Ben Anlarım

By sir_moonlight

8.5K 382 346

Geçmiş, gelecek ve şimdi arasında bir yolculuk. Bir sevdanın oluşum, tutunma, ayrılma ve yeniden kavuşma se... More

Bölüm 1 - Pilot
♣ Bölüm 2
♦ Bölüm 3
♣ Bölüm 4
♦ Bölüm 5
♣ Bölüm 6
♦ Bölüm 7
♣ Bölüm 8
♦ Bölüm 9
♣ Bölüm 10 - Kısım 1
♣ Bölüm 10 - Kısım 2
♦ Bölüm 11
♣ Bölüm 12
♦ Bölüm 13
♣ Bölüm 14
♦ Bölüm 15
♣ Bölüm 16
♦ Bölüm 17
♣ Bölüm 18
♦ Bölüm 19
♦ Bölüm 21

♣ Bölüm 20

30 2 0
By sir_moonlight

"" işaretli Alp'in ağzından olan bölüm:

Nisan 2012

Sam ve Yasemin'den hiç beklemediğim bir hamle üzerine fizik projesinde yeni partnerim Yeşim olmuştu. Birbirimizden adeta köşe bucak kaçtığımız bir dönemde bu ödev için bir araya gelmek, ne gibi sonuçlar doğuracak, açıkçası hiçbir fikrim yok. Bizi bekleyen bir çıkmaza son sürat ilerliyor gibi hissediyordum. En sonunda yüzleşmemizi gerektirecek bir çıkmaza.

Özlem Hocayla partnerlerimizi ikinci kez değiştirme konusunda başarısızlıkla sonuçlanan konuşmamızın üzerinden bir gün geçmişti. Sabah dolaplarımızın olduğu koridorda Yeşim'le karşılaşmış ve öğlen birlikte çalışmak üzere sözleşmiştik.

Ve işte, ikimiz de buradayız. Projeyi hazırlamak için bilgi toplayacağımız bilgisayar laboratuvarında. Bizden başka bir tane daha ikili grup buradaydı ancak bize en uzak köşede olduklarından yalnız ikimiz var gibiydik. Bu da beni daha büyük bir strese sokan bir başka etmendi. O bilgisayar klavyesinde ödevimiz için yapacağımız araştırmanın anahtar kelimelerini girerken ben kaçamak bakışlar eşliğinde sırma saçlarını seyrediyordum. Ekrana kilitli yüzünü, ince tuşlara basan narin parmaklarını... Saçlarından yayılan şampuan kokusu burnuma kadar geliyor, beni alıp düşlerime götürüyordu. Bir türlü asıl amacımıza, burada bir araya gelme sebebimize odaklanamıyordum.

Sanki bir bataklığa saplanmıştım, kaçmaya çalıştıkça daha çok çamura bulanıyordum. Ondan uzaktayken onu zihnimden atamıyorum; ona yakınım, yine zihnimden atamıyorum. Sam ve Yasemin'in bunu neden yaptıklarını anlayabiliyorum. İyi ya da kötü bir şekilde bu olayı kapatmamız ve geride bırakmamız gerekiyor. Belki o zaman önüme, geleceğe bakabilirdim. Ama konuşmanın, hatta bir arada bir şeyler yapmanın bu kadar zor olabileceğini hiç düşünememiştim. Aklım onun yanındayken asla başımda değildi.

Ben onu seyre daldığım bir ara Yeşim başını aniden bana çevirecek oldu. Sanki bir şey soracakmış gibi ağzını hafif aralamıştı. Yeşil gözleriyle karşılaşınca afalladım resmen. Öksürükler eşliğinde bakışlarımı ekrana çevirdim. Acaba onu seyrettiğimi fark etmiş miydi? Hala bir tepki yok. Hadi, bir tepki ver! Bir şey sormayacak mıydın sen?

Koyu gözlerimi ekrandan ayırıp tekrar ona çevirdiğimde bana bakmayı sürdürdüğünü gördüm. Tam olarak göz göze geldiğimizde sordu: "Bu şırıngaları suyla mı doldurmamız gerek, yoksa başka bir şeyle mi?"

Ben onunla aynı cesaretini gösteremedim, yeşil gözlere bakarak söyleyemedim: "Sanırım herhangi bir sıvı olabiliyor. Su olur yani. Sonuçta sıvı basıncından yararlanacağız." Bir yandan da başımı kaşıyordum.

Tekrardan koyu gözlerim onu bulduğunda yüzünde bir tebessüm olduğunu fark ettim. Yaşanan her şeye rağmen karşısında heyecanlanıyor, saçmalıyor ve kendimi küçük düşürecek bir şeyler yapmayı başarıyordum. Ve o da bundan son derece keyif alıyor olmalıydı. Yüzüne düşen altın sarısı saçlarını eliyle kulağının arkasına sıkıştırırken söyledi: "Belki de... Bu ödev olayı... İkimiz için yani... İyi olur. Belki bu sayede konuşabiliriz." En sakin tonunda kurduğu bu cümlelerde asla yüzüme bakamamıştı ancak sözleri bittiğinde gözleri tam anlamıyla gözlerime kilitti. Ne tepki vereceğimi an be an görmek istiyordu.

Ben mi? Sanki küçük dilimi yutmuş gibiydim. Hiçbir şey söyleyemedim. Koyu gözlerim bir aşağı düşüyordu, bir yukarı. "Belki de konuşamayız." dedi suratını asarak. Cevabını aldığını düşünüyordu. Önüne, monitöre dönerken iğneleyici bir biçimde söyledi: "Yine yasaklı bölgeye girdik!"

Bende yaşattığı duygulardan korktuğum gözleri, üzerimde değilken kabuğumdan çıkabiliyor, nefes alabiliyor, mücadele edebiliyordum. Yine böyle bir fırsat yakaladığımda bu sefer susmadım. "Sence konuşacak bir şey kaldı mı?" Vurgulu bir tonlama ile ekledim: "Hala?"

Aniden bana döndü. Yüzünde hayal kırıklığının bin bir tonunu görebiliyordum. Gözlerinde ise her an karşı koymaya hazır bir savaşçının azmini, öfkesini. "Demek bu kadar bitirdin kafanda bizi, arkadaşlığımızı." Suskunluğum, sadece yutkunuyor olmam yine bir önceki sefer olduğu gibi Yeşim için bir cevap olmuştu. Arkasına yaslanmış, iki elini sarı saçlarının arasına daldırırken söyledi: "Anlamıyorum. Niye başaramadığımızı, niye arkadaş olamadığımızı gerçekten anlamıyorum."

Benden hesap mı soruyordu? Ben mi suçluydum şu an bulunduğumuz durumdan? Yüzü tamamen bana döndüğünde onu işaret ederek söyledim. "Siz... Metin ve sen!" Sağ elimin parmaklarıyla sayıyı gösterdim. "Bana iki kez ihanet ettiniz." Ellerimi serbest bıraktığımda ise sorguluyordum. "Ben size artık nasıl güvenebilirim Yeşim? Nasıl arkamı dönebilirim?"

Döner sandalyesini tamamen bana doğru çevirdi. "İlk meseleyi konuşarak hallettiğimizi sanıyordum. Niye bu hala bir güven sorunu olarak karşımıza çıkıyor anlamış değilim."

Sesimin seviyesi her bir sözcükle birlikte artarken söyledim: "Çünkü ben daha ilk hançeri sindirememişken yeni bir tanesi ile karşılaşıyorum!"

Bu kadar ani tepkiler vermem, kontrolsüz davranmam iyi değildi. Ayağı kalktım. Ona sırtımı döndüm, sakinleşmeye çalışıyordum. O ise benim aksime son derece sakindi. Benim nefeslerimin düzene girmesini bekledi biraz ve sonra konuştu: "Kabul, yalan söylemek hataydı. İkimiz arasında yeniden bir şeyler olduğunda saklamak yerine haber vermemiz gerekirdi." Sandalyesinden kalktı. Bana yaklaştı, önüme geçti. Başımı eğmiş, sağ tarafa yatırmıştım; benimle birlikte o da başını sağ tarafa yatırdı. Yüzü yüzümü, gözleri gözlerimi buldu ve konuştu. "Ama sen de şunu anla: Ben hiçbir zaman ama hiçbir zaman senin arkandan iş çevirmedim. Sana ve Metin'e kazadan sonra buluştuğumuz o gece, o tepede söz verdiğimde söylediklerimde ciddiydim. Aklımda hiçbir plan yoktu. Hiçbir zaman da olmadı. Yemin ederim." Gözleri bir çeşit duygu yükü ile dolmuş gibiydi. Eliyle onları silip attığında sesi titreyerek devam etti. "Sadece kendimi aklamak, işin içinden sıyrılmak niyetinde değilim. Metin'e de kefilim. İkimiz de arkandan iş çevirelim, seni kandıralım gibi bir niyette değildik."

Başımı kaldırdım. Benimle birlikte Yeşim de doğruldu. Tam karşımda duruyordu. Daha önce hiç olmadığımız kadar yakındık birbirimize. Kafalarımızsa bir o kadar uzak. Can Yücel'in konuyla ilgili güzel bir şiiri vardı.

En uzak mesafe ne Afrika'dır,
Ne Çin,
Ne Hindistan,
Ne seyyareler
Ne de yıldızlar geceleri ışıldayan.
En uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir
Birbirini anlamayan.

Şuan içinde bulunduğumuz durum tam olarak buydu. Birbirimizi anlayamıyorduk. Tek mesele araya duygular girmeden üçümüz sadece arkadaş olarak kalalım dedikten sonra yeniden birlikte olmaları ve bunu benden saklamaları değildi. Onları bir arada düşünmeye, görmeye katlanamıyordum. Ancak bunu ona açıklamanın herhangi bir yolu yoktu. Bunu açıklamam demek, ona karşı hissettiklerimi açıklamam demekti. Bunu yapamam. Yıllar önce fırsatım varken söylemeye cesaret edemediğim şeyi şu an söyleyerek kendimi daha fazla küçük düşüremezdim. Öte yandan Yeşim, tek sorunun yalanlar, saklanan sırlar olduğunu düşünüyordu. Ve tam da kafalarımızın uzaklaştığı nokta buydu. Olanlara aynı pencereden bakmamız şu durumda imkansızdı.

Birbirimiz üzerine gezinen gözlerimiz aynı anda bulunduğumuz ortama kaydı. İkimiz arasında çıkan sessizlikte laboratuvarın az önceki kadar boş olmadığını fark ettik. Biz konuşurken bize en uzak köşedeki grubun üzerine birkaç kişi daha gelmişti ve karşılıklı yükselmemizin ardından bu grupların gözleri bizim üzerimizdeydi.

"Neyse şu ödevi bitirelim bir an önce. Belli ki konuşarak bir yere varamayacağız." dedim, burnumun dibinde olan yeşillerden, koyu gözlerimi kaçırarak.

"Şu zamana kadar susarak çok iyi yerlere vardık ya, susalım tabii." Lafını bir güzel sokmuş, yerine yerleşmişti. Saçlarını savurarak bana sırtını döndü, yeniden bilgisayardaki işine koyuldu.

Yaralarımı yeniden açmak, onlarla yüzleşmek sandığım kadar iyi gelmemişti. Aslında şu an her şeyi bitirmeye, geride bırakmaya belki de çok yakındık. Ancak gönlüm razı gelmedi. Bu sefer de Yeşim'i kırdığım için kendimi kötü hissediyordum. Onu üzenin ben olduğumu düşününce, bunu bile isteye yaptığım gerçeğiyle kahroluyordum bu kez. Hayır hayır, bu şekilde olmamalı.

Kendime verdiğim bütün sözlere aykırı geleceğini bile bile içimden bir şeyler yapmak geliyordu. Onu iyi hissettirecek bir şeyler. Önce etrafı kolaçan ettim. Herkes kendi işine dönmüştü tekrar. Ardından usulca eski yerime, Yeşim'in yanındaki siyah döner sandalyeye oturdum. Yeşim gözlerini ekrandan ayırmadan klavyede bir şeyler tuşluyor, fareyle web sayfaları arasında geziniyordu.

Arkama yaslandım, kollarımı bağladım ve en sakin tonumda söyledim: "Özür dilerim. Az önce biraz sert çıkıştım." Elleri yazı yazmayı ve fareyi sürüklemeyi bırakmıştı fakat yüzü hala bilgisayar monitörüne dönüktü. Konuşmaya devam ettim: "Ama lütfen, bu süreci biraz zamana bırakalım olur mu? Birlikte geçireceğimiz birkaç haftamız olacak bu ödev için. Bunları konuşacak ve birbirimizi anlayacak bolca zamanımız olacak."

Başını hafiften bana çevirerek "Bunları kendini kötü hissettiğin için söylüyorsun." dedi. İnsanları gözlemleme yeteneği yüksekti, o yüzden ona yalan söylemenin bir anlamı yoktu.

Kollarımı serbest bıraktım. Sandalyemle birlikte ona bir miktar yaklaşarak söyledim: "Evet. Az önce seni üzdüğüm için kendimi şuan berbat hissediyorum. Ama bunları söylememdeki tek sebep bu değil." Bu sefer döner sandalyesi ile birlikte yüzünü tam olarak bana çevirdi. "Bunları söylüyorum, çünkü içimden öyle geliyor." Dediğim gibi, insanları gözlemleme gücü yadsınamayacak kadar kuvvetliydi ve söylediklerimde ciddi olup olmadığımı tam olarak anlamak istiyordu.

Sözlerimi bitirdiğimde yüzünde ufak bir tebessüm vardı. Onu mutlu bir şekilde bilgisayar başına döndürdüğüm için ben de rahat bir nefes alabilmiştim. Araştırmamızın kalan kısmında daha sakin bir şekilde devam ettik, işimize yarayacak bilgileri not ettik ve projemiz için gerekli malzemeler listesi çıkardık. İlk güne göre güzel ilerleme katettiğimizi söyleyebilirim.

İşimizi bitirmiştik. Laboratuvarı terk etmek üzere hazırlanıyor, çantalarımızı toparlıyorduk. Bu sırada Yeşim'den anlamlandıramadığım bir istek gelmişti. "Şey... Alp, senden bir şey rica edebilir miyim?"

"Tabii, elimden gelen bir şeyse neden olmasın?"

"Elinden gelen bir şey. Ama nedenini sormayacaksın, tamam mı?" Beni giderek daha fazla meraklandırıyordu. Aslında epey heyecanlanmıştım ve ses tonumla bunun anlaşılmasını istemediğimden sadece başımı aşağı yukarı sallayarak karşılık verebilmiştim.

"Metin'le henüz konuşmadım. Bu proje olayını... İkimizin birlikte çalıştığını bilmiyor yani. Lütfen, sen de kimseye bir şey söyleme, olur mu? En azından ben Metin'le konuşana kadar." Soru sormama kısmını onayladığıma anında pişman olmuştum. Aklıma on tane soru gelmişti bile ve hepsi nedenlerden oluşuyordu. Durduk yere neden böyle bir şey istemişti? Neden Metin'e söylemekten bu kadar çekiniyordu? Metin neden böyle bir şeyi sorun edecekti? Neden...

"Pekala." dedim çaresiz. Bu ufak ricasını kırmak istemedim. İki elimin işaret parmakları laboratuvar kapısını işaret ederken söyledim: "O zaman kapıdan ayrı ayrı çıkalım. Ben şimdi çıkayım. Sen benden sonra gelirsin."

"Tamam. Güzel olur" dedi yüzünde ufak bir tebessüm ile. Başımı salladım, içinde sadece iki defter ve kalemlik bulunan kara çantamı askılığından tutarak tek elime aldım, kapıya doğru yöneldim.

Ben çıkarken adımla seslendi. "Alp." Yüzümü ona döndüğümde yüzünde mahcup bir ifade vardı. "Teşekkür ederim." Az önce onun suratında olana benzer ufak bir tebessümle karşılık verdim, daha sonra arkamı döndüm ve laboratuvarın kapısından çıktım.

Uzun öğlen teneffüsün bitmesine on dakika kalmıştı ve ben hala bir şeyler yememiştim. Okulun kafeteryasına indim. Tahmin ettiğim gibi bizimkiler de burada, her zamanki yerimizdeydiler. Sırasıyla Yasemin, Ceyhun ve Sam hilal şeklindeki yeşil koltuğa yayılmışlardı. Beni gördüklerinde uzaktan selam verdim. Şansıma büfenin önünde sıra yoktu. Erdal abiden hızlı bir şekilde yapmasını rica ettiğim bir tost ve su istedim. Bizimkilere gözümle istedikleri bir şey olup olmadığını sordum. Ceyhun Sam ve Yasemin'i yokladı ve sonra uzaktan "Sağol kanka." dedi. Tostum hazır olduğunda tezgahtan ayrılıp bizimkilerin yanına geldim. En sola, Sam'in yanına geçtim.

Ceyhun yanlarına oturmamın ve üzerimdeki eşyaları masaya bırakmanın peşi sıra göz kırparak sordu: "Yasemin ve Sam bana bir şeyler anlattı. Proje, fizik, Yeşim... Bir de senden duyalım şu olayı."

Pet şişemin kapağını açarken konuştum. "Büyütülecek bir şey yok ya! Bu iki işgüzarın oyunu işte." Suyu yudumlamadan önce ikisine de sırayla imalı bakışlar attım.

"Eee ne konuştunuz anlatsana." Bu Eda seviyesindeki merak kokan soru, tam karşımda oturan Yasemin'den gelmişti. Elimdeki pet şişeyi ortamızdaki yuvarlak masaya bıraktım. Bizimkilerle kısa bir göz teması kurdum ve tostumdan bir ısırık almadan önce geçiştirici bir cevap verdim: "Hiçbir şey. Ödev yaptık sadece."

"Nasıl ya abi!" dedi Sam, yine bizden kaptığı bir ünlemle, şaşırma tepkisiyle. Ses tonundan ve mimiklerinden anladığım kadarıyla verdiğim cevaba şaşırmış ve beklentisini karşılayamadığı için bir miktar hayal kırıklığına uğramıştı.

Yasemin arkasına yaslandı, Sam'e alayla bakarak söyledi: "Ben sana bu planın işe yaramayacağını söylemiştim." Sam yüzünde mahcup bir ifade ile başını öne eğdi. Onu neşelendirmek için kolumu omzuna attım. Başını kaldırdı ve sordu:

"Kızdın mı?"

Başımı sağa sola salladım. "Kızmadım. Çünkü iyi niyetle yaptığınızı biliyorum." Omzundaki elimle küçük bir çocuğu neşelendirmeye çalışırcasına Sam'in kıvırcık saçlarını karıştırdım.

Öte taraftan Ceyhun sordu: "Hiç mi umut yok?" Sam'in omzundan kolumu geri aldım, başımı ve bakışlarımı Ceyhun'a çevirdim. Sorusunu başımı sağa sola sallayarak cevapladım. Ardından yeni bir soruyla baş etmemek için tostumdan yeni bir ısırık aldım.

Herkesin işine odaklandığı bir sırada aklıma aniden gelen bir ricayla tekrardan bizimkilerin dikkatini üzerimde topladım. "Bu arada unutmadan..." Nefes almak için es verdiğimde ne söyleyeceğimi merak eden gözlerle karşı karşıyaydım. "Yeşim bu ödev - birlikte çalışma olaylarının aramızda kalmasını istedi. Yani Metin'e henüz bir şey söylemedi. O yüzden dikkat edelim, siz de kimseye bir şey söylemeyin."

"Niye?" dedi Yasemin ve Ceyhun aynı anda. Bu isteği her ne kadar ben de anlamlandıramasam da böyle hissettiğimi onlara doğrudan söylemedim.

"Bilmiyorum. Sormadım."

Ben yemeğimi yerken Sam de Yasemin'e kendi projeleri hakkında sorular soruyordu. "Yasemin. Biz ne zaman ödev yapacağız?" Yasemin'in başta Sam'in neden bahsettiğini anlamadığı suratından okunabiliyordu. "Fizik ödevi. Partner olduk ya biz şimdi."

Yasemin at kuyruğu yaptığı düz saçları ile oynarken cevapladı: "Doğru aklımdan çıkmış. Bakarız bir ara." Ceyhun, Sam ve ben üçümüz sırayla birbirimiz ile göz teması kurduk. Hepimizin takıldığı konuyu Ceyhun sordu.

"Yasemin sen bugün iyi misin? Alp gelmeden önce de durgundun, canın bir şeye sıkkın gibiydi."

Yasemin sırayla hepimizle göz teması kurdu. Sonunda ağzındaki baklayı çıkardı: "Değilim. Yine bir güzel sanat okulundan ret yedim. Bu cevap beklediğim son okuldu." İşte bu haber gerçekten can sıkıcıydı. Yasemin gibi resme ve çeşitli el işlerine hem merakı, hem yeteneği olan bir kızın potansiyelinin fark edilemiyor oluşu üzücüydü. "Gerçi haklı adamlar ya." dedi yüzünde histerik bir gülümseme ile. "Sen kalk sergi daveti alıp Yediveren Koleji'ne kadar gel. Sonra serginin iptal olduğunu burada, okula gelince öğren. Bir de üstüne seni boş yere buralara kadar yoran kız vakfına, okuluna burslu olarak girmeye çalışsın. Ben olsam ben de herhalde kendi adımı kara listeye falan koyardım." dedi suratında yapmacık bir gülümseme ile.

Ceyhun Yasemin'e yaklaştı, kolunu omzuna doladı ve söyledi: "Yapma böyle. Sende bu yetenek olduktan sonra er ya da geç fark edileceksin." Yasemin bu sözlerden sonra başını Ceyhun'a yasladı. Gözlerini kapattı. Kahverengi gözlerini tekrar açtığında yaşla doluydu. Ceyhun'dan uzaklaşıp onları silmeye başladı.

Yasemin'i iyi hissettirecek bir şeyler söylemek için ağzımı araladığımda beni gördü ve o benden önce davrandı: "Bazılarımızın yere göğe sığdıramadığı çocukluk arkadaşı, sevgilisinin arkadaşlarına jest yapacağım diye salonumu çalmasaydı her şey farklı olabilirdi tabii." Daha bir şey söyleyemeden laf ağzıma tıkılmıştı.

"Metin'in yaptığı çok yanlıştı. Bunu hiçbir zaman savunmadım da zaten. Ama senin de intikam için yaptıklarını öğrendim. Başkanlık seçiminde şu afiş olayında Ceyhun'la beraber senin de parmağın olduğunu biliyorum."

"Az bile yaptım." dedi kollarını karnın üstünde bağlayıp arkasına yaslanırken.

Ceyhun, Yasemin'i kapıldığı umutsuzluktan çıkaracak, biraz olsun neşelendirecek ve kafasını meşgul edecek bir fikir ile çıkageldi. Dolabının yer aldığı birinci kat koridorunda panoda girişimcilik kulübü öğrencilerinin düzenlediği bir etkinliğin afişini görmüş. Afişin altındaki listeye adını yazdıranlar ünlü ressam Burhan Doğançay'ın Maslak'ta açılacak sergisini herkesten önce görme ve ünlü ressamla tanışıp beraber yemek yeme imkanına sahip olacakmış.

"Burhan Doğançay mı?" dedi Yasemin şaşkınlıkla.

"Evet. Tanıyor musun?"

"Şaka yapıyorsun herhalde." Yasemin'in hayranlığı ve heyecanı yüzünden okunabiliyordu. "Dev hayranıyım." Aniden ayağı kalktı ve sordu. "Nerede demiştin bu pano?" Yasemin cevabını aldığı gibi yanımızdan fırladı gitti.

Biz konuşurken çalan ders ziliyle beraber, biz de kafeteryada bize ayrılan sürenin sonuna gelmiştik. Sınıflarımıza doğru yol aldık. Sınıflarımızın olduğu koridorda yan sınıfın - 11-Fen B'nin - kapısında Eda ve Aylin'i konuşurken gördük. Bizi gördüklerinde Aylin Eda'nın yanından ayrılıp yanımıza geldi. Sam ve ben ona selam verip sınıfa geçtik. Aylin ve Ceyhun kapı önünde konuşmaya devam ettiler, muhtemelen de iki taraftan birinin öğretmeni gelinceye kadar sohbetleri devam edecekti. Sam'le sınıfın arka köşesindeki cam kenarı sıramıza geçtik. Biz geldikten kısa bir süre sonra Yasemin de gelmişti sınıfa. Listeye adını yazmış, hemen önümüzdeki sırada heyecanlı bir şekilde turuncu kafadar arkadaşı Ebru'ya olanları ve bu adama duyduğu hayranlığı anlatıyordu.

Yan tarafıma baktığımda Sam'in sanki bir şey söyleyecekmiş de nasıl söyleyeceğini bilmediği için kıvranıyor gibi olduğunu gördüm. Dökülmesi için gözümü kırparak yokladım onu. Sam'in bu kadar kıvrandıktan sonra sorduğu soru ise "Şimdi ne olacak?"

Çantamdan defter ve kalem kutumu çıkartırken söyledim. "Hüseyin hoca geldiğinde bu sefer daha dikkatli dinleyeceğiz, anlattıklarını not alacağız ve sonraki matematik sınavında notlarımızı yükselteceğiz."

"Onu demiyorum. Yeşim ve sen..."

Derin bir nefes aldım. Sırtımı duvara verdim. Yüzümü tam olarak Sam'e döndüm ve en sakin tonumda konuştum: "Bundan sonra Yeşim ve ben diye bir şey olmayacak Sam. Ödev bitene kadar birkaç kez daha bir araya geleceğiz, eğer konuşabilirsek birbirimizi anlayacağız ve sonrasında birbirimizin hayatlarından tamamen çıkacağız." Önümüzde oturan ve Ebru'ya bir şeyler anlatmakta olan Yasemin bu son dediğimden sonra durdu, bize döndü, yüzünde şaşırmış bir ifade vardı. Hiçbir şey söylemeden ve yüzündeki ifadeyi bozmadan tekrar Ebru'ya döndü. Anlattığı şeye kaldığı yerden devam etti. Sam ile birbirimize baktık, üzerine söylenecek herhangi bir sözümüz olmadığı için önümüze döndük ve hocanın sınıfa girmesini bekledik.

Gün içerisinde Yeşim'le mesajlaştık. Bir sonraki toplantımızı ertesi gün okul çıkışı gerçekleştirmek üzere sözleştik. Okul çıkışı önce birlikte Beyoğlu'nun kırtasiye, navlun, eczane ve marketlerinin altını üstüne getirdiğimizi söyleyebilirim. İhtiyacımız olan bütün malzemeleri tamamladık. Mukavva, cetvel, maket bıçağı, yapıştırıcı, elektrikli matkap, şırınga, silikon yapıştırıcı ve tabancası, kablo, kürdan, pense, enjektör hortumu, pil ve metal bağlantı çubukları. Son rötuş olarak Yeşim'in önerisi ile gıda boyası aldık. Şırıngaların içine koyacağımız sulara bu gıda boyalarından damlatmamızı, bunun ödevi görsel açıdan daha güzel göstereceğini söyledi. Bu fikir benim de aklıma yatmıştı. Sonrasında tekrar bu malzemelerle okula döndük, atölyeye geçtik. Burada su basıncı prensibinden yararlanarak hazırlayacağımız hidrolik robot kolunun yapımına başladık.

Çalışmamız öncekine göre daha sakin başlamıştı ve aynı şekilde ilerliyordu. En azından birbirimizin damarına basacak söylemlerde bulunmuyorduk. O ise hala benimle sohbet etmeye, kabuğumu kırıp içimdeki benliğe ulaşmaya çalışıyordu.

Kestiğim mukavvalar ile robotun ayağını oluşturmaya çalıştığım sırada Yeşim ortamızdaki beyaz masanın karşı ucundan istedi: "Maket bıçağı ile işin yoksa uzatır mısın?"

"Tabii." Elimdeki mukavvaları masaya bırakıp bıçağı aldım ve Yeşim'e uzattım.

"Teşekkürler." Bıçakla kartonlara şekil vermeye başladı. İkimiz de farklı bir işle ilgileniyorduk ancak o benim robotun ayağını oturtmada zorlandığımı fark edince yanıma geldi. "Bir de ben bakayım mı?" Elini avuçlarımın arasındaki karton parçalarına uzattı, parmakları tenime temas ediyordu.

Elimi heyecan ve panikle geri çektim. Yeşil gözleri boşalan ellerinden kayıp şaşkın bir ifadeyle benimkileri bulduğunda açıklama yapma gereği hissettim. "Ben hallediyorum ya. Gerek yok."

"Peki." Dalgalı saçlarını tek eliyle bana doğru savurup yanımdan ayrıldı, eski yerine geçti.

Ara sıra kaçamak bakışlarla birkaç saniye kesişiyorduk, sonra ben kendi gözlerimi onun yeşillerinden kaçırıyordum. Bu köşe kapmaca oyununu bozan yine ilk Yeşim oldu. Yapıştırıcı ile kestiği parçaları birleştirirken söyledi:

"Eee Elif nasıl? Annen nasıl? Neler yapıyorlar?"

"İyiler." Kısa cevabımın sonunda sadece bu kadar mı, der gibi bakmıştı. Benim de sonrasında yeterli olmadığına kanaat getirdiğim bu cevabı uzatmaya, detaylandırmaya karar verdim: "Aslında bu aralar Elif bize - annemle bana yani - biraz bozuk."

"Sebep?" Kısa bir göz teması kurduk. Yeşille kahvelerin buluşması. Yine. Sadece birkaç saniye.

Başımı ve bakışlarımı tekrar önüme çevirdim. Şarjlı matkap ile deldiğim mukavvaları kürdanlar aracılığı ile bir araya getirirken uzun uzun anlattım: "Çok gitmek istediği bir konser vardı. Ona gitmek için bize yalan söyledi, arkadaşıyla kendi aralarında plan yapmışlar, bizden habersiz gideceklerdi falan. Biz de öğrenince izin vermedik." Tekrar ona bakarak bitirdim: "Mevzu bu."

O da bana benzer şekilde bir yandan önündeki işle ilgileniyor, bir yandan arada kaçamak bakışlarla beni yokluyordu. "Anladım. Olur böyle şeyler o yaşlarda. Kız heves etmiş."

"Evet. Ama işte yalan söyledi." Elime güzel bir fırsat geçmişti ve tabii ki de bunu kullanmaktan çekinmeyecektim. İmalı bir şekilde devam ettim: "Olayın neresinden bakarsak bakalım yanlış. Elle tutulur bir tarafı yok!"

Elindeki maket bıçağını ve kartonları beyaz çalışma masasının üzerine bıraktı. İki eli ile masasının kenarını kavradı ve söyledi: "Bazen sevdiklerimizi korumak, onları kırmamak için onlardan bazı gerçekleri gizleriz, hemen söyleyemeyiz. Bu onlara değer vermediğimiz anlamına gelmez. Tam tersine onları üzmekten korktuğumuzu gösterir. Bunun çok doğru bir davranış olduğunu savunmuyorum ama en azından altında yatan sebebi anlayabiliyorum."

Yalanlardan bahsediyor olmak, ortada dönen bir başka yalanı ya da başka deyişle 'saklanan bir başka gerçeği' aklıma getirdi. "Sahi Metin'le ne oldu? Burada beraber çalıştığımızı hala bilmiyor mu?"

Başını sağa sola sallarken en sakin tonunda söyledi: "Hayır. Babasıyla işleri vardı, okul çıkışı beraber yemeğe gittiler. Yine konuşamadık. Yani senden bir süre daha kimseye bir şey söylememeni rica edeceğim."

"Anlattıklarından yola çıkacak olursak bizim burada beraber olmamızın Metin'i üzeceğini düşünüyorsun. O yüzden anlatmıyorsun. Peki ama neden? Bu neden Metin'i üzüyor?" Yeşim durgunlaşmıştı. Gözleri belli bir noktaya kilitliydi. Ben de bu boşlukta sorduğum sorudan dolayı anında pişmanlık duymuştum. Kendimi tutamamış, boşboğazlık etmiştim. "Özür dilerim. Neden diye sormayacağıma dair söz vermiştim."

Bir cevap alamayacağımı düşünerekten tekrar işimize koyulmuştum. Silikon tabancası elimde, yapıştırma işine girişmiştim. Beklemediğim bir anda Yeşim'den cevap geldi. "Metin'le bu aralar tartışıyoruz. Gereksiz bir kıskançlık krizinde. Üstüne bunu anlatıp onu daha fazla huzursuz etmek istemedim." Ses tonunu değiştirdi, biraz daha kendinden emin bir tonda, bana bakarak devam etti. "Ama en kısa sürede konuşacağım. Saklanan gerçeklerin sevdiklerimizi ne kadar üzebildiğine yakın zamanda şahit oldum." Yine bir gönül alma girişiminden bulunulmuştu. Yüzümde istemsiz şapşal bir sırıtma oluştu. Çıkan sessizlikte biraz geç fark etmiştim. Yeşim bana bakıyordu. Suratımı toparladım, ciddileştim. Bozuntuya vermeden işe devam ettim.

Yaklaşık bir saat daha atölyede oyalandık. Ben bugünkü son rötuşları yaparken Yeşim de telefonla konuşuyordu. "Kalmadı mı? Anladım, teşekkürler." Telefonu kapattığında meraklı gözlerle onu seyrettiğimi fark etti. Açıklama gereği duydu: "Taksi durağını aramıştım da."

Durakta taksi yoktu o zaman. "Eve nasıl döneceksin peki?" Oluşan birkaç saniyelik es sonunda ekleme yaptım: "Yani kulak misafiri oldum da. Durakta taksi kalmamış sanırım."

"Dolmuşla dönerim herhalde."

Gözümü bileğimdeki saate kaydırdım, daha sonra tekrar Yeşim'e dönüp söyledim: "Saat geç oldu. Bu saatte tek dönme. Ben sana eşlik edeyim."

"Peki. Teşekkür ederim." Etrafı toparladık. Hazırladığımız yarım projeyi ve artan malzemeleri atölyedeki dolaplardan birine kaldırdık. Ardından çantalarımızı alıp odayı terk ettik.

Okul binasından çıktığımızda serin bahar rüzgarları karşıladı bizi. Sokak lambalarının loş ışığı altında yürümeye başladık. Okulun bulunduğu sokaktaki yokuştan inerken Yeşim'den bir öneri gelmişti: "Ben acıktım sanırım. Bir yerde durup bir şeyler mi yesek?"

Yeşim'in önerisi ile onun seçtiği bir dürümcüde durduk. Ben dürümcünün önündeki ahşap masalardan birinde oturmuş Yeşim'in siparişlerini vermesini bekliyordum. Yeşim içerden elinde iki dürüm ve iki ayranla çıkageldi. Ayran ve dürümlerden birer tanesini önüme bıraktı. Kendisi elinde diğer dürüm ve ayran ile karşıma geçti.

"Ben yemeyecektim."

"Olmaz öyle şey. Bu lezzetten seni mahrum bırakamazdım. Hem o kadar evime bırakıyorsun beni, aşk olsun bir yemek ısmarlayamayacak mıyım?"

Masama bıraktığı kağıda sarılı dürümü elime aldığımda söyledim: "Bir de ödedin yani." Gülümseyerek yemeğinden bir ısırık aldı. Gözlerini kapatmış, keyifli bir şekilde ağzındaki lokmaları çiğniyordu. "İyi, eyvallah o zaman." dedim. Loş ışıkta bir başka parıldayan gözlerini açmış, bu sefer de o beni yemek yerken seyrediyordu. Küçük, sabırsız bir çocuğunkine benzer bir merakla ilk ısırık sonrası yorumumu bekliyordu. "Yalnız bayağı başarılıymış."

Sevdiği bir şeyin bir başkası tarafından takdir görmüş olmasının verdiği tatminle böbürlenerek söyledi: "Öyledir." Mutlulukla dürümünden yeni bir ısırık aldı.

Yemeklerimizi yemeye sürdürürken Yeşim sordu: "Bir şey soracağım. Biraz kel alaka, nereden çıktı şimdi bu diyebilirsin ama... Merak ettim. Babanla annenin arası nasıldı, hatırlıyor musun? Baban sağ iken. Yani... Aralarında büyük bir aşk var mıydı?"

Gerçekten dediği gibi nereden çıktığını anlayamadığım bu soru beni düşüncelere sevk etmişti. Çocukluğuma, eski evimizde geçirdiğimiz anılara dönmüştüm. Babamı küçük yaşta kaybetmiştim ancak o kısa yıllara o kadar çok şey sığdırmıştık ki... Onu düşünmeye başladığım andan itibaren ona sarıldığım anlarda duyduğum paltosundan gelen kokuyu burnumda aldım. Elif ve beni Pazar sabahı kaçırmaları, akşam hava kararınca beraber dönüşlerimiz, hafta içi işten geldiğinde yorgun olmasına karşın bize her zaman vakit ayırmaları, akşamları daima sofrada beraber yediğimiz yemekler... Sonra annemle olan ilişkilerini düşünmeye başladım. Nasıllardı... Nasıllardı... "Aralarında büyük bir aşk var mıydı bilmiyorum ama babam anneme karşı her zaman şefkatliydi, ilgiliydi. Annem de babama hep sevgi dolu bakardı. Yani bilmiyorum... Aralarında birbirlerine karşı büyük bir saygı var gibiydi. Birbirlerini asla üzmezlerdi, kavga etmezlerdi. Mutlu bir aileydik." Düşüncelerimden sıyrıldığımda gözlerimi ona çevirip söyledim: "Neden sordun?"

"Hiç. Öylesine merak ettim. Benim ailemden epey farklılarmış." Meltem teyze ve Gökhan amca. Normal, sıradan bir aile gibi gelirlerdi. Sanırım bütün aileler uzaktan böyle gözüküyor. Oysa dört duvar arasında her şey dışarıdan gözüktüğünden farklı olabiliyor. Gerçek yaşanmışlık, gerçek hikaye de hep bu dört duvar arasından çıkmıyor mu zaten? "Bizimkiler genelde sık kavga ederler. Beraber sofraya oturma adeti yoktur. Birbirlerine karşı hep bir mesafe... Hep bir soğukluk vardır. Son zamanlarda sanki ortak paydada buluşabildikleri tek konu benmişim gibi geliyor." Dolan gözlerini yeni kuracağı cümlede bana çevirmişti: "Bir de daha çok yeni... Annemin... Bir gençlik aşkı olduğunu öğrendim. Kafam karıştı öyle." Dolan gözlerini elinin tersiyle temizleyip acı bir tebessüm takındı. "Yine çok konuştum, çenem açıldı. Kusura bakma."

"Sorun değil." Kalbini bana bu kadar açması, bana kendimi önemli hissettirmişti. Bu aile sorusunu neden spesifikle bana sorduğunu, ne amaca hizmet ettiğini anlamam şuan için mümkün değildi elbet, bu geleceğin konusuydu. Ama o an böyle hissettirmişti, herkese anlatamadığı bir derdini sadece benimle paylaşabiliyormuş, o yüzden anlatmış gibi.

Ortamın modunu değiştirmek ve Yeşim'i neşelendirmek adına konuşurken masaya bıraktığı dürümü işaret ederek söyledim: "Hadi dürümün soğuyacak. Yazık değil mi bu lezzette." Gülümseyerek dürümünü masadan kaldırdı, kağıdını sıyırıp yemeye devam etti.

Yemekten sonra çok oyalanmadık, beraber dolmuşa bindik. Yeşimlerin evine yakın bir sokakta indik. Tekrardan eski evimin olduğu sokakta yürümek, biraz önce de geçmişten bahsetmişken yine bir sürü anıyı gözümün önüne getirmişti. Bu yollarda Yeşim ve Metin'le oynadığımız oyunlar; gece damında yıldızları seyrettiğimiz Salih dedenin derme çatma evi; eski kapı komşularımız, babam öldükten sonra elimiz kolumuz olan Gülşah abla ve Cihan abini evi; Yeşim'le beraber gittiğimiz ilkokul... Hepsi kalbimde çok farklı yeri olan değerli anıları geri getirmişti.

Yeşimlerin kapı önlerine geldiğimizde artık ayrılma vaktiydi. Veda konuşmasını yapmak üzere Yeşim tam karşımda durdu. Soğuktan üşüdüğü için yol boyu beyaz montuna sardığı ellerini serbest bıraktı ve gözlerime bakarak söyledi: "Çok teşekkür ederim Alp. Buraya kadar gelmek zorunda değildin."

"Ne demek, lafı olmaz." dedim tebessümle. "İyi geceler." diye ekledim.

"İyi geceler. Eve vardığında yaz, olur mu? Merak ederim." Başımı aşağı yukarı sallayarak cevapladım. Onu arkamda bırakarak yürümeye başlamıştım. Yolda başımı çevirip tekrar ona bakacak oldum. Evin önünden ayrılmamış, ben giderken elinde küçük sırt çantasıyla arkamdan bakmaya devam ediyordu. Benim başımı çevirdiğimi görünce gülümseyip el salladı. Ben de aynı şekilde karşılık verdim, el salladım. Çantasından evin anahtarını çıkarıp bahçeden girdiği sırada tekrar önüme dönmüştüm. Ellerim ceketimin cebinde, eski mahallemde yürürken düşündüm. Çünkü her bir köşesinde farklı bir anı olan bu sokakta düşünecek çok fazla şey vardı.

Yeşim'le olan çalışmalarımıza araya giren hafta sonu sebebiyle dur demiştik. Pazartesi gününü de kendimize, diğer derslere ve arkadaşlarımıza ayırmaya karar vermiştik. Yeni çalışma tarihi salı günüydü. İlk dersimiz kimyacı Ziya Hoca hasta olduğu için boş geçiyordu. Herkes ayrı bir köşeye dağılmıştı. Kimi sınıfta takılıyor, kimi kafeteryada vakit öldürüyor, kimi de bahçedeki tenis kortunda, basket sahasında spor yapıyordu. Derse bir tık geç kaldığım için sınıfa girdiğimde zaten bizim ekip çoktan dağılmış durumdaydı. Sınıfta samimi simalar göremeyince bahçeye indim. Burada Ceyhun'u gördüm. Ahşap banklardan birinde oturmuş, öbürünü önüne çekip üzerine ayaklarını uzatmıştı. Uzaklara öyle bir dalmıştı ki yanına geldiğimi seslendiğimde anca fark edebilmişti.

"Günaydın kardeş. Bura boş mu?"

Beni fark ettiğinde yüzünde kocaman bir gülümseme "Günaydın kankam." dedi. Bana da oturmam için yer açmak üzere istifini çok bozmadan bankın kenarına kaydı. "Gel otur." Bana gösterdiği yere geçtim. Aynı onun gibi yayıldım, aynı onun gibi ayaklarımı karşı banka uzattım. Yerleşirken bir yandan da tek gözümle Ceyhun'u yokluyordum. Keyfi yerinde gözüküyordu. Hem de fazlasıyla. Bu neşenin sebebini sormadan edemedim. Ceyhun'dan aldığım cevap ise:

"Mutluyum. Çok mutluyum hem de." Lafının sonunda ellerinin başının arkasında birleştirmiş, onlara yaslanmıştı.

"Peki bunun dün akşam Aylin'le buluşmanızla bir alakası olabilir mi Ceyhun Bey?"

Yüzünde 32 diş sırıtması ile başını bana çevirdi. Sonra önüne döndü, gözü uzaklarda bir noktaya dalmış bir şekilde, muhtemelen dün akşamı kafasında canlandırarak anlatmaya başladı. "Önce sinemaya gittik. Sonra sahilde saatlerce ele ele yürüdük. Birbirimizin gözlerinin içine bakarak dilek tutuk ve beraber dilek feneri uçurduk falan..." Tek elini başının arkasından çekti. Gözünün önüne getirdi. "Biliyor musun, eve vardığımda ceketimi yatağımın üzerine fırlattım, çalışma masamın önündeki sandalyeye oturdum ve aptal aptal sırıtarak bütün gece elimi seyrettim." Bana bakarak ekledi. "Onun elini tutan elimi."

"Oğlum sen bayağı bildiğin aşka gelmişsin." Bana bakmayı sürdürürken yarım ağız sırıtmaya başladı. Başının arkasından aldığı elini, tekrar geri koydu. Arkasına yaslanıp anlatmaya devam etti:

"Sürekli onu düşünüyorum. Her nerede, ne yapıyor olursam olayım... Aklımın bir köşesinde hep o oluyor. Gözlerimi kapattığımda onu görüyorum; kulaklarımda onun sesi... Onun kokusunu duyuyorum burnumda." Ceyhun'u ilk kez böyle görüyordum. İlk kez duygularını bu kadar net anlatıyordu. İlk kez kendinden ve hislerinden bu kadar emin gözüküyordu. "Annemin bizi zamansız terk edişi; babamın işi bırakıp alkolik oluşu, hayatı boş verip depresyona girmesi... Bütün bunların arasında Aylin hayatıma merhem gibi geldi. Doğru zamanda, ona en çok ihtiyacım olduğu anlarda o hep ordaydı. Ve şimdi ben... Nasıl desem..." Ufak bir es verdi. Gözlerimi ona diktim. Kendimi pür dikkat ağzından çıkacak sözcüklere verdim. "Sanki uzun süredir bende eksik olan parçayı bulmuş gibi hissediyorum."

Ceyhun sözlerini bitirdiği sırada gözlerini bana çevirdi. Anlıyor musun, der gibi bir ifade vardı suratında. Anlıyordum. Çünkü ben de bu yollardan geçiyordum. Her ne kadar benim hislerim karşılıksız gibi dursa da aşkın nasıl bir his olduğunu çok iyi biliyordum.

Ceyhun'la ilk dersin sonuna kadar o banklarda oturduk ve sohbet ettik. Teneffüs zili çalınca bahçeden ayrılıp bizimkileri bulmaya karar verdik. Yasemin, Sam ve Ebru kafeteryada, bizim dünkü oturduğumuz yerdeydiler. Sinematografide juxtaposition dedikleri durum yaşanıyor gibiydi. Dün bu masadan heyecanla kalkan Yasemin gitmiş, arkadaşımın yerine umutları tekrar ve tekrar yıkılmış, derbeder olmuş bir kız vardı. Çok geçmeden bunun sebebini öğrendik. Ressamla yemeğe çıkacakların ismi, geçen günkü panoya asılmış.

Yanlarına oturduğumuzda Yasemin ağlamaklı şekilde söyledi: "Hayır anlamadığım... Benden önce ismi yazılı hemen hemen herkes listede. Hiç görmediğim isimler bile vardı. Belli ki adını benden sonra yazanlar. Sanki bir ben çıkarılmışım listeden. Bende sorun var herhalde. Öyle düşünmeye başladım artık." Lafının sonunda dirseğinden destek alarak masaya koyduğu eline kafasını yaslamış, diğer eliyle akan makyajını temizliyor. Bu sırada yüzünden düşen ise bin parça.

Teselli timi olarak yanında olmaya çalıştık elbette ancak ona verebilecek yeni umutlarımız kalmamıştı. Zaten vermeye çalıştıklarımız bir şekilde elimizde patlıyor ve Yasemin'i daha fazla üzmekten başka bir işe yaramıyordu. İkinci boş dersimiz de böyle geçmişti. Kafeteryada Yasemin'in yanında ona destek olarak.

Üçüncü ders için zil çaldığında artık sınıfa dönmemiz gerekiyordu. Sabah geç kaldığım için ders kitaplarını okul dolabımdan alma fırsatım olmamıştı. Bizimkilerin yanından ayrılmak için kalktığımda Ceyhun sordu: "Atölyeye mi gidiyorsun? Şu ödev olayı hani..." Aramızda Ebru olduğu için şifreli şekilde sormuştu.

"Yok, öğlen o. Sabah dersin boş olduğunu bilmiyordum. Aceleyle dolaptan kitaplarımı almadan sınıfa çıkmıştım. Onları alacağım." Yaptığım açıklamadan sonra bizimkilerin yanından ayrıldım, okul dolabıma doğru yol aldım. İşte bir diğer enkazla da bu yolculukta karşılaşmıştım. Yeşim'le. Hafta sonu, bugün öğlen çalışmak üzere sözleşmiş, üstüne bir daha konuşmamıştık. Bir araya gelmemize daha iki ders vardı ancak onu koridorda peteğe oturmuş, tek başına ve üzgün görünce dayanamadım, yanına gittim.

Yeşim'in oturduğu peteğin yanındaki duvara yaslandığım sırada söyledim: "Yeşim, iyi misin?"

Yeşim başını kaldırdı. Yaşla dolu yeşil gözlerini bana çevirdi. Başını iyi değilim manasında sağa sola salladı. "Metin. Ben söyleyemeden öğrendi sanırım. Sabah suratıma bile bakmadı, benimle konuşmadı, öylece yanımdan geçti gitti. Allah kahretsin ki tam da bu sabah onunla konuşup anlatacaktım her şeyi."

Hemen telaş yapmamasını, belki öğrenmemiş olabileceğini anlatmaya çalıştım. Kafası belki başka bir şeye sıkkındı, aralarında olan başka bir sorundan ötürü böyle davranıyordu belki de... Her şeyin yolunda olduğu, dün akşam güzel ayrıldıkları cevabını aldım.

"İstiyorsan bugün ara verebiliriz çalışmaya. Erteleyebiliriz."

Yeşim peteğin üstünden kalktı. Yaşlı gözlerini silerken söyledi: "Ara versek de değişen bir şey olmayacak." Sol eliyle yüzüne düşen sırma saçlarını geriye attı. Bana bakarak "Öğlen atölyede görüşürüz." dedi ve yanımdan yürüyüp gitti. Bense her zaman olduğu gibi o giderken arkasından bakakalmıştım.

Öğleye kadar zaman nasıl geçti anlamadım. Ders sırasında gözüm sürekli saatte, aklım Yeşim'deydi. Öğle teneffüsü zili çalınca da sınıftan fırladım çıktım. Atölyeye gittiğimde cam kapıyı açmadan içerde bekleyen kızı görebilmiştim. Masaya koyduğu dirseklerinden destek alarak kafasını ellerine yaslamış; altın sarısı saçları önüne düştüğü için ağlamaklı yüzünü kapatmış; bütün bu harap olmuş görüntü içerisinde ise güzelliğinden hiçbir şey kaybetmemiş sevdiğim kız...

Atölyenin cam kapısını açıp içeri girdim. İçerdeki ahşap beyaz sandalyelerden birini aldım, Yeşim'in yanına çektim. Otururken söyledim: "Derse girmedin mi sen?"

Yeşim başını kaldırdı, yüzünü bana çevirdi. Bir şey söylemese de bakışından girmediğini anlamıştım. Ben konuşmaya devam ettim. "Peki o zaman. Ama ben morali yüksek, morali yüksek olduğu için beni yükselten, arada huysuzluk çıkarıp beni sinirlendiren eski takım arkadaşımı geri istiyorum." Yüzünü güldürmeye, şaklabanlık yapmaya çalışacaktım ancak Yeşim'den odaya girdiğimden beri herhangi bir tepki alamadığım için bunların da etkisi olmayacağına inanmaya başladım. Yanında getirdiği, geldiğimde masada duran çantasına uzandı, ödev materyallerini çıkarmayı düşünüyordu sanırım. Ancak ben bunu tetiklemek için öyle söylememiştim. Çantasına uzanan elini tuttum. "Boş ver ödevi. Önce sen iyi ol."

Elini serbest bıraktığımda Yeşim sonunda konuşmaya hazırdı. "Nasıl? Nasıl iyi olacağım? Hayatımda güzel giden her şey gibi bunu da kendi ellerimle mahvettim." Sesi çatallaşarak devam etti: "Nasıl öğrendi, kimden öğrendi onu da anlamıyorum" Birden durdu. Elini dudağına getirdi, dudağıyla oynarken sordu: "Siz Metin'le hi-iç konuş-tunuz mu? Ya da belki fakında olmadan..."

Sorudaki imayı fark eder etmez ayağı fırladım. Öfkem ses tonuma yansımış bir şekilde söyledim: "Bravo ya! BRAVO! Cidden bunu düşünebildiğine inanamıyorum. İNA-NA-MI-YO-RUM!" Arkamı döndüm, yüksek sesle alıp verdiğim soluklarımı düzene sokmaya, sakinleşmeye çalıştım.

"Öyle demek istedim! Alp!" Arkamdan adımla seslenince ona döndüm, onun da benim gibi ayağa kalktığını, az önce oturduğu sandalyenin önünde durduğunu gördüm. Dolu gözlerinden yaşlar akarken çatallaşmış kısık sesiyle söyledi. "Özür dilerim! Kafam çok karışık. Çok özür dilerim."

Onu ağlarken görünce geri vitese taktım. Yanına gittim. Elimle omuzlarından destek alarak Yeşim'i az önce kalktığı sandalyeye geri oturttum. Peşinden ben de eski yerime geçtim. Sakin tonda söyledim: "Peki Metin'le tekrar konuşmayı denedin mi? Belki sandığımız gibi bir şey yoktur ortada. Başka bir şeye sıkkındı canı belki."

"Denedim. Denedim. Senle koridorda görüştükten sonra sınıflarına gittim. Onla tekrar konuşmak için. Teneffüs bitmeden yakalamıştım onu." Tane tane anlatıyordu, sonra ne olduğunu öğrenmek için dudaklarından dökülecek kelimeleri kovalıyordum adeta. Ve tam da burada es vermişti. Düğümün çözüleceği yerde.

"Ee sonra?"

Histerik bir şekilde söyledi: "Beni sınıftan kovdu, dışarı attı." Kızarmış gözlerinden yeni bir damla daha süzülmüştü. Yutkundu ve devam etti. "Sonra buraya geldim. Derse girmek istemedim."

Anlattıkları bittiğinde sandalyemi Yeşim'e doğru daha da yaklaştırdım. Cebimden selpak paketini çıkardım, içinden aldığım mendille Yeşim'in yüzündeki yaşları ve akan makyajını temizlemeye başladım. Yeşim ben bunu yaparken burnunu çekiyor, bana engel olmaması için düzensiz soluklarını bastırmaya çalışıyordu. Yüzünü temizlerken ara sıra dolu gözleri ile kısa temaslar kuruyor, büyüsüne kapılmamak için hızlıca bakışlarımı kaçırıyordum. Son izi de sildiğimde gülümseyerek söyledim. "Tamamdır." Yeşim de nezaketen, kendini zorlayarak da olsa gülümsemeye çalıştı.

Tam sandalyemle geri çekildiğim sırada cam kapının sert bir şekilde açılma sesini duydum. Yeşim'le aynı anda başımızı sesin geldiği yöne çevirdik. "Metin?" dedi Yeşim şok içerisinde. Aynı anda sandalyelerimizi geri itip ayağı kalktık. "Senin ne işin var burada?"

Sarı kaşları çatık, öfkeli bir şekilde içeri daldı Metin. "Asıl senin ne işin var burada, bu herifle?"

"Herif?" dedim kendimi işaret ederek.

"Evet lan ne oldu? Zoruna mı gitti dingil?" Bize doğru birkaç büyük adım attı. "Senin gibi milletin sevgilisine sarkan fırsatçı sokak köpeklerine az bile." Bu laflar üzerine ben de sinirlerime hakim olmayıp aynı büyük adımlarla Metin'e doğru gittim.

Metin'in yakasına yapışarak "Lan oğlum lafını bil de konuş." dedim. Birkaç karşılıklı itişme sonrasında beklemediğim bir anda Metin'den sol yanağıma bir yumruk gelmişti. Aldığım yumruk darbesiyle birlikte yere düşmüştüm. Yeşim telaşlı bir şekilde yanıma koştu.

"Alp! Alp! İyi misin?" Çömelmiş, elleriyle omuzlarımdan tutarak beni kaldırmaya çalışıyordu.

Ona bakarak histerik bir şekilde söyledim. "Ben iyiyim de, bu arkadaş biraz sonra iyi olmayacak." Yeşim'in ellerinden kendimi kurtarıp hışımla yerden kalktım. Sağ elimle aynı onun yaptığı gibi sol tarafına, sol gözünü hedef alarak yumruğu çaktım. O, yumruk sonrası benim aksime hala ayaktaydı. Bir önceki pozisyonumuza geri dönmüş, yeniden birbirimizin yakasına yapışmıştık. Yeşim de o sırada aramıza girip bizi ayırmaya çalışıyordu. Sonunda aramıza girip ikimizi de itmeyi başarmıştı.

"Ya durun! DURUN!" İkimiz birbirimizden uzaklaştığında beni tutmaya devam etti. "Alp, dur. Dur lütfen!"

Metin bu sırada Yeşim'i hedef alarak konuşmayı başladı. "Sen... Sen, ben sana her arkamı döndüğümde teselli için kendini başka birinin kollarına mı atacaksın? Önce o yeni gelen çocuk , sonra Alp! Ya ben dün geceden beri kahroluyorum, senin haberin var mı? Yüzüne bakmaya cesaret edemiyorum, sana zarar vermemek için kendimi cezalandırıyorum... Ama sen... Sen var ya, hiçbir şeye değmezmişsin. Bundan sonra ne halin varsa gör! BEN YOKUM!" Yeşim'in beni tutmakta olan elleri yavaş yavaş gevşedi, serbest kaldığımda tekrardan Metin'in üzerine atladım. Yine yakasına yapıştım. Yine bir itiş kakış, yine arada ayarı kaçan karşılıklı birkaç yumruk. Bu sefer çıkardığımız gürültünden dolayı dışarıdan gelen insanlar kavgaya müdahil olmuştu. Önce bizi birbirimizden ayırdılar, daha sonra Metin'i dışarı çıkardılar. Gözüm anca o çıktığında Yeşim'i görebilmişti. Bir köşeye çökmüş, hıçkırarak ağlıyordu. İnsanlar bu defa da onun başında toplanmıştı.

Olanları arkamda bırakarak atölyeden çıktım. Ağzımda muhtemelen yediğim yumruktan dolayı olan bir kan tadı vardı. Koridorda çöp kovasına doğru kanı tükürdüm ve yürümeye devam ettim. Bir revire veya tuvalete uğramadan doğrudan sınıfa gittim. İçeri girerken yüzümün nasıl gözüktüğünü bile bilmiyordum. Kapıdan girdiğimde Ceyhun'un ilk dikkatini çeken şey bu olduğuna göre fazla iyi gözüktüğüm söylenemez.

"Alp, yüzüne ne oldu?" Cevap vermeye bile halim, mecalim olmadığı bu sırada, beni şaşırtarak kendi kendilerine çıkarımlarını yapmışlardı. "Metin'le mi kavga ettiniz?"

Yerime geçip, yüzlerine doğru sorgulayarak baktım. Nerden biliyorlardı?

Ceyhun Yasemin'e bakarak konuşmaya devam etti: "Bak gördün mü yaptığın şeyin sonucunu?" Neden bahsettiklerini hala anlamamıştım. Bunu fark etmiş olacaklar ki bana bakarak anlatmaya başladılar. "Girişimcilik kulübü başkanı Metin'miş. Listeye adını yazdıranlardan bir tek Yasemin seçilmeyince... Bu işten onun parmağı olduğunu anladık."

Sam devam etti. "Yasemin Metin'den hesap sormaya gitti. Biz de peşinden gittik. Sonra tartışmaya başladılar."

Onlar anlatmaya başladıkça bir yandan da taşlar kafamda yerine oturuyordu. Metin orada o saatte orda olduğumuzu nasıl bilebilirdi ki. "Metin'e orada olduğumuzu siz mi söylediniz?" Hepsinin gözü birden Yasemin'e kaydı. Ben de soruyu ona yönelttim. "Yasemin?"

"Evet ben söyledim. Çünkü onun da canı yansın istedim tamam mı? Sevgilisinin ona söylediği yalanı öğrensin ve canı yansın istedim!"

Ayağı kalktım. "Aferin Yasemin! Bravo! Bu yaptığın sadece Metin'e değil, bana... Hadi beni de geçtim en çok Yeşim'e ayıp oldu."

Benle birlikte Yasemin de yükseldi. "Bir kere de ben kötü olayım istedim ne var!" diyerek isyan etti. Gözünü daha önce hiç görmediğim bir kin, hırs bürümüştü. "Bundan sonra böyle! O çocukla onun bildiği dilden konuşacağım! Bana yaşattıklarını ondan misliyle çıkaracağım!" Yasemin'in öfkesini anlayabiliyordum ama onu bu kadar kontrolden çıkaracak kadar değiştirmesine asla anlam veremiyordum.

Sözleri bittiğinde, konuşacak bir şey kalmadığında Yasemin sınıftan çıktı. Peşinden kısa süre içerisinde ben de sınıftan çıktım. Rota buraya geldiğim yön, istikamet bir haftadır uğradım popüler durağımdı. Alınması gereken bir gönül, onarılması gereken bir kalp vardı.

Tahmin ettiğim gibi Yeşim, hala burada - atölyede - bıraktığım yerdeydi. Atölyenin ortasındaki büyük masanın dibinde yere oturmuş, eliyle okul eteğini bacaklarının üstünde sıkıştırmış, öylece bekliyordu. Kapıyı kapattım, yanına çömeldim.

Cebimden selpak paketini çıkardım ve içindeki mendili Yeşim'i uzattım. Kızarmış burnunu çekerken mendili aldı. Gözünden yaşlar yeniden süzülmeye başlamıştı. Onları verdiğim mendille çenesine kadar düştükten sonra siliyordu.

Arkama, masanın ayağına yaslanıp gözlerimi kapattım ve konuşmaya başladım: "Özür dilerim. Bugün burada bunların yaşanmasında biraz da ben suçluyum. Bizim Yasemin... Metin'e burada olduğumuzu o söylemiş. Metin'in verdiği tepkiye bakılırsa o da öncesinde bilmiyormuş. Bizi öyle görünce..."

"Boş versene... Bir önemi kalmadı artık." Az önce konuşurken kapattığım gözlerimi araladım, Yeşim'e çevirdim onları. Hayır, benim için bir önemi vardı. Yeşim'in mutlu olmasını istiyordum. Onun için bir şeyler yapmalıydım.

"Metin'i çok seviyorsun değil mi? Hatta ona aşıksın." Bu defa bir başka parlayan yaşla dolu yeşil gözlerini bana çevirdi. Başını aşağı yukarı sallayarak sorumu onayladı. Bunları duymak, Yeşim'i bu haldeyken teselli etmek benim için çok zordu. Ama diğer türlüsüne içim el vermeyecekti. "O zaman pes etme. Ondan vazgeçme. Seni gerçekten dinleyene kadar anlatmaya, sesini duyurmaya devam et." Konuşurken gözlerim doldu, boğazım düğümlendi. Fakat yine de bunu ona belli etmemek için es vermeden konuşmaya kendimi zorladım. "Ona onu kaybetmek istemediğini göster... Sevgini göster. İnsanın sevgisini göstermesinin çok farklı yolları vardır. Bunlardan birini bul... Ve ona sevgini göster."

Sözlerimi bitirdiğimde Yeşim başını omzuma yaslamıştı. Omzuma dayalı başını seyrederken düşünmeye başladım. Hiçbir zaman onun sevdiği adam olamayacaktım fakat önemli değildi. Şu an en yakın arkadaşı olmayı başarmıştım. Bana en çok ihtiyaç duyduğu zaman sığınacağı bir liman olmuştum.

Yeşim'in mutlu olmasını o kadar çok istiyordum ki... Gerisi önemli değildi. Onun yerine göz yaşı döken taraf ben olmaya, makus kaderime ağlamaya razıydım.

Continue Reading

You'll Also Like

146K 12K 39
Bebekliğinden beri kendi elleriyle büyüttüğü çocuğun yaramazlıkları ile uğraşan bir adam.
882K 32.8K 46
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Defne çocuk ruhlu biridir. Bir akşam canının sıkıntısı ile anonim bir uygul...
25.2M 898K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...
454K 20.5K 15
Son yirmi yedi saniye. Zaman gelmişti, kulaklıktaki ses son kez konuşacaktı. "Sonuna geldik, küçük hanım," Alacağı canları düşündükce duyduğu memnuni...