Kapak Modeli 🌙Yarı Texting🌙...

By __SAS__

4.3M 317K 64.2K

Kendi halimde Wattpad'de hikayemi yazıyordum. Ta ki fotoğraflarını kullandığım Amerikalı aktör, 'Ne hakla fot... More

Merhaba
Tanıtım
#1
#2
#3
#4
#5
#6
#7
#8
#9
#10
#11
#12
#13
#14
#15
#16
#17
#18
#19
#20
#21
#22
#23
#24
#25
#26
#27
#28
#29
#30
#31
#32
#33
#34
#35
#36
#37
#38
#39
#40
#41
#42
#43
#44
#45
#46
#47
#48
#49
#50
#51
#52
#53
#54
#55
#56
#57
#58
#59
#60
#61
#62
#64
#65
#66
#67
#68
#69
#70
#71
#72
#73
#74
#75
#76
#77
#78
#79
#80
#81
#82
#83
#84
#85
#86
#87
#88
#89
#90
#91
#92
#93
#94
#95
#96
ALFA YAYIN GRUBU'NDAYIM!
#97
#98
#99
Final (1. Kısım)
Final (2. Kısım)
Epilog

#63

31.1K 2.8K 520
By __SAS__

Ertesi günü vedalarıma ayırdık.

İlginç bir biçimde, buraya geleli daha iki hafta olmadan, veda etmem gereken insanlar türeyivermişti. O gün kahvaltıdan sonraki ilk durağımız Jimmy'nin annesiyle teyzesiydi; gitmeden yeniden geleceğime de söz vermiştim zaten.

Bu sefer çok daha rahattım. Bizi güler yüzle karşıladılar, yine hemen arka bahçeye geçip tahta sandalyelere oturduk karşılıklı. Menüde ev yapımı limonatayla çikolata parçacıklı kurabiye vardı.

"Ee," dedi Macy limonatasından cömert bir yudum alırken. "Nasıl geçti ziyaretin?"

Pff. Geçip gitmişti gerçekten.

İçimdeki mutsuz kara delik gitgide derinleşirken yaşama sevincimi de emiyordu. Pis. "İyiydi. Çok eğlendim," diye cevap verdim olduğumdan çok daha mutlu görünmeye çalışarak. "Jimmy çok iyi ev sahipliği yaptı.*" (*Jimmy's been a great host)

Jimmy bizi dinlemiyordu belli ki. Diyaloğumuzdan bağımsız bahçe duvarına dayalı birkaç kutuyu işaret etti. "Gazebo* aldınız mı sonunda?" (*Türkçede de böyle diyormuşuz çardağımsı bir şey, bkz. aşağıdaki foto)

"Evet, yarın gelip monte edecekler," dedi Patricia.

Kadına 'Trish' demeyi henüz içimden dahi beceremiyordum; en azından 'Jimmy'nin annesinden' Patricia'ya terfi edebilmiştim.

Jimmy kutulara yeniden bir baktı. "Ben yaparım bunu şimdi."

Burada ne kadar iyi vakit geçirdiğim ya da dönüşüm üzerine konuşmaktansa, çok daha iyi bir fikirdi bence bu. Kafamı meşgul etmeye ihtiyacım olduğundan "Ben de yardım ederim," dedim hemen.

Jimmy ellerini birbirine çarpıp masadan hemen kalkarken "Kötü kot pantolonuma ihtiyacım olacak,*" dedi. (*I'll need my bad pair of jeans)

Hmm. Hummalı bir hazırlık söz konusuydu galiba.

Macy dudaklarını büzüştürdü düşünürken. "En son bodrumda alet çantasının yanında gördüm galiba..."

Bana bir bakış attı Jimmy sırıtırken. "Hemen dönerim."

****

Birkaç dakika sonra hazırlanıp geldiğinde içtiğim limonata burnumdan çıkacaktı neredeyse!

Koyu lacivert, bol kesim, taşlanmış kötü kot pantolon yırtıklarla doluydu – ama yırtıklar hep doğru yerlerdeydi. Allah'ın işi işte! Birkaç tane dizlerinde, birkaç tane de dizlerinin hemen üzerinde.

Üzerine de yine birkaç yırtığı olan (özellikle karın bölgesinde!) rengi kaçmış siyah bir tişört bulmuştu, tornavidaları, çekiçleri, pensleri sıra sıra dizdiği bir alet çantasını da kemerine geçirip beline takmıştı.

Sadece filmlerde ya da dizilerde görülen muhtelif işler yapıyormuş gibi giyinen (örneğin itfaiyeci ya da polis) ama o iş gruplarında çalışanlara genelde pek benzemeyen erkek striptizcileri andırıyordu. Yırtıklardan bahsetmiş miydim?

Ve ben bunların marangoz olanını daha önce hiç görmemiştim. Görmediğimden sebep görmemiş gibi bön bön baktığımı fark ettim. Fark ettiğim gibi de kendime gelip son yudum limonatalarımı da mideme gönderdikten sonra kutuların başına doğru hareketlendim.

Her saat başı verdiğimiz on dakikalık molalarla, Jimmy koca gazebo'yu benim ihmal edilebilir yardımımla birkaç saat içinde tamamladı.

Sandviçlerimizi de yedikten sonra o duş almaya eve girdiğinde, Macy elinde bir paketle, üzerinde garip duran çekingen tavırlarla yanımıza gelip benim tam karşıma, Patricia'nın yanına oturdu. Paketi bana doğru iteledi. "Bunları senin için yaptım. Bizi hatırla diye."

Patricia gözlerini devirip elini alnına yasladı derin bir iç geçirirken. "Oh Tanrım, işte başlıyoruz.*" (*Oh my God, here we go!)

Paketteki her neyse ben görmeden önden açıklamaya girişti nedense Patricia. "Seramik kursuna yazıldı daha yeni." Akabinde de Macy'yi sessizce ayıplamaya girişti. "Neden kıza bunları veriyorsun? Bize benzemiyorlar bile!*" (*Why are you giving her these? They don't even look like us!)

"Daha öğreniyorum!*" dedi Macy sinirle. (*I'm learning!)

Oarada ben paketi açabildim sonunda. Ve diyalogları bir anda anlam kazandı; hayatımdagördüğüm en şaşkın biblolar bana bakıyordu. 

Ben biblolara ne kadar bayıldığımı düşünürken Patricia işaret parmağıyla açığa çıkmış bibloları gösteriyordu. "Bu yüzlerindeki nasıl bir ifade böyle?*" (*What is this funny expression on their faces?)

"Bir sanatçı bunu açıklamaz! Senin yorumlaman gerekiyor!*" (*An artist doesn't tell! You're supposed to interpret it!)

"Ya çok kötü bir gün geçiriyorlar ya da sanatçı pek yetenekli değil! İkincisi daha olası görünüyor! Benim yorumum bu!*" (*They are either having a very bad day or the artist is not very talented! The latter seems to be more likely! That's the way I interpret it!)

"Belli ki yetkin bir sanat eleştirmeni değilsin!*" (*Obviously you are not a qualified art critic!)

"Bunlara sanat denebilir mi?*" (*Are these really qualified for being called art?) Daha uzun boylu olanı elimden alıp kardeşinin burnunun dibinde salladı. "Ben sarışın mıyım? Onu bile becerememişsin! Bu kadar kilolu da değilim üstelik!"

İlk buluşmamızda tam bir kara kutu gibi davranan Patricia biblolara karşı fazla güçlü hisler besliyordu.

Macy yüzünü buruşturdu. "Bence saçlarını boyatsan güzel olurdu. Biraz da kilo versen fena olmaz hani. Orada bir mesaj vermeye çalışıyorum. Onu bile anlayamamışsın."

Araya girdim bir aile faciası yaşanmadan. "Ben çok sevdim onları. Bundan böyle oturma odamda mutlu mutlu oturacaklar. Çok teşekkür ederim, Macy.*" (I loved them. They will be happily sitting in my living room from now on. Thank you very much, Macy.*)

Patricia elime sevecenlikle dokundu. "Çok naziksin tatlım. Ama bu korkunç suratlarla bunun çok kolay olmayacağını düşünüyorum!*" (*Oh you're so kind honey. But it'll be a challenge with such horrid faces!)

"Sen ablamı dinleme, Kub." Macy bibloyu ablasının elinden kapıp bana geri verdi. "Umarım bavulda kırılmasına izin vermezsin."

Sanırım nur topu gibi bir takma adım da olmuştu bu arada! "Onları iyice sararım. Merak etme, çok iyi koruyacağım."

"İyi edersin. Bir süre sonra çok para edecekler çünkü."

Patricia gözlerini belertirken paketlerine geri sardım ikisini de. "Başlarına bir şey gelmeden kaldırayım ben bunları."

"Gerçekten hoşuma gidiyorsun Kub," dedi Macy takdirle.

Sırıttım. "Sende benim hoşuma gidiyorsun, Macy," derken ayağa kalktım. Kabaca sardığım paketi gösterdim. "Gerçekten teşekkür ederim, çok düşüncelisin."

Bibloları portmantodaki çantama koymak üzere eve yeniden girmek için hareketlendim. Patricia da elinde boş tabaklarla beni takip etti. Kulağıma eğilmesine rağmen sesini alçaltmadan "İstanbul'a giderken başlarına bir şey gelirse çok fazla üzülmem," diye söylendi. "Zarar görebilirler. Bu rastlanmayan bir şey değil." (*I wouldn't be terribly sorry if something happens on the way to Istanbul. They CAN be damaged, it's not uncommon.)

"Seni duydum abla,*" diye bağırdı Macy arkamızdan. (*I heard you big sis)

Mutfak penceresinden bahçeye bağıra bağıra atışmaya devam ederlerken, garip bir şekilde ikisini de özleyeceğimi o an fark ettim.

****

Öğleden sonra da Elijah'nın plak dükkânına uğradık. Bize ufak mutfağında bu kez meyve çayı hazırlamıştı. "Zaman doldu demek."

"Öyle."

"Bir daha ne zaman gelirsin bizim buralara?"

"Bilmiyorum."

"Umarım çabuk dönersin."

"Hala pikap satma derdindesin değil mi?" diye sordu Jimmy muzipçe.

Umursamazca omuz silkti Elijah. "Adam yemek zorunda.*" (*A man's gotta eat)

Sonra bana döndü. "Ama pikap alman şart biliyorsun değil mi? Kaliteli müzik dinlemenin tek yolu." Akabinde raflardan seçtiği üç plağı bana verdi. Nirvana, Pearl Jam ve The Doors'tan birer albüm. "Bu yaşlı köpeği unutmaman dileğiyle."

Plak piyasası hakkında haliyle fazla bir fikrim yoktu ama plakların pahalı olduklarını biliyordum en azından. Ve ben bedavacı bir müzik anlayışına sahiptim! "Ne diyeceğimi bilemiyorum, bunlar çok fazla..."

"Söylediğine değmez," diyerek elini salladı Elijah. "Fazlaca plağın olursa pikap almak zorunda olduğunu hissedersin, pikap alınca da bir dahaki sefere geldiğinde satışlarımı garantilemiş oluyorum. Anladın mı ne yaptığımı?"

Gözlerimi açtım kocaman kocaman. "Çok şeytani bir plan bu!"

****

Akşamüzeri son durağımız olan Tina ve Kevin'i ofislerinde ziyaret ettik. Tümü yapım şirketlerine ait gökdelenin en tepesindeki ofislerinde yani!

"Üzgünüm bu şekilde olduğu için. Bu ara cidden çok yoğunuz. Siz gelmeyecek olsanız bugün Kevin'i bile göreceğim şüpheliydi. Sürekli hareket halindeyiz," diyerek iç çekti Tina.

Duvarlarda boy boy film posterleri vardı. Yarısından fazlası bildiğim filmlerdi. Sandığımdan da ünlüydüler galiba! "Aslında ofisinizi gördüğüm için çok memnun oldum," dedim ağzım kulaklarımda. "Her gün büyük bir yapımcının ofisindeki deri koltuklara yayılmıyorum."

"Çok tatlısın," diye kıkırdadı Tina – aslında sadece ünsüzdüm! Çekmecelerinin birinden, hala kutusunun içinde, daktilo şeklindeki kablosuz klavyeyi çıkardı. "Görünce aklıma sen geldin. Dayanamadım, aldım." 

Cidden yazar olduğumu düşünüyordu korkarım! "Çok sevimliymiş, ama hiç gerek yoktu. Cidden eğlence olsun diye yazıyorum ben." Aylardır yazdığım da yoktu ya!

"Görüyorum ki barışmışsınız." Tina 'Hediyemi almazsan görürsün sen gününü' der gibi yüzüme baktı. "Beni SPA'da bıraktığınız için hala biraz kızgınım aslına bakarsan..."

"Kusura bakma Tina," dedim dudaklarımı birbirine bastırırken.

Gözlerini kısıp bu kez Jimmy'ye baktı pis pis. "Biliyorum ki senin suçun değildi." Jimmy oturduğu yerde kahvesini yudumlamaya devam etti istifini bozmadan. Tina da onaylamaz bir biçimde kafasını iki yana sallayıp bana tatlı tatlı gülümsedi. "Ama yine de bunu bir dahaki sefere telafi edeceksin, değil mi?" (*I know it's not your fault. But you'll make it up to me next time anyway, right?)

Herkes sonraki ziyaretimi garantilemek niyetindeydi. "Elbette. Belki siz ziyarete gelirsiniz bu sefer?" diye sordum kendimi fazla kaptıramadığım bir iyimserlikle.

Dirseklerini masasına dayayıp yanaklarını yumruk yaptığı ellerinin arasına aldığında gözleri pırıl pırıl parlıyordu. "Konuyu açtığına sevindim. Ege ve Akdeniz boyunca harika kıyı şehirleri olduğunu duydum. Bir bot kiralayıp her birini ziyaret edebiliriz. Harika olur! Kevin'in ehliyeti de var.*" (*Glad you brought it up. I hear there are wonderful coastal cities along the Aegean and Mediterranean. We could rent a boat and visit each one of them. That'd be wonderful! Kevin has a license too.)

Hollywood'un iki büyük yapımcısı ve de Jimmy K. Simpson Türkiye'ye gelip kıyı şehirlerini tek tek gezecekti, magazinciler de rahat verecekti. Şimdilik hayallerini yıkmadım. Bu kadar iş arasında Türkiye'ye geleceklerdi de mavi tura çıkacaklardı. Ohoo. "Çok iyi bir fikir,*" dedim belki biraz sarkastik bir tonda. (*That's a idea great.)

Herkes birlik olmuş, Jimmy'yle bir geleceğim varmış gibi davranıyordu. Bana çok dramatik gelen bu dönüş, onlar için pek çok seyahatin ilkiydi sadece.

Kafamda mısır patlağı gibi pat pat patlayan korkunç düşünceler sonucu, ben öbür gün döndüğümde her şeyin kaçınılmaz bir biçimde biteceği sonucuna varıyordum; kıyafetlerim paçavra, arabam balkabağı olacak, prens de bilmem kaç milyon ışık yılı uzakta kalacaktı.

****

Nereden baksam yine de her veda durağından epey kârlı ayrılmıştım. Son paketimi de bagaja bıraktıktan sonra Jimmy'ye "Hemen eve gitmeyelim. Biraz yürümek istiyorum," dedim arabaya geçerken. "Okyanusu görmek istiyorum."

Diğerlerine oranla sakin olduğundan Malibu'daki Escondido Beach'e gittik yine. Hani şu aniden suya dalıp çıktığımız yer. Bana çok pahalıya patlamıştı gerçi ama pişman değildim. Yine de bu kez karton bardaklarda son birer kahve alıp sahil boyu yürümeyi tercih ettik Jimmy'yle.

"Böylesi iyi bir marangoz olduğunu bilmiyordum." Aklımdan marangoz Jimmy çıkmıyordu her nedense!

"Tamir işleri genelde iyi gelir. Bilirsin kafa dağıtmak için. Zamanla geliştirdim kendimi.*" (*Handiwork usually helps. As a distraction, you know. So I got better in time.)

"Öyle bir şeyi adamlar ancak senin kadar hızlı bitirebilirdi bence."

"İyi bir çırağım vardı," dedi Jimmy yan yan bana bakarken.

Eminim bensiz de kısa sürede tamamlardı gazebo'yu ama ben de fena çırak sayılmazdım gerçekten. Getir-götürde bir markaydım! "Çocukken babama ufak tefek tamir işlerinde yardım ederdim."

Dökük tahta iskeleye çıkıp korkuluklarına tünedik. Öyle güzeldi, öyle yatıştırıcıydı ki dalgaların sesi. Gözlerimi kapatıp ritmini aklıma kazımaya çalıştım; böylelikle İstanbul'da da duyacaktım bu sesi her gözlerimi kapadığımda.

"İyi zaman geçirdin mi?" diye sordu Jimmy sessizce.

Gözlerimi açtım. "Hayatımın zamanıydı, Jimmy. Hiç unutmayacağım.*" (*It was the time of my life, Jimmy. I'll never forget.)

"Güzel. Unutma." Kahvesinden büyükçe bir yudum aldı. "Düşünüyordum...*" (*I've been thinking...)

"Neyi?" (*What?)

"Yeniden ne zaman görüşeceğimizi tabii ki," dedi düşünebileceği tek şey buymuş gibi makulce. (*The next time we meet of course.)

"Ne zaman peki?" diye sordum gülerek. Bir daha görüşme fikri o an kalbimi biraz hafifletmişti sanki.

"Önümüzdeki birkaç ay Los Angeles'ta olmam gerekiyor. Stüdyoda çekilecek sahneler çekilecek. Sonra dış çekimler için İskoçya ve İrlanda'ya geçeceğiz. O sırada bir şeyler ayarlayabiliriz bence."

Birkaç ay sonra en azından görüşebilme ihtimalimiz vardı demek. "Hmm..."

Ben kendi içimde durum değerlendirmesi yaparken "İtiraz istemiyorum," dedi sertçe.

"Daha itiraz etmemiştim ki..." diye mırıldandım.

"İtirazın geldiğini hissettim diyelim..." dedi yine gıcık gıcık. Ama sonra yumuşadı sesi. "İşten önümüzdeki aylarda kolay kolay izin alamayacağını biliyorum. Ama birkaç hafta sonu kaçamağı yapabiliriz. Çekimler sürerken zor ama ayarlayabilirsem belki ben de gelebilirim İstanbul'a."

Onun gelebileceğini hiç sanmıyordum açıkçası. Universal'da öğrendiğime göre çekimleri dakikasına kadar planlıyorlardı – her dakika para demekti çünkü – prodüksiyonun Jimmy İstanbul'a gidebilsin diye özel bir çaba harcayacağını zannetmiyordum.

Peki bu ne demekti?

Yine ben yollara düşecektim.

Hafta sonu kaçamağı. İskoçya'da ve de İrlanda'da hem de! Bir Kuştepe Kübü'sü daha neler görecekti acaba? "Vize gerekli." İkişer gece için hem vize hem de uçak biletleri! Yaza eksiye düşen banka hesabını toparlamak hayal olacaktı bu gidişle!

"Ben çaresine bakabilirim.*" (*I can take care of it.)

Hem fakir hem de gururlu olmak, pratikte hem kel hem de fodul olmakla aynı şey gibiydi.

Üniversiteyi bitirdiğimden beri ailemden dahi para almamıştım ben; aidat çok gelmesin diye kışın soğukta takırdadığım zamanlar da dahil. "Ben bir şeylerin çaresine bakmanı istemiyorum. Ben bir yetişkinim – bir şeylerin çaresine ben bakmalıyım.*" (*I don't want you to take care of things. I'm a grown up – I should take care of things.)

"Seni tanıdım," dedi sıkıntıyla. "Biliyorum. Ama hayatını hiç değilse birazcık kolaylaştırmama izin versen keşke. Çünkü benimki de çok kolaylaşacak o zaman. Üstelik parmağımı bile kaldırmayacağım. Benim için çalışan insanlara söyleyeceğim, onlar da halledecek. Onları bile çok yoracağını zannetmiyorum. Genelde benim için çok daha zor işlerle uğraşıyorlar çünkü."

Fakir ama gururlu olmamın ucunun Jimmy'ye de dokunduğunu pek düşünmemiştim o ana kadar. "Zamanı geldiğinde düşünürüz bunu. Olur mu?"

Kendi kendine güldü. "Neyse en azından direkt reddetmedin."

"Güçlü savlar ortaya koyuyorsun...*" Ortaya koyduğu savlardan çok onu görmek istememle alakalıydı bu tabii! (*You make a strong case)

"Ben sadece kendini üzmeni istemiyorum. Ve seni görmek istiyorum, Kübra. Görebileceğim her an görmek istiyorum... Anlıyorsun değil mi?"

O kadar çok anlıyorum ki hem de! :(

****

Biraz daha aylaklık edip bir şeyler atıştırdıktan sonra, hava kararırken eve döndüğümüzde, ertesi güne iş bırakmamak üzere bavulumu toplamaya başlamıştım. Genelde yaptığım bir şeydi bu, böylelikle kafam rahat olurdu yolculuğa çıkmadan önce.

Ben bavulumu toplarken Jimmy de bağdaş kurup halının üzerine koyduğum ıvır zıvır yığınlarının arasına oturmuştu. "Biliyor musun Macy kimse için bir şey almaz.*" (*You know Macy doesn't get anyone anything.)

Dolaptan artık giymeyeceğimden emin olduğum kıyafetleri yatağın üzerine sermeye başladım bir bir. "Almaz mı?*" (*She doesn't?)

"Hayır. Bu dünyada önemsediği pek fazla şey yok." Bibloları yerden aldı. "Bunlar çok şey anlatıyor.*" (*Nope. She doesn't care about much in this world. These speak volumes.)

"O zaman daha da çok sevindim."

"Sevdin yani bunları? Aslında sanırım ben de biraz sevdim." Bibloları havaya kaldırıp belli bir mesafeden şöyle bir baktı ikisine de. "Baktıkça daha çok hoşuna gidiyor insanın.*" (*So you liked them? I kinda like them too, I guess. They grow on you.)

"Ben ilk görüşte bayıldım onlara. Sanırım televizyon konsolumun üzerine koyacağım onları. Böylelikle ben televizyon izlerken çene çalabilecekler.*" (*I loved them at first sight! I think I'll put them on my TV stand. That way they'll be able to chat when I watch TV.)

İçten kadife kahkahası yükseldi derinlerden. "Biraz garipsin ama bu da gittikçe hoşuma gitmeye başladı." (*You're a little bit weird but that grew on me too.)

Elbiseleri bir bir katlarken "Tanrı'ya şükürler olsun!" dedim neşeyle.

"Üzerlerinde ufacık bir çentik olsa seni cidden öldürür biliyorsun değil mi?*" (*You know she'll really kill you even if you make the smallest dent on them.)

"O yüzden sırt çantama gidiyorlar. Güzel Leviathan'ım, plaklarım ve daktilomla birlikte.*" (*That's why they're gonna go to my backpack. Next to my beautiful Leviathan, vinyl records and typewriter.)

"Kazançlı bir gün oldu senin için."

"Ben de öyle düşünüyorum," diyerek sırıttım.

Şimdi bavulumun yanında katlı duran kirli kıyafetleri inceliyordu. "Yarın sadece ikimiz olacağız." (*Tomorrow it'll be just the two of us.)

"Memnun olurum. Bugün için elbette ki şikayet etmiyorum tabii. Gerçekten mutluyum." (*I'd like that. Not that I complain about today of course. I'm truly happy.)

"Biliyorum," dedi anlayışla. "Yarın dışarı çıkmak ister misin peki?" (*Wanna go out tomorrow?)

Sadece onu istiyordum ben. "Evde kalmak istiyorum. O yüzden okyanusu son bir kez görmek istedim aslında. *" (*I'd like to stay in. That's actually why I wanted to see the ocean one last time.)

"Ben de öyle düşünmüştüm..." Ufak kıyafet yığınından hastayken üzerimden çıkarmadığım pijamaları seçip aldı eline. "Bunlar bende kalsın mı?"

"Kirli pijamalarım sende mi kalsın istiyorsun?*" diye sordum hayretle. (*You want me to leave you my dirty PJs?)

"Evet." Pijama üstünün omuzlarından tutup önündeki iki ayıcığı bana gösterdi. "Çok tatlılar. Ben de onlarla çene çalarım?"

Sensin tatlı! Ve bir adamın bu kadar tatlı olmaması gerekirdi. Böyle yapmaya devam ederse nasıl dönecektim ben İstanbul'a?

İçim sevgiyle dolarken yalandan bir alaycılıkla "Korkarım sen de biraz garipsin," dedim. Dudak büküp bu istediğini değerlendirir gibi yaptım bir müddet. "Bunun karşılığında ben de bir tişört istiyorum.*" (*I'm afraid you're a tad bit weird yourself. In return I want a tshirt.)

Omuz silkti ufaktan gülerken. "İstediğini seç.*" (*Pick any one you like.)

"Üzerindekini istiyorum.*" (*I want the one you have on you.)

"Şimdi mi?" diye sordu birden gözünde beliren yaramaz bir ışıkla.

"Şimdi."

Tişörtü çıkardığı gibi üzerine atladım.

Yarın son gün çünkü...

Konu itibariyle bunalımlı olduğumuzdan bölümü yazarken çok zorlandım. O yüzden bugüne sarktık. Darısı öbür bölüme artık; ayrılık vakti geldi çattı. Öf!

Bu hafta içi Instagram'da canlı yayın yapacağım; ortalama ayda bir tane yapıyor gibiyiz bu aralar – Wattpad'le ortaklaşa yaptığım son yayın sıkıntılı oldu maalesef. Bazılarında yarıda kesilmiş – gece olduğundan muhtemelen. Tam zamanı ayrıca bildireceğim, ama yine gündüz olacak ve balkondan sesleneceğim! (Perşembe ya da Cuma olabilir diye düşünüyorum şimdilik)🤗🎈

Gelen bölümlerden haberdar olmak, diğer hikâyelerim hakkında bilgi edinmek, arada da canlı yayınlarıma katılmak isterseniz şöyle buyrunuz😘

Instagram: @sezen.aksin

Continue Reading

You'll Also Like

112K 3.5K 55
"0 54*: Mesajlaştığınız kişi bir başkomiser." Aniden Lavin'in hayatına giren başkomiser Timur Akçalı ve Lavin'in hikayesi. Yanlış numaraya mesaj atan...
1.6K 158 12
Size bir şeyler anlatmam lazım. Bakın o kadar güzel bir kadınla karşılaşacağımı bilseydim emin olun ki böyle bir sonu seçmezdim. Tamam sorun sadece g...
79.3K 12.3K 66
Sizce peri masalları gerçek midir? Büşra Köprü