. Yan yana benim gördüğüm sekiz tırdan daha fazlası arka arkaya sıralanmıştı.  Önümdeki bir fırın arka kapılarının birisi açıktı. Kafalarını karıştırmak adına kapıyı kendime doğru çekip sertçe kapattım ve tekrar arabaların arasına karıştım. Etrafımı çevirmişler gibi hissediyordum. Her ne kadar onları bir noktaya çekip tersine doğru hareket etsem de nereden çıkacaklarını bilmediğim sürece benim için tehlikelilerdi.

Tırların arasında zikzaklar çizerek kendimi herhangi birinin altına attım ve sürünerek kasasının üç tekerinin arkasına geçerek bacaklarımı kendime çekip oturdum. Etrafımda ayak sesleri duyuyordum, git gide bana yaklaşıyorlardı. Korkuyla etrafımı tararken tekerlerin arasında bağlantıyı sağlayan silindirleri gördüm. Yağlı görünüyorlardı ve orada ne kadar süre sabit kalabileceğimin bir ölçüsü yoktu ancak kendimden güç alarak silindir ile kasa arasına girdim ve kollarımı doladım. Suratımda, kollarımın arasındaki kaygan yağ tutunmamı güçleştiriyordu.

Dakikalar boyunca oraya tutunmuş halde kaldım. Etrafta ayak sesleri dışında sessizlik hakimdi. El fenerleri bazen altında olduğum tırın altına girse de çoğu zaman arabaların içine ve kasalarına bakıyorlardı. Dikkatlerini dağıtmam benim açımdan iyi olmuştu. 

Biraz önce Black, Alexandra'nın kafasını patlatmıştı ve Aral'a zarar vermek için beni kullanacaktı. Artık dayanamayacağım kadar çok her şey üzerime geliyor gibi hissediyordum. Nereye yaslanmam, neyi yapmam ya da yapmamam konusunda endişeliydim. En çok güvendiğimi düşündüğüm insan, Ashley bana sırtını dönmüştü. Elbette onun gibi ailemle tehdit edilsem ben de aynı şeyleri yapardım bu yüzden ona kızamıyor ya da öfkelenemiyordum.

Suratıma vuran fenerin ışığıyla irkildim. Olduğum yerden kaçmak için kendimi yere bıraktığımda adam "Onu buldum," diye bağırdı. Dizlerimin üzerinde geri geri sürüklenirken yere bıraktığım levyeyi aldım ancak tırın arkası beklediğim gibi değildi.  Arkada kocaman bir teker vardı ve yere yakındı. Buradan çıkmaya çalışırken beni kolayca yakalarlardı ancak diğer taraf da kapalıydı.

Ne kadar çırpınırsam çırpınayım etrafımı sarıp o deliğe girdiler ve ilk önce elimdeki levyeyi aldılar ardından da beni iki kişi birlikte tutarak tırların arasından kaçtığım yere doğru sürüklediler. Tırların arasından çıktığımızda ilk gördüğüm şey biraz önce benim orturduğum sandalyede, Alexandra'nın cesedinin başında yüzünde bıraktığım kandan daha fazlasıyla oturan Black'ti. Gevşek bir şekilde sandalyeye oturmuş, kanlı ellerini kucağında koymuş yerde yatak Alexandra'nın yüzüne bakıyordu.

Alexandra'nın şekli bozulmuş alnından kan hala ince ince akmaya devam ediyordu. Başının altında toprağın artık kusacağı kadar büyük bir kan yığını olmuş, aralık gözlerinin içi bile kan ile dolmuştu. 

Tekrar Black'e döndüm. Beni fark ettiğinde oturduğu yerden kalkarak üzerindeki tozları silkeledi. Aral'a döndüm. Black'in başka kavga edeceği insan yoktu. Hala dizlerinin üzerinde oturuyordu ve onun da suratında tıpkı Black'te olduğu gibi daha fazla taze kan ve toz vardı. İkisininde yüzünde şişlikler, kızarıklar ve yaraya dönen bereler vardı. Hangisinin daha çok hasar aldığını ölçmek güçtü. İkisi de berbat haldelerdi.

"Bağlayın ellerini, ayaklarını," dedi ve Alexandra'nın bedeninin üzerinden geçerek bana doğru adımlamaya başladı. Çırpınışlarıma rağmen adamlar plastik kablo bağıyla bağladılar. Eliyle gitmelerini işaret ettiğinde dengemi sağlayamadığım için dizlerimin üzerine düştüm. 

"İkinize de yeterince kibar davrandım," derken üzerime doğru adımlıyordu. Tek eliyle boynumdan tutarak beni çuval gibi Aral'ın önüne attığında yüzüme yere çarpmıştı. Yerdeki küçük taşların yüzümü çizdiğini hissedebiliyordum. Omuzlarımdan destek alarak kalkmaya çalıştım ancak ayaklarım da bağlı olduğu için dengemi sağlamak, yerden destek almadan kalkmak zordu. 

Aral olduğu yerde sallanırken başını kaldırdı "Onun kılına dokunursan, seni yok ederim," dedi. Bir gözü şiştiği için neredeyse kapanıyordu ve sesi her an uykuya dalabilecek gibi yoğundu.

Black üzerime oturarak kolunu belimin altından dolayıp köpek gibi dizlerimin üzerinde bir pozisyona getirdi. Kurtulmak için çırpınırken ellerini saçlarımın arasına daldırıp ensemden tutarak beni dizlerimin üzerine kaldırdı "Daha ne kadar direnebilirsin?" diye sordu.

Saçlarımı elinden kurtarmak gibi umutsuz bir hataya düştüğümde saçlarımı daha fazla çekmişti. Ensemdeki saç diplerim feryat ederken dişlerimi dudaklarıma geçirerek acımı yutmaya çalıştım.

"Seni uyarıyorum, beni ciddiye alsan iyi edersin," dedi Aral.

Buna karşılık Black ona alaycı bir "Hah," sesiyle karşılık verdi ve beni yüzüstü yere, kalçalarım havada sabitleyerek pantolonumu bacaklarımdan indirirken çığlıklar atarak kendimi ondan kurtarmaya çalışıyordum ancak bacaklarım bacakları arasında sımsıkı kenetlendiğinden hareket edemiyordum.

"Senin derdin benimle! Bırak onu!" diye bağırıyordu Aral. Sesi öylesine yüksekti ki çatallaşıyordu. Bir yandan ayağındaki zincirleri zorlarken kızgın bir boğa gibi kendini çekmeye çalışarak toprağı kazıyordu. "Yapma!" diye bağırdı.

Gözyaşları içinde omzumun üzerinden Black'e baktım "Lütfen yapma," dedim.

Bana sadece kanlı gülümsemesi ile karşılık vermişti. Aral'ın bağırışları, küfürleri, tehditleri havada uçuşurken gözlerimi kapattım ve bir an olsun nefes almak istemedim. Bedenimi bir başkası iznim olmaksızın kullanırken hissettiğim acıya kefen biçmek kolay değildi. Bedenimde hissettiğim somut acı, bıçaklanırken hissettiklerim gibi değildi. Bıçaklanırken bedenim daha az acımış, daha az kanamıştı. Bu kez acı, pencerenin arkasına rüzgar gibi izinsiz giriyor içeride ne var ne yoksa yakıp yıkıyordu. 

Çöp gibi yere bırakıldığımda artık pencereden çok uzaklardayım. Her an çıkıp gidecek gibi durduğum bedenimden kopmak, uzaklaşmak istiyordum. Bedenimin, ruhuma verdiği acıyı kabullenemiyordum. Reddediyordum. Bedenimin sızlamasını, hissizleşmesini ve hareketsizliğini kabul etmek istemiyordum. Artık yeterince acı çeken bu bedenin içinde acı çekmek istemiyordum.

Gözlerimi araladığımda dizleri üzerinde, yüzünde acı ile bana bakan Aral ile göz göze geldim. Bakıyordu ancak bakışları boştu. Hiçbir his yoktu tıpkı benim gibi. İkimizde bedenlerimize uzak ve yabancıydık. 

Her an çıkabilecek gibi hissettiğim bedenim artık bana hapishaneydi.

Bir anda ortalık gürültüyle doldu. Bağırışmalar, silah seslerinin arasında Aral'ın ifadesi git gide kararırken daha da küçülmek istiyordum. Birileri üzerimi bir ceketle örtüp pantolonumu düzeltmiş ancak kim olduğuna bakmaya gücüm yoktu. Bileklerimdeki ve ayaklarımdaki kelepçeler çözülürken gördüğüm manzara içime su serpmeye yetmiyordu. Black ve adamları dizlerinin üzerinde, elleri enselerinde duruyorken silahlı adamlar başlarındaydı. Yerde yatan adamlar kanlar içindeydi.

Aral'a döndüğümde başındaki adamlar ayak bileklerindeki zincirleri demir kesme makası ile kesiyorlardı. Zincirlerden kurtulduğunda ayağa kalktı ve yanındaki adamın belinden silahı alarak ilk önce beni kucaklayan adamın arkasına doğru yürüdü. Adamın omzunun üzerinden baktığımda saçları ensesinde sımsıkı toplanmış, sarışın kadının çenesini sımsıkı tutarak kafasına silahı doğrultmuştu.

"Geç kaldın! Yarım saat geç kaldın!" diye bağırırken kadını duvar ile arasına sıkıştırıp kadının korkulu gözlerine aldırış etmeden çenesini aralayarak ağzına silahın ucunu soktu "Geç kaldın!" diye bağırdı hemen arkasından silahın horozunu çekmişti ki vazgeçti ve kadını orada bırakarak adamlarının arasındaki Black'e yürüdü.

"Sana yapmamanı söylemiştim!" diye bağırdı silahını ona doğru kaldırırken. Buna karşılık Black çenesini yukarı kaldırarak sırıttı.

Sırıtışı yüzüne iyice yayılırken "Bana hiçbir şey yapamazsın," dedi. Henüz sözünü bitirmemişti ki Aral silahını ateşledi. Silahın sesi boş fabrika duvarlarının içinde yankılanırken gözlerimi kapatarak adını sanını ya da kim olduğunu bilmediğim adamın göğsüne başımı sakladım.

Yazmakta zorlandığım bölümlerden birisi. Bir şey diyemiyorum, burada bırakıyor olmam sizlerin pek hoşuna gitmiyor ama ben buraya kadar nasıl geldiğimi inanın bilmiyorum. Bugün notu çok uzun tutamayacağım çünkü bölüm içime sinir olsa da Black'e çok sinirlendim. Bu yüzden modum pek yerinde değil. Üzgünüm, Melek. Üzgünüm, Aral. 

Bu bölümü sprinalien'e ithaf ediyorum çünkü adını her yerde çok fazla gördüğüm okurlarımdan birisi. Hepinize canıgönülden teşekkürlerimi sunuyorum. 

 Şimdi sizden sadece şunu istiyorum: Bir sonraki bölümün Black'ten gelmesini ne kadar istiyorsunuz? Altı sayfalık Black'in ağzından bir bölüm. Ne kadar istediğini bana oy vererek ya da yorum yaparak gösterebilirsiniz. Bunu biraz da kendimi motive etmek için istiyorum çünkü bu bölüm hakkında endişelerim çok fazla her an silebilirim gibi geliyor, gerçi bu yazdıklarımı okuyorsanız silmemişimdir ama yine de benim motivasyon kaynağım, beni yazmaya çağıran şey sizsiniz. Siz yoksanız ben de yokum. Bu yüzden lütfen bir yere kaybolmayın.

Okuduğunuz için çok çok teşekkür ederim. Lütfen oy vermeyi ve yorum bırakmayı unutmayın. Baaaay ✌

Continue Reading

You'll Also Like

312K 8.9K 38
Mirhan ağa kaşlarını kaldırarak karısının saçını okşayarak kulak arkasına aldı. Karısının öpmekten şişen dudaklarına alayla sırıtıp burnunu çenesinin...
25.6M 1.3M 54
"Karımı artık yanımda, odamda ve yatağımda görmek istiyorum!" diye bağırınca donup kaldım. Ne söylediğinin farkında mıydı? Bir başkasının kimliğiyle...
BERDEL By Ayan Bela

General Fiction

69.9K 1.9K 81
{Önemli bir duyuru paylaşmak istiyorum. Kitabım yetişkinler içindir. 18 yaşın altındakilere önermiyoruz..} Sevgili dostlar.. BERDEL Hikayesi herkesi...
KALBE KURŞUN By Val

General Fiction

297K 17.1K 24
❗kitabın isminde küçük bir değişiklik yapılmıştır. Sıkılan kaldırılmıştır. Üniversite de tıp okuyan genç kadın ve oraya yarbay dedesini katılacağı ko...