the profile || hood

By smokeinyourlungs

6.8K 773 2.2K

"Biz cesetlere baktığımızda katilin zihnini, olay mahalline baktığımızda zanlının karakterini görürüz. Çünkü... More

case one: in front of our eyes
case two: sinner women
case two: women are safe, luke is not
case three: psychopat and sociopath
case four: loved ones matter the most
case five: date night
case six: victim is our friend
case seven: he is back in business
case seven: a million mistakes
case eight: love overcomes logic
case nine: almost lost it
case ten: a surprise person's past
case eleven: are there still beautiful things?
case twelve: happily ever after
case thirteen: not a case but definitely a case
case fourteen: i found my sweet escape
case fifteen: feels like our hands are tied
case fifteen: love changes us all
case sixteen: everyone's messin with us, including interpol
case seventeen: confrontation and chest ache

case eight: all criminals have weaknesses

295 33 88
By smokeinyourlungs

Manhattan, The Fox Gece Kulübü, 25 Kasım 2018, saat 21.20.

Bara, yani tüm taburelerin dolu olduğu ve kalabalıkla dolup taşan kısma en uzakta olan masada oturuyorduk. Oraya nazaran burası daha sakindi. Bizim gibi çiftler vardı masalarda; yine bizim gibi bardaklarını arada bir yudumluyor ve gülüyorlardı. Eh onlarınkiler içtendi, ben ise bunu atlatmak için çoktan karşımdaki insanla buluşmadan önce üç tekilayı fondiplemiştim. Üçün beni harika kıvama getirdiğini biliyordum; dörtte dans etmek isteyen bir manyağa dönüşürdüm, ikide ise karşımda kahkaha atan insanı dövme isteğimi bastıramazdım.

Ortamızdaki tuzlu krakerlere uzandım. Komik hikayesine devam ettiği sırada merakla onu dinledim. "... Ve eve geldiğimde ne gördüm tahmin et, bir boşluk." Tekrar kahkaha attığında içimden gözlerimi devirdim. Ağlamamak için güldüğünün farkındaydım.

Annesinin onda asla iyileşmeyecek bir yara açtığını biliyordum çünkü.

İki saattir buradaydık ve ben artık sabırsızlanmaya başlamıştım. Beni sevmesi ve evine götürmesi için elimden geleni yapıyordum ama artık yorulmuştum. Sanki bunları düşündüğümü hissetmiş gibi kulaklığımdan Jules'un sesini duydum. "İyi gidiyorsun, sakın bırakma." Yerimde biraz dikleştim. Bunu da batıramazdım. Bir şans daha kazanmıştık; bunun için kıçımı yırtan elbette ben olmuştum ama değmişti.

Chester'ın bastırdığı bir kişilik özelliğini bulmuştum.

İki gece önce tanıştığımızda bana olan garip bakışları hafızama kazınmıştı. Dün sabah beşte uyandığımda hala bu aklımda dönüyordu. Jules ile olan şansını elinden almışım gibi bakmamıştı bana. O yüzden Ann'i aramış ve Chester'ın sosyal medyada yapmış olduğu her şeyi bana dosyalayıp göndermesini istemiştim. Sabah yediye kadar her şeyini didik didik etmiştim; ama sonunda aradığımı bulmuştum: eşcinsellerin üye olduğu bir randevu sitesindeki profili. Karakola gittiğimizde planım çoktan hazırdı. Daha önce erkek bir kurban olmadığından bunun riskli olduğunu biliyordum ama hepimiz bu riski almaya değer görmüştük. Lakin hiçbirimiz Chester'ın bu kadar konuşkan olacağını hesaba katmamıştı.

"Ciddileşme, sana gülmek daha çok yakışıyor." Kelimeleriyle düşüncelerim dağıldı. Ona gülümsedim. Sistemimde alkol olmasa çoktan ağzına vurmuştum.

O da gülümsediğinde hızlıca ne demem gerektiğini düşündüm. Beni yaşadığı yere ya da cesetlerin işini hallettiği yere götürmesi gerekiyordu, ikincisi tercihimdi. En azından iki saatimin karşılığını almış olurdum. "Üzgünüm, Dean. Uzun zamandır kimseyle böyle zaman geçirmediğimi düşünüyordum sadece." Tatlı olduğunu umduğum bir şekilde ona baktım. Tanrım, resmen ona kur yapıyordum. Bu iş bittiğinde Michael benimle yüz yıl boyunca dalga geçecekti.

Duraksadı. Düşündüğünü görebiliyordum. Öldürmeye değer olup olmadığımı tartıyordu beyninde. Son bir hamle yapmaya karar verdim, tereddüt ederse asla amacıma ulaşmayacaktım çünkü. Biraz ona yaklaştım, gözlerini gözlerime diktiğinde tebessüm ettim. "Uzun zamandır böyle hafif hissetmiyordum." Kelimelerimle gözleri anında parladı.

"Evim buraya yakın," Sandalyesinin arkasından montunu aldığında neredeyse sevinçten ağlayacaktım. "Orada devam etmek ister misin?" Başımı salladım. Ben de pardesümü aldım ve çıkışa yürümeye başladık. Ellerimi ceplerime sokarken sağ elimle silahımı yokladım. Bana bir güven hissi verdiği aşikardı ama garip bir şekilde ip üstünde yürüyormuşum gibi hissediyordum.

Brooklyn'in içinden kıyıya yürümeye başladığımızda neredeyse küfredecektim. Cesetlerin bırakıldığı köprüye yönelmiştik. Bunun anlamını biliyordum.

Saçma bir şekilde içimde büyümeye başlayan gerginliğimi görmezden gelip onunla şehir hakkında konuşmaya başladım. Bu tamamen vücut dilini okuyabilmek içindi. Gülümsemesi genişlemişti, basit şeylerden konuşuyor olsak da sesinin desibeli yükselmişti, ellerini daha çok kullanmaya başlamıştı. Evet, birazdan yapacağı şey için oldukça heyecanlanmıştı. Kim bilir beyninde benimle ilgili neler hayal ediyordu.

Gerçekten komik bir şey söylediğinde elimde olmadan kahkaha attım ve olduğum yerde durdum. O da gülüyordu, ama onun neşesinin kaynağı bambaşkaydı. Hala gülmeye devam ediyor gibi yapıp başımı çevirdim. Luke ve Michael, kararında bir mesafeden el ele arkamızdan geliyorlardı. Karşı kaldırımda da Pablo ve Ashton vardı. Rahatça nefes aldım. Bana sinirli olsalar da bu insanların kıçımı kurtaracağını biliyordum. Ya da en azından buna çalışacaklarını.

İyice kıyıya yaklaştığımızda sesiyle durdum. "Burası, hadi." Başımı merdivenlerini çıktığı apartmana çevirdim. Çok güzeldi. İçinde altı tane insanın ölmüş olamayacağı kadar güzeldi.

Arkasından ana kapıdan girdim, kapıyı yavaşça, tam kapatmadan örttüm. Aslında zekiydi ama onu heyecanlandırmış olacaktım ki bu yaptığıma dikkat etmedi. Ben de sakince üst kata doğru onu takip ettim.

Dairesine girdiğimizde bir an duraksadım. Dairesi harikaydı. Eh, doğaldı. Sağlık çalışanıydı. Güzel para kazanıyordu. Ve de harcamaları sadece yemek ve cinayet aletlerine gidiyordu emindim ki.

"Sen rahatına bak, ben bir şarap alıp geleyim." Pardesümü omuzlarımdan aldığı sırada gerilsem de bunu hızlıca ona dönerek çaktırmamayı başardım.

"Önce lavaboyu kullansam daha iyi olur." Nazikçe gülümsedikten sonra bana koridorun sonundaki kapıyı gösterdi. Ben de hızlıca gülümseyip oraya ilerledim.

Salona girdiğini gördüğümde lavabonun önünden dönüp diğer odalara bakmaya başladım. Salonun içinde mutfağın olduğunu anlamıştım ve olduğum yere oldukça uzak olduğundan yakalanmayacağımı düşünüyordum.

İlk iki odaya baktıktan sonra umudum kesiliyordu ki üçüncüde şansım döndü. Tek bir yatak ve halıdan ibaret olan oda bana neredeyse "Altı kadını burada öldürdü" diye bağırıyordu. Bunda tabi ki duvardaki ve yerdeki kırmızı lekelerin de parmağı vardı.

Hızlıca oradan geri çıktım. Salonda dolanan adımlarını duyduğumda banyoya girdim ve sifona bastım, Michael'a da bulduklarımı anlatan kısa bir mesaj yazdım. Hazırlandıklarını, onlar gelmeden bir şey yapmamamı söylediği mesajı okuduktan sonra banyodan çıktım.

Salona döndüğümde loşlaştırılmış ışıkları fark ettim önce, ardından da sehpadaki iki kadeh şarabı. Tam ona seslenecektim ki arkamda olduğunu hissettim. Ona dönemeden kokusundan kloroforma batırılmış olduğunu anında anladığım mendili yüzüme bastırdı. Bir kere daha solursam bayılacağımın farkında olduğumdan hızlıca kollarından sıyrılıp kendimi yere attım. Göz göze geldik. Elindeki mendili bıraktı. "Normalde işimi böyle kolay halletmem." Elimi hemen bol gömleğimin altına götürdüm ama karşılaştığım şey boşluk oldu. "Bunu mu arıyorsun?" Arkasında tuttuğu elini kaldırdı. Silahım oradaydı. Dikkatimi mendile vereceğimi biliyordu, hemen belimden almış olmalıydı.

İç çekip yavaşça ayağa kalktım, silahımı bana doğrulttuğundan ellerim havadaydı. "Dean, bunu konuşabiliriz-"

"Dean'in gerçek ismim olmadığını bildiğini biliyorum. Oyunu bırak." Yutkundum. Gözleri bir anlığına duvara döndükten sonra tekrar bana baktı. Siniri eskisi gibi yoğun değildi, onun yerine hayal kırıklığı vardı. Kaşlarımı çattım. "Sana inanmıştım. Güzel rol yaptın. Tüm gece dediğim her şeye güldün, beni dinledin. Kanıma girmeyi başardın. Başarılı da olmak üzereydin." Nereden anlamış olabileceğini düşünüyordum. Kimliğim cebimdeydi, silahım belli değildi-

Luke ve Michael.

Ona resmen kendi isteğimle söylemiştim.

"Hatanı fark ettin, değil mi?" Gülmeye başladı. Sadece ona baktım. O konuştukça onu oyalamış oluyordum, arkadaşlarımın şu kapıdan girmesi an meselesiydi. "Arkana baktığını gördüm. Barda gördüğüm bir Yunan tanrısı ve uzun çocuk sokağın başındaydı. Bizimle oraya kadar tesadüfi gelmedikleri belliydi." Devam edecekti ama apartmandan gelen seslerle kendini durdurdu, kapıya doğru baktı. Eğer şimdi bir şey yapmazsam beni rehin alacağını adım gibi bildiğimden hızlıca üstüne atladım. Silahı tutan elini büktüğümde tetiğe bastı ama mermi sehpaya bıraktığı şarap şişesini patlatmaktan başka işe yaramadı.

Beni üstünden atmaya çalıştığında ona eğildim. Göz göze geldiğimizde duraksadı. Bakışlarının değiştiğini gördüğümde neredeyse kusacaktım ama bu bana ihtiyacım olan fırsatı verdi ve yutkunduğu an gevşemiş elinden silahı aldığım gibi kabzasıyla şakağına vurdum.

Anında bayıldı, hissettiğim rahatlamayla kendimi üstünden kaldırdım. O sırada da kapı açıldı. İçeri ilk giren Ashton oldu, silahını hemen Chester'a doğrulttu ama kaşındaki kanı ve bayıldığını görünce rahatlayarak bana baktı.

"Sana son attığım mesajı görmedin ve yine dayak yedin, değil mi?" Ashton ile olan anlamlı bakışmamı Michael'ın sözleri bozdu. Gözlerimi ona çevirdim. "Sana hazırlandığımızı yazdıktan sonra pencereden dışarı baktı, o sırada ben de yeleğimi çoktan giymiştim ve Ashton'ı bekliyordum. Göz göze geldik ve anında perdeyi kapattı. Hala banyoda olduğunu düşünerek sana mesaj attım ama bakıyorum ki görmemişsin." Saçlarıma baktığında elimi saçlarıma geçirdim. Biraz dağıldıklarını kabul edebilirdim.

Ashton yanıma adımladığında ona baktım. "Yine de iyi hallettin. Silahın ateşlendiğini duyduğumda korksam da bunu başaracağını biliyordum." Genişçe gülümsedim. Devam etti. "İki gün önce söylediklerimde ciddi değildim. Sadece beyninin çalışması için onları söylemek zorundaydım." Başımı salladım.

Bir süre durduk. Ashton'ın dediklerini düşündüm. Açıkçası bunu duymak çok iyi gelmişti. O, bu dünyada her şeyiyle takdir ettiğim çok az insandan biriydi. Şu an burada olmamın nedeni oydu.

Zihnim, Ashton'dan Chester'a geçti. Onu yakalamak için çok fedakarlık yapmıştım ama değmişti, bunun için mutluydum.

Aklıma gelen şeyle gülümsememi saklamaya çalışarak Michael'a döndüm. "Onu bence sen kelepçelemelisin, ama ayılmasını bekle." Garipçe baktı ama sorgulamadı, başını salladı. Chester birkaç dakika sonra ayıldığında başında dikilen üç ajana baktı, ardından da doğruldu. Michael ise kalkmasını beklemekten sıkıldığını açıkça belli edercesine kolundan tutup onu kaldırdı. Ardından arkasını döndürüp kelepçeleri bileklerine takmaya başladı.

"Chester Perez, altı kadının cinayetinden tutuklusunuz."

"Sıkıntı değil." Chester beklediğim tepkiyi verdiğinde gülmemek için dudağımı ısırdım. Michael'ın kaşları çatıldığında elimi ağzıma kapattım.

Michael bir şey demek üzereyken onu odaya giren Luke böldü. "Neredeyse yirmi dakikadır arabada bekliyorum, birinizin öldüğünü-sen, ah siktir, pislik herif." Chester'ın suratını görünce hemen ne olduğunu anlayan arkadaşım öne atıldı, zanlımızı Michael'ın ellerinden alıp kapıdaki Pablo'ya yürüttü. Michael bize döndüğünde ben çoktan gülmeye başlamıştım bile.

"Calum, tek eğlenen sensin." Huysuzca söylendi, nefeslenip kendimi durdurmaya çalıştım.

"Silahımla beni rehin aldığında sana Yunan tanrısı dedi ve ben de şimdiden senden intikam almak istedim çünkü bu geceyle hayatım boyunca dalga geçeceğini biliyorum." Kelimelerimle huysuz ifadesi yok oldu; sırıtmaya başladı.

"Barda öyle bir adama dönüştün ki dalga geçmezsem ayıp olur, inan bana. Neredeyse Chester'ın gömleğini yırtıp-"

"Clifford, yeter." Ashton'ın sesiyle sustu ama devam edeceğini biliyordum. İnceleme ekibi geldiğinde daireyi onlara bıraktık ve eşyalarımızı almak için otelimize döndük.

Jette, saat 23.21.

Buzdolabından kendime bir su aldıktan sonra arkadaşlarımın yanına geri döndüm. Ashton ve Pablo en arkadaki koltukta uyumuş olduklarından eğlenerek benim gey tarafımı tartışıyorlardı.

Ben Jules'un yanındaki yerime oturduğum an Michael daha da şevkli anlatmaya başladı. "Calum, onu eve götürmesi için gözleriyle Chester'a yalvardı resmen. Öyle bir bakışma yaşadılar ki masanın üstünde yapmaya başlamalarından çok korktum." Gözlerimi devirip önümdeki dosyanın üstünde duran kalemimi ona fırlattım. Havada yakalayıp sırıttı. "Çok tahmin edilir bir adamsın Hood. Eminim ki Chester da eğer geceyi ber-"

"Chester'ı bırakabilir miyiz?" Hepimizin eğlenen ifadesi Luke'un sesiyle soldu. Tek tek bize baktıktan sonra devam etti. "Bence bu hiç eğlenceli değil çünkü." Michael ile göz göze geldiğimizde üzgünce ona baktım. Demek istediğimi anlamıştı, hızlıca kolunu kaldırıp yanındaki Luke'a sarıldı. Arkadaşımın mavi gözleri kızardığında aldığım intikamdan pişman oldum.

Kalan iki saatimizde raporlarımızı tamamladık, Francais ve Rebecca'nın pokerde kendilerini kaybetmelerini izledik, Jules'un kurabiyelerinden kalanları yedik ve Luke'u kendine getirmek için ona fizik ve matematikle ilgili onlarca soru sorduk; en sevdiği iki alan buydu. İki saatin sonunda kendine gelmişti, o yüzden biz de iyiydik. Yine de pişmanlığım geçmemişti. Michael'ın bunu komik bulacağını bildiğimden Luke'un takılmayacağını düşünmüştüm ama o takıyordu. Bunu düşünmüş olmalıydım.

Gece üç gibi ofise girdiğimizde Luke, raporlarını bırakmak için Ashton'ın ofisine çıktığı an Michael'ın yanına gittim. "Özür dilerim. Luke'un bunu böyle karşılayacağını düşünmedim." Başını salladı. Derin bir nefes aldı.

"Sorun aslında o değil." Hızlıca üst kata baktı, Luke'un Ashton'la konuştuğunu görünce tekrar bana döndü. "Ona da siniri bozulmuştu ama ben bunu komik bulunca kafasına takmayı bıraktı. Aklı annesinde. Hafta sonu onu ziyarete gitmiştik, beni tanıştıracaktı. Ama onu tanımadı, kadın gerçekten kötüleşiyor." Gözlerine baktım. Rahatça anlatmaya çalışıyordu ama yutkunduğunda bunun ondaki etkisini çok iyi görmüş oldum. "Oradan çıktıktan sonra deli gibi ağlamaya başladı. Hala da pek kendinde değil." Luke merdivenlerden inmeye başladığında boğazını temizledi, ben de anında yüzümdeki üzgün ifadeyi sildim.

"Calum," Yanımıza geldiğinde bana baktı. "Ashton seni çağırıyor." Başımı salladım. Son kez Michael'a baktıktan sonra patronumun ofisine çıktım.

İçeri girdiğimde bana gülümsedi, oturmam için iki koltuktan soldakini gösterdi. Kendimden emin olamayarak oturdum. Meraktan ölüyordum. Ama o kadar rahat ve huzurlu gözüküyordu ki kötü bir şey demeyeceğini biliyordum.

"Bence izine çıkmalısın." Dedikleriyle kaşlarım çatıldı. Aldırmadan devam etti. "Hastaneden çıktıktan sonraki vakalarda iyi idare ettin çünkü basit cinayetlerle uğraştık, ama son vakamızda işin içine zaafların girdi ve sen de davranman gibi davranamadın. Bunları kötü bir şey olarak söylemiyorum." Derin bir nefes aldı, bir süre durdu. Devam edeceğini bildiğimden hiçbir şey demedim. "Sana güvenmeyi asla bırakmadım ve bırakmayacağım da Calum." Elimde olmadan tebessüm ettim. Bu benim için çok değerliydi. "Ama beni bunun tersini söyletmek zorunda bıraktın, ve bence bu görmezden gelinmemesi gereken bir şey. Hala kişisel konularda duygusal düşünüyorsun. Bir ya da iki hafta uzaklaşmak sana iyi gelecektir." İtiraz etmek için açtığım ağzımı kapattım.

Doğru söylüyordu.

Başımı salladım, sakince konuşmaya başladım. "Bir hafta. Döndüğümde aynı şekilde devam edeceğim. Ve emin olabilirsin, bir daha böyle bir hata yapmayacağım." Gülümsediğinde ben de gülümsedim.

1 Aralık 2018, Calum'ın Dairesi, saat 13.41.

Duke'un başını okşarken koltuğumda biraz daha yayıldım. Tatilimin beşinci günündeydim ve itiraf etmem gerekirse harika hissediyordum. Köpeğimi çok özlediğimden sürekli onunlaydım. Beraber dizi izliyorduk, sabahları koşuya gidiyorduk, maillerimi beraber okuyorduk. Jules da her akşam beni arıyordu, yorgun olduğunu bildiğimden genelde konuşmayı bitiren ben oluyordum. Çünkü ağır bir vaka için çalıştıklarını biliyordum. O söylememişti ama Michael daha ikinci günümde beni aramış ve katilin olay yerinde bıraktığı ipuçlarını Luke'un bile anlamlandıramadığını ve kafayı yemek üzere olduklarını söylemişti. Ben de bana dosyayı atmasını söylemiştim ama hemen savunmaya geçmiş, tatilde olduğumu söylemiş ve telefonu suratıma kapatmıştı.

Kumandaya uzanırken aklıma yine bu davranışı takıldı. Neden bir anda öğrenmemem için bu kadar çabaladığını hala anlamamıştım. Duke başını kaldırıp bana baktığında bunu kafamdan sildim ve boştaki kolumla ona sarılarak televizyonu açtım.

İki gündür haberlere bakmadığımdan hızlıca dizi ve belgesel kanallarını geçtim. Kendimi huzurlu yaşamıma o kadar kaptırmıştım ki dünyayı bile görmezden gelmeye başlamıştım. Sonunda bir haber kanalıyla karşılaşınca durdum, siyah ekran kendini görüntülere bıraktığında ise beklemediğim bir şeyle karşılaştım.

Görüntü Ohio'dandı, bir cinayet mahali vardı. Hatta sunucunun arkasına baktığımda çimenlerin üzerinde yürümekte olan arkadaşlarımı da görebiliyordum. Kurbanları görene kadar şaşkınlığım geçti. Haberlere genelde çıkardık, o yüzden kendimi kötü düşüncelerden arındırıp spiker kadını dinlemeye başladım.

"... Günlerdir çifte cinayetlerle güne uyanan Maysville kasabasında bu öğlen de bir çift ceset bulundu. Cesetler bu sefer açık bir alandaydı. Üzerlerinde öncekilerden farklı olmayan eski dönemlere ait kıyafetler vardı. Kurbanlarımız ise..." Kameramanın ona uzattığı kağıdı aldı. Eski dönem kıyafetleri beynimin çalışmasına yeterli olmuştu. Düşüncelerimde gömülmemeye çalışarak tekrar ekrana odaklandım. "Kyle Green ve Bailey Davidson. İkisi de yirmi altı yaşındaydı, en son..." Fotoğraflar ekranın sağ üstünde belirdiğinde kadını dinlemeyi bıraktım.

Kyle, ikizim gibiydi. Bailey de benzemesini ummadığım bir kadına benziyordu, hem de çokça.

Duke'u koltuğa bıraktım ve telefonumun şarjda olduğu odama neredeyse koştum. Yanlarına gitmem gerekiyordu. Onlarla çözmem gerekiyordu, ya da sadece orada bulunmam gerekiyordu çünkü biliyordum ki ben ortaya çıkmadığım sürece bu cesetlerin gelişi durmayacaktı.

Michael'ın davranışı, bir hafta önce ofise gittiğimde ekranda açık olan kadın, cesetlerin benzerliği; hepsi anlam kazanmıştı artık. Arkadaşlarımın beni korumaya çalıştığının farkındaydım ama bu iş ben olmadan çözülemezdi. Bunların arkasında kim olduğunu ve onun zaaflarını biliyordum. Tüm suçluları zaaflarından vurmaktan sıkılmıştım ama başka seçeneğim yoktu; çünkü şu an zaafın kendisi kelimenin tam anlamıyla bendim.

__________________

Hepinize merhaba. Bu, üç kere yazıp sildiğim bir bölüm oldu ama sonunda içime sindi. Normalde acele etmezdim ama Calum'ın her şeyi batırdığını düşündükçe dayanamadım ve yazdım. Sonlara doğru sıkıcılaşmış olabilir çünkü daha büyük kaoslara geçmek için geçişlere ihtiyacımız var:)

Sizleri seviyorum, kendinize iyi bakın. Çok değil, bir ay sonra bir ya da iki yeni kurguyla beraber daha çok burada olacağım.

Continue Reading

You'll Also Like

46.6K 10.1K 11
oğlum sadece en sevdiği oyuncakları kırıyor. ben onun yok ettiği kumdan kalelerin kralıyım omegaverse, etl texting
148K 14.2K 26
010 ***: hamileyim jungkook: sen kimsin
145K 4.8K 72
Ailesinden kalma küçük ve güzel pastanesiyle ilgilendiği sırada rastgele bir mafyadan gelen mesaj ile dalga geçip uğraşan bir kızın hikayesi
11.6M 571K 87
18 yaşında genç bir kızın yolu çıkmaz bir sokakta hiç kesişmemesi gereken bir adamla kesişti. Adam hayata ve mavi renge küskündü. Genç kızla beraber...