Manhattan, The Fox Gece Kulübü, 25 Kasım 2018, saat 21.20.
Bara, yani tüm taburelerin dolu olduğu ve kalabalıkla dolup taşan kısma en uzakta olan masada oturuyorduk. Oraya nazaran burası daha sakindi. Bizim gibi çiftler vardı masalarda; yine bizim gibi bardaklarını arada bir yudumluyor ve gülüyorlardı. Eh onlarınkiler içtendi, ben ise bunu atlatmak için çoktan karşımdaki insanla buluşmadan önce üç tekilayı fondiplemiştim. Üçün beni harika kıvama getirdiğini biliyordum; dörtte dans etmek isteyen bir manyağa dönüşürdüm, ikide ise karşımda kahkaha atan insanı dövme isteğimi bastıramazdım.
Ortamızdaki tuzlu krakerlere uzandım. Komik hikayesine devam ettiği sırada merakla onu dinledim. "... Ve eve geldiğimde ne gördüm tahmin et, bir boşluk." Tekrar kahkaha attığında içimden gözlerimi devirdim. Ağlamamak için güldüğünün farkındaydım.
Annesinin onda asla iyileşmeyecek bir yara açtığını biliyordum çünkü.
İki saattir buradaydık ve ben artık sabırsızlanmaya başlamıştım. Beni sevmesi ve evine götürmesi için elimden geleni yapıyordum ama artık yorulmuştum. Sanki bunları düşündüğümü hissetmiş gibi kulaklığımdan Jules'un sesini duydum. "İyi gidiyorsun, sakın bırakma." Yerimde biraz dikleştim. Bunu da batıramazdım. Bir şans daha kazanmıştık; bunun için kıçımı yırtan elbette ben olmuştum ama değmişti.
Chester'ın bastırdığı bir kişilik özelliğini bulmuştum.
İki gece önce tanıştığımızda bana olan garip bakışları hafızama kazınmıştı. Dün sabah beşte uyandığımda hala bu aklımda dönüyordu. Jules ile olan şansını elinden almışım gibi bakmamıştı bana. O yüzden Ann'i aramış ve Chester'ın sosyal medyada yapmış olduğu her şeyi bana dosyalayıp göndermesini istemiştim. Sabah yediye kadar her şeyini didik didik etmiştim; ama sonunda aradığımı bulmuştum: eşcinsellerin üye olduğu bir randevu sitesindeki profili. Karakola gittiğimizde planım çoktan hazırdı. Daha önce erkek bir kurban olmadığından bunun riskli olduğunu biliyordum ama hepimiz bu riski almaya değer görmüştük. Lakin hiçbirimiz Chester'ın bu kadar konuşkan olacağını hesaba katmamıştı.
"Ciddileşme, sana gülmek daha çok yakışıyor." Kelimeleriyle düşüncelerim dağıldı. Ona gülümsedim. Sistemimde alkol olmasa çoktan ağzına vurmuştum.
O da gülümsediğinde hızlıca ne demem gerektiğini düşündüm. Beni yaşadığı yere ya da cesetlerin işini hallettiği yere götürmesi gerekiyordu, ikincisi tercihimdi. En azından iki saatimin karşılığını almış olurdum. "Üzgünüm, Dean. Uzun zamandır kimseyle böyle zaman geçirmediğimi düşünüyordum sadece." Tatlı olduğunu umduğum bir şekilde ona baktım. Tanrım, resmen ona kur yapıyordum. Bu iş bittiğinde Michael benimle yüz yıl boyunca dalga geçecekti.
Duraksadı. Düşündüğünü görebiliyordum. Öldürmeye değer olup olmadığımı tartıyordu beyninde. Son bir hamle yapmaya karar verdim, tereddüt ederse asla amacıma ulaşmayacaktım çünkü. Biraz ona yaklaştım, gözlerini gözlerime diktiğinde tebessüm ettim. "Uzun zamandır böyle hafif hissetmiyordum." Kelimelerimle gözleri anında parladı.
"Evim buraya yakın," Sandalyesinin arkasından montunu aldığında neredeyse sevinçten ağlayacaktım. "Orada devam etmek ister misin?" Başımı salladım. Ben de pardesümü aldım ve çıkışa yürümeye başladık. Ellerimi ceplerime sokarken sağ elimle silahımı yokladım. Bana bir güven hissi verdiği aşikardı ama garip bir şekilde ip üstünde yürüyormuşum gibi hissediyordum.
Brooklyn'in içinden kıyıya yürümeye başladığımızda neredeyse küfredecektim. Cesetlerin bırakıldığı köprüye yönelmiştik. Bunun anlamını biliyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the profile || hood
Fanfiction"Biz cesetlere baktığımızda katilin zihnini, olay mahalline baktığımızda zanlının karakterini görürüz. Çünkü biz profilciyiz. Ama bazen bu işler ters de gidebilir. Örneğin ona baktığımda ne zihnini, ne de karakterini görüyorum. Sadece tatlı bir par...